• Sonuç bulunamadı

STK’LARIN KRİZ MİSYONLU OLARAK YENIDEN YAPILANDIRILMALARI VE KRİZ MİSYONLU YENİ STK’LAR

STK’lar, küresel çağın yükselen aktörü olarak topluma çeşitli katkılar sunan, devlet faaliyetlerine ve Grafik 3: Edelman Güven Barometresi (%)

Kaynak: http://trust.edelman.com/ (Erişim Tarihi: 13.01.2013)

70 60 50 40 20 30 10 0 2008 2009 2010 2011 2012

özel sektöre destek olan ve yön veren bir konumdadırlar. Küreselleşmenin yaygın ve sık hale getirdiği kriz süreçlerinde de daha aktif roller üstlenmeleri beklenir. Nitekim, çoğu STK zaten özellikle doğal afet, savaş gibi durumlarda kriz etkilerini azaltmaya ve bertaraf etmeye yönelik olarak faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Kızılhaç, Kızılay ve AKUT Arama Kurtarma Derneği, bu konuda örnek STK’lar olarak ortaya çıkmaktadır. Aslında bu STK’lar, sadece doğal afet ve savaş durumları gibi doğal ve toplumsal kriz dönemlerinde faaliyet göstermek üzere yapılanmışlardır. 1999 Depreminde ve daha başka birçok olayda görüldüğü üzere sadece bu tür örgütler değil, ilgili ilgisiz birçok STK da bu tür krizlerde devreye girerek krizin yaralarını sarmaya yönelik eylemlerde bulunmuşlardır. Bunların etkinliği ve önemi çoğunlukla küçümsenmeyecek boyuttadır. Fakat sadece doğal afet ya da savaş durumları değil, ekonomik krizlere yönelik olarak da STK’lar yeniden yapılanmalıdırlar.

Aslında STK’ların ekonomik kriz dönemlerinde de birtakım faaliyetleri olmaktadır. Fakat bizim burada vurgulamaya çalıştığımız şey, ekonomik krizlerin önlenmesinde ve etkilerinin bertaraf edilmesinde hem mevcut STK’ların daha etkin rol alması, hem de doğal afetler ötesinde sadece ekonomik krizlere yönelik olarak çalışacak kriz misyonlu yeni STK’lar vücuda getirilmesidir.

Ekonomik krizler doğal afetler ve savaşlar gibi günümüzün önemli bir gerçeğidir. Hatta çoğu durumda etkileri daha sarsıcı olabilmektedir. Bu bağlamda, yaşadığımız çağın ihtiyaçlarına cevap vermek için yeni modeller geliştirilmesi gerekmektedir. Bu durum, STK’ların rolü ve stratejileri için de geçerlidir. Toplumların karşılaştığı sorunlara cevap vermek için yeni “değişim modelleri” geliştirecek ve uygulayacak kapasiteye sahip güçlü kuruluşlar oluşturulmalıdır.

(http://www.tusev.org.tr/userfiles/image/ekonomik%20kriz%20doneminde%20bagiscilik24092012. pdf).

Toplumların artan çeşitliliği, her yerde devletin küçültülmesi ve STK’lara olan güvenin artmasına neden olmaktadır. Ancak STK’lar oldukça büyük bir engelle karşı karşıyadırlar. Onlar devletin vergilendirme gücünden yoksundur ve bu sebeple artan taleple karşılaştıklarında bu talebi karşılayacak yeterli kaynaklara sahip değildirler. Sonuç olarak, STK’lar yeni gelir kaynakları ararlar ve bu da, onları ekonominin geri kalan sektörleriyle karmaşık bir ilişki içine sokar (Weisbrod, 1997: 552). Bu nedenle STK’ların yeni bir misyonla–kriz odaklılık- yapılanmaları ve devreye girmeleri onları yeni kaynak arayışına sokacaktır. Bu, bir yandan da onlar için asıl amaçlarından uzaklaşma ve kaynak bulma adına temel özelliklerini kaybetme riskini de beraberinde getirir. Ekonomik krizin etkilediği ekonomilerde, STK özelliğini kaybetmeden ve asıl amaçlarından uzaklaşmadan kriz misyonlu olarak STK’ların yeniden yapılanmaları konusunda iki farklı yöntemden bahsedilebilir. Belirtilmelidir ki, burada önerilen bu iki yöntem birbirinin alternatifi değil tam tersine birbirini destekleyen ve bir arada uygulanması önerilen yöntemlerdir. Bunlardan ilki mevcut STK’ların kriz misyonlu olarak yeniden yapılandırılmalarıdır. İkincisi ise, sadece ekonomik kriz misyonlu yeni STK’ların oluşturularak faaliyete geçirilmesidir. 5.1. Mevcut STK’ların Kriz Misyonlu Olarak Yeniden Yapılandırılması

STK’lar doğal, sosyal, ekonomik ve siyasal kriz dönemlerinde devreye girerek çeşitli faaliyetlerde bulunurlar. Bu faaliyetlerinde, çoğu zaman devletle işbirliği halinde, bazı durumlarda ise devlete rağmen, yaraların sarılmasında görev yapmaktadırlar. Bu görev alanı STK’ları, kriz öncesinde, kriz döneminde ve kriz sonrasında kapasitelerini geliştirme yükümlülüğüyle karşı karşıya bırakmaktadır (Göymen, 2004: 69).

Günümüzde, ekonomik krizin toplumlar üzerindeki etkileri, giderek daha belirgin hale gelmektedir. Bu anlamda, STK’lardan beklentiler de giderek artmaktadır. Devletin bu süreçte yetersiz kalması, STK’lara yönelik beklentileri de güçlendirmektedir. STK’lar bu süreçte kritik öneme yükselmişlerdir. Bu beklentilere yanıt verebilmeleri için de ekonomik krizlere yönelik olarak yeniden yapılanmaları gerekir. STK’ların yenilikçi ve topluma duyarlı yanı, bu gerçekten hareketle çözümler üretebilir. Bunun yanında, özel sektör, devlet ve uluslararası kuruluşlar da bu bağlamda STK’lara yardımcı olmalıdır. Geçmişte, bazen baskıcı ve otoriter rejimler bazen de ekonomik krizler, neoliberal politikaları siyasal platformda da etkili bir biçimde sorgulayan STK’ların gücünün kırılmasında ve toplumsal etkilerinin erozyona uğramasında önemli bir rol oynamıştır (Şenses, 2004: 8). Oysa günümüzde, bu örgütlerin devletleri/toplumları destekleyen ve ekonomik krizlerde yaraları sarıcı özellikleri iyice ortaya çıkmıştır. Bu yönlerinin baskılanmak yerine teşvik edilmesi gerekir ki, son yıllarda devletler ve uluslararası kuruluşlar bu yönde adımlar atmaktadırlar.

Kriz durumunda özellikle sosyal refah hizmetleri ve sosyal hizmet programları çok yönlü profesyonel hizmetleri içerir. Bu dönemlerde beklenen işbirliğinin gerçekleştirilememesi, verilen hizmetlerin ihtiyaç sahiplerine yerinde ve zamanında ulaşmasını olumsuz yönde etkileyebilir. Çünkü, kriz zamanlarında ihtiyaç sahiplerinin talepleri sürekli olarak değişme özelliği gösterir. Kriz anında, fiziki ihtiyaçlar kadar, psikolojik ve sosyal destek ihtiyaçları da acil ve önemlidir (Aktaş, 2000: 29). İşte böyle bir ortamda, daha esnek olan ve bireylerle birebir ilgilenebilen bu kuruluşlar hizmet sunmada avantajlı konumdadırlar. Bu avantajlar mutlaka değerlendirilmelidir.

STK’ların ekonomik krizlere yönelik olarak birçok aktivitesi bulunmaktadır. Fakat bu aktiviteler asıl uzmanlıklarına göre daha az profesyonelce icra edilmektedir. Nitekim 1999 Depreminde ve daha başka krizler anında STK’ların bu temeldeki iyi niyetli çabaları çoğunlukla, yetersiz kalmanın da ötesinde bir karmaşa ve keşmekeşe yol açabilmektedir. Bu nedenle, burada önereceğimiz ilk husus kriz dönemlerine yönelik olarak bütün STK’ların yeniden yapılandırılmasıdır. Bütün STK’lar özellikle ekonomik kriz dönemlerinde ne gibi misyonlar üstleneceklerini belirlemeli ve ona göre yapılanmalıdır. Kriz dönemlerine yönelik olarak faaliyetlerini koordine etmeli ve kriz misyonu ile üyelerini bilinçlendirmelidirler. Devletler ve bağışçı kuruluşlar da bu konuda ısrarcı ve destekleyici olmalıdır. Elbette bu konudaki yönlendirmeler zorlayıcı değil, teşvik edici mahiyette düşünülmeli ve yürürlüğe konulmalıdır. Devletler, vergi, sübvansiyon ve yasal kolaylıklarla, firmalar ve bağışçı kuruluşlar ise yardım ve bağış koşullarında iyileştirmelerle bu yönde teşvik edici olabilirler. Bu konuda kesin bir çerçeve çizmek elbette gereksizdir. Önemli olan böyle bir mantığın benimsenmesi ve benimsetilmesidir.

Halk katılımını sağlayan ve mali alt yapısı güçlü STK’lar, firmalar üzerinde neredeyse hukuki yaptırımdan daha etkili bir şekilde kamuoyu baskısı yaratabilmektedir. Çeşitli sektörlerde ortaya çıkan fiyat artışlarına yönelik tepkilerini ortaya koyabilmekte, sosyal sorumluluk bilinciyle kamuoyu oluşturmaktadırlar. Bazen de ortaya çıkan fiyat artışlarını engellemek için dava açmak suretiyle baskı unsuru olabilmektedirler. Bu şekilde dernekler fiyat artışlarını kontrol altında tutma fonksiyonu icra edebilmektedirler (Şah, 2008: 98). Bazı örneklerde bu faaliyetler sadece fiyat artışları ile sınırlı olmayıp, kriz dönemlerinde tüketim eğilimlerini yönlendirici, işsizlik karşıtı hareketlerle kendini gösterebilmektedir. Nitekim ülkemizde son küresel ekonomik krize karşı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) önderliğinde Hak-İş, Türk-İş, TESK (Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu), TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu), Kamu-Sen, TİM (Türkiye İhracatçılar Meclisi), TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İş adamları Derneği) ve MÜSİAD’ın (Müstakil Sanayici ve İş adamları

Derneği) bir araya gelerek başlattığı “Kriz varsa çare de var” seferberliği ve bu aktivitenin ikinci bölümünü oluşturan “Kimse İşini Kaybetmesin” kampanyası böyle bir düşüncenin ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır (Bkz: Ek ).

“Kriz varsa çare de var” seferberliği ve bu aktivitenin ikinci bölümünü oluşturan “Kimse İşini Kaybetmesin” kampanyası “devlet-sivil toplum-piyasa işbirliği” modelinin bir türevi olarak ortaya

çıkmıştır. Oysa sosyal devletin ideolojik olarak egemen olduğu zamanlarda her şey devletten

beklenmekteydi. Halk için kamu harcamaları yapmak devletin en temel görevlerinden biri olarak kabul ediliyordu. Her şeyi devletten beklememek temelindeki bu tür aktivitelere yönelik en büyük eleştiri, bu tür organizasyonların gerçekten halkın ihtiyaçlarına göre değil, piyasanın gereklerine göre yapılacağıdır (Kurt, 2009). Böyle bir düşünce tamamen yersiz değildir fakat sivil toplumu gereğinden fazla hafife almak ve aşırı derecede ideolojileştirmek de haksızlık olur. Nitekim STK’lar sadece piyasa gereklerine göre hareket eden kurumlar olmadığı gibi piyasayı yönlendirebilmekte ve şekillendirebilmektedirler. Son küresel ekonomik kriz, iyi bilinen birçok şirketin iflasına yol açmıştır. Diğer taraftan, kriz esnasında hala iyi performans gösteren şirketler de vardır. Bu bağlamda, iyi bilinen STK’larla işbirliği yapan şirketlerin, hayatta kalabilmeleri için çok önemli olan paydaşlarının ihtiyaçlarını karşılamada, daha başarılı oldukları görülür. Firmalar, STK’larca organize edilen paydaş gruplar şebekesi tarafından çevrildikleri gerçeğinin farkındadırlar. Ayrıca, STK’ların firmalarla ilgili enformasyon akışı ve organize eylemler için paydaşlar arasında katalizör rolü oynadıkları gerçeğini de iyi bilirler. Bu yüzden, bazı firmalar STK’larla işbirliğini seçer. Böylece, bu firmaların paydaşları, bu firmaların faaliyetlerinden memnun olur ve kötü zamanlarda bile bu firmalarla ilişkilerini devam ettirirler. Başka bir deyişle, bu firmalar, STK’larla işbirliği içinde olmanın sürdürülebilir bir büyüme ve uzun dönemde onlara kurumsal bir nam sağlayacağının fakındadırlar. Bu nedenle, ekonomik kriz süresince bu tarz işbirlikleri sürecek ve gelişecektir (Gunay and Gunay, 2009: 277).

Ekonomik kriz sürecinde STK’ların kriz misyonlu olarak izleyebileceği bir diğer yöntem ise sosyal girişimlere daha fazla yönelmektir. Böylelikle STK’lar süregelen sosyal sorunlara yenilikçi çözümler üreten bir modele yönelmiş olacaklardır. Finansal kazanımlar da sağlayan sosyal girişimler, sadece hibeye dayalı ekonomik modellere bağımlılığı azaltacaktır. Bu bağlamda, sosyal girişimciliğin desteklenmesi gereken önemli bir model olduğu ifade edilebilir. Nitekim bu modelin önemini ve potansiyelini fark eden Avrupa Birliği, sosyal girişimlere daha elverişli bir ortam sağlamak için Avrupa Sosyal İşletmeler

Girişimi’ni (The European Social Business Initiative) başlatmıştır. Bu program, Avrupa Komisyonu’nun

kooperatifler başta olmak üzere sosyal girişimler için uygun bir ortam yaratmak amacıyla başlattığı; sosyal girişimciliği ve sorumlu şirket anlayışını yaygınlaştırmaya çalıştığı bir girişimdir.

(http://www.tusev.org.tr/userfiles/image/ekonomik%20kriz%20doneminde%20bagiscilik24092012. pdf).

Kamusal otoritenin boşalttığı alanlarda etkin bir rol ve özellikle kriz dönemlerinde sosyal gereksinimleri en iyi biçimde giderebilecek oluşumlara olan ihtiyaç sürekli artmıştır. Bu çerçevede STK temelli modeller uluslararası kuruluşlarca da desteklenmektedir. Bu konuda etkili olabileceği düşünülen bir STK yapılanması da kooperatiflerdir. Nitekim son dönemlerde uluslararası kuruluşlar ve bölgesel entegrasyonlar tarafından “devletlerin kooperatiflere olan yaklaşımları” konusunda yapılan çalışmalar da hız ve önem kazanmıştır. Birleşmiş Milletler (BM), kooperatiflerin özellikle yoksullukla mücadeledeki ve sürdürülebilir bir sosyal ve ekonomik kalkınmadaki rollerine dikkat çekmekte ve esas

olarak devletlerden kooperatifçilik için elverişli bir ortam ve alt yapı hazırlanmasını talep etmektedir. Bu kapsamda BM Genel Kurulunda 2012 yılı, “Uluslararası Kooperatifler Yılı (UKY)” ilan edilmiştir. 2012 UKY sloganı da, “Kooperatif işletmeler daha iyi bir dünya kurar” olarak belirlenmiştir. BM’nin 2012 yılını “Uluslararası Kooperatifler Yılı” ilan etmesinin amacı, kooperatifler hakkında farkındalık oluşturmak, kooperatiflerin kurulması ve güçlendirilmesini desteklemek ve hükümetleri bu yönde teşvik etmektir. BM’nin bu kararı; kooperatif işletme modelinin ekonomik ve sosyal kalkınmada oynadığı temel rolün tanınması, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanların ekonomik ve sosyal kalkınmalarında kooperatiflere tam katılım sağlamalarının desteklenmesi ve özellikle kooperatiflerin yoksullukla mücadelede aktif rol alması anlamına gelmektedir (T.C. Gümrük Ve Ticaret Bakanlığı, 2012: 1).

Kooperatiflerin gönüllü ve kar amaçsız yapılar olması nedeniyle, ekonomik krizler açısından da teşvik edilmeleri doğru olacaktır. Fakat uluslararası kuruluşların bu girişimleri sadece kooperatiflerle sınırlı kalmamalıdır. Tüm STK yapılanmaları bu anlamda teşvik edilmelidir. Mevcut yaklaşımlar ivmeli bir şekilde geliştirilmelidir. Özellikle kriz misyonlu her tür STK bu tür kampanyalarla cazip hale getirilmelidir. İnsanların krizde STK’ların etkili olabileceği yönündeki algısı güçlendirilmelidir.

Elbette bütün bunlar yapılırken, bir yandan da kooperatifler başta olmak üzere STK tipi farklı yapılanmaların daha da sivil hale getirilmesi, gönüllüğün arttırılması, kar amacından mümkün olduğunca uzaklaştırılması temel hedef olmalıdır. Aksi taktirde bu örgütler kriz misyonlu yapılanmalar olmanın aksine büyüyen yapılarıyla bir zaman sonra ciddi kriz odağı haline de gelebilirler.Nitekim son yıllarda bu kuruluşların artan önemi ile birlikte daha çok sayıda STK’da yolsuzluk iddiaları da gündeme gelmektedir. Nasıl ki ekonomik kriz de kamunun ve özel sektörün hataları ciddi rol oynuyorsa, bir zaman sonra bunlara STK başarısızlıkları da eklenmemelidir. Bunun için STK algısı toplumda yerleştirilerek, her tür STK yapılanması bu algı çerçevesinde şekillendirilmelidir.

Bu konuda verilebilecek en iyi örnek ülkemizdeki kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarıdır. Bu kuruluşların faaliyetlerinin çoğu üyelerinin menfaatlerini geliştirmeye yöneliktir. Mevcut yapılanma modeli, hem mesleki faaliyetlerin serbest piyasa koşullarında icra edilmesi hem de devletin işleyişi, kamu hizmetlerinin yürütülmesi ve sivil toplumun gelişimi bakımından olumsuzluklar doğurmaktadır. Bu nedenle mevcut yapının ele alınması gerekmektedir. Yeni yapıda, meslek kuruluşlarının üyeliğin gönül¬lü olduğu, örgütlenme özgürlüğünün ve çoğulculuğun teminat altına alındığı özel hukuk tüzel kişiliklerine dönüştürüleceği bir model kanunla düzenlenmelidir…. Sivil toplumun değerlerine, demokratik esaslara ve serbest piyasa ekono¬misine uygun olarak kamusal tipteki mesleki örgütlenme modeli yerine, kuruluş ve üyelik bakımından serbestlik ve gönüllülük ilkesine dayanan, devletten bağımsız STK niteliğinde yapılandırılması doğru olacaktır (Liberal Düşünce Topluluğu, 2012: 35). Bu tür STK’ların daha fazla sivilleştrilmesi, gönüllüleştirilmesi ve bunlar yapılırken de azim ve şevklerinin kırılmaması gerekir.

5.2. Sadece Kriz Misyonlu Yeni STK’lar Oluşturulması

Yaşamakta olduğumuz ekonomik kriz, başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere pek çok ülkede zaten büyük sıkıntılara neden olan yoksulluk, işsizlik, güvensizlik ve siyasal istikrarsızlık gibi sorunları ağırlaştırmıştır. Bu sorunların üstesinden gelmek için arkasında halk desteğini hisseden güçlü iktidarlar ve demokratik bir yönetişim sistemi için yeniden yapılanma gerekmektedir. Bu yeniden yapılanma ve yeni demokratik yönetişim sisteminin inşası, uluslar ölçeğinde olduğu kadar global ölçekte de kaçınılmaz

gözükmektedir. Üstelik, gerek ulusal ölçekte, gerekse global ölçekte bu yeni yapılanma mümkün olduğu kadar fazla katılımcıyı karar alma sistemine dahil etmek zorundadır. Aksi taktirde, hem karar alma, hem de bu kararları yürütmek kolay olmayacaktır. Bu katılımcı demokrasi anlayışının ortak paydasını ise, devlet üzerinde demokratik denetim mekanizmalarını işletecek aktif yurttaş, demokratik sivil toplum anlayışı ve ademi merkeziyetçilik oluşturmaktadır (Elma, 2008: 51).

Mevcut yapılar krize karşı yeterli esneklikten yoksundur. Özellikle devlet mekanizmalarınızın hantal yapısı kriz anında ani tepkilere yanıt verebilmekten uzak kalmaktadır. Aynı şekilde STK’lar ve firmalar da normal koşullarda krizleri göz önüne almadan hareket etmekte ve faaliyetlerini buna göre planlamaktadırlar. Bunun böyle olması bir anlamda kaçınılmazdır. Çünkü her kriz sonuçta birbirinden farklıdır. Her krizden dersler çıkartılabilir ama gelecek kriz bir öncekinden çok farklı özellikler taşıyacaktır.

Krizle birlikte, beklenmeyen koşulların üstesinden gelmek ve bunu ivedilikle gerçekleştirmek gerekir. Kriz durumunu olağan dönemden ayıran en önemli özellik, oluşan sorunlara hızla yanıt verilebilme ihtiyacıdır. Krizle birlikte oluşan belirsizlik ortamı, yönetimleri kısa zamanda ve sınırlı imkânlarla gelişmeleri takip etmeye zorlamakta, bu ise yönetimlerin yetersiz kalabilmesine neden olmaktadır. Ayrıca kriz, yönetsel örgütlenmelerin değerlerini, amaçlarını, iş görme yöntemlerini de değişime uğratmaktadır. Bu durum, iyi değerlendirildiği takdirde, örgütsel değişim ve yeniden yapılanma için mükemmel fırsatlar oluşturabilir (Aktel ve Çağlar, 2007: 149).

Bu kapsamda, doğal afet ve politik-askeri krizlere karşı yapılandırılmış olan Kızılhaç ve Kızılay gibi, sadece ekonomik krizlere karşı yapılandırılacak ekonomik kriz misyonlu STK’lara ihtiyaç bulunmaktadır. Elbette bu STK’lar herhangi bir derneğe göre çok daha donanımlı, geniş bütçeli, devlet ve uluslararası desteklerle beslenen ve mutlaka uluslararası ölçekte olması gereken yapılar olmalıdır. Çünkü ekonomik krizler günümüz dünyasında nedenleri, sonuçları ve etkileri itibariyle oldukça maliyetli ve ülke sınırlarını aşan bir yapıdadır. Bu denli büyük ölçekli müdahale alanına karşı yapılandırılacak kriz misyonlu STK’lar da aynı çerçevede yüksek kapasiteye sahip olmalıdır. Kızılay ve Kızılhaç örneklerinden hareketle, sadece ekonomik kriz misyonlu STK’lar şekillendirilebilir. Bunların müdahale alanları kriz etkileri ile mücadele edebilecek ölçüde olmalıdır. Bu STK’lar elbette devletlerarası katılımı da gerektirebilirleri, fakat gerek devletlerin gerekse diğer paydaşların katılımı asla sivil karar alma mekanizmasını bozmamalıdır. Elbette bu ince bir noktadır.

Uluslararası yönetişimde sivil toplumun daha çok katılımı için son yıllarda bol miktarda çağrı yapılmaktadır. Mevcut küresel finansal kriz, finansal düzenleme ve kamuyu ilgilendiren diğer alanlar arasındaki bağlantılara odaklanmıştır. Bu temelde, uluslararası finansal kurumlarda sivil toplumun artan katılımı ile ilgili daha büyük önem gösterilmesi önerilmektedir. Fakat, daha çok her zaman daha iyi demek değildir. Katılım olabilir ama ölçülü olmalıdır. Farklı STK’ların getirdikleri fayda ve maliyetlerin ne olduğunun değerlendirilmesi, onların katılımlarında incelikli yaklaşımın en iyi durum olduğunu gösterir (Kelly, 2011: 51).

Bu bağlamda uluslararası finansal kurumlara STK katılımının güçlendirilmesi önem arz eder. Uluslar arası finansal kurumlar, meşruiyetlerini geliştirmek için sivil toplum katılımını dikkatlice ayarlamalıdırlar. Katılımın değeri, sivil toplum gruplarının doğasına (onların misyon ve uzmanlıklarına), aranılan katılım düzeyine ve uluslararası finansal kurumun işlevine dayanır. STK’lar birbirinden oldukça farklıdır. Bazı STK’lar yardım temin etmeyi savunur, bazıları sivil toplum üyelerine uzmanlık sağlar, bazıları da her

ikisini yapar ya da hiç birini yapmaz. STK katılımı sadece oylama güçlerinin varlığından gelen aktivitelerin çeşitliliğini içerir (Kelly, 2011: 33).

Kriz süreçleri ile birlikte, vatandaşların devletlere ve uluslararası finansal kuruluşlara güvenleri azalmaktadır. Aslında, bu süreçte sözü edilen STK katılımı, bir anlamda sadece bu kuruluşların meşruiyetlerini artırmak, sivil toplumdan gelen direnci zayıflatmak amaçlıdır. Bu nedenle, kriz süreçlerine STK’ların bu şekilde pasif ve sözde katılımının da ötesinde bir yapılanma gerekir. Burada önerilen şey, tam da bu noktada önem kazanır: Kriz misyonlu STK’lar, ekonomik krizlere karşı mücadele ederken pasif değil, aktif olarak etkili olacaklardır. Hem karar alma mekanizmasında hem de uygulama süreçlerinde aktif sivil katılım bu şekilde sağlanabilir.

Elbette bu şekilde bir yapılanmanın maliyetleri üzerinde durmak gerekir. Sadece bağışlarla böyle bir yapılanmanın yürümesi mümkün olmadığı gibi mantıklı da değildir. Bunun için, bu STK’lara ulusal ve uluslararası katkılar sunan mekanizmalar geliştirilmelidir. Sonuçta, ortaya çıkacak yararlar bu maliyetlerden çok daha fazla olacaktır. En azından sivil toplumun güveni bu şekilde tesis edilebilir. Kriz dönemlerinde ise güven neredeyse her şey demektir. Ayrıca bu STK’lar, STK yapılanmalarının bütün olumlu özelliklerine de sahip olacaktır.

Özellikle uluslararası ölçekte çalışacak kriz misyonlu STK’lar için, Tobin Vergisi olarak da isimlendirilen Uluslararası Finansal İşlem Vergisi düşüncesi ciddi bir kaynak olabilir. Eğer bu tür bir vergi uygulaması yapılır ve elde edilen gelirler bu STK’lara aktarılırsa orta ve uzun vadede kaynak sıkıntısı aşılabilir. Elbette, sadece bu kaynağa dayanma yeterli olmayacağı gibi STK ruhuna da uygun düşmeyecektir. Bu bağlamda yardım, bağış, faaliyet geliri gibi diğer kaynaklar da bu kuruluşlar tarafından kaynak olarak

Benzer Belgeler