• Sonuç bulunamadı

Osmanlı minyatür sanatı, 17. Yüzyıldan 19. Yüzyıla kadar toplumsal değişimlerden etkilenerek varlığını sürdürmüştür. 16. Yüzyılın başından sonuna parlak bir gelişme gösteren Osmanlı minyatüründe, 17. Yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğunun duraklama dönemine girmesi sebebiyle bir gerileme görülmüştür. Bu dönemde, bir kitap resmi olan minyatürün kullanıldığı el yazması eserlerin üretiminde belirgin bir düşüş yaşanmıştır. Bu düşüş minyatür sanatının yeni yaşam alanları arayışına girmesine neden olmuş, Osmanlı minyatür sanatında yeni bir tür olan murakkalar (albümler) ile özellikle daha önce ele alınmamış olan sıradan halkın günlük yaşamına ait değişik türde konular ortaya çıkmıştır (Mahir,2012:16).

Osmanlı’da ilk kez IV. Mehmet döneminde başlayan Avrupa resminin etkisi, Lale Devri’nde de artarak devam etmiştir. 18. Yüzyıl başlarında son parlak dönemini

yaşayan Osmanlı minyatürü, Sultan III. Ahmet’in himayesinde saray atölyelerinde önemli eserler vermiştir. Bu dönemin en büyük nakkaşlarından biri Abdü-l Celil Çelebi Levni’dir. “…Levni’nin en önemli yapıtları ‘Surname’ ile ‘Surname-i Vehbi’dir. Surname-i Vehbi’de III. Ahmet’in 1720’de, üç şehzadesinin sünnet düğünü, üç kızının ve hanım sultanların evlenmeleri dolayısıyla yapılan şenlikler konu edinmiştir…” (Elmas,1994:19). Levni’nin minyatürleri bir yandan geleneksel sanatın izlerini taşırken diğer yandan da perspektif ilkelerini kullanarak üçüncü boyutun sınırlarını zorlamıştır. Bu minyatürler perspektif, ışık ve gölgeyi kullandığından, ne dekoratif sanatı ne de stilize edilmiş figürleri içeren, Avrupa resmine bir geçiş olarak nitelendirilebilir.

18. yüzyılın başlarında Nakkaş Levnî’nin minyatürleri ile yeniden canlanan Osmanlı minyatür sanatı, 19. Yüzyılda yerini Batı tarzı resim alıncaya kadar farklı sanatçıların üretimleri doğrultusunda sürdürülmüştür. Söz konusu dönemde Osmanlı minyatür sanatı teknik açıdan batılılaşma eğilimi gösterdiği için 18-19. Yüzyıllar arasında geçen süreç “Batılılaşma Dönemi” olarak adlandırılmıştır. Minyatürlerde doğa ayrıntılarına fazla girilen bu dönemde minyatür yavaş yavaş boyut kazanmaya başlamıştır.

1682 tarihinde Levni ekolüne mensup İstanbullu Hüseyin tarafından hazırlanan ‘Silsilename’ de dönemin diğer önemli yapıtlarındandır. Bu eser, peygamberlerin, kahramanların, halifelerin ve Osmanlı padişahı IV. Mehmet’e kadar devam eden Orta Doğu tarihinde iz bırakmış ünlü kişilerin minyatür tarzı portrelerini içeren 101 adet minyatür çiziminin yer aldığı bir albümdür. Bu albümde birçok Osmanlı padişahı bağdaş kurarak oturmuş şekilde resmedilmiştir (İbrahimgil,2012:93).

Sultan I. Mahmut’un tahta geçişiyle hızlanan Batı etkisi geleneksel minyatür anlayışını yavaş yavaş zayıflatmıştır. Batılılaşma taraftarlığı ile bilinen Sultan II. Mahmut döneminde de kurulan sanat okullarında tuval resmi eğitimi verilmiş; Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında tümüyle Avrupa tarzı eserler veren ressamlar ortaya çıkmıştır (İbrahimgil,2012:93).

BÖLÜM 3.

ESLERİ İNCELENEN MİNYATÜR SANATÇILARI

3. 1. MATRAKCI NASUH’ UN HAYATI VE ESERLERİ

Matrakçı Nasûh’un hayatı hakkındaki bilgiler çok azdır. Yazdığı eserlerde - çağdaşları gibi - kendi hayatı hakkında bilgi vermekten imtina etmiş olan, Nasûh bin Abdullah el-Priştevî ya da maruf ismiyle Matrakçı Nasûh’un ne zaman doğduğuna dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. II. Bayezid devrinde Enderun’da talebe olarak bulunan Nasûh’un buraya ne zaman alındığı, buradaki eğitimini ne zaman tamamladığı malum değildir.(Yurdaydın,1963:17). Matematikçi, tarihçi, hattat, ressam, matrak ustası ve minyatür sanatçısı olan matrakçı Nasuh’un birçok eseri bulunmaktadır. Hayatı hakkında kısaca bilgi verdikten sonra eserlerini maddeler halinde görmemiz iyi olacaktır.

 Mecma‘ü’t-Tevârîh. Kanuni Sultan Süleymân’ın emriyle yaptığı Taberî Tarihi’nin tercümesi.

 Câmi‘ü’t-Tevârîh. Rüstem Paşa’nın teşvikleriyle yaptığı Mecma‘ü’t- Tevârîh’in muhtasar versiyonu.

 Mecma‘ü’t-Tevârîh adıyla yaptığı tercümenin son (3.) cildi olan Fatih nüshasının sonunda Osmanlıların Karacahisar’ı zabt etmesine kadar yazdığı kısma devam ederek mufassal ve tumturaklı bir dille kaleme aldığı Osmanlı Tarihi’ne ait eserleri.

 Târîh-i Sultân Bâyezid II. Bâyezid devri olaylarını ihtiva eden minyatürlü eser.

 Târîh-i Sultân Bâyezid ve Sultân Selîm Hân. II. Bâyezid ve I. Selim devirlerini ihtiva eden nüsha.

 Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irâkeyn-i Sultân Süleymân Hân (Mecmû‘-ı Menâzil). 105 Kanûnî’nin Irâkeyn seferinin anlatıldığı minyatürlü nüsha.

 Süleymân-nâme (Matla‘ı Dâsitân-ı Sultân Süleymân Hân). Süleymân- nâme’nin ilk bölümü olan bu eser Kanûnî döneminin h. 926-944/m.1520- 1537 yılları olaylarını ihtiva etmektedir

 Târih-i Feth-i Sikloş Estergon ve İstolnibelgrâd

 Cemâlü’l-Küttâb ve Kemâli’l-Hüssâb. Nasûh’un yazdığı ilk eserdir. 1517 yılında yazılan bu eserin 1559 tarihinde istinsah edilen nüshası

 Umdetü’l-Hisâb adlı eseri ise zikredilen Cemâlü’l-Küttâb’ın genişletilmiş halidir.

3. 2. TARİH-İ FETH-İ ŞİKLOŞ VE ESTERGON VE ESTONİBELGRAD

Eser hakkında çok fazla net bilgi yoktur. Hem Süleymanname’nin içinde yer alan bir bölüm olarak, hem de müstakil bir eser bahsedilmiştir. Ancak, Topkapı sarayı müzesi kütüphanesinin, envanter numaralarının kayıtlı olduğu ve bilgilerin verildiği internet sitesine göre ayrı bir eserdir.

Hüseyin Yurdaydın’ın 1963 de yazdığı “Matrakçı Nasuh” adlı yüksek lisans tezinde şöyle bahsedilmektedir; “…TSMK'nin Hazine kısmında 1608 envanter numarası ile bulunmakta olup metin itibariyle Kanuni devrinin 949/1542-950/1543 yılları olayları üzerinde durmaktadır. Bu haliyle Nasûh'un ‘Süleymaname”sinin son bölümüne ait olup 950/1543-958/1551 yılları olayları üzerinde duran Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi nüshasının (No. 379) baş tarafında aynen yer almış bulunmaktadır. Bu yazmamın, gerek kütüphane defterinde, gerekse F.E. Karatay' ın kataloğunda Tarihi Fethi Şikloş ve Estürgon ve Üstuni Belgrad adı ile Sinan Çavuş adlı bir yazara atfedilmesi doğru değildir. Metni ve resimleri Nasûh'un kaleminden çıkmış olan bu yazma, 146 varaktır. Metin, varak 143a'da sona ermekte, bundan sonraki dört sahifede haritaya benzer bazı krokiler bulunmaktadır. Metnin tetkikinden bu sefere katıldığı açıkça anlaşılan Nasûh, tıpkı Menazil'de olduğu gibi, bu sefer esnasında görmüş bulunduğu şehir ve kalelerin, kurulmuş olan ordugâhların resimlerini yapmıştır. Konunun işlenişi, çadırlar, manzaralar Menazil resimlerini hatırlatmaktadır. Öyle ki; varak 55a'dan itibaren konakların resimleri verilmekte,

konak adları da resimlerin ortasına yazılmış bulunmaktadır. Bu vesile ile belirtilmesi gerekli olan bir husus da, bu eserde Nis ve Tulon kale ve şehirlerine, o sırada Barbaros Hayreddin Paşa komutasında Fransa'ya yardım maksadı ile Tulon'a kadar gitmiş olan Osmanlı donanmasına ait daha çok resim karakteri olan minyatürlerin bulunmakta oluşudur…”(Yurdaydın,1963:21)

3. 3. NAKKAŞ OSMAN’ IN HAYATI VE ESERLERİ

Osmanlı sanatında, Rönesans olgusunun minyatürdeki temsilcisi olarak anılan Nakkaş Osman, 16. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı saray nakkaşhanesinde yönetici ve usta sanatçı olarak çalışmıştır.( Tansug,1992:17). Nakkas Osman ismine ilk kez rastlanan belge 1566 tarihlidir. (Çagman,1999:197) Ancak, sanatçının Osmanlı saray nakkaşhanesine ne zaman ve hangi koşullarda girdiği hakkında kesin bir bilgiye henüz ulaşılamamıştır.

Filiz Çağman; “Minyatür” Osmanlı Uygarlığı adlı makalesinde; “…1566 tarihli bu belgede Nakkaş Osman isminin altı akçe yevmiyeli olarak anılmasından yola çıkarak, sanatçının Kanunî Sultan Süleyman’ın saltanatının son yıllarında saray nakkaşları arasında usta sanatçı olarak görev aldığı fikrini ileri sürmüştür. Ayrıca Çağman; Nakkaş Osman’ın, Hersek sancağına bağlı Foça kasabasından olduğunu, sanatçının nakkaşlık ve ressamlıktaki maharetini; renk kullanımındaki ustalığını ve nakışlarının eşsizliğini çeşitli benzetmelerle övmüştür. Ayrıca, yazar eserinde, sanatçının özel atölyesinin (kârhane) olduğu, musavvirliğinin yanı sıra mürekkep resimleri ve duvar nakışları yaptığına ilişkin bilgiler de vermiştir…” (Çağman, 2003:911) Üretilmesinde aktif rol aldığı çok sayıda minyatür ve bu minyatürlerin üretim aşamasıyla ilgili belgelerden sanatsal yaşamına ilişkin bazı bilgilere ulaşılan sanatçının özel yaşamına ilişkin elde edilen bilgi oldukça sınırlıdır. Bu bilgiler dışında sanatçının yaşamı, kişiliği, doğum ve ölüm tarihlerine ilişkin herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır.

Nakkas Osman'ın saray nakkaş hanesinde etkin bir sanatçı olarak görülmeye başlaması, dönemin saray Şehnâmecisi Seyyid Lokman'ın çalışma grubuna katılması ile olur. Kaynaklarda, bu birlikteliğin Seyyid Lokman'ın saray şehnâmecisi olarak atandığı 1569 yılında, (daha önce divan kâtibi Ahmet Feridun Paşa’nın (öl.1583) yazmaya başladığı ancak bitiremediği) Zigetvar seferi tarihi, (Nüzhet-i Esrâru’l ahbâr der-sefer-i Sigetvar, 1569 (TSM. H. 1339) adlı eserin tamamlanma çalışmaları ile ilk ürününü verdiği ve bu el yazmasının Nakkas Osman’ın resimlediği ilk eser olduğu görüsü ileri sürülmüştür.( Çagman, 2003:903)

Nakkaş Osman, minyatürlerinde kullandığı biçim dili ile kendi tarzını oluşturmuş ve sonraki dönemlere ait Osmanlı minyatür sanatını önemli ölçüde etkilemiştir. Dönemin karakteristik özelliklerini taşıyan Nakkaş Osman minyatürlerinde mimari öğeler oldukça iyi resmedilmiştir. Renkler canlı ve dengeli kullanılmıştır. Minyatürler paftalara ayrılmış ve figürler tasarımın geneline hareketli ve dengeli yerleştirilmiştir. Nakkaş Osman’ın minyatürü bulunan yazma eserler şu şekilde sıralanabilir:

 Tercüme-i Şehnâme 1560–65 (TSM. H.1522)

 Süleymanname 1558 (TSM. H.1517)

 Zafernâme, 1579 (DBC. T. 413) Şehname-i Selim Han

 Sûrnâme-i Hümâyûn 1587 (TSM. H.1344)

 Kıyâfetü’l-insâniye fî semâ’ili’l-Osmâniye 1579 (TSM. H. 1563)

 Hünernâme I. Ve II. Cilt 1584-1588 (TSM. H. 1523–1524)

Yapılan tez kapsamında nakkaş Osman’ın dört eseri seçilmiştir. Bu eserler Hünarnâme’nin içinde bulunduğundan hünername adlı eser hakkında biraz bilgi vermek doğru olacaktır.

3. 4. HÜNERNÂME

Şehnâmeci Eflatun tarafından dört cilt olarak tasarlanıp, fakat bitirilemeyen; daha sonra Seyyid Lokman denetiminde iki cilt olarak tamamlanan Hünernâme, 1584–1588 (TSMK, H.1523–1524) adlı el yazmasıdır. Osmanlı padişahlarının tahta çıkısı, görünüşü, atıcılık ve avcılıktaki ustalığı, fiziki gücü, saltanatı sırasında yasadığı önemli olayları konu alan, Hünernâme I. Cilt, 1584 (TSM. H. 1523) ile ilgili bir belgeye göre minyatürlerin yapımı ekip üyeleri arasında paylaşılmış ve Nakkaş Osman 19 adet minyatür yapmıştır.(Atasoy, 1997:14 ) eserde çok sayıda av ve savaş sahneleri mevuttur.

Hünername ilk ciltteki av konulu minyatürler tasarım açısından dikkat çekmektedir. Bu minyatürlerde; ufuk çizgisi genlikle yüksek tutulmuş, avın yapıldığı tepeler ve zemin bölümlere ayrılmıştır. Bitki örtüsü, klasik Osmanlı minyatürüne özgü cılız otlardan, tepelerin gerisinde bir iki ağaç ve bazen bir derenin kenarında yer alan taşların etrafındaki bitkilerden oluşur. Avlanan padişah, yaya veya atlı olarak okuyla kaçan hayvanlara saldırmaktadır. Av hayvanlarını kaçışması sahnelere hareket katsa da diğer bölümler son derece durgun bir görünüm arz eder. Hünername ikinci cildindeki hüner gösterilerine dönüşmüş av sahneleri, birinci cilttekinin yanı sıra çift sayfaya yayılan minyatürlere rastlanır. (Mahir, 2005,161) Buradaki minyatürlerde, kıyafetler biraz daha canlı renklerle ifade edilmiştir. Bitkiler biraz daha irileşmiştir. Hayvan figürleri detaylandırılmış, biraz daha hareketlendirilmiştir. Fakat, minyatürlerin geneline bakıldığında nakkaş Osman’ın üslubu fark edilmektedir.

Bu tez için Nakkaş Osman’dan seçilen minyatürler tasarım açısından oldukça önemlidir ve tasarım ilke ve öğelerinin kullanım şekli muazzamdır. Bu sebepten dolayı “Estonibelgrad Kuşatması”, “I.Viyana Kuşatması”, “Zivetgar Zaferi Sonrası Divan Toplantısı” ve “Belgrad Kuşatması” adlı eserler, tasarım ilkeleri açısından incelenip kurgu ve renkleri üzerinde araştırma yapılacaktır.

3. 5. LEVNİ’NİN HAYATI VE ESERLERİ

Asıl adı Abdülcelil Çelebi olan sanatçı mahlas olarak “ renk, elvan ve çeşit “ anlamlarıa gelen Levni adını kullanmıştır. Levni eğlenceli ince beğenilerin ağır bastığı ve geçmişe göre oldukça özgür diyebileceğimiz bir dönemin yani Lale Devri’nin sanatçısıdır. Ne yazık ki Levni’ nin minyatürleri ve üslubunu bildiğimiz kadar hayatını dair fazla bilgimiz yoktur.

Yazılı belge olarak Prof. Dr. Süheyl Ünver’in Topkapı Sarayı Müzesi, Hazine Kütüphanesi, 1565 envanter numaralı V.105’te bulunan; Ayvansaraylı Hafız Hüseyin Efendinin 1765-1787 yıllarında kaleme almış olduğu, Mecmua-ı Tevarih’inde, Levni hakkında bulduğu bilgiden başka bilgi yoktur. Bu eserde Levni’ den şöyle bahsedilmektedir;

“…Levni Abdülcelil Çelebi; Edirne’den gelip İstanbul’da iptida nakkaş şakirdi olup, nakkaşhanede izinle sanatında usta olup badehu saz koluna yani tezhip ile saz işlemek semtine mail olup bir müddet mururunda musavvirliğe heveskâr ve bu vadide fayıku’l akran olup Sultan Mahmut Han’ı Gazi culusuna dek mucessem tasvirler zuhur etmezden evvel cümleden serfiraz musavvir bunlar idi. Vaktü’l hicre sene 1145 (1732) Otakçılar camii kurbinde Ak Türbe hizasında Sadirler tekkesi mukabilinde sed üzerinde medfundur. Eşarı ve sair asarı vardır…”(Ünver, 1995:301)

Böylece Levni’nin Edirne’den İstanbul’a, saray nakkaşhanesine gelip burada sanatını icra ettiği ve daha önce tezhip öğrenip ardından minyatüre merak sardığı anlaşılmaktadır. Çıraklıktan başlayarak baş nakkaş olan Levni’nin, baş nakkaş olduğu, yaptı eserler ve imzalarından anlaşılmaktadır. II. Mustafa zamanında sarayın baş nakkaşlığına getirilmiştir. III. Ahmet döneminde de, büyük ihtimalle görevini sürdürmüştür. Lale devrinin yaşam biçimine uygun olarak minyatürlerinde daha çok eğlence sahnelerine yer vermiştir.

Levni klasik minyatür üslubuna farklı yorumlar getirerek, kendi tarzını ortaya koymuştur. Minyatüre derinlik ve perspektifi getirmiş ve doğal renkler kullanmıştır. Levni’nin getirdiği en önemli değişiklerden biri ise figürlerin yüz hatlarıdır. Klasik

minyatürlerin aksine figürlerin yüzlerine ifade kazandırmıştır. Figürlerin kıyafetlerindeki kıvrımları belirginleştirmiş ve ışık, gölge ile derinlik sağlamıştır. Minyatürün bütünü içindeki renk uyumuna çok önem veren Levni’nin renk yelpazesi oldukça geniştir. Eserlerinde farklı pek çok rengi bir arada kullanmıştır.

Bu tarz kompozisyonların yanı sıra, yaptığı figürlerle de döneme damgasını vuran Levni, çizdiği kadın figürlerinde yüz ifadelerini çok güzel yansıtmıştır. Kıyafetlerdeki detay ve kıvrımlar çok iyi hissettirilmiş ve gerçekçi bir yorum getirilmiştir. Minyatürlerine bakıldığı ilk anda tarzı sebebiyle “Bu Levni’nin elinden çıkmış” dediğimiz eserler, 18. Yy Osmanlı minyatürlerinin başyapıtları olarak tarihe geçmiştir

Levni’nin Topkapı Sarayı Müzesinde bulunan üç adet yazma eseri günümüze kadar gelebilmiştir. Bunlar;

 Padişah Portreleri (musavver silsilename)

 Surneme-i Vehbi Minyatürleri

 Albüm Resimleri

Padişah Portreleri: Levni padişah portrelerini sırasıyla resmetmiş ve buna

“Musavver Silsilename” adı verilmiştir. Fakat, Topkapı Sarayı III. Ahmet Kütüphanesinde 3109 envanter numarasıyla “Tarih-i Türk-i” adı ile kaydedilmiştir. (Ünver, 1995, 259)

Albüm Resimleri: “…18. Yy’dan bir önceki yy’da tamamen ayrı bir kol

haline gelen murakka-albüm yapımında üslupta yeni gelişmeler, batı etkisinin artışını gösterir. Konu bakımından, aynı konuların benzerine gene rastlanılsa da bunlara yenileri de eklenmiştir. III. Ahmet dönemi ünlü nakkaşı Levni de albüm hazırlamıştır. 1710 ve 1720 tarihlerinde yaptığı anlaşılan albümde 43 portre vardır. Bunlarda figürleri iş yaparken göstermeyi tercih eden Levni saraylıyı kahve taşırken, bir kadını başına çiçek takarken, bir adamı sarığını sararken, genç kızları çalgı çalarken ,dans ederken ve çiçek tutarken tasvir etmiştir…”(Fenerci, 1986:19) Konumuz gereği Surneme-i Vehbi Minyatürlerini incelediğimden bu eser hakkında daha detaylı bilgi vermek doğru olacaktır.

3. 6. SURNÂME-İ VEHBİ

Sûr” kelimesi, “düğün ve şenlik” anlamına gelmektedir. “Nâme” ise “mektup, risâle, kitap” anlamları yanı sıra, “yazılı belge,küçük kitap, …konusunda yazılan kitap” şeklinde birleşik kelimelerin yapımında kullanılmaktadır. Böylece “Sûrnâme”, “düğün, ziyâfet, şenlik ve benzeri konularda yazılan mensur ve manzum eserler” şeklinde tanımlanabilir.(Arslan,1999:169) Sûrnâme-i Vehbi, III. Ahmed’in şehzadeleri Süleyman, Mehmed, Mustafa ve Bâyezid’in on beş gün süren sünnet düğünü şenliklerini anlatmaktadır.(And,1991:94)

Dönemin önde gelen şairlerinden Seyyid Hüseyin Vehbi (öl.1736) tarafından kaleme alınan eser, 18 Eylül-2 Ekim 1720 tarihleri arasında yapılan düğünü anlatır ve Osmanlı resimli tarihlerinin son örneklerindendir. Yirmi gün süren düğünün eğlenceleri, Okmeydanı ile Haliç’te gerçekleşmiş ve bir hafta sonra şehzadelerin Topkapı Sarayı’nda sünnet edilmesiyle son bulmuştur. Düğün boyunca imparatorluktaki meslek loncaları, Okmeydanı’nda, padişah, sadrazam, vezirler, diğer devlet erkânı ve yabancı konuklar için kurulan çadırlar önünde hünerlerini ve ürünlerini sergilemişlerdir. Haliç’te, çoğu gece yapılan gösterileri, padişah ve devlet erkânı Aynalıkavak Kasrı’ndan izlemiştir. (Bağcı-Çağman-Renda- Tanındı,2006:264.)

Levnî’nin Sûrnâme için yaptığı minyatürler, bu alanda büyük yenilikler getirmiştir. Her şeyden önce görsel olarak, 18.yüzyıl Osmanlı toplumunun ayrıntılı bir panoramasını vermiştir; onun resimlerinde, Osmanlı toplumuna mensup her meslekten insanlar, âdeta renkli bir biçimde gözlerimizin önüne serilmektedir. Haliç’teki dillere destan gösterileri; III. Ahmed deniz üstünde Aynalıkavak Kasrı’ndan, diğerleri ise Haliç’teki gemilerden izlemektedirler. Çift sayfa üzerine yapılmış minyatürlerde en başarılı olanlar, esnaf geçit alaylarını gösterenlerdir. Bunların geçişi düz bir çizgi üzerinde değildir; âdeta yılan gibi dolanarak geçen iş tezgâhları, gezer dükkânlar, dev kuklalar, soytarılar ve çalgıcılarla çok hareketli ve zengin bir görünüm sunarlar. Çeşitli hüner sahiplerinin ve dansçıların gösterileri, spor etkinlikleri, kale savaşları, uçan roket gösterileri, görkemli nahıllar, şeker

bahçeleri, şekerden hayvan heykelleri, çok sayıda yemek şöleni, su üstünde iki katlı sallarla, gemilerle gösteriler ve bunun gibi daha pek çok sahnenin yanı sıra, başta Padişah olmak üzere devlet ileri gelenlerinin ve şehzadelerin resimleri yer alır.(And, 1991:95)

Yazma eserdeki resimlerde geleneksel Osmanlı minyatürlerinden farklı bir kompozisyon düzeni dikkati çeker. Padişah ve çevresi sayfanın sağ tarafına yerleştirilmiş; onların huzurunda yapılan gösteriler ise solda yer almıştır. Bu düzenleme sağdan sola bir akış ile sağlanmıştır. Çok figürlü olarak düzenlenmiş esnaf alayı sahnelerinde de yine farklı bir yöntem izlenmiştir. Figür grupları klasik dönem minyatürlerindeki gibi paralel ya da karşılıklı sıralar şeklinde değil, yukarıdan aşağıya doğru kıvrılarak ilerleyen diziler biçiminde mekâna yerleştirilmiştir. Levnî, bu mekân düzenlemeleriyle kompozisyonlarına derinlik ve hacim kazandırmıştır. (Bağcı-Çağman-Renda-Tanındı,2006:265.)

Levni’nin ustalığının gözler önüne serildiği bu eser, bahsedildiği gibi hem edibi açıdan, hem de minyatür sanatı açısından bir başyapıttır. Bu minyatürlerin her biri birer ders niteliğindedir. Eserlerin içinde bulunan 137 minyatürün hepsi, sünnet düğünündeki yapılanları açık ve net anlatmaktadır. Kurgu ve komposizyon açısından her biri birbirinden farklı olan minyatürler Levni’nin tarzını yansıtmaktadır. Bu minyatürlerde çok fazla renk çeşitliliği olduğu görülmektedir. Tasarım ilklerine göre incelenmek üzere belirlenen; “Esnaf Alayı” , “Yeniçerilere Ziyafet” ve “Kazasker ve Kadılara Verilen Ziyafet” adlı üç eser de bunların arasından seçilmiş ve Levni’nin tasarım konusundaki ustalığı incelenmiştir.

BÖLÜM 4.

TASARIM İLKE VE ÖGELERİ

Tasarım, işlevin tarif ettiği ve ona uygun olarak düşünülen biçimin uygulanabilecek bir şekilde düzenlenmesidir. Tasarım öğeleri görsel bir kurguyu oluşturan tüm parçaları tanımlarken, tasarım ilkeleri bu öğelerin fonksiyonel ve estetik anlamda bir araya gelişini belirleyen kurallar olarak açıklanabilir. Faruk Atalayer’e göre, “Renk, doku, ton, biçim, ölçü, aralık, doğanın nesnel yapısında var olan öğelerdir. Anlam, içerik, kapsam, işlev ve psikolojik olarak doğa dilinin, plastik yaşama yansımalarıdır. Yine zıtlık, uygunluk, ritim, denge, vurgu ilkeleri; doğanın yapılanış ve biçimleniş ilkeleridir” (Atalayer,2004:32).

Her tasarım kendi içinde bir yapıya ve bu yapı da temelinde bir planlamaya sahiptir. Tasarlama eylemi, oluşturulacak yapının organizasyonu ile ilgili her türlü faaliyeti içine almaktadır. Bu eylem görsel elemanların tasarım ilkeleri doğrultusunda bir araya gelmesiyle tamamlanmış olur. (Yolcu, 2004:29)

Bu tez çalışması kapsamında, tasarımın yapıtaşları olan, tasarım öğeleri; nokta, çizgi, renk, biçim, yön, ölçü, aralık, doku, hareket, ışık-gölge başlıkları altında incelenmiştir. Tasarım ilkeleri ise; ritim, denge, vurgu, süreklilik, orantı ve görsel hiyerarşi, zıtlık ve bütünlük başlıklarıyla açıklanacaktır. Ve bu açıklamaların altına örnekler verilecektir.

4.1. TASARIM ÖĞELERİ

4.1.1. Nokta

Nokta, en basit tasarım elemanı olarak kabul edilir. Paul Klee’ ye göre düz kağıt üzerine kalemin dokunması ile beliren nokta, çıkış noktasıdır (Klee:1964).Bu nokta kalemi tutan elin enerjisi ile yüklüdür. Nokta bir başlangıçtır; noktanın

hareketinden çizgi, çizgiden yüzey, yüzeyden de hacim ve diğer öğeler oluşur. Biçim algılanmasında ve resim dilinde her şeyin temeli olan grafik öğe noktadır. Nokta aynı zamanda düzensizliğin içinde düzen kurma çabasının da ilk adımıdır. Görsel

Benzer Belgeler