• Sonuç bulunamadı

IV. BÖLÜM: İSLAM-DEMOKRASİ BİRLİKTELİĞİ: SİSTEME ENTEGRE

4.9. LAİKLİK PROBLEMATİĞİ

Gorm “Laiklik Protestanlığın aksine tamamen farklı bir radikallik ile dini alanı siyasal alandan ayırmayı, inancı ve dini uygulamayı özel hayata ait sayıp, kamusal işlerin yönetimine karışmayı hedefledi. Bu önemli farklılık bugün hızla su yüzüne çıkıyor. Çeşitli dini kimliklerle dinin geri dönüşü bağdaştırma yolunda Fransız usulü laiklik ve Anglo-sakson sekülerleşmenin mukayeseli değerleri tartışmaktadır. İslami ülkenin ikinci dini haline getiren Müslüman toplukların varlığı ve yayılması problemi yer alıyor. Eğer islamda politik olduğu kadar da çeşitli biçimlerdeki dini bunalımlarla çalkalanıyor olmasaydı bu tartışmaların varlık nedeni kalmayacaktı”(2008:170)olarak ifade etmiştir.

Göle ise “Laiklik, cinsiyetler arası eşitliğin ve kadını özgürleşmesinin ön koşulu haline geldi. Laiklik sadece siyasetin dinden ayrılıp özerkleşmesiyle değil, aynı zamanda özel yaşam ile kamusal yaşam arasında çizilen yeni bir sınırla, hatta hayat tarzları” (2009:117) olarak tanımlamaktadır.

Laiklik sorunu, aynı zamanda, Türkiye’de “siyasal alan” ile “toplumsal alan” arasındaki ilişkisini nasıl düzenleneceği, “toplumsal alan” içinde yer alan hak ve özgürlüklerinin sınırlarının nerede çizileceği ve “devletin kadın bedeni üzerinde denetiminin olup olmayacağı gibi ciddi toplumsal sorunları içermektedir (Keyman,2003:120).Laiklik alanının tanımlamanın ötesinde siyasal alan ve sosyal alanın nasıl düzenleneceğini belirlemektedir.

Türkiye’de İslam’ın rolüyle ilgili yorumlar çok farklı şeyler ifade eder. Son yüzyılda ve ya daha öncesinden hem devlet hem de toplum baştan aşağı laikleşmiştir. 1923’ten bu yana Türkiye gerçekten laik bir devlete sahiptir. Anayasası ve yasaları, günümüzde İslami hukuktan ayrılmıştır. Bu İslamcıların siyasetten uzak tutulduğu anlamına gelmez. 1950'de çok partili sisteme geçilmesinden bu yana İslam, önce büyük hükümet partileri Demokrat Parti (1950) ve Adalet partisi 1960’larda ile yakın iş birliği, 1960’ların sonundan bu yana bağımsız bir İslamcı parti yoluyla ana akım

politikasına dahil olmuştur. 1970’lerin Milli Selamet Partisi, üç farklı hükümette koalisyon ortağıydı; 1980’lerde 1990’ların Refah Partisi ulusal politikalarla sıkı sıkıya bütünleşmiştir. İslam’ın, devletin laik özelliğini etkilemeden Türk siyasetinin önemli bir parçası olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir.(Özdalga,2007: 74)Türkiye’de laikleşen sadece devlet değil aynı zaman da toplumdur.

Dinsel kimliğin toplumsal alan içindeki karmaşık, değişken ve dinamik niteliği anlaşılmasından laiklik sorununa siyasal nitelikte çözümler aranmasında, hem de modernleşme-sekülerleşme ilişkisinin dünyanın farklı yerlerinde nasıl yaşandığına ilişkisinin çözümlemeler gerekliliği ortaya çıkmaktadır (Keyman,2003:121).

Seküler bir ulus –devletin tepeden inme bir biçimde kurulma projesinin nihai olarak başarısız olması muhtemeldir. Çünkü söz konusu İslamcılar için fazlasıyla seküler, aleviler için fazlasıyla sünnidir. Ve dahası her ne kadar modern seküler anayasal ilkeler temelinde kurulmuş da olsa, bu grupların ortak kimlik ve çıkarlarının kamusal temsil alanı bulamayacağı bir Türk devleti gerçek bir temsili demokratik devlet olamama sorunuyla karşı karşıyadır (Keyman,2003:133).Türkiye ‘de görülen laik demokratik etkileşimler oluşturulan devlet algısının bir sonucudur.

Türk Modernistleri Anglo-sakson liberalizmden çok, Fransız jakobenizmin, merkeziyetçi değişim modelini kendilerine referans ve kalıp olarak seçilmişlerdir. Fransız laikliğinde olduğu gibi, çağdaşlaşma her şeyden önce toplum yapısında yaşanacak bir süreçten çok siyasal proje olarak algılanmıştır(Göle,2009:111).Türkiye ‘de laiklik siyasal bir proje olarak görülmüştür.

İslami partilerin kapatılması, türban sorunu, İslami sermaye ve yerel kalkınma, tarikatlar, vatandaşlık gibi farklı düzeylerde ortaya çıkarak, Türkiye’de demokratikleşme sürecinin temel sorunlarının en önemlilerinden biri olarak belirdi ve önemini sürdürdü (Keyman,2003:121).Türkiye’de laiklik kendini farklı mecralarda göstermiştir.

Laiklik sorununu düşünce çabasının merkezine yerleştirerek başlatılabilir. Başka bir deyişle, Türk laikliğini Fransız laikliğinin ölçülerine göre okuyup

değerlendirmek ve böylece bozukluklarını, asimetrilerini, kusurlarına göze sokmak adettendir. Ama olaya bir de tam ters yönden yaklaşıp, Türk laikliğinin incelenmesinden yola çıkıp oradan Fransız laikliğine sıçramak ve onu Türk deneyiminin aynasında sorgulamak farklı düşünce kalıplarını açacaktır (Göle,2009:113).Fransız laikliğini anladıktan sonra Türkiye’deki laiklik sürecini anlamak kolaylaşacaktır.

Göle Fransa Laikliğini “Kamusal alanın sekülerleştirilmesi, dinsel simgelerin ve uygulamaların(örneğin okullardan ve mahkemelerden haçın) kaldırılması, Üçüncü Cumhuriyet sırasında yavaş yavaş ve bir demokratikleşme süreci içinde yerleşen Fransız laikliğinin önemli yönleri” (2009:114) böyle ifade etmiştir. Aslında islam’da değişmesini bekleyenlerin laikliğinde sadece özel alana indirgemesi olarak görmesi gerekmektedir.Ama değişim geneldir ve tüm toplumsal gruplarla birlikte sorgulanması gerekmektedir.

Modernlik denince genel olarak kabul gören biçimiyle, 17. yy Avrupa ‘da başlayan ve daha sonrasında hemen hemen bütün dünyayı etkisi altına alan toplumsal hayat ve örgütlenme biçimlerine gönderme yapılmaktadır. Bir başka ifadeyle toplumsal hayatın bütün alanlarındaki ölçütlerin rasyonelleşmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlamalar biçimiyle modern bitmemiş bir deneyimler bütünü olarak görmek onu ülküleştirmekle eş anlamlı olsa gerek. Bu bakış açısıyla yaklaşınca modernliğin egemen olduğu çağdaş dünyada kimsenin dışarıda kalmayacağını ya da artık modern öncesi bir yerin olmadığını söylemiş oluyoruz. Yani bir kuşatılmışlıktır (Sevil;1999:11).

Türk modernliğin temel ilkeleri en iyi şekilde ulusal kalkınmayla kadınların özgürleşmesi arasında kurulan zımmi eşitliğin görülmesiyle anlaşılabilir. Türk modernleşmesi vatandaşlık ve insan haklarının getirilmesi ve Kemalist reformların belkemiğini oluşturan kadın haklarının temin edilmesidir. Bu yüzden toplumsal görünürlüğüne ve karşı cinslerin toplumsal kaynaşması kadının kamusal alanda varlığını belirler. Kemalist reformlar kadının ‘iffetin’ ve ’ görünmezliğini’ üzerine kurduğu, özel kamusal alanlar konusundaki tanımlar için radikal bir değişiklik anlamına gelir. Kemalist projeye göre kadınların görünürlüklerini ve erkeklerle

kadınların toplumsal kaynaşması kadının kamusal alandaki varlığını belirler (Göle;1998:30).Türk modernleşmesi kadının mahremiyetin kapalı yerlerden açığa doğru kamusala sürdürmesine neden olmuştur.