• Sonuç bulunamadı

Kuramsal Çerçeve: Sözleşme Özelinde Çarpışan Muhafazakâr ve Feminist Tezler

Belgede TÜM SAYI, Sayı (sayfa 140-143)

Funda KEMAHLI GARİPOĞLU 1 , Ayşem SEZER ŞANLI

CRITICAL DISCOURSE ANALYSIS OF THE ISTANBUL CONVENTION IN THE CONTEXT OF CONSERVATIVE AND FEMINIST IDEOLOGIES

1. Kuramsal Çerçeve: Sözleşme Özelinde Çarpışan Muhafazakâr ve Feminist Tezler

Muhafazakâr ideoloji, kadını bir birey olarak değil; aile içerisindeki rolleri ve sorumlulukları ile değerlendiren bir ideolojidir (Demirkanoğlu, 2017: 290). Birey ve toplum arasında uyumu tesis eden kurumlara önem veren muhafazakârlık, bu kurumların en önemlisi olarak aileyi görmekte- dir (Yılmaz, 2003: 100; Duman, 2012: 45). Ancak, bu yaklaşım tüm top- lum tipleri için değil geleneksel/muhafazakâr toplumlar için geçerlidir. Bu açıdan, muhafazakâr toplumların harcını geleneksel ataerkil aile, din ve ahlak müesseseleri oluşturmaktadır. Muhafazakâr toplumun temeli olan muhafazakâr ideoloji, aile kurumu içerisindeki eşitsizlikleri tabi bulmakta, kadının “doğası gereği” ikincil konumda olmasını olağan karşılamakta; bu bağlamda gelenekselve otoriter aile modellerini desteklemektedir (Baker, 2006: 101). Buna göre, ailede baba otoritesi ile karşılaşan bireyler, toplum- sal cinsiyet rollerini öğrenmekte, talim ve terbiye süreçlerinden geçerek

ehil hale gelmektedirler (Çaha, 2004: 22). Bu açıdan, muhafazakâr ideoloji temel olarak eril, dini ve aynı zamanda da milli temalarla toplumsallık ka- zanmaktadır (Öğün, 2006: 543). Bu ideolojinin temelinde kadın özgürleş- mesi, kadının insan hakları, kadın ve erkek eşitliğinden ziyade aile değer- lerinin korunması endişesi vardır (Geçer ve Kıymaz, 2019: 90).

Geleneksel ailede, kadının temel sorumluluğu ev işlerini idame ettir- mek ve çocukların bakımını üstlenmektir. Aile, kadının doğal ortamı ola- rak görülmekte; kadının evinde daha güvende olacağı varsayılmaktadır (Çokoğullar Bozaslan, 2018: 43). Bu durum, kadınların üretim alanların- dan dışlanmasına ve özel alana özgülenmelerine neden olmaktadır (Yaman Öztürk, 2012: 275). Muhafazakâr kadın düşünürler Mary Ward, Lucy So- ulsby, Elizabeth Wordworth ve Louise Creighteon kadınların geleneklere bağlı olarak oluşmuş toplumsal cinsiyet rollerini doğal karşılamalarını sa- lık verir. Buna göre, kadın kadınlığını bilerek davranmalı, doğasından kay- naklanan üstün ve zayıf yönlerinin farkında olarak toplumsal rollerini ger- çekleştirmelidir (Demirkanoğlu, 2017: 300). İslamcı muhafazakâr bir çiz- gide yayın yapan “Kadın ve Aile” dergisi, muhafazakâr teorinin aileyi ele alışını şu ifadelerle ortaya koyar:

… Sizler yuvanın direği, toplumumuzun temellerisiniz… Çocukları sağlıklı olarak siz yetiştirir; aile görgü ve terbiyesini onlara siz verir; ninnilerle, öğüt- lerle, dualarla siz yönlendirirsiniz… Erkekler sizin sayenizde mutlu ve başa- rılı olur; eve dönünce günün yorgunluğunu, hayatın velvele ve dağdağasını unutur, sizde teselli bulur, memnun ve müsterih uyur (Arat, 1990: 94). Görüldüğü üzere, İslam’ın aile ve toplum düzenini referans alan Türk muhafazakârlığı, teorik olarak muhafazakâr ideoloji ile uyumlu bir şekilde, kadını ailenin bir parçası olarak değerlendirmektedir. Dolayısıyla, kadının insan hakları aile kurumunun devamlılığı söz konusu olduğunda ikincil kalmaktadır. Muhafazakâr düşünce kadına yönelik şiddeti eleştirirken de aile kurumunu sorunsallaştırmamaktadır. Ailenin bir bütün olarak kutsan- ması ve aile içindeki ilişkilerin mahrem sayılarak irdelenememesi, uygula- mada kadına yönelik şiddetin meşrulaştırılmasına neden olabilmektedir (Yıldırım, 2007: 52). Dolayısıyla, İstanbul Sözleşmesi özelinde tartışılan “toplumsal cinsiyet eşitliği” ve “aile içi şiddet meselesi” ailenin korunması kaygısı ile kavran(ama)makta; önemli ölçüde sözleşme karşıtlığına yol aç- maktadır. Kadın özgürleşmesinden yana atılan her adımın ailenin sonunu getirip getirmeyeceği tartışılmaktadır.

Muhafazakârlığın sözleşmeye yaklaşımı, aileyi merkeze alan bir ko- numlanmadan yola çıksa da, öte yandan Türkiye’de 1980’lerden sonra ge- lişen İslami feminizm çizgisinde, muhafazakâr ideolojinin tekçi bakış açı- sını eleştiren, bu ideolojinin kadın ve aile sorunsalını sorgulayan bir akım

da gelişmiştir. Literatürde “İslami/İslamcı feminizm”, “Müslüman femi- nizm” gibi adlandırmalarla anılan bu gruplar, İslam’ın feminizmin eşitlikçi perspektifi ile uyum içerisinde bir anlayıştan yola çıktığı iddiasındadır. Bu iddiayı kuvvetlendirmek için, Kuran’ın cinsiyet eşitliği anlayışına dayan- dığı vurgulanmakta; İslam’da kadının eğitimden sosyal yaşamına kadar birçok hakkının tanındığı belirtilmektedir (Güç, 2008: 658; İngün, 2005: 84). Ancak, sözleşmeye etkin olarak destek veren ve bu yaklaşımdan neşet eden kişi ve gruplar var olmakla birlikte, İslami muhafazakârlığın ana omurgasını oluşturan eşitlikçi olmayan yaklaşımlar sözleşme tartışmala- rında belirgin bir ağırlık kazanmış görünmektedir. Bu nedenle, çalışmada eşitlikçi feminist tezler ve cinsiyetçi muhafazakâr tezlerin birbirinin zıddı argümanlarla sözleşmeye yaklaştığı tespitinden yola çıkılarak, bu kutup- laşma çalışmanın başlığına yansıtılmıştır. İslam ve feminizmin birlikte ele alınmasının mümkün olduğunu düşünen İslami/muhafazakâr feminist yak- laşımlar ise, bazı gazete kaynaklarında kendilerine yer bulabildikleri öl- çüde çalışmada eşitlikçi perspektif içerisinde değerlendirilmiştir.

Tartışmanın diğer tarafında yer alan feminizm ideolojisi, kadın hakları ve kadın özgürleşmesini temel alan bir siyasi ideolojidir. Feminizm, hem patriarkal güç ilişkilerinin ve kadının sömürülme koşullarının analizine da- yanan bir teori hem de kadın özgürleşmesini merkeze alan yeni bir düzen için mücadele etmeye dönük bir siyasi-toplumsal harekettir (Gross, 1994: 367). Bu açıdan, kadın erkek eşitliğine dayanan yeni bir toplum inşasını hedeflemek; bu toplum da muhafazakâr/geleneksel toplumun zıddı olarak konumlanmaktadır (Hooks, 2004: 53). Bu açıdan, feminist kuram erkek merkezci bir tarihten insan merkezci bir tarih inşasına uzanır, eşitlikçi bir toplum ideali üzerinde yükselir (Erkızan, 2011: 10). Feminist kuram, kadın bedeninin metalaşmasına ve şiddetin araçsallaştırılmasına aile kurumu içe- risinde kadın-erkek ilişkilerini sorunsallaştırarak yaklaşır (Uygur ve Çağ- lar, 2013: 119). Buna göre, şiddetin kökeninde toplumsal cinsiyet rejimi ve eril/ataerkil düzenin uygulamaları yatmaktadır (Uluocak, 2014: 3). Bu bağlamda, eril şiddetin en yaygın görünen türünü ise aile içi şiddet oluştur- maktadır (Sancar, 2013: 182).

Feminizm, muhafazakâr ideolojinin kadının doğal ve en güvenilir or- tamı olarak görülen evin kadının “ikinci cins” olarak görülmesine neden olduğunu iddia eder. Feminist kuramcılardan Simone de Beauvoir (1993: 15), kadınların ev işlerine mahkûm edilişini ve kamusal alanın sadece er- keklere özgü bir ayrıcalık olarak görülmesini eleştirir. Feminizm bu açıdan özel/mahrem alanın, eşitsiz ilişkiler üzerine kurulu ve politik sorgulamaya kapalı bir alan olarak ele alındığını, kadınların eş ve annelik rolleri ile ko- numlandırıldığını ortaya koyar (Cevizci, 2017: 684; Friedan, 2002: 60).

Buradan hareketle, ailenin mekânı olarak evin kadınlar aleyhine eşitsiz iliş- kiler doğurduğu görülmektedir (Berktay, 2013: 6). Ev, kadınların ev işle- rinin rutini tarafından kuşatıldığı bir alandır. Biyolojik yeniden üretim (üreme), ev işleri, çocuk bakımı ile vazifelendirilen kadınların gündelik yaşamı hane hayatı içerisine sıkışmıştır (Pink, 2004: 41; Birkalan Gedik, 2011: 108; Smith, 2002: 276; Holmes, 2009: 9). Bir eşitsizlik mekânı ola- rak ev, kadınları kısır bir döngü içerisinde tekrarlanan bir yaşama mahkûm etmektedir. “Toplumsal cinsiyet eşitliği evde başlar ya da evde biter” ifa- desi, aile içerisindeki eşitsizliğin toplumsal ilişkileri de şekillendirdiğini çıkarsanmaktadır (Fine, 2011: 97).

Görüldüğü üzere feminizm, kadının aileden ya da özel alandan kay- naklanan sorunlarının son derece politik olduğunu ifade ederek meseleyi siyasal alana taşımaktadır (Bora, 2008: 818). Dolayısıyla aile kurumu içe- risinde yaşanan sorunların da siyasi meseleler olarak devlet ve siyaset gün- demine taşınmasının önü açılmaktadır; ki sözleşme özelinde aileye saldırı olarak görülen muhafazakâr yaklaşımların da tepkisi bu noktada ortaya çıkmaktadır. Ancak, muhafazakârların “feminaziler” söylemiyle tepkile- rini yönelttikleri feministler, aileyi bir mahrem alan olarak kabul etmemek- tedir. Aksine, aile iktidar ilişkilerinden bağımsız düşünülemeyecek bir toplu mücadeleler alanıdır (Hartmann, 1981: 368; Öğütle, 2012: 64). So- nuç olarak muhafazakâr ve feminist ideolojilerden oluşan kuramsal çerçe- venin ortaya koyduğu durum, çalışmanın analiz kısmındaki verilerle des- teklenmektedir. Örneklem içerisinde yer alan Yeni Akit, Yeni Şafak der- gileri sözleşme karşıtlığı üzerinden en belirgin muhafazakâr argümanları ortaya koyarken; Duvar, T24 ve Cumhuriyet gazetelerinde ise sözleşmeye destek vererek eşitlikçi feminist tezler kendine yer bulmuştur. Ara bir akım olarak muhafazakâr; ancak eşitlikçi feminist tezler de Duvar ve T24 gaze- telerinde belli bazı köşe yazarlarının görüşlerine yansımıştır.

Belgede TÜM SAYI, Sayı (sayfa 140-143)