• Sonuç bulunamadı

Kur’an-ı Kerim, belirli bir tarihi zamanla sınırlı olmayıp, son derece özgün ve seçkin bir kelâmdır. Bu harikulade üstünlük, eşsizlik herkesçe kabul edilmiştir. Bu üstünlüğün yönlerinin ne olduğu ise herkesçe merak edilmiş ve âlimler bu yönleri ortaya koymak için çalışmalar, eserler vermişlerdir.

İ’caz yönleri hakkında ulemanın görüşleri farklılık göstermektedir. Kur’an i’cazının sınırlı olduğunu düşünenlerin yanında Kur’an’ın i’cazını sayılamayacak kadar çok olduğunu düşünen âlimler de vardır.

Genel olarak ulemanın belirlediği i’caz yönleri dört ana noktada toplanır1:

1) Kur’an belağatı, Arap belağatının, hiçbir şairin veya hatibin konuşamadığı en üst seviyesine ulaşmıştır.

2) Kur’an’ın bilinen Arap üsluplarının ötesinde, sahip olduğu mükemmel nazm/ifade düzeni.

3) Kur’an’ın indiği dönemde ya da sonraki dönemlerde ilmi ve akli hakikatleri göstermesi ve ayetlerin taşıdığı hikmetli manalar.

4) Kur’an’ın gayptan haber verişi.

Bu maddelere bakıldığında ilk iki maddenin Kur’an’ın kendi dilleri üzerine nazil olduğu Arapları aciz bıraktığı, son iki maddenin de tüm insanları aciz bırakarak Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu ortaya koyduğu anlaşılabilir. Başka bir ifadeyle

Kur’an’ın nüzul çağında bulunan Araplar için mucize oluşu tafsili/detaylı; onların dışındakiler için mucize oluşu ise icmali/genel hatları iledir.2

Bakıllanî, i’caz yönlerini şöyle zikreder3:

1) Hiç kimsenin benzerini ortaya koyamayacağı gaybi mucizeler içerir. 2) Hz. Muhammed’in okuyamaması ve yazamaması/ümmiliği.4

3) Kur’an’ın içerdiği harika nazm, mükemmel dizilişi. Bunu da altı şekilde izah eder.

a. Kur’an’ın hitabet ve şiire benzemeyişi.

b. İstiarenin, icazın, iktisarın, bastın en güzelinin Kur’an’da var oluşu. c. Dinin temelini oluşturan şer’i hükümler içermesi.

d. Kur’ani kelimelerin yerli yerince kullanılması. e. Hurufu mukataa’nın kullanılması.

f. Bıktırıcı, zor, tuhaf olmayışı, lafızlarının güzelliği ve etkileyiciliği. Abdullah Draz, Kur’an’ın ilk muhatapları olan söz ve edebiyat üstadı Arapların, Kur’an karşısındaki çaresizliklerini “Tarih bizzat nüzul sırasında söz ustalarının aczini tescil etmiştir. Kur’an’ın nüzul asrı ne demektir bilir misin? Arapça ifade etme sanatının en parlak çağı demektir.” dedikten sonra şöyle der5:

“Derken Kur’an geldi… Meydanlar boşaldı. Bütün edebi mahfillerde, ondan başkası konuşulmaz oldu. O’nunla boy ölçüşmeye kalkmak ne kelime! O’ndaki bir kelimenin yerine bir başka kelimenin konulmasını yada bir kelimenin çıkarılıp bir diğerinin ilave edilmesini, sona yada öne alınmasını teklif etmek bile kimin haddine düşmüş?! Üstelik bu tablo şu ortamda gerçekleşiyor: Hiç kimsenin bunları yapmasına en ufak bir engel yok. Kur’an muazara kapısını kapatmamış aksine ardına kadar açmıştı. Hatta onları tek tek veya toplu olarak muazaraya çağırmış, muhtelif şekillerde davetini tekrarlamıştır. Ardından da tüm âleme ‘Vallahi, eğer insanlar ve cinler şu Kur’an’ın

2 es-Suyuti, Celaleddin Abdurrahman, el-İtkan fi Ulumi’l-Kur’an, Daru İbn Kesir, Beşinci Baskı,

Beyrut 2002, II, 1009; Kılıç, Sadık, Dildeki Sonsuz Mucize Kur’an, Gelenek Yay., İstanbul 2003, s.73.

3 Bakıllani, age., s.30–40.

4 Hz.Peygamber’in ümmiliği meselesiyle ilgili geniş bilgi için bkz., Soysaldı, “Kur’an’da Ümmi

Kavramının Semantik Analizi ve Bu Bağlamda Hz.Peygamber’in Ümmiliği Meselesi”, EKEV

Araştırma Dergisi, Yıl:7, Sayı: 16, Ankara 2003, s.85-102.

5 Draz, Muhammed, Nebeu’l-Azim/En Mühim Mesaj Kur’an, (trc. Suat Yıldırım), Işık Yayınları,

benzerini yapmak için toplansalar, birbirlerine destek de olsalar, yine O’nun benzerini yapamazlar6‘ diyerek meydan okumuştur. Vallahi onların çok öğünüp gururlandıkları damarlarına böyle basması karşısında, ağızlarında dönmeye mecali kalmış bir dil olmuş olsaydı, malum düşmanlıkları içinde, Kur’an’la boy ölçüşmeye kalkmaktan bir an bile geri durmazlardı. Fakat muazara için sızabilecekleri ne tek bir gedik, ne de boy ölçüşmek üzere tırmanabilecekleri bir merdiven bulabildiler. Nihayet benzerini yapmaktan tamamen ümitlerini kesip acziyetlerini iyice anlayınca verdikleri tek bir cevap, ölümü göze almak, harfler yerine kılıçları konuşturmak oldu.7

İbn Atiyye (ö.h/542), Kur’an i’cazının tecelli alanlarını kısaca zikrederken, Kur’an’a özgü bu i’cazın Kur’an’ın nazmı (Nazmu’l-Kur’an), manalarının doğruluğu ve lafızlarındaki fesahatin birbirini izlemesi sebebiyle olduğunu belirtir.8 Bu yaklaşım i’caz kavramında söze özgü harikuladeliklere daha fazla öncelik tanıyan genel kabulün/cumhurun görüşünü yansıtır.

Kadı İyaz’a göre ise (ö.h/544) Kur’an’ın i’cazı dört unsur üzerine kurulu olup, bunlardan ikisi tenasub/ahenk/uyum ile nazm’dır. Bu yönler;

a) Kur’an’ın telif güzelliği, kelimelerin ahengi, fasahatı, icaz/veciz oluşu, söz üstadı olan Arapların usullerini paramparça edip, onları aşan belağatıdır.

b) İkinci keyfiyet ise harikulade nazm biçimi ile Arapların ifade üsluplarına muhalif, hayran bırakıcı üslubudur9.

İ’cazu’l-Kur’an konusunda el-Hattabi’nin (ö.h/388) dikkat çektiği bir başka hususiyyet ise, Kur’an’ın kalplerde meydana getirdiği manevi titreşimler ve bıraktığı etkidir. Zira Kur’an’dan başka hiçbir manzum ya da mensur bir ifade yoktur ki, titreşimleri kulağa temas ettiğinde, korku ve ürperti halinde bile kalbe derhal bir lezzet ve tatlılık yönelsin!10

Genel olarak ifade edilirse Kur’an, mümtaz üslubu ve nazmı, ihtiva ettiği ilimler ve tükenmez hikmetleri, davet ve hidayetinin etkileyiciliği hem geçmiş hem de gelecek gaybi bir takım olayların üzerinden gizlilik perdesini kaldırması gibi açılardan Allah’ın,

6 İsra 46/88.

7 Draz, age., s.100–103. 8 Suyuti, age., II, 1007. 9 Suyuti, age., II, 1015. 10

insanları ebedi olarak hayran ve aciz bırakan kelâmıdır.11 Bundan dolayı “O’nun i’cazı Arap fasihlerini susturmuş, beliğlerini acze düşürmüş ve O’nun bir benzerini getirememişlerdir.”12

Bu yaklaşımlardan hariç, özellikle mu’tezile ekolünce vurgulanan ve i’caz yönü olarak arz edilen Sarfe görüşü vardır.

İ’CAZ’IN SARFE YÖNÜ

Kur’an’ın çağlara meydan okuyuşuna, inkârcıların cevap veremeyişinin bir göstergesi olarak Sarfe yaklaşımı savunulmuştur. Buna göre Allah, Kur’an’ın muhatabı insanları, Kur’an’a muarazada sarf etmiş/alıkoymuş, böylece onlardan bu kudreti almış ya da onlara da bu konu ile ilgili bir istek bırakmamıştır.13 Sarfe yaklaşımını benimseyenlere göre; “Şayet böyle bir etki/Allah’ın dıştan müdahalesi olmasaydı, o dönemin edipleri Kur’an’ın benzerini getirebilirlerdi. İşte bu dış müdahale ile/Sarfe ile Kur’an mu’cizdir.”14

İ’caz’ul-Kur’an müellifi Rafii’nin, müşriklerin Kur’an hakkında, “Bu nakledile gelen bir sihirden başka bir şey değildir.15“sözlerinden pek farklı olmadığını söylediği16 sarfe yaklaşımı, Kur’an lafız ve nazmının ilâhîlik, müteal ve mucize oluş gibi öz vasıflarını onaylama, bir başka ifadeyle, onun da, herhangi bir eser gibi bir benzerinin vücuda getirilebileceği iddiasını da içermektedir. Belirtildiğine göre Kur’an’ın mahlûk olduğu görüşünün yanı sıra, O’nun söz seçkinliğinin de mu’ciz olmadığını, insanların bu fesahat derecesindeki bir sözü, hatta ondan daha da güzelini terkib etmeye kadir olduğu vb. gibi görüşleri ilk defa öne süren kişi Ca’d b.Dirhem olmuştur.17 Fakat sarfe anlayışı, Mutezile’den özellikle en-Nazzam ile Şia’dan eş-Şerif el-Murtaza’ya nisbet edilmektedir.18

Bu yaklaşımı Bakıllanî şöyle reddetmektedir: “Sarfe yaklaşımını çürüten delillerden biride şudur ki eğer muaraza mümkün olsaydı, muarazadan men eden sarfe

11 Rafii, İ’cazu’l-Kur’an, s.17.

12 Şatıbi, el-Muvafakat, İz Yay., (çev. Mehmet Erdoğan), İstanbul 1993, III, 330. 13 el-Hımsi, age., s.54.

14 Şehristanî, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdilkerim, El-Milel Ve’n-Nihal, (thk. Muhammed

Abdulkadir el-Fazıli), Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut 2002, s.48; Suyuti, age., II, 1005.

15 Müddesir 68/24. 16 Rafii, age., s.146.

17 Rafii, age., s. 143–144; Bintu’ş-Şati, Aişe Abdurrahman, el-i’cazu’l-Beyani li’l-Kur’an ve mesai’lu

ibn Ezrak, Daru’l-Marif, İkinci Baskı, Kahire 1984, s.82; Mennau’l-Kattan, Mebahis fi Ulumi’l- Kur’an, Müessesetü Risale, Beyrut 1981, s. 261.

18 Alusi, Ebu’l-Fadl Şihabuddin Seyyid Mahmud, Ruhu’l-Meani fi Tefsiri’l-Kur’ani’l-Azim ve’s-

olurdu, dolayısıyla Kelâm mu’ciz olmazdı. Menetme mu’ciz olurdu. Kelâm kendisinden başkası üzerine de bir üstünlük taşımaz.19

Şu halde Kur’an, i’cazı her merhalede açık ve bariz olan bir kitaptır; ister orijinal metnine vukufiyet kesbedelim, isterse ona, tercümeler, yorumlar ve tefsirler vasıtasıyla muttali olalım, özgün nassından yola çıkarak O’nun gerçeklik ve hak oluşunu onaylayan kimselerin yanında, her zaman, farklı dillerdeki çevirilerden hareketle bu gerçeğe vasıl olanların mevcudiyeti de, bu i’cazın tarihsel değil, aşkın ve evrensel bir geçerlilikle müeyyed olduğunun delilleri sayılmalıdır.20