• Sonuç bulunamadı

B. METODU

1. KONUYU SUNUŞ YÖNTEMİ

Süleyman Sırrı Efendi, eserinin mukaddimesinde metni şerh ederken izlediği yolu şu şekilde açıklamaktadır, “Bu şerhte en kolay yolu tercih ettim, zor anlaşılacak bilgileri vermekten çekindim. Anlaşılması kolay, faydası umumi olsun diye en önemli bilgileri verdim. Tedris sırasında vakıf olduğum, güvenilir âlimlerin görüşlerini ve yönlendirmelerini, önceki kemal ehli ilim erbabının eserlerindeki delilleri sunarak (çalışmamı meydana getirdim).”

Bu kısa açıklama elbette eserin metodunu ortaya koyma açısından yetersizdir. Biz, müellifin eserinde takip ettiği metodu örneklerle açıklamaya çalışacağız.

Bilindiği gibi Birgivî, metinde ıstılah manalarını vermekle yetinmiştir. Süleyman Sırrı Efendi ise konuyu açıklamaya başlarken önce sözlük anlamını vermektedir.

Şârih, metinde geçen veya şerhte verdiği bazı kelimelerin de anlamlarını da vermektedir. Hatta bazen bu kelimelerin Türkçe anlamlarını da söylemektedir. Mesela metinde geçen “ىسلق” fiilini açıklarken, bu kelimenin masdarı olan “kals” kelimesinin çok iri ip anlamına geldiğini söyledikten sonra “Buna Türkçede halat derler.” demektedir.100

Bir başka yerde, “بروتج” fiilinin aslının, Birgivi’nin işaret ettiği gibi “برج” olmadığını, çünkü bu kelime ile çorabın arasında hiçbir anlam ilişkisinin olmadığını, bu kelimenin fasit kanın kaynamasıyla meydana gelen bir hastalık olduğunu söylemektedir. Daha sonra da “Bu hastalığa Türkçede uyuz derler.” demektedir.101

Bir başka yerde de “ٌ سِعَق” kelimesinin Türkçede kambur anlamına geldiğini söylemektedir.102

Kelimelerin lügat anlamını verirken söz konusu kelime Arapça değilse bunu da ifade etmektedir. Mesela kalıp kelimesi hakkında, “Bazı lügat kitaplarında da açıklandığı gibi bu kelime Arapça değildir. Kâlib kelimesinin Arapçalaştırılmış halidir.” demektedir.103

100 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 59. 101 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 64. 102 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 69. 103 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 10.

47

Hadis zikrettiği zaman bazen “Ebû Dâvud’un naklettiği…”104

diyerek bu hadisin kaynağını ve “Ebû Hureyre’den mervî olan şu hadis”105

diyerek sahâbî râvisini de zikretmektedir.

Şârih, bir konuyu tüm boyutlarını ortaya koymak için birçok âlimden ve birçok eserden nakillerde bulunmuştur. Bazen bu nakiller arasından birisini tercih etmiş106

, bazen hiçbirini tercih etmeyip kendi görüşünü açıklamış107, bazen “Dilediğini seçmekte

özgürsün.”108

veya “Herkesin yöneldiği bir yön var, sana berrak geleni al, bulanık geleni bırak. Çünkü bunların hepsi dil oturduktan sonra yapılan yorumlardan ibarettir.”109

diyerek, bazen de hiçbir şey söylemeden tercihi okuyucuya bırakmaktadır.

Bazen kelimelerin yazılışı hakkında bilgi verir. Mesela salât kelimesi hakkında lugavi açıklamalar yaptıktan sonra “Salât kelimesindeki vâv müteharrik, mâ kabli meftûh olduğu için elife kalb edilmiş ve tefhimli lafız olarak vâvla “ةولصلا” şeklinde yazılır. Fakat izafet ve tesniye durumlarında elif ile yazılır.” demektedir.110

Terimler arasındaki nüans farklarına da işaret etmektedir. Hemze-i katʻı anlatırken, “Buna elif demelerinin sebebi yazılışının elife benzemesinden dolayıdır.”111

diyerek elif ile hemzenin aynı harf olmadığına dikkat çekmiştir.

Bazen metinde veya şerhte geçen kelimelerin eş anlamlılarını da vererek konuyu renklendirmektedir. Mesela mehmuz fiili açıklarken, “Hemzeye nebr de denir.” demekte ve kelimenin bu anlamda kullanıldığı bir hadis nakletmektedir.112

Şerhte veya metinde geçen kelimenin aslını (masdarını) söyleyerek okuyucunun kelimenin kökeni ve türevleri konusunda hataya düşmesini önlemeye çalışmaktadır. Mesela, “ةئيطخ” kelimesi, “ةليعف” veznindedir ve “أطلخا” kelimesinden türemiştir.”113

Konunun anlaşılmasını ve akılda kalmasını sağlamak amacıyla bazen gramer kurallarını içeren şiirleri zikretmektedir. Mesela, “Örneğin isim kelimesinin misâl veya nâkıs

104 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 9. 105 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 11. 106 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 12. 107 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 20. 108 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 13. 109 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 73. 110 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 12. 111 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 123. 112 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 172. 113 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 178.

48

olma ihtimali vardır. Fakat biz bu kelimenin masdarına, cemʻine, tasğîrine (…) bakarsak bu kelimenin nâkıs-ı vâvî olduğunu anlarız.” Dedikten sonra vâvî ve yâî kelimelerin birbirinden ayrılmasının yöntemlerini açıklayan şu şiiri zikretmektedir:

ٌْفِقتٌلاوٌ ِباطِلخاٌءاتٌِهبٌْقِلحأفٌٌٌٌٌٌٌٌٌٌهؤاـجهٌَكْنعٌّمُغًٌامويٌُلْعِفلاٌاذإ ٌ بـتكفًٌءايٌءاّتلاٌَلْبقٌَرتٌْنإف إوٌٍءايبٌٌٌٌٌٌٌٌٌٌٌٌٌٌٌٌُهـ ٌْفـِللأاـبٌُبَتكُيٌَوْهفٌلا ٌ ٌْفِلتيخٌكاذٌفيٌُزومهلماوٌُهاّدعتٌٌٌٌٌٌٌٌٌٌيذلاوٌّيثلاّثلاٌَلعِفلاٌِبُستحٌلاو ٌ

“Eğer birgün fiilin heceleri sana karışık gelirse, Sonuna hitâb tâsını getir ve durma.

Eğer tâdan önce yâ görürsen onu Yâ olarak yaz, değilse elif olarak yaz… Sülâsî fiilin diğerlerinden farklı olduğunu,

Veya mehmûzun diğerlerinden farklı olduğunu sanma!.”

Şârih bilgileri zikrettikten sonra başka bir yerde bunlara tekrar değinmesi gerektiğinde o konuyu tekrar anlatmamakta, geçtiği yeri söyleyip okuyucunun bu konuyu tekrar okumasını istemektedir. Mesela, “Bu konuyu öğrenmek isteyen ya geçtiği yere baksın, yahut dördüncü bölüme kadar sabretsin.”114, “Konuyu, mazisinin başında zaid tâ olan fiilleri ve bazı müstesna

fiil bablarını açıkladığımız kırk bir bâb konusunda anlatmıştık. İsteyen oraya müracaat edebilir.”115, “Fasl kelimesi ile ilgili açıklamalar birinci fasılda yapılmıştır. Dileyen orayı

tekrar okuyabilir.”116

, “Bu konuda gayretli öğrenciler için önemli bahisler vardır. Biz, art arda dört hareke gelmesinden sakınılmasına dair konuda bunları açıklamıştık. Orası tekrar okunsun.”117

gibi teşvik cümleleriyle konunun tekrar edilmesini istemektedir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi şârih eserini usandıracak kadar uzun tutmaktan kaçınmıştır. Bu amacının sonucu olarak bazı konularda yeterli bilgi verdikten sonra konunun tafsilatına vakıf olmak isteyen okuyuculara rehberlik ederek kaynak önermektedir. Mesela,

114 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 43. 115 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 95. 116 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 112. 117 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 258.

49

“Aşkın ve muhabbetin mertebelerini öğrenmek isteyenler el-Müstatref118

isimli esere müracaat edebilir.”119

, “Burada farklı görüşler bulunmaktadır. Öğrenmek isteyenler er- Radî’ye120

müracaat edebilirler.”121, “Bu konunun tafsilatını öğrenmek isteyen mufassal eserlere baksın.”122

sözleri bu rehberliğin tezahürüdür.

Şârih, bir konuyu açıkladıktan sonra akla gelebilecek şüpheleri bertaraf etmek için soru cevap usulüyle bu şüphelere cevap vermektedir. Mesela, “Eğer ‘İki dâl harfi birbirine mütecânis değil mütemasildir. O halde bunların bir cinsten olduğu nasıl söylenebilir?’ dersen, ben de derim ki, ‘Mütemâsil harflere mütecânis denmesi Sarf âlimlerinin ıstılahlarının esas alınmasının sonucudur.”123, “Eğer ‘Emsile kelimesi cemʻi kıllet kalıbındadır. Burada ise on

taneden fazla fert vardır. Neden cemʻi kıllet kullanılmıştır?’ dersen, ben de ‘Karine olduğu zaman bu cemʻi kıllet ve cemʻi kesret kalıpları birbirinin yerine kullanılabilir. Burada musannıfın cemʻi kıllet kullanmasının sebebi nefsini küçük görüp bu eserden elde edilecek faydanın diğer eserlerden elde edileceklere oranla daha az olduğunu ifade etmesidir.’ derim”124

Konuyu anlattıktan sonra okuyucunun dikkatini celbetmek ve konunun önemini vurgulamak için “Bu bilgiyi ezberle. Çünkü bu mülâzım (öğrenci) olana lazımdır. Bununla birlikte “ذٌّولجا” babı da akıldan çıkmamalıdır.”125

“Bunu hakkını vererek düşün!”126 “Bu

konuyu iyi düşün. Allah anlayışını kolaylaştırsın.”127, “Bu konuyu ezberle. Çünkü bu birçok

yerde sana faydası olacak önemli bilgiler içermektedir.”128

gibi tavsiye ve dua cümleleriyle konuyu noktalamaktadır.

Şârih konuları anlatırken nüsha farklılıklarına da işaret etmektedir. “Bazı nüshalarda hâletü’l-cezm denilmektedir. Fakat ikisinin sonucu da aynıdır.”129

ve “Bazı nüshalarda ‘cemʻi

müennes nûnu’ denilmektedir. Bu nûn fiilde bulunur. Muhtemelen bu, nâsihin bir sehvidir.

118 Ebu’l-Feth Bahâüddîn el-İbşîhî (v. 854/1450)’nin ansiklopedik bir antoloji niteliğindekieseri. (Kılıç, Hulusi,

“İbşîhî”, DİA, XXI, 376.

119 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 211. 120

Radıyuddin el-Esterâbâdî’nin meşhur eseri Şerhu’l-Kâfiye kastedilmektedir.

121 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 285. 122 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 84. 123 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 26-27. 124 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 34. 125 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 62. 126 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 281. 127 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 242. 128 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 229. 129 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 263.

50 Çünkü bunun konumuzla alakası yoktur.”130

sözleri buna örnektir. Bu tavrı şârihin muhakkik ve mudakkik bir ilim adamı olduğunu göstermektedir. Üzerinde çalıştığı eserin birkaç nüshasını karşılaştırmakta ve ister sonuca etki etsin, isterse de etmesin bu farklılıklara işaret etmektedir.

Şârih, her bilgiyi olması gereken yerde açıklamaya dikkat etmiştir. Asıl açıklanması gereken yerin dışında bu bilgiye değinmesi gerekiyorsa kısaca konuya işaret edip ileride bu konuyu detaylarıyla açıklayacağını ifade etmektedir. Mesela, “İleride musannıf bu konuya değinecek, biz de iki tarafın delillerini tafsilatlarıyla açıklayacağız.”131, “Bunların tanımı,

örnekleriyle birlikte daha önce geçmişti. Tafsilatlarını ise konuları geline vereceğim inşallah.”132

sözlerini buna örnek verebiliriz. Daha önce konusu geldiğinde anlatacağını vadettiği meseleleri anlattıktan sonra “Bu, daha önce anlatmayı vadettiğim konudur.”133, “Bu,

biraz önce anlatmayı vadettiğim meseledir.”134

gibi sözlerle okuyucunun dikkatini çekmektedir. Bu sözüyle, hem öğrencinin önceki konuyla bağlantı kurmasını sağlamakta, hem de ahde vefa gösterdiğini ifade etmektedir.

Süleyman Sırrı Efendinin, metni şerh ederken verdiği örnekler de onun tahkik ve tedkik ehli bir âlim olduğunu göstermektedir. İmam Birgivî, eserinin muhtasar olması sebebiyle anlattığı konuya bir iki örnek vermekle yetinmiştir. Süleyman Sırrı Efendi ise söz konusu kuralın geçerli olduğu diğer kelimelerden de birer örnek vermekte ve konuyu daha anlaşılır kılmaktadır. Mesela, İmam Birgivî, aksâm-ı sebʻayı sıralarken “sahih” demiş, şârih ise buna, "جرحد"ٌ "بشوشْعا"ٌ "ّرحما"ٌ "لتاق"ٌ "رصن" diyerek sülâsî mücerred, sülâsî mezîd, humâsî mezîd, südâsî mezîd ve rubâî mücerred fiillerden birer tane örnek vermiştir.

Şârih önceki konu ile sonraki konunun arasındaki bağlantıyı kurmada örenciye yardımcı olmak için bir konuyu bitirip başka bir konuya geçerken bir cümleyle önceki konuyu ve sonraki konuyu özetlemektedir. Mesela, “Musannıf, birinci çeşidi, yani "جرحد"fiiline mülhak olan sülasi mezidleri açıklamayı bitirdikten sonra, iki harf eklenerek elde edilen ikinci çeşidi açıklamaya başlamıştır.”135

130 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 254. 131 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 17. 132 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 34. 133 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 34. 134 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 17. 135 Bkz. Kifâyetü’l-müntehî, s. 60.

51

Şârih, konuyu anlattıktan sonra öğrencinin zihnindeki karışıklığı gidermek için konuyu

“ve’l-Hâsıl” diyerek birkaç cümleyle özetlemektedir. Mesela, “Velhasıl, bu ilim erbabının

kaidelerinden birisi, iftiʻâl babının tâsı, bu dört harften sonra gelirse vucûben tıya kalbedilir.”136

ve “Velhasıl, bu çeşitte idğâm zorunludur.”137 sözleri buna örnektir.

Âyetlerle, hadislerle ve şiirlerle istişhad metodunu aşağıda açıklayacağımız için burada değinmeyeceğiz.

Benzer Belgeler