4. M İHR Ü MÂH’IN İNCELENMESİ
4.1. İÇ YAPI İNCELEMESİ
4.1.1. Konu
Şark tarafında, adına “Sultan Mu‘în”, bulunduğu yere “Rûh-ı Zemîn”
denilen İskender gibi yüce bir padişah vardır. Bu padişahın, şöhreti ve
seçkinliğinin büyüklüğüne rağmen, çocuğu olmamaktadır. Padişah, bu durum
yüzünden çok üzülmektedir. Padişah bir gece rüyasında hilalin koynuna girip
kendisine nurlu bir mum hediye ettiğini görür. Uyanınca dostlarından rüyasının
tabirini yapmalarını ister. Dostları, padişahın koynuna giren o hilalin, padişaha eş
olacak bir bakire olduğunu ve o bakireden bir çocuğunun olacağını söyler. Bu
tabiri çok beğenen padişah, dostlarıyla beraber bu sevinçli haberi kutlar.
Kutlamadan sonra sarayına gidip hûrî gibi bir güzelle beraber olur ve bir erkek
çocuk dünyaya gelir. Bu çocuk, ilahî nurdan bir ışık olduğu için, adını “Mâh”
koyarlar. Mâh, on dört yaşına geldiğinde babası Sultan Mu‘în vefat eder ve
babasının yerine tahta geçer. Henüz genç olan Mâh’ın başında kavak yelleri
esmekte, günlerini eğlenceyle ve avlanmakla geçirmektedir. Yine ava çıktığı bir
gün hoş bir bahçeye rastlar. Bu bahçede Kaf dağı gibi yüce bir ağaç ve ağacın
dalında kanadında mektup olan bir güvercin görür. Mâh’ın emri üzerine avcılar
güvercini yakalayıp Mâh’a teslim ederler. Mâh, sarayına gelip güvercinin
kanadındaki mektubu açar. Kağıtta, çok güzel yüzlü bir sevgili resmi görür.
Resmin içerisinde, resimdeki kişinin Çin padişahının kızı olduğu yazılıdır. Mâh,
bunu okuduktan sonra, bu güzel yüzlünün Mihr olduğunu anlar. Mâh, bu saatten
sonra Mihr’den başka bir şey düşünmez olur. İradesini kaybederek Mihr’e aşık
olur. Bu aşkla yanıp tutuşurken, aşkını anlatan bir gazel okuyarak ağlar. O zaman,
Mâh’ın Beşîr adındaki kölesi yanına gelip, Mihr için neden bu kadar çok gözyaşı
döktüğünü sorar. Beşîr, Mâh’ın bu dertten uzaklaşabilmesi için, ona ata binmesini
tavsiye eder. Mâh, rüzgar gibi çevik bir atla bir müddet dolaşırsa da gönlündeki
kederde bir eksilme olmaz. Dolaşmaktan fayda olmadığını anlayıp sarayına döner.
Şarap meclisi kurup içmeye başlar. İçkinin tesiriyle kendinden geçip, meclisteki
muma gönlündeki derdi anlatır. Mumun kendisine cevap veremeden sessizce
yandığını gören Mâh, bu sefer dönüp pervaneyle konuşur, ona da aşktan bahseder.
Mâh, pervaneden de ses çıkmadığını görünce, ağlayıp inlemekten sabaha kadar
uyuyamaz. Sabah olunca Mâh, sarayının penceresinden sabâ rüzgarının Çin’den
gelmiş olduğunu görür, onunla konuşur, ondan Çin’e gidip Mihr’e halini
anlatmasını ister ve gözyaşıyla gül yaprağına bir mektup yazıp onu Mihr’e
götürmek üzere sabâ rüzgarına verir ve ondan medet umar. Bu sırada Beşîr,
Mâh’ın yanına gelir, onun bu üzüntüden kurtulması gerektiğini belirtir ve Mâh’a
Çin’e asker çekmeyi teklif eder. Mâh, bu fikri çok beğenir. Beşîr, aşkın çaresinin
ya sabretmek ya da sefer etmek olduğunu söyler; Mâh’ın sabretmesine imkan
olmadığı için de Çin’e asker çekmeleri gerektiğini belirtir. Bunun üzerine Mâh,
Beşîr’den bu haberi beylere ulaştırmasını ister ve bir aya kadar sefer etmek için
hazırlanmalarını söyler. Beşîr bu haberi beylere, beyler de askerlere bildirir. Gönlü
sevinçle dolan Mâh, bir iki kadeh içki içip aşkını ve niyetini anlatan bir gazel
okur. Mâh, sefer edecekleri günler gelene kadar böyle durmadan şiir okumakla
meşgul olur. Sefer vakti geldiği zaman, askerler savaşa hazır bir şekilde Mâh’ın
huzuruna gelirler ve yola koyulur, durmadan yol alırlar. Bir sabah Mâh, karşıdan
Çin rüzgarının geldiğini görünce, Çin mekanına yakınlaştıklarını anlar, bu şevkle
yine bir gazel okur ve süratle yoluna devam eder. Çin yakınlarında bir yerde durup
çadırlarını kurarlar. Aşkının kederinden yine sabaha kadar uyuyamayan Mâh,
sabah olunca atıyla dolaşmaya çıkar ve bir bahçeye rastlar. Mâh, o bahçede güzel
bir ceylan görür ve onu yakalar. Mâh, bu ceylanın kendisi için bir işaret olduğunu
düşünür ve askerlerinin tarafına yönelir. Bu esnada, karşıdan ata binerek
avlanmaya çıkmış melek yüzlü birkaç gencin geldiğini görür. Bu alayın başında
gün yüzlü bir genç bulunmaktadır. Genç, Mâh’ın yanına gelir ve avlamış olduğu
ceylanın önceki gece sarayından kaçtığını belirtip, karşılık olarak mücevherler
vaat ederek Mâh’tan ceylanı ister. Mâh, kendisinin mücevherde gözü olmadığını,
ceylanını ona vereceğini, yalnız bu ıssız yerde kendisine rehber olması amacıyla
sadece bir kölesini istediğini belirterek ceylanı gence verir. Genç, kölesine
hizmetle ilgili öğütler verdikten sonra oradan ayrılır. Mâh, gencin arkasından
bakakalır ve dalgınlıkla ceylanı vermiş olduğu için üzülür, çaresizce çadırına
döner.
Mâh, bir gece aşkının kederiyle gözyaşı dökmekte ve inlemekteyken gencin
vermiş olduğu Nu‘mân isimli köle Mâh’ın bu halini görür ve onunla konuşmaya
başlar. Nu‘mân, Mâh’tan derdini kendisine anlatmasını ister; Mâh’ın derdine belki
bir çare bulabileceğini söyler. Mâh, derdinin aşk derdi olduğunu ve buna çare
olmadığını belirtir. Nu‘mân’a yaşam hikayesiyle avlanırken güvercinin kanadında
Mihr’in resmini görüp aşık olduğu o günü anlatır ve Mihr’i bulabilmek için Çin’e
geldiğini söyleyip aşkını anlatan bir gazel okur. Bunun üzerine Nu‘mân, Mâh’a
kendisinin Mihr’in hizmetçisi olduğunu ve ceylanı kendisinden isteyen gencin de
o gün erkek kılığına girmiş Mihr olduğunu söyler ve güvercinin kanadında
bulduğu resmin yapılış hikayesini Mâh’a anlatır. Mihr, bir gece rüyasında rüzgarın
gömleğini kapıp götürdüğünü, gökyüzündeki ayın da bu gömleği alıp kendisine
geri verdiğini görmüştür. Mihr, uyandıktan sonra dostlarından rüyanın tabirini
istemiştir. Dostları, Mihr’in gömleğinin güzelliğinin resmine, rüzgarın bu resmi
götürecek kuşa ve rüyasında gömleği kendisine getiren ayın da sancak sahibi bir
padişaha işaret olduğunu belirtmiş, o padişahın bu resmi bulup kendisine aşık
olacağını tahmin etmişlerdir. Mihr, dostlarından bu tabiri dinleyince bundan başka
şey düşünmez olup bir kıza resmini çizdirip bu resmi güvercinin kanadına
bağlayarak göndermiştir. Mâh, da bu resmi bulup Mihr’e aşık olunca, Mihr’in
rüyası gerçek olmuştur. Bunları anlattıktan sonra Nu‘mân, Mâh’a, Mihr’in yanına
gidip aşk derdini ona anlatmayı teklif eder. Bunun üzerine Mâh, Nu‘mâna Mihr’e
söylemesini istediklerini anlatır ve bir mektup yazarak mektubu Nu‘mân’a verir.
Nu‘mân, süratle Mihr’in sarayına yönelir ve Mihr’e ulaşarak Mâh’ın hikayesini
ona anlatır, ondan Mâh’ın aşkına karşılık vermesini ister ve mektubu verir.
Mektubu okuyan Mihr’in bir an dili tutulur. Nu‘mân, Mihr’den konuşmasını ve
Mâh’ın aşkına karşılık vermesini ister; Mihr’e bu ömrün ve gençliğin geçici
olduğunu, fırsatı kaçırmamasının gerektiğini söyler. Bunun üzerine Mihr,
Nu‘mân’dan, Mâh’ın yanına gitmesini ister ve Mâh’ın aşkını sessizce kalbinde
saklayarak, babasına kendisini isteyen bir mektup yazması gerektiğini aktarmasını
ister. Bunları duyan Nu‘mân, Mâh’ın yolunu tutar. Mihr, Nu‘mân gittikten sonra
karalar giyer, aşk derdine düşer ve uykusuz günler geçirerek Mâh’ın yolunu
gözlemeye başlar.
Âlemin neşe içinde olduğu bir sabah Nu‘mân, Mâh’ın yanına ulaşır ve
Mihr’le konuştuklarını ve Mihr’in kendisinden istediklerini anlatır. Bu sevinçli
haberi duyan Mâh, şevkle bir iki kadeh içki içer ve mutluluğunu belirten bir gazel
okur. Bundan sonra Mâh, Mihr’in babası Çin hakanına Mihr’i istediğini belirten
nükteli, uzunca bir mektup yazar. Mâh bu mektubu Çin hakanına götürmesi için
kölesi Resûl’e verir. Resûl, gece gündüz durmadan yol alarak Çin hakanına ulaşıp
mektubu kendisine verir. Mektubu okuyan Çin hakanı, çok sinirlenir ve “Ancak
ayla güneş bir araya geldiği zaman Mâh benim kızımı alabilir.” diyerek Mâh’ı
savaşa davet eder. Çin hakanı bunları söylerken veziri hakanın söylediklerini bir
mektup şeklinde yazar ve bu mektubu Resûl’e verirler. Mektubu alan Resûl,
Mâh’ın yolunu tutar. Mâh’a ulaşan Resûl, mektubu kendisine verir. Mektubu
okuyan Mâh çok üzülür, Mihr’e kavuşmak için ağlayarak dualar eder ve
üzüntüsünü dile getiren bir gazel okur. Sabah olunca Mâh, divanın toplanmasını
emreder. Mâh’ın emrindeki herkes divana gelir. Mâh, askerlere savaşa
hazırlanmalarını emreder. Hazırlıklar tamam olunca, yıldız gibi sayısız askerle
yola koyulurlar. Geceye kadar yol alıp çadır kurarlar. Gece yarısı askerler arasında
bir gürültü kopar. Mâh, kapı ağasına bu gürültünün sebebini sorar. Kapı ağası,
Mâh’a Çin hakanının asker çekerek geldiğini, iki askerin birleşip savaştığını ve
kendi askerlerinin Çin hakanının askerlerine galip geldiğini, Çin hakanının yarın
sabah savaşmak istediğini öğrenen askerin coştuğunu, bu gürültünün de askerin bu
heyecanından kaynaklandığını belirtir. Mâh, bu habere çok sevinir, her tarafta
müjde davullarının çalınmasını emreder. Ertesi sabah, Mâh, ata binip askerle
birlikte yola koyulur. Çin hakanının askerleriyle Mâh’ın askerleri bir meydanda
karşılaşıp savaşırlar. Uzunca bir muharebeden sonra Mâh’ın askerleri galip olur.
Bozguna uğrayan Çin hakanı geri çekilir. Bunun üzerine Mâh, süratle Mihr’in
sarayına doğru gider. Gece yarısına doğru, gül bahçesi cennete, içindekiler de
meleğe benzeyen bir makama varır. Etrafındakilere o sarayın kime ait olduğunu
sorunca sarayın Mihr’e ait olduğunu öğrenir. Bunun üzerine Mâh, askerleriyle
sarayı kuşatır. Askerler sabaha kadar at üstünde beklerler. Sabah olunca Mâh,
Mihr’in sarayını fetheder. Kapı ağası, Mihr’e Mâh’ın geldiğini haber verir. Mihr,
babasının yenilgi haberini duyunca çok üzülür, ağlamaya başlar. Dadısı gelip
Mihr’i teselli eder, onu Mâh’la evlenmeye ikna eder. Mihr ile Mâh, Mâh’ın
memleketi “Rûh-ı Zemîn”e giderek gösterişli bir düğünle evlenir ve muratlarına
ererler.
4.1.2. Şahıs Kadrosu
Belgede
Kıyâsî'nin Mihr ü Mâh Mesnevîsi
(sayfa 34-38)