• Sonuç bulunamadı

GEREÇ VE YÖNTEMLER

KOLESİSTOKİNİN SONUÇLARININ KARŞILAŞTIRMAS

H. pylori (+) olgular ile H. pylori (-) olguların plazma CCK seviyelerine

bakıldığında, H. pylori (+) olguların CCK ortalaması 0.24 ± 0.07 ng/ml, H. pylori (-) olguların CCK ortalaması ise 1.13 ± 0.24 ng/ml olarak bulunmuştur. İki grubun sonuçları karşılaştırıldığında H. pylori (-) olguların CCK seviyelerinin, H. pylori (+) olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı derecede (p=0.001) yüksek olduğu görüldü. Fakat fV, rV ve EF’nin CCK düzeyinden anlamlı derecede etkilenmediği görüldü (p>0.05). Yine CCK seviyelerinin AKŞ, VKİ ve lipid profili düzeyleri ile arasında herhangi bir anlamlı ilişki bulunmadı (p>0.05).

Olguların demografik özellikleri Tablo 7, laboratuvar bulguları Tablo 8 ve kese volüm değerleri Tablo 9’da belirtilmiştir.

Tablo 7. Çalışmadaki olguların yaş, cinsiyet, VKİ, hızlı üreaz testi ve histopatoloji sonuçları

Sıra ve Prot. No. Ad-soyad Yaş Cinsiyet Üreaz Histopatoloji VKİ

1/ 8674 A.K. 50 K Pozitif Negatif 23

2/ 259092 Ş.M. 24 K Negatif Negatif 20

3/ 254112 G.E. 20 K Negatif Negatif 18

4/ 252366 İ.Ç. 18 K Negatif Negatif 18

5/ 253975 A.K. 24 K Negatif Negatif 18

6/ 254913 H.O. 30 K Negatif Negatif 20

7/ 245976 A.E. 58 K Negatif Negatif 22

8/ 266697 Z.U. 20 K Negatif Negatif 18

9/ 264242 S.B. 22 K Negatif Negatif 20

10/ 32997 İ.K. 50 K Pozitif Negatif 28

11/ 281818 S.B. 35 K Negatif Negatif 24

12/ 268265 Ş.Ç. 36 E Negatif Negatif 32

13/ 228812 F.A. 43 K Negatif Negatif 34

14/ 122685 S.G. 46 K Negatif Negatif 29

15/ 280522 G.Ş. 36 K Negatif Negatif 25

16/ 278993 F.S. 49 K Negatif Negatif 28

17/ 36027 B.B. 52 K Negatif Negatif 25

18/ 282182 Ş.S. 57 K Negatif Negatif 26

19/ 124 E.Y. 49 E Negatif Negatif 24

20/ 200549 N.T. 53 K Negatif Pozitif 37

21/ 5015 F.K. 41 K Negatif Pozitif 32

22/ 267663 H.A. 58 E Pozitif Pozitif 24

23/ 123956 Z.T. 30 K Pozitif Pozitif 27

24/ 245096 N.Ö. 50 K Pozitif Pozitif 26

25/ 258414 G.K. 41 E Pozitif Pozitif 23

26/ 266201 S.T. 32 E Pozitif Pozitif 23

27/ 93292 E.K. 36 E Pozitif Pozitif 26

28/ 13112 R.D. 69 E Pozitif Pozitif 33

Tablo 7. (Devamı) Çalışmadaki olguların yaş, cinsiyet, VKİ, hızlı üreaz testi ve histopatoloji sonuçları

30/ 266815 F.Ş. 39 K Negatif Pozitif 27

31/ 266997 R.G. 29 E Pozitif Pozitif 27

32/ 86544 O.Y. 17 E Pozitif Pozitif 27

33/ 207375 N.P. 32 K Pozitif Pozitif 27

34/ 6989 E.Y. 42 K Pozitif Pozitif 32

35/ 276241 N.Ç. 38 K Pozitif Pozitif 17 36/ 277386 S.D. 36 K Negatif Pozitif 21 37/ 281589 M.K. 57 E Pozitif Pozitif 28 38/ 23120 F.K. 53 K Negatif Pozitif 29 39/ 285129 K.H. 43 E Pozitif Pozitif 24 40/ 224505 T.K. 25 K Pozitif Pozitif 22 41/ 207973 H.T. 39 E Pozitif Pozitif 25 42/ 278077 G.S. 17 K Pozitif Pozitif 22

43/ 286726 M.E. 51 K Negatif Pozitif 33

44/ 84168 A.K. 48 K Pozitif Pozitif 25

45/ 287538 Ü.K. 52 K Pozitif Pozitif 26

46/ 289369 B.B. 34 K Pozitif Pozitif 20

47/ 43906 A.T. 41 K Negatif Pozitif 25

48/ 292118 V.S. 50 E Pozitif Pozitif 29

49/ 145369 H.B. 51 E Pozitif Pozitif 25

50/ 290764 H.Ç. 52 K Pozitif Pozitif 22

Tablo 8. Çalışmadaki olguların biyokimyasal parametreleri

Sıra No. AKŞ HDL LDL T.kol Tg CCK

1 98 42 105 196 241 1.425 2 86 47 14 171 50 1.077 3 73 53 45 108 48 0.860 4 79 55 86 155 71 1.065 5 84 57 104 183 112 1.036 6 94 35 125 188 95 1.129 7 85 46 144 211 102 0.999 8 80 48 96 154 49 0.965 9 74 32 97 134 27 1.096 10 91 46 101 176 145 0.844 11 86 47 99 161 77 0.846 12 82 39 79 139 104 1.406 13 93 55 134 205 81 0.855 14 86 40 106 177 153 1.277 15 97 40 148 199 57 1.039 16 108 49 144 231 187 1.122 17 130 30 147 264 433 1.672 18 102 36 117 173 96 1.437 19 89 46 127 200 137 1.448 20 107 32 141 192 95 0.291 21 80 35 83 126 40 0.264 22 108 39 93 141 43 0.368 23 96 44 135 198 93 0.303 24 80 39 102 175 171 0.218 25 87 38 115 180 133 0.249 26 94 35 97 153 101 0.233 27 84 43 105 161 67 0.276 28 140 32 121 189 180 0.397 29 79 32 110 164 110 0.217 30 81 56 119 192 84 0.136

Tablo 8. (Devamı) Çalışmadaki olguların biyokimyasal parametreleri

31 64 40 118 192 166 0.282 32 89 32 132 183 91 0.233 33 73 63 115 198 100 0.280 34 90 39 90 181 259 0.224 35 77 36 110 171 124 0.245 36 73 49 83 150 90 0.230 37 90 49 84 146 64 0.175 38 86 65 143 233 127 0.276 39 112 51 123 184 51 0.215 40 95 37 110 146 88 0.209 41 109 37 83 159 195 0.067 42 68 37 101 155 81 0.153 43 69 36 92 136 38 0.310 44 76 47 106 167 70 0.110 45 81 43 122 177 60 0.270 46 76 41 157 224 129 0.328 47 104 29 170 216 87 0.316 48 94 34 40 210 678 0.197 49 91 39 130 185 81 0.257 50 91 34 81 138 114 0.225

AKŞ: Açlık kan şekeri, HDL: yüksek dansiteli lipoprotein, LDL: düşük dansiteli lipoprotein, T.kol: total

Tablo 9. Çalışmadaki olguların safra kesesi hacim ölçümleri

Sıra No. fV V30 V60 V90 V120 rV EF 1 17.1 6.1 5.4 3.8 3.9 3.8 77.78 2 23.4 22.5 6.4 5.5 4.4 4.4 81.20 3 7.6 5.6 1.6 - - 1.6 78.95 4 7.0 2.3 2.0 - - 2.0 71.43 5 13.9 6.0 3.7 1.2 - 1.2 91.37 6 9.7 4.3 1.6 - - 1.6 83.51 7 16.0 5.4 2.2 - - 2.2 86.25 8 10.2 7.0 2.9 2.9 - 2.9 71.57 9 6.7 3.6 2.1 - - 2.1 68.66 10 26.8 9.7 7.5 7.1 7.1 7.1 73.51 11 13.4 2.9 1.1 - - 1.1 91.79 12 18.0 5.1 3.3 3.4 - 3.3 81.67 13 20.6 9.8 6.8 2.2 - 2.2 89.32 14 22.5 9.3 4.2 4.8 3.4 3.4 84.89 15 25.6 15.7 5.2 4.8 3.1 3.1 87.89 16 18.4 5.7 2.1 2.5 - 2.1 88.59 17 16.3 14.7 8.8 9.8 12.3 8.8 46.01 18 24.6 17.3 10.8 5.3 4.2 4.2 82.93 19 14.4 10.1 6.1 2.4 - 2.4 83.33 20 20.9 22.2 23.9 13.3 8.4 8.4 59.81 21 17.6 9.3 3.4 9.7 - 3.4 80.68 22 31.5 13.0 8.1 7.4 8 7.4 76.51 23 24.8 8.4 4.8 4.8 - 4.8 80.65 24 17.4 13.5 10.4 5.2 3.3 3.3 81.03 25 20.2 16.5 8.5 4.0 4.3 4.0 80.20 26 11.3 4.9 3.7 4.1 - 3.7 67.26 27 21.0 12.4 9.4 5.1 3.7 3.7 82.38 28 24.3 27.1 17.0 18.9 24.5 17.0 30.04 29 16.5 12.3 7.0 2.0 - 2.0 87.88

Tablo 9. (Devamı) Çalışmadaki olguların safra kesesi hacim ölçümleri

30 13.3 7.4 5.6 4.8 - 4.8 63.91 31 14.8 6.2 3.1 3.3 - 3.1 79.05 32 16.0 9.9 7.2 2.8 3.1 2.8 82.50 33 23.2 17.0 7.8 4.3 6.7 4.3 81.47 34 12.6 6.4 4.9 5.7 - 4.9 61.11 35 16.3 6.0 6.5 6.9 4.0 4.0 75.46 36 22.3 10.1 4.5 2.8 3.2 2.8 87.44 37 25.0 8.5 5.4 2.3 2.7 2.3 90.80 38 18.4 4.3 3.1 3.2 - 3.1 83.15 39 18.4 8.5 4.2 2.0 - 2.0 89.13 40 26.2 8.4 7.6 6.5 9.5 6.5 75.19 41 15.7 13.8 7.3 5.9 6.0 5.9 62.42 42 17.8 12.1 5.2 4.1 2.3 2.3 87.08 43 21.9 11.3 5.8 3.4 2.9 2.9 86.76 44 39.8 25.9 21.8 11.6 3.2 3.2 91.96 45 20.7 10.7 7.7 5.2 5.0 5.0 75.85 46 17.3 11.4 5.7 2.7 3.1 2.7 84.39 47 19.9 10.6 7.5 6.9 3.6 3.6 81.91 48 39.2 26.4 16.5 10.9 7.0 7.0 82.14 49 16.8 8.4 6.2 4.3 3.4 3.4 79.76 50 19.4 10.5 10.0 7.4 4.8 4.8 75.26

TARTIŞMA

H. pylori, dünya nüfusunun yarısından fazlasında görülen kronik bir infeksiyon hastalığının etyolojik ajanıdır. H. pylori, üst gastrointestinal sistem hastalıkları arasında akut ve kronik gastrit, peptik ülser, gastrik adenokarsinom ile MALT lenfoma etyolojisinde yer almaktadır. Aterosklerotik hastalıklar, bilyer sistem adenokarsinomu, safra taşı gibi hepatobilyer hastalıklar, idyopatik trombositopenik purpura, demir eksikliği anemisi, kronik bronşit, kronik ürtiker ve akne rosesea gibi mide dışı hastalıklarda da rolü olduğu düşünülmektedir (36).

İnfeksiyon prevalansı yaşla ilişkili olarak artmakta, 20 yaş altında %20 civarında olup, ileri yaşlara kadar giderek artış göstermektedir. Gelişmekte olan ülkelerde infeksiyon daha çok 2-8 yaşlarında alınmakta ve 10 yaş civarında prevalans %70’lere, erişkinlerde %80’lere kadar çıkmaktadır. Erişkinlerde gelişmiş ülkelerde yaşla birlikte prevalansın artması, gelişmekte olan ülkelerde prevalansın değişmemesi sosyoekonomik düzey farklılığı ile ilişkilidir. Ülkemizde de H. pylori infeksiyonu az gelişmiş ülkelere benzer şekilde, yaygın olarak çocukluk çağında kazanılmakta ve erişkin dönemdeki popülasyonun büyük kısmı kronik infekte olarak bulunmaktadır. Ülkemizde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Özden ve ark. (67)’nın 2006’da yayınladıkları bir makalede

H. pylori prevalansı, çocukluk çağında (6-17 yaş) %64, yetişkinlerde (>21 yaş) %80

civarında belirtilmektedir. Bölgemizde 2004’te 2183 dispeptik olguda yapılan çalışmada ise H. pylori sıklığı hızlı üreaz testi ile ortalama %70 bulunmuştur (98). Aynı yıllarda Sandoz araştırma grubunun ülke genelinde yaklaşık 4973 olguda üre nefes testi yöntemi ile Doğu Anadolu’da en yüksek %90, Batı Marmara’da %77 ve genel ortalama olarak %82.5

H. pylori (+)’liği bildirmişlerdir (99). Bu çalışmada ise fonksiyonel dispepsili 50 olgunun

31’inde (%62) H. pylori (+) olarak saptanmıştır. Toplumumuzda ve bölgemizde tanı yötemlerinin gelişmesine karşın bu oranların biraz azalıyor gibi olması infeksiyonun tedavisi ve sosyal yaşamın düzelmesi ile açıklanabilir.

Bu çalışmada, H. pylori (+) olan dispepsili olgu grubunun yaş ortalaması 41.8 ± 11.8, H. pylori (-) olan grubun yaş ortalaması ise 37.8 ± 13.6 idi. Herhangi bir organik hastalığı olmayıp sadece dispeptik yakınmaları olan bu iki çalışma grubu, yaş ortalamaları açısından benzerlerdi.

Genel olarak infeksiyon sıklığı her iki cinsiyette birbirine benzer oranlarda olmakla beraber bazı çalışmalarda erkeklerde biraz daha sık görüldüğü bildirilmektedir. Ancak erkek cinsiyetin gerçekten bir risk faktörü olup olmadığı ispatlanamamıştır (99). Çalışmadaki 35 kadın olgunun 18’i H. pylori pozitif, 17’si H. pylori negatif idi. 15 erkek olgunun ise 13’ü H. pylori (+), 2’si H. pylori (-) idi. H. pylori (+) olan grubun %51.8’i (18) kadın, %41.9’u (13) erkek idi. H. pylori (-) olan grubun %89.5’u (17) kadın, %10.5 (2) erkek idi. Bu sonuçlara göre H. pylori (+) olgularda erkek cinsiyet oranı, H. pylori (-) olgulara göre anlamlı olarak yüksek olduğu düşünülebilirse de epidemiyolojık çalışmalarda çok önemli farklılık görülmemektedir. Erkeklerdeki bu olası H. pylori sıklığı bireysel, çevresel faktörlerle açıklanabilir.

H. pylori tanısı için invaziv ve invaziv olmayan birçok test uygulanmaktadır. İnvaziv olanlar arasında histopatoloji, kültür, üreaz testi, PCR bulunmakta olup, bunların hepsi için endoskopi ve endoskopik biyopsi gerekmektedir. İnvaziv olmayan testler arasında, serolojik testler, üre nefes testi, H. pylori gaita antijen ELISA testi (HpSA) sayılabilir. Çalışmaya, endoskopisi istenen olgular alındığı için, tanı yöntemi olarak histopatoloji ve üreaz testleri kullanıldı. Hızlı üreaz testi pratik, çabuk sonuç veren ve daha az maliyetli olması gibi avantajlara sahipken, histopatolojik inceleme daha hassas sonuçlar vermektedir. Genel olarak histopatoloji ve kültür pozitifliği H. pylori tanısında gold standart olarak kabul görmektedir. Son yıllarda uygulanmaya başlanan PCR yöntemi de çok yüksek hassasiyet ve güvenilirliğe sahipse de sistemin pahalı olması ve her yerde bulunmaması nedeni ile pratikten ziyade araştırmalarda kullanılan ileri bir tanı yöntemi olarak değerlendirilmektedir. Çalışmada olgular esas olarak histopatolojik sonuçlara göre

H. pylori (+) ve (-) olarak gruplandırıldı. Histopatolojik yöntem esas alınarak yapılan

gruplandırmada H. pylori (+) olguların sayısı 31, (-) olguların sayısı ise 19 iken, üreaz testi esas alınarak yapılan gruplandırmada H. pylori (+) olguların sayısı 26, (-) olguların sayısı

24 olarak bulundu. Histopatoloji esas alınarak yapılan değerlendirmede, olgu sayısı az olsa da üreaz testinin duyarlılığı %80, özgüllüğü ise %83 kadar bulunmuştur. Bu değerler genel olarak üreazın hassasiyet sınırları olarak belirtilen (%80-90) değerleri ile uyumlu bulunmaktadır. Bu nedenle üreaz testinin, kültür, PCR ve histopatolojik yöntemlere göre daha az sensitif ve spesifik olmasına rağmen pratik ve ekonomik bir yöntem olması nedeniyle endoskopi planlanan olgularda rutin olarak uygulanması önerilmektedir.

H. pylori infeksiyonunun gastroduodenal hastalıkların yanı sıra organizmanın diğer sistemlerinde de çeşitli hastalıklara yol açabildiği ileri sürülmekte ve konu ile ilgili çalışmalar yoğun olarak devam etmektedir. Özellikle safra kesesi motilite bozuklukları ve safra taşı oluşumu hatta bilyer sistem kanserlerinde H. pylori infeksiyonun önemli rolü olduğu belirtilmektedir. Kolesterol taşlarının oluşumunda genetik, cinsiyet, yaş, diyabet, hiperlipidemi, bazı hormonlar ve safra bileşiminin değişimi gibi olumsuz etkilerinin yanı sıra kese motilitesi bozulması ve azalması da söz konusudur. Bu çalışmalarda ya cerrahi ve otopsi materyallerinde çeşitli yöntemlerle H. pylori varlığının aranması ya da vital olgularda kese motilitesi ve papiller basınç ölçümü veya safra bileşimi ve bilyer sistemin ultrasonografi ve diğer görüntüleme yöntemleri kullanılmaktadır. Bu nedenle çalışmada H.

pylori varlığının safra kesesi motilitesi üzerine etkisi ultrasonografik olarak araştırıldı.

Olgularda açlık ve yemek sonrası 30, 60, 90, 120. dakikalarda ultrasonografik olarak safra kesesi hacmini ölçerek gruplar arasında karşılaştırma yapıldı. İnsan safra kesesi hacim değerlerinin normal aralığı 8-50 cm3’tür.

Cinsiyet, hormonlar, VKİ, kan şeker düzeyi, hiperlipidemi ve yaş safra kesesi motilitesine etki eden önemli faktörlerdir (100,101). Kolorado’da Everson ve ark. (102) tarafından yapılmış bir çalışmada doğurganlık çağındaki kadınlar, erkekler ve postmenapozal dönemdeki kadınlarla karşılaştırıldığında, safra kesesi boşalmasının yavaşlamış olduğu görülmüştür.

Pensilvanya’da Pittsburgh Üniversite’sinde Shreiner ve ark. (103)’nın yaptığı çalışmada 8 diyabetli ve 6 sağlıklı olguda safra kesesi kinetiği araştırılmıştır ve diyabetik grubun kese boşalmasının sağlıklı gruba göre belirgin olarak yavaş olduğu saptanmıştır. Bu çalışmada daha sonra, diyabetik grup da obez ve nonobez olarak 2’ye ayrılmış ve obez diyabetiklerin safra kesesi boşalma yüzdesinin ortalama %30, normal kilolu diyabetiklerin ise ortalama %77 olduğu görülmüştür. Buna göre obezitenin, diyabetten daha çok keseyi etkilediği anlaşılmakla birlikte obez olgular arasında da farklı sonuçlar rapor edilmektedir (101). Bunun nedeninin CCK’nın safra kesesine duyarlılığını azaltan ve safra kesesi

kontraksiyonunun bozulmasına sebep olan hiperinsülinemiye bağlı olduğu düşünülmektedir.

Hollanda’da Gielkens ve ark. (104) 9 sağlıklı olgu ile yaptığı bir çalışmada, akut hiperglisemi ve öglisemik hiperinsülineminin bazal duodenal bilirubin çıkışını azalttığı ve düşük doz kolesistokinin ile stimüle olan safra kesesi boşalmasını inhibe ettiği gösterilmiştir. Diyabetik hastalarda safra kesesi motilitesinin bozulmasının muhtemel bir sebebinin de altta yatan otonom nöropatiye bağlı olabileceği ifade edilmektedir (101). Kan şekeri, hiperinsülinemi ve obezite ile birlikte kan yağlarının da safra kesesi motilitesinde ve safra taşı oluşumunda rolü olduğu belirtilmektedir. Özellikle hipertrigliseridemi ile karakterize familyal fenotip IV hiperlipidemide bu özellik daha belirgin olarak vurgulanmaktadır. İtalya’da Kadziolka ve ark. (105) tarafından yapılmış bir çalışmada safra kesesi taşı olan 19 erkek olgu ile aynı yaş grubundan 25 erkek olgu karşılaştırılmış ve safra kesesi taşı olan olguların %43’ünde hipertrigliseridemi saptanmışken, kontrol grubunda bu oran %22 olarak bulunmuştur. Buna göre hipertrigliserideminin net olarak safra kesesi taşı oluşumunda önemli bir risk faktörü olduğu belirtilmekle birlikte, bu etkinin nasıl olduğu açıklanamamıştır. Daha sonra Washington Üniversitesi’nde Angelin ve ark. (106) tarafından yapılmış bir çalışmada familyal hipertrigliseridemili 17 olgu ile 18 sağlıklı kontrol grubu karşılaştırılmış ve hipertrigliseridemili olgularda safra tuzlarının sentezinde, depolanmasında ve ince barsağa atılımında bozukluk olduğu rapor edilmiştir.

Yukarıdaki bilgilerin ışığı altında bu çalışmada, safra kesesi motilitesine etkili olduğu belirtilen parametreler incelendi.

Çalışmadaki H. pylori (+) ve (-) 50 olgunun yaşları 17-69 arasında olup, ortalama 40.3 ± 12.5 idi. Yapılan birçok çalışmada yaş ilerledikçe birçok nedenlerle safra taşı riskinin artışında kese motilitesinin azalmasının rolü olabileceği belirtilmektedir. Genç kadınlarda safra taşı sıklığı erkeklerden fazla olmakla birliklte 50-60’lı yaşlarda kadın erkek farkı azalmakta, ileri yaşlarda safra taşı sıklığı her iki cinsiyette de benzer oranlarda bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı yaşla safra motilitesini ve safra taşı sıklığını araştırmak olmamakla birlikte olgu sayısının az olması ve yaş aralığının dar olmasına rağmen ilginç olarak yaş arttıkça fV’nin arttığı görüldü. Bu bulgu istatistiksel olarak da anlamlı bulundu (p=0.001). Benzer olarak İndiana’da Rajan ve ark. (107)’nın yaptığı çalışmada yaşlılardaki kese motilitesi genç olgularla karşılaştırılmış. Bu çalışmada 30 sağlıklı, 60 yaş üstü olgu ile, 30 sağlıklı, genç olgunun kese volümleri ölçülüp

değerlendirilmiş ve ortalama açlık hacminin yaşlı olgu grubunda anlamlı derecede fazla olduğu saptanmıştır.

Olguların VKİ sonuçlarına bakıldığında, en düşük 17 ile en yüksek 37 arasında olup, ortalama 25.18 ± 4.58 idi. Safra kesesi fV’nin olguların VKİ’lerinin arasında da korelasyon olduğu görüldü. Bu korelasyon istatistiki olarak anlamlıydı (p=0.01) Yine açlık volümünün VKİ’den nasıl etkilendiğini araştırmaya yönelik çalışmalar da yapılmıştır. Hollanda’da Amsterdam Üniversitesi’nde obez olgular üzerinde yapılmış bir çalışmada, bu çalışmada elde edilen sonuçlarla uyumlu olacak şekilde fV ve rV değerlerinin VKİ arttıkça arttığı gösterilmiştir (108). Türkiye’de Akdeniz Üniversitesi’nde Sarı ve ark. (109)’nın 75 obez ve 29 sağlıklı kadın olgu ile yapmış olduğu bir çalışmada fV ve rV değerlerinin obez olgularda sağlıklı olgularla kıyaslandığında anlamlı olarak yüksek, dolayısıyla da safra kesesi motilitelerinin yavaş olduğu bildirilmiştir.

H. pylori (+) ve (-) tüm olgularda, safra kesesi motilite bozukluklarının en önemli bulgularından olan fV’yi etkilediği belirtilen diğer etkenlerden, açlık kan şekeri ve trigliserid değerleri ile fV arasında anlamlı bir ilişki gözlenemedi.

Kese volümü ultrasonografi ile tüm olgularda postprandiyal olarak benzer şekilde 30, 60, 90 ve 120. dakikalarda değerlendirildi. Bulunan en küçük volüm rezidüel volüm olarak kabul edildi. rV bazı olgularda 60, 90 veya 120 dakikalarda tespit edildi. rV değerlerine bakıldığında, en az 1.1 cm3, en fazla 17 cm3 olup, ortalama 3.97 ± 2.5 cm3 olarak bulundu. Açlık volümüne benzer şekilde rV’nin de yaş (p=0.001) ve VKİ (p=0.004) ile istatistiksel anlamlı olarak korele olduğu gözlendi. Olguların trigliserid değerlerine bakıldığı zaman en düşük 27 mg/dl, en yüksek 678 mg/dl olup, ortalama 121.5 ± 105.5 mg/dl idi. Trigliserid ile rV arasındaki korelasyona bakıldığında, trigliserid arttıkça, rV değerlerinin de anlamlı olarak arttığı görüldü (p=0.009). Yine HDL değerleri arttıkça da rV’nin istatistiki açıdan anlamlı olacak şekilde azaldığı görüldü (p=0.01). Yüksek serum trigliserid ve düşük HDL ile karakterize dislipidemilerin kese taşı oluşumunda risk faktörü olabileceğini belirten çalışmalar da yapılmıştır (110). Hollanda’da Thijs ve ark. (111)’nın, 250 kolelithiasisli ve 526 sağlıklı olgu ile yaptıkları çalışmada, safra kesesi taşı için en yüksek riskin düşük HDL ve yüksek trigliserid seviyeleri olduğu, total kolesterol ile zayıf bir ilişki bulunduğu gösterilmiştir.

Açlık ve rezidüel volüm değerleri kullanılarak [1-(rV/fV)]x100 formülü ile hesaplanan EF’ye bakıldığında, toplam 50 olgunun en düşük EF değeri %30, en yüksek değeri de %91.9 bulunup, ortalama %78.4 ± 11.6 idi. EF’nin de AKŞ (p=0.001) ve

trigliserid (p=0.049) değerleri arttıkça anlamlı derecede azaldığı ve HDL (p=0.016) değerleri arttıkça da anlamlı olarak arttığı bulundu.

H. pylori infeksiyonunun gerek gastroduodenal mukoza üzerine olan direkt etkileri gerekse de intestinal hormonlar üzerine olan etkileri ile safra kesesi hastalıklarına da neden olabileceği belirtilmektedir. H. pylori izolasyonundan sonra yapılan bazı çalışmalarda kolelithiasisli olguların kolesistektomi materyallerinde H. pylori bakılmış olup, doku kültürü ile bu doğrulanmıştır (18-21). Her ne kadar bakterinin ektopik mide mukozasının bulunduğu yerlerde çoğaldığı biliniyorsa da bu çalışmalarda ektopik mide mukozası araştırılmaksızın, bakterinin genomik materyalinin bilyer sistemde tanımlanması, kanseri de kapsayan birçok bilyer sistem hastalığının patogenezinde rol oynadığı hipotezini doğurmuştur. Bakterinin hepatobilyer karsinogenezize yol açan bilyer hücre proliferasyonunu arttırdığı gösterilmiştir (36). H. pylori’nin fonksiyonel dispepsideki rolü birçok çalışma ile araştırılmış olup, gastrik motilite ile H. pylori ilişkisine yönelik çalışmalar yapılmıştır. CCK’nın H. pylori varlığından olumsuz yönde etkilenmesinin kese kontraksiyonunu bozup, kesede taş oluşumuna yol açabileceği yine yapılan bazı çalışmalarda belirtilmiş, fakat çalışmamızda yapıldığı şekilde H. pylori (+) ve (-) olguların kese hacimleri ölçülerek kese motilitesi ile bu infeksiyonun varlığı arasındaki ilişki herhangi bir çalışmada bildirilmemiştir. Literatürde taranabildiği kadarı ile H. pylori (+)’lerde kese motilitesini araştıran herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. Ancak H.

pylori’nin kese motilitesini etkileme yolları olabilecek gastrin, motilin, PP, CCK gibi

hormonlar üzerine olan etkileri araştırılmış ve H. pylori (+) olgularda serum CCK seviyelerinin azaldığı ve gastrin düzeylerinin arttığı saptanmıştır. Bu nedenle bu çalışmada

H. pylori (+) olgularda safra kesesi motilitesi ve CCK seviyeleri araştırıldı.

Bu çalışmada kese motilitesini yansıtan fV, rV, EF gibi değerlerin H. pylori infeksiyonu ile olan ilişkisine bakıldığında, H. pylori (+) 31 olgunun fV ortalaması 20.66 ± 6.6 cm3 ve H. pylori (-) 19 olgunun fV ortalaması da 16.43 ± 6.38 cm3 bulunmuş olup,

H. pylori infeksiyonunun açlık kese volümünü anlamlı olarak arttırdığı görüldü (p= 0.031).

Almanya’da Pauletzki ve ark. (112)’nın safra kesesi taşı olan 56 olgu ve 19 sağlıklı kontrol grubu ile yaptığı çalışmada, kese açlık volümünün, postprandiyal EF ve rV değerleri ile arasında anlamlı bir korelasyon bulunmuş olup, fV’nin postprandiyal boşalmayı sağlayan kese motilitesinde temel faktör olduğu belirtilmiştir.

H. pylori aranmaksızın yapılan safra kesesi motilite çalışmalarında artmış rV’nin, safranın kese içinde retansiyonuna ve kolesterol kristallerinin nükleasyonuna ve taş

oluşumuna neden olacağı ileri sürülmektedir. H. pylori infeksiyonun rV üzerine olan etkisine bakıldığı zaman H. pylori (+) olguların rV ortalaması 4.48 ± 2.82 cm3 iken H.

pylori (-) olguların rV ortalaması 3.13 ± 1.96 cm3 olarak bulundu. H. pylori (+) olguların

rV’leri yüksek olarak saptanmışsa da H. pylori (+) ve (-) olgu gruplarının ortalama rV arasındaki fark istatistiki olarak anlamlı bulunamadı. Genel olarak yapılan çalışmalarda yüksek rV’nin yüksek fV ile ilişkili olduğu belirtilmektedir (12). Bu çalışmada da rV değeri ile fV arasındaki korelasyona bakıldığı zaman, rV’nin fV değerinden istatistiksel olarak anlamlı derecede etkilendiği görülmüştür (p=0.005). H. pylori (+) ve (-) olgu gruplarının fV’lerinde saptanan anlamlı farklılığın rV’de gözlenmemesi açıklanamamaktadır. Bu nedenle H. pylori (+) ve (-) olgularda rV’nin daha geniş hasta gruplarında incelenmesi uygun olacaktır.

Safra kesesinin boşalması ve tekrar dolmaya başlaması yani kesenin kontraksiyon yeteneği ejeksiyon fraksiyonu olarak değerlendirilerek, [1-(rV/fV)]x100 formülü ile hesaplanmaktadır. EF değerinin %50’den fazla olması safra kesesi klirensinin yeterli olduğunu göstermektedir (78). Çalışmamızda hesaplanan ortalama EF değerleri her iki grup arasında karşılaştırıldığı zaman H. pylori (+) olgularda %77.5, H. pylori (-) olgularda %80 olup aradaki fark istatistiki açıdan anlamlı değildi (p=0.4). Her iki gruptaki bu değerler, safra kesesi klirensinin yeterliliğini belirten %50 değerinin üstünde bulunmuştur.

H. pylori (+) olgularda EF’nin değişmemesi, H. pylori infeksiyonunun varlığı ile

etkilenmemesinin yanı sıra farklı bir görüşle H. pylori infeksiyon süreci ve yoğunluğu gibi birçok nedenle de açıklanabilir. EF değerlerinin ölçülen diğer hacimlerden ne şekilde etkilendiğine baktığımızda, EF’nin rV arttıkça anlamlı derecede azaldığı görülmüştür (p=0.001). Zaten bu durum EF hesaplanmasına göre beklenen bir sonuçtur.

Altmışıncı dakikada ölçülen kese hacmi kullanılarak ilk 60 dakikadaki kese kontraksiyonu EF60 olarak hesaplandı ve EF60’ın H. pylori (-) olgularda anlamlı olarak yüksek olduğu görüldü. Bu sonuca göre H. pylori (-) olguların kese boşalmasının ilk 60 dakikalık zaman içerisinde daha çabuk olduğu düşünülebilir. Pauletzki ve ark. (112)’nın safra kesesi taşı olan ve sağlıklı kontrol grubu ile yaptığı çalışmada da olguların 30. dakikada ölçülen kese volümü ile hesaplanan EF30 bakıldığı zaman, sağlıklı kontrol grubunda safra kesesi boşalımının ilk 30 dakikada daha hızlı olduğu gösterilmiş ve sonucun da kese boşalması ve sonrasındaki dolum safhasında etkili olduğu belirtilmiştir. Literatürde görülebildiği kadarı ile genellikle gastrik dismotilitesi olan olgu gruplarında H. pylori ve CCK ilişkisini araştıran az sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu

çalışmaların bir kısmında da CCK’nın plazma düzeylerinin ölçümünden çok reseptör cevabı araştırılmıştır (12). Bulunabilen birkaç çalışmanın ikisinde H. pylori (+) olgularda gastrin düzeyinin yüksek olduğu, CCK düzeyinin ise düşük olduğu belirtilmektedir (14,15). Yapılan çoğu çalışmada CCK düzeyi kullanılan yönteme göre değişmekle birlikte normal değerler net olarak belirtilmemektedir. CCK düzeyi yüksekliğinin veya düşük seviyelerinin gastrointestinal ve hepatobilyer sistemdeki etkileri de tam olarak belirtilememekte ve konuyla ilgili çalışmalar devam etmektedir. Yapılan az sayıda çalışmada H. pylori (+) olgularda CCK düzeyinin azlığının ne etkileri olduğu belirtilmiyorsa da Johnson ve ark. (14), H. pylori (-) fonksiyonel dispepsili olgularda saptanabilen yüksek CCK seviyelerinin semptomlara yol açtığını ileri sürmüşlerdir. Bu çalışmada H. pylori (+) 31 olguda ELISA yöntemi ile CCK düzeyleri 0.067 ile 0.397 ng/ml arasında değişmekte olup, ortalama 0.24 ± 0.07 ng/ml bulunmuştur. H. pylori (-) 19 olguda ise değerler 0.844 ile 1.672 ng/ml arasında olup, 1.13 ± 0.24 ng/ml olarak bulundu. H.

pylori (+) ve (-) olgular arasındaki fark istatistiki olarak anlamlı bulunmuştur (p=0.001).

Penning ve ark. (87)’nın 16 dispeptik, 20 sağlıklı olgu ile yaptıkları çalışmada, CCK infüzyonun her iki grupta da safra kesesinin açlık ve rezidüel hacimlerini azalttığı görülmüştür. Buna karşın bazı araştırıcılar ise kesenin kasılmasının CCK düzeylerinden çok, CCK reseptörlerinden etkilendiğini ileri sürmektedirler. Konuyla ilgili olarak Japonya’da kolelithiazisli olgularda CCK ve CCK-R düzeyleri ölçülerek, taş oluşumunda CCK’nın etkisi araştırılmıştır. Ejeksiyon fraksiyonunun CCK-R konsantrasyonu ile yakından ilişkili olduğu görülerek, fV ve rV’nin kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek olduğu belirtilmiştir. Düşük CCK-R aktivitesinin artmış fV değerine ve düşük EF’ye yol açtığı belirtilmiş (12). Bizim çalışmamızda plazma CCK düzeylerinin, fV, rV ve EF değerleri ile arasında anlamlı bir korelasyon saptanamadı. Bu konunun açıklığa

Benzer Belgeler