• Sonuç bulunamadı

3.3. İnsan Geliştirilme Kapsamında Yer Alan Uygulamalar

3.3.2. Klonlama: İnsan Türünün Sonu mu?

3.3.2.1. Klonlama Çalışmaları Karşısında İnsan Onuru a Üreme Amaçlı Klonlama

Klonlama konusunda esas sorun insanın metalaşması kaygısıdır. Böyle bir durumda insan, genetik dizaynı önceden belirlenmiş ve kendisinin kaynağı olan veya kendisini üretenlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere var edilen bir eşya, nesne olarak nitelenmektedir126. Zira klonlamanın doğal üreme işleminden kopmuş olması onu, özelllikle etik açıdan sorunlu hale dönüştürmektedir.

Klonlama ile birlikte özgün organizmaların yok olacağı, genetik çeşitlilik ve varyasyonların sonunun gelebileceği ve biyolojik bakımdan benzersiz olmayan bireyler meydana gelmesinin insanlık onurunu zedeleyeceği ifade edilmektedir127. Ancak insanın eşsizliğinin ortadan kalkması nedeniyle onurunun ihlal edildiği düşüncesi, insanı sadece genetik kodlardan ibaret bir varlık olarak kabul etmek anlamına gelecektir. Oysaki insanı eşsiz ve biricik kılan sadece genetik özellikleri değidir. Sözgelimi; tek yumurta ikizlerinin genetik özdeşiliği, her birinin kendine özgü ve biricik olmasına engel değildir. Yine, kendi kişiliğinde, başkasının iz ve amaçlarını görmenin klonun onurunun zedelenmesi sakıncası taşıdığı ifade edilmişse de, herkesin genetik bir aktarımla dünyaya geldiği akılda tutulmalıdır.

Öte yandan klonlamaya karşı getirilen diğer bir eleştiri de klonun, klonlandığı insana benzemesi umudu ve beklentisi nedeniyle psikolojik zarar görmesi ihtimalidir. Buna göre, benlik bilinci her insanda zaman

125

Seyalıoğlu/ Erarslan/ Hot/Demircan/ Çetin, s. 6-7; Yerdelen, s. 647.

126

Yerdelen, s. 648.

127

içinde geliştiği halde klonlanmış insanda önceden hazır ve verili haldedir. Bu nedenle kişi varoluşuna ilişkin özgün bir kavrayıştan ve anlayıştan yoksundur 128.

Buna göre, klonlanmış kişiler, genetik olarak benzersiz olmadıklarından bağımsız bir birey ve özerk olmama duygusuna sahip olabilirler 129. Kişilerin kendilerine ait bir yaşamları olmadığı izlenimi doğurması nedeniyle bu durum “gölgede yaşam” olarak da adlandırılmıştır130. Zira bu anlayışta klonlanmış çocuğun kendisini çekirdek bağlayıcısına, normal çocuğun ebveynine hissettiğinden daha bağımlı hissedeceği kabul edilmektedir131.

Konuyu daha somut olarak değerlendirecek olursak; evlilik kurumu, soybağı, akrabalık ilişkisi gibi alanlarda da sorunların ortaya çıkabileceğini ifade etmek gerekir. Sözgelimi; klonlanan kişinin, aslının çocuğu mu yoksa kardeşi mi olduğu, bunlar arasındaki hukuki, psikolojik, sosyolojik ilişkinin nasıl olacağı, hısımlık derecelerinin nasıl belirleneceği, evlenme yasaklarının nasıl düzenleneceği önemli belirsizliklerdir ve doğuracağı sonuçlar bakımından düşündürücüdür132. Yine klonlamanın insan üzerinde uygulanmasının henüz güvenilirlikten uzak ve olgunlaşmamış olduğu göz önüne alındığında, engelli doğumların, insana benzemeyen varlıkların dünyaya gelmesine zemin hazırlayabileceği de ifade edilen önemli sakıncalar arasındadır133.

Özellikle güvenlik argümanı çerçevesinde değerlendirilen bu sakıncaların, bugün itibarıyla insan klonlanmasının istisnasız olarak yasaklanmasını haklı kıldığı, zira bu yasağın koruduğu değerlerin, klonlanmış insanın en önde gelen yaşam hakkı ve sağlık menfaatlerine ilişkin ortaya çıktığı kabul edilmektedir134. Nitekim, konuyla ilgili olarak,

128

Zengin, s. 162,163.

129

“National Bioethics Advisory Commission Reports On Cloning Human Beings” (http://www.bioethics.gov/bioethics/pubs.html.7.3.1997; Cin, s. 128.

130

Soren Holm, “A Life in the Shadow: One Reason Why We Should Not Clone Humans” Cambridge Quarterly of Healthcare Ethics, V:7, 1998 s. 160-161; Onursal Cin, “Üreme Amaçlı Klonlamanın Cezalandırılabilirliği Üzerine Etik ve Hukuki Argümanlar”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C: 11, S:1-2, 2003, s. 129.

131

Dorothy Nelkin, “The Gene as a Cultural Icon”, Cambridge Quarterly of Healthcare Ethics, Vol.7 1998 ,s. 145; Cin, s. 129.

132

Cin, s. 133.

133

Cin, s, 126; Yerdelen, s. 649.

134

Trutz Rendtorff /Ludwig Winnacker, “Menschenwürde und Medizinische Konfliktfalle”, Berlin, 2000, s. 9; Cin, s. 125.

Biyotıp Sözleşmesi İnsan Klonlamasının Yasaklanmasına Dair Ek Protokol de135 oldukça açık ve net bir yaklaşım benimsenmiştir. Protokol’e göre; “canlı veya ölü olsun, bir başka insanla genetik olarak özdeş bir başka insan yaratmayı amaçlayan herhangi bir müdahale yasaktır”.

BM İnsan Genomu Bildirisi’nin 11. maddesi de aynı yönde insan klonlamayı koşulsuz olarak yasaklamıştır136. Belirtelim ki, bu yasakların sadece üreme amaçlı klonlamayı açıkça yasakladığı ifade edilmekte, bu nedenle tedavi edici klonlamanın bu kapsamda yer almadığı ileri sürülmektedir.

Sözkonusu Sözleşmeler’de, üreme amaçlı klonlamanın yasaklanmasının nedeni olarak insan onuruna atıfta bulunulmaktadır. Nitekim; “insandan klonlama yoluyla ikinci bir insanın üretilmesi, insanın araçsallaştırılması, dolayısıyla insan onurunun çiğnenmesi, biyoloji ve tıbbın kötüye kullanılmasıdır” ifadesi, Ek Protokol’ün gerekçesinde yer almıştır Buna göre insanların belirli amaçlar uğruna klonlanarak, üçüncü kişilerin menfaati için genetik yapılarının önceden belirlenmesi, insan kimliğine bir saldırıdır137.Buna göre; klonlanan insan ancak aslının bir kopyasıdır ve kendine özgü kimlikten yoksundur. Klonun nitelikleri doğal olmayıp, tesadüfi olarak belirlenmemiştir. Bu durum, kendisini oluşturanların hizmetinde klonu hem eşya statüsüne indirgemekte, hem de kendi kişiliğinde başkasının iz ve amaçlarını görmek klonun onurunu ihlal etmektedir138. Klonlama yöntemi ile bir insan üretildiğinde, dünyaya gelen klonun varlık nedeni, üçüncü kişilerin ilgi ve menfaatleri olup, bu ilgi özellikle klonun genetik yapısına yöneliktir139.

135

Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesinin İnsan Klonlanmasının Yasaklanmasına Dair Ek Ptotokolü (No: 168, “ Additional Protocol to the Convention for the protection of Human Rihgts and Human Dignity With Regard to Application of Biology and Medicine/Convention on Human Rights and Biomedicinei on the Prohibition of Cloning Human Beings)12.Ocak 1998’de Avrupa Konseyi, tarafından imzaya açılmıştır ve 1 Mart 2001’de yürürlüğe girmiştir.

136

İnsan Klonlamaya Dair Birleşmiş Milletler Bildirisi (“United NationsDeclarationon Human Cloning”)Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 8 Mart 2005 tarihli ve 59/280 sayılı kararıyla kabul edilmiştir.

137

Fuat S. Oduncu, “Klonierung von Menschen-biologisch-technische Grundlagen, ethischrechtliche Bewertung”, Ethik in der Medizin, 2001, s. 111.

138

Gürbüz, s 72-73; Frank Saliger, “Das Verbot des Reproduktiven Klonens nach dem 1. Zusatzprotokoll zum Menschenrechtsübereınkommen”, Kamu Hukuku Arşivi Dergisi, 2005, s. 153

139

Öte yandan, çocuk sahibi olamayan çiftler için bir üreme biçimi olarak kabul edildiğinde bile, klonun ebeveynlerinin amaçları için araç haline dönüşeceği ve bu nedenle insan onuruna aykırılık taşıyacağı ileri sürülmüştür140. Ancak her çocuğun dünyaya gelmesinde tercih edilecek yöntemler vardır. Bunlar doğal yollardan olabileceği gibi, yapay yollarla da gerçekleşebilir. Çocuk sahibi olmak için başvurulun yöntemler, çocuğun bizatihi amaç olması gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Özetle, belirtmek gerekir ki, klonlamaya karşı duranların itirazları arasında; insan genetik havuzunun zarar görmesi, klonlama sonucu organların zarar görmesi, bağışıklık sisteminin zayıflaması, doğum oranlarının düşmesi, genetik çeşitliliğin yok olması, doğal dengenin bozulması, henüz güvenilirliği kanıtlanmamış bilimsel çalışma ve deneylerin yapılmasının insanlarda ağır ve telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açma olasılığı, bu yöntemin askeri ve siyasi hedeflere ulaşmak için öjenizme hizmet eder biçimde kullanılabilme sakıncaları sayılmaktadır141. Bu sakıncalar, üreme amaçlı klonlamanın koşulsuz biçimde yasaklanması sonucunu doğurmuştur. Bu bağlamda, “tedavi amaçlı klonlamanın” aksine, “üreme amaçlı klonlama” kamuoyunun geniş bir kesimi tarafından reddedilmektedir142.

b. Tedavi Amaçlı Klonlama

Tedavi amaçlı klonlamada, yeni doku ve organların oluşturulması ve bunların tedavi amaçlı olarak kullanılması hedeflendiği için tıbbi yardım amacı öne çıkmaktadır. Yukarıda belirttiğimiz üzere, üretim amaçlı ve tedavi amaçlı klonlamanın başlangıç evreleri ve geliştiriliş aşamaları aynı olsa da embriyonun ana rahmine yerleştirilmiyor olması aralarındaki temel farkı ortaya koyar. Zira tedavi amaçlı klonlama yönteminde, vücudun herhangi bir doku veya organına dönüşebilecek potansiyele sahip embriyo oluşturulmakta ve sonra da kullanılmak üzere tahrip edilmektedir. Yani, embriyo bir başka kişinin sağlığını kazanması ve tedavisi için yok edileceği bilinerek oluşturulmaktadır.

Bu durumun, insan yaşamının her türlü değerinin inkarı anlamına geldiği ve embriyoyu araçsallaştıracağı ileri sürülmüştür. Tahrip edilen sözkonusu embriyoyu, insan olma yolunda potansiyel olarak kabul ettiğimizde,

140

Gürbüz, s. 73.

141

Seyalıoğlu/ Erarslan/ Hot/Demircan/ Çetin, s. 9.

142

onurunun nasıl ve ne ölçüde korunacağı sorusu, embriyoya ne zamandan itibaren yaşama hakkı atfetmeliyiz sorusunun cevabına bağlıdır. Ancak buna cevap vermek kolay değildir ve ayrı bir tartışma konusudur143. Zira embriyonun ne zaman canlı bir varlık haline dönüştüğü konusunda tıp bilimi çeşitli veriler sunsa da üzerinde uzlaşılmış bir zaman aralığı yoktur 144.

Biyotıp Sözleşmesi dahil konuyu düzenleyen birçok devlette embriyonun yaşama hakkının başlangıcına ilişkin net bir yaklaşım benimsememiştir. Buna göre bazılarına göre embriyo sadece bir hücreler kitlesi iken, bazılarına göre yaşama hakkı dahil tüm haklara sahip olması gereken bireydir145.

Burada yeni bir soru gündeme gelir; yaşam hakkı ve insan onuru birbirinden bağımsız değerlendirilebilir mi? Yani insan yaşamının olmadığı yerde insan onuru yoktur denilebilir mi? Bu doğrultuda sözgelimi; embriyonun yaşam hakkını kabul etmiyorsak bile ona onur atfedebilir miyiz146? Alman Anayasa Mahkemesi’ne göre; “insan yaşamının olduğu yerde insan onuru da vardır” . Bu bağlamda yaşam hakkı olmayanın insan onuru yok mudur? İnsan olmaya yönelik sürecin her bir basamağında insan onuru tanınmalı mıdır yoksa insan olarak gelişmek üzere yarartılmadığı için bazı embriyolar insan olma potansiyeline zaten hiç sahip olmamışlar mıdır?

Bize göre yaşama hakkı ve insan onuru birbirinden bağımsız değerlendirilmelidir. Zira, insan onuru hiçbir hak ve hukuki değer ile ölçülebilir değildir. Bu nedenle gerek yaşamın olduğu yerde ve gerekse olmadığı yerde de bulunmaktadır.147. Nitekim bitkisel yaşam, koma hali, bilincin geri dönülmez biçimde kapandığı haller gibi bilinçli bir yaşamdan söz edilmeyen durumlarda dahi, kişinin onuru, korunacak bir değer olmaya devam etmektedir. Aynı durum ölümden sonra da geçerlidir. Doğaldır ki, insan biyolojik olarak sadece “yaşayan canlı bir varlık- nefes alıp veren bir canlı” olarak kabul edildiğinde, aynı kanıya varılması güçtür.

Biyotıp Sözleşmesi’nin 18/2. maddesine göre; “araştırma amacıyla embriyoların yaratılması yasaktır”. Bu sayede potansiyel insan olma

143

Canlı varlık olma hali; “kimilerine göre, ceninin uzuvlarının veya sinir sisteminin oluşmaya başladığı, kimilerine göre döllenmenin gerçekleştiği, kimilerine göre ise kutsal kitapların ve çeşitli inanışların işaret ettiği anlardır”; Tacir, s. 1304-1305.

144

Hamide Tacir, “Yaşama Hakkı Kapsamnında Yaşamın Başlangıcı”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırmaları Dergisi Nur Centel’e Armağan, C:19, S:2, 2013, s.1304. 145 Yerdelen, s. 650; Tacir, s. 1304-1305. 146 Gürbüz, s. 64. 147

Ulfried Neumann, “Die Würde des Menschen, in der Diskussion um Gentechnologie und Befruchtungstechnologien”, ARSP; Wiesbaden,1998, s. 154; Cin, s. 130.

yolunda olan embriyonun araç haline gelmesi engellenmektedir. Ancak konumuz açısından dikkat çekici nokta, tedavi amaçlı klonlamanın bu kapsama dahil olup olmadığı noktasında ortaya çıkmaktadır. Zira, bazı görüşler, yukarıda da değindiğimiz üzere, Sözleşme maddesini dar yorumlayarak, araştırma amacıyla embriyo yaratılmanın yasaklandığını buna karşın, tedavi amaçlı embriyo yaratılmasının yasaklanmadığını ileri sürmektedir148. Ancak bize göre tedavici edici çalışmaların yapılması için tahrip edilmek üzere embriyo üretilmesinin, araştırma amacıyla embriyo yaratmaktan bir farkı bulunmamaktadır. O nedenle yasağın tedavi edici klonlama yöntemini de kapsadığı düşünülmelidir. Öte yandan, tedavi amaçlı klonlamada, embriyonun insan haline gelerek doğması değil de salt doku üretimi hedeflendiğinden ve bu nedenle biyolojik gelişim erken evrede kesildiğinden, insan onurunun korunmasını gerektirecek bir durumun bulunmadığı ifade edilmektedir149. Ayrıca embriyoların yerleştirilmeden (implant) önce böyle bir potansiyele sahip olmadığı bu kapsamda savunulan diğer görüşler arasındadır150. Embriyonun tahrip edilmek üzere oluşturulmasının insanlık onuru açısındından sakıncalı bulmayan görüş şu örnekten hareket etmektedir: “100 embriyonun dondurulduğu bir dolap ile bir çocuğun içinde bulunduğu bir laboratuvarda yangın çıksa ve bunlardan birini kurtarmak gerekse, çoğu insannın tercihi çocuğu kurtarmaktan yana olacaktır151. İşte bunun nedeni, “birşeyin potanisyelini taşımak” ile “o şeyi olmak” arasında farktan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle savunulanın aksine, bilimin gelişmesiyle, yeni tedavi yöntemlerin bulunması ve bundan insanlığa faydalı sonuçların elde edilmesinin engellenmesi esasen insanlık onuru açısından ihlal teşkil etmektedir. Zira embriyo üzerinde yapılacak araştırmalarda temel hedef insalığın iyiliği olup bu yolda yok edilen embriyolar amaç değil, sonuçtur. Getirilecek kısıtlamaların, gelişen ve değişen insanın ihtiyaçları doğrultusunda, yasaklamalardan çok düzenleyici biçimde yapılması, bunlar arasında optimal bir denge bulma olasılığını artıracaktır.

148

Seyalıoğlu/ Erarslan/ Hot/Demircan/ Çetin, s. 11; Gürbüz, s. 66.

149

Zengin, s. 177-178;Seyalıoğlu/ Erarslan/ Hot/Demircan/ Çetin, s. 11; Gürbüz, s. 38

150

Margaret Foster Riley, “A Critique on Human Cloning and Human Dignity: The Report of the President’s Council on Bioethics”, Journal of Law and Politics, V.20, 2004, s. 475; Zengin, s.178; Seyalıoğlu/ Erarslan/ Hot/Demircan/ Çetin, s. 38.

151

Bu varsayım ilk defa, University of Virgina’da, William F. May tarafından 31 Ekim 2003 te seminer dersinde ifade edilmiştir; aktaran Riley, s. 477.

3.3.2.2. Ara Değerlendirme

Üreme yeteneği olmayan çiftlerin çocuk sahibi olması, genetik hastalığa sahip ebeveynlerin bu genleri taşımayan sağlıklı çocuklar dünyaya getirebilmesi, klonlanan organ ve dokularla daha sağlıklı ve uzun yaşama sahip olma, çaresiz ve acı verici hastalıklardan kurtulma imkanları gibi durumlar klonlama yönteminin olası yararları olarak ifade edilse de, özellikle üreme amaçlı klonlamaya karşı itirazlar belirgin biçimde yükselmektedir. Bu bağlamda yukarıda detaylı olarak açıklamaya çalıştığımız itirazları şu biçimde özetlemek mümkündür152;

i.Klonlama yöntemi güvenilir değildir. Günümüz teknolojisi, klonlamayı kabul etsek bile, hala çok risklidir. Bir sürü düşük yapılmasına, hastalıklı veya engelli bebeklerin dünyaya gelmesine neden olabileceği gibi, insalığın ortak mirası olan gen havuzunda birtakım dejenerasyonlara ve bozulmalara yol açabilecektir153.”

ii.Klonun eşsiz, biricik ve benzersiz olma hakkı ihlal edilmiş olacaktır154. Ancak bu yaklaşıma itiraz, temel olarak, insan kişiliğinin ve biricikliğinin sadece genetik özelliklere indirgenemeyeceği noktasında ortaya çıkmaktadır. Buna göre insan kişilik, karakter ve bireyselliğin oluşmasında çevrenin büyük katkısı göz ardı edilemez. Bireyin kişilik olarak eşsizliği onun kendi doğal çevresi ve arkadaşlarıyla ilişkisi, bulunduğu kültürel çevresiyle iletişimi ve kendini geliştirme süreciyle ilgilidir. Bu nedenle insan genetiğin tek belirleyici olduğunu savunmak güçtür155. Birlikte yetiştirilmiş olsalar dahi, genetik olarak aynı özelliklere sahip, tek yumurta ikizlerinin eşsiz ve biricik olmadıklarını söylemek mümkün değildir. Klonlanan kişi ile klon sadece fiziksel olarak aynı olacaktır, düşünce ve ruh olarak tamamen ayrı kişilerdir. İnsanı insan yapan da da taşıdığı ruh değil midir156? Öte yandan bir klonun “ben genetik olarak eşsiz değilim, bu yüzden insan değilim” veya “ hiç varolmamayı tercih ederdim” diyebileceği akla yakın gelmemektedir. Sonuçta klonlama bir üreme yöntemidir ve

152

Charles Foster, “Human Dignity in Bioethics and Law”, Hart Publishing, 2011, s. 81- 82.

153

The President’s Council on Bioethics: Human Cloning and Human Dignity: An Ethical Inquiry…, s. 170; Foster, s. 81.

154

The President’s Council on Bioethics: Human Cloning and Human Dignity: An Ethical Inquiry…, s. 174; Foster, s. 81;

155

Thomas Gutmann, “Auf der suche nach einem rechtsgut: Zur Strafbarkeit des Klonens von Menschen”, Medizinstrafrecht, Stuttgart, 2000 s. 364; s. Cin, s. 129

156

ortaya çıkan bir insandır. Klonlanmış olması bu insanın haklara ve onura sahip olmadığı anlamına gelmez.

iii. Klonlama aile yapısı ve hısımlık derecesinin belirlenmesinde sorunlar meydana getirecektir157. Klonlanan kişi annesin veya babasının kardeşi mi yoksa çocuğu mu olacaktır, aralarında sosyolojik ve hukuki ne tür bir kan bağı tesis edilecektir. Bu husus gelecekte çözülmesi gereken önemli teknik sorunlardan biridir.

iv. Kadın aleyhine ayrımcılığa yol açacaktır. Zira bu yöntemde, üreme tedavisi gören kadınların hem psikolojik hem fiziksel olarak ağır baskıya maruz kaldıkları; yumurtanın alınması, embriyonun oluşturulması, embriyonun transferi gibi aşamalarda meydana gelecek travmaları öncelikli olarak kadınların yaşadığı ifade edilmektedir158.

v. Klonlama yönteminin askeri ve siyasi menfaatler için kullanılması durumunda insanlık medeniyeti büyük zarar görecektir. Sözgelimi; askeri ve siyasi alanda kullanılmak üzere koloniler oluşturulması, klonların bioterör yaratması ve kitle imha silahları haline dönüştürülmesi olasılıkları gibi. Bu bağlamda Nazi Almanyası’nda belirginleşen ve üstün ari ırk yaratmak amacıyla yapılan uygulamalar daha gelişmiş tekniklerle klonlamada vücut bulabilecektir. Daha dayanıklı, daha dirençli, bedenen ve mental olarak idealize edilmiş bir neslin oluşturulması insanlık açısından tedirgin edici bulunmaktadır159. Ancak öjenizm tehlikesi bu gelişmelerden bağımsız olarakta mevcuttur ve salt klonlamanın ortaya çıkardığı bir sakınca değildir.

vi.“Klonlama bir çeşit üretim demektir. Üretim ise araçsallaştırmadır.” Buna göre bebekler doğaya özgü biçimde yapılmamakta (made) sadece bu yöntemle elde edilmektedir(begotten). Bu biçimde üretim haline geçildiğinde, insanlık kimliğinin kaybolması ve insanlık onurunun zedelenemesi en büyük risklerden biridir. Zira kişi olmak ile “şey” olmak arasındaki sınırın belirsizleşmesi mümkündür. Bir insana üçüncü kişilerin amaçları uğruna genetik müdahalede bulunmak, insanın bizatihi amaç olma durumunu ihlal eden bir araçsallaştırmadır. Zira bu durumda insanın özü, insanın salt insan olması ve taşıdığı özgün değer zedelenmektedir. Diğer yandan araçsallaştırma argümanının kabul etmeyen görüş; ebeveynlerin, sağlıklı ve kendilerine genetik olarak akraba bir çocuğa sahip olmak

157

The President’s Council on Bioethics: Human Cloning and Human Dignity: An Ethical Inquiry…, s. 175.

158

Foster, s. 82; Zengin, s. 181.

159

amacıyla bu yöntemi seçebileceklerini ve böyle bir durumda, doğacak çocuğun başlı başına bir amaç olacağını ifade etmektedir160.

SONUÇ

1- Biyotıp uygulamaları açısından insan onuru ile ilgili temel sorunlardan biri, bireysel özerklik ile insan onuru arasındaki ilişkide ortaya çıkmaktadır. Zira bazı durumlarda özerklik insan onurunun bir unusuru olarak ortaya çıkarken, bazı durumlarda, insan onuru kişisel özerkliği sınırlamak için kullanılmaktadır. Ve hatta kişiyi kendine karşı koruma aracı haline dönüşmektedir. Bu durumda insan onurunu korumak adına devletin özgürlüklere müdahale alanının genişlemesi sakıncası olduğu savunulsa da bireysel özgürlükler sınırlandırılırken asıl konu, anayasal yada yasal yönden getirilmiş güvencelere aykırı davranılmamış olmasıdır.

2- İnsan onuru kavramının yeniden ve güçlü bir biçimde gündeme gelmesinin önemli nedeni, Biyotıp alanında yaşanan gelişmelerin insan haklarına ve insan türünün devamına yönelik yeni tehditler doğurduğu varsayımıdır. İnsan onurunun niteliği açısından, özellikle biyotıp uygulamaları bağlamında öne çıkan en önemli nokta da, insan onurunun bireysel olma yönünün yanı sıra, kollektif olma yönüdür. Bu bağlamda son yıllarda, insan onurunun korunması ifadesi, salt bireyin içsel değerinin, özünün korunmasına anlamında değil, bir bütün olarak insanlık değerlerinin korunması biçiminde anlaşılmaktadır. Bireysel insan onurunda, somut bir biçimde insana yönelmiş korunan bir hak varken; kolektif insanlık onurunda, insan kimliği, insan yaşamı, gelecek nesiller gibi daha soyut kavramlar korunmaya çalışılmaktadır. Dolayısıyla, bugün insanlık onurunun kolektif olarak korunması gereğine daha çok vurgu yapılması gereklidir161.

3- Biyotıp uygulamalarında insan onurunun bireyi yetkilendirici bir hak olma özelliğinin yanı sıra birey açısından getirdiği yükümlülük, bir ödev niteliği taşımaktan çok bir gereklilik biçiminde ortaya çıkmakta, insan onurunun korunması açısından sınırlandırıcı değil koruyucu işlev görmektedir. Bireylerin kendileri rıza gösterse bile onurlarına yönelik tehditlerden korunmayı hak ettikleri kabul edildiğinde, kişinin kendine rağmen onurunun korunması bu yükümlülük kapsamında düşünülmelidir. Zira gerek insan onuruna saygı gösterilmesi, gerekse kolektif olarak

160

Cin, s. 132.

161

“insanlık onuru”nun korunması, insan onuru temelinde oluşan insan hakları fikrinin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.

4- İnsan yapısının esas itibariyle biyolojik olduğunu kabul eden yaklaşım, insanın temel özelliklerinin değişim karşısında korunması

Benzer Belgeler