• Sonuç bulunamadı

I. 4.1.4.3 Yeni Klasik Yaklaşım

I.4.1.5. Keynesyen İktisat Yaklaşımı

Keynesyen iktisat teorisini benimseyen iktisatçılar üzerinde Keynes’in fikirleri çok kısa zamanda etkili olmuş ve “Keynesyen İktisat” adı verilen bir görüş doğmuştur. Keynesyen İktisat; geleneksel keynescilik, dengesizlik keynesciliği, post keynescilik ve yeni keynescilik olmak üzere farklı kollara ayrılmaktadır (Parasız, 1991: 10).

Geleneksel Keynesyen yaklaşımın tanınması ve benimsenmesinde John Hicks’in önemli katkıları olmuştur. John Hicks, 1937 yılında yayınladığı “Mr. Keynes and the Classics”, adlı makalesinde klasik iktisadın temel ilkeleri ile Keynes’in Genel Teorideki görüşlerini birleştirerek iki teorinin sentezini yapmıştır. Hicks, Walras’ın Genel

Denge Modeli’nden etkilenmiş ve Keynes’in Genel Teorisi’ndeki açıklamaları bu çerçevede yorumlamıştır (www.canaktan.org).

Walras, değişim kıymet teorisinin temeline marjinal faydayı yerleştirmiştir. Bu teoride bireysel talep eğrilerini belirleyen bir malın fiyatı değil, diğer bütün malların fiyatları ve tüketicilerin geliri ile zevk ve davranışları sabit varsayılmıştır. Walras piyasada fiyatların, malların stoklarına ve fertlerin ticari amaçlarına bağlı olarak oluştuğunu, piyasada dengenin piyasa arz ve talebinin bu fiyatları birbirine eşitlediğinde oluşacağını, eğer piyasada denge oluşmadıysa fertlerin yeni sözleşmeler yaparak denge fiyat seviyesinin bulunacağını varsaymıştır (Savaş, 1994: 551-558).

Hicks, kısa dönem denge gelir, istihdam ve faiz oranlarının para arzının para talebine eşit olduğu bir düzeyde oluşacağını kabul etmiştir. Hicks’in bu görüşleri daha sonra Alvin Hansen tarafından geliştirilmiş ve iktisat literatürüne IS-LM olarak adlandırılan “Hicks-Hansen Modeli” olarak geçmiştir. Hicks bir malın fiyatı düştüğünde o malın talebinde meydana gelen artışın gelir ve ikâme etkilerinden nasıl etkilendiğini, kayıtsızlık eğrileri ve bütçe doğrularıyla açıklamıştır (Ünsal, 2007: 200-202).

Keynesyen düşüncede bütçe düzenlemeleri, politik uygulamalar yerini “ince ayar” bütçe uygulamasına bırakmıştır. Geleneksel Keynesyen görüş, ekonomik istikrarsızlığın temelini “ince ayar” yönteminin uygulanamamasına bağlamaktadır. 1970’li yıllarda dünyada yaşanan petrol krizleriyle birlikte enflasyon ve işsizliğin bir arada oluşması Keynesyen İktisat politikalarının eleştirilmesine neden olmuştur. Neoklasik eleştirinin ana hatlarını Keynesyen yaklaşımın ekonominin talep temelleriyle ilgilenmesi oluşturmaktadır. Keynesyen yaklaşıma göre, ekonomide oluşan işsizlik ve enflasyonu devletin müdahalesi ile toplam talep canlandırılarak ve maliye politikaları uygulanarak kriz ortadan kaldırılabilir. Piyasalarda meydana gelen krizler tam istihdama ulaşmayı geciktireceğinden, kamu harcamalarının artırılması, vergi indirimleri yapılması, bütçe açığı

vererek ve açığı emisyon yoluyla karşılayarak ekonominin tam istihdam seviyesine ulaşabileceğini savunmuşlardır. Neoklasikler yaşanan ekonomik krizlerden çıkış yolu olarak talep genişletici para ve maliye politikaları uygulayarak toplam talebi artırmak veya yüksek işsizlik nedeniyle işçiler arasındaki rekabetten dolayı ücretler düşürülerek toplam arzın artırılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Neoklasikler ücret kontrollerinin enflasyonist ortamlarda işsizliği azaltacağını kabul etmişler, ancak bunun serbest piyasa işleyişinde gerçekleşeceğini savunmuşlardır (Yıldırım, 1996: 51-52).

Dengesizlik Keynesyen Yaklaşımı neoklasik yaklaşımın piyasa denge analizine karşı çıkarak, piyasadaki fiyatların denge fiyatları olmayacağı, fiyatların esnek olmadığı varsayımı eşliğinde piyasada oluşan dengesizliklerin diğer piyasalarda da dengesizlik yaratacağını savunmuşlardır. Bu yaklaşım 1960 yılında A.Leijonhulfud ve W.Clower tarafından geliştirilmiştir. Daha sonra R.Barro ve H.Grossman, D.Patinkin’in işgücü piyasası ile Clower’ın mal piyasası analizini birleştirerek bütünleştirmiştir. Bu yaklaşımda istihdam ve gelir üzerindeki dalgalanmalar fiyat ve ücretlerin esnek olmamasından kaynaklanmaktadır. Yani fiyatlar denge düzeyinde değilse ücretlerin de denge düzeyinde olmayacağı ve işsizliğe yol açacağı savunulmaktadır. Bu yaklaşımda işsizliği önlemenin yolu gelirler ve fiyatlarla ücretlerin düşürülmesine bağlıdır (İslatince, 2007: 210-212).

Post Keynesyen Yaklaşım 1970’li yıllarda ortaya çıkan ekonomik kriz karşısında iktisat politikası önerilerinin yetersiz kalması ve yeni klasik iktisadi düşüncenin piyasaya hâkim olmaya başlaması sonucu ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşım, belirsizliği temel alarak yeni klasik yaklaşımın savunduğu belirsizlik görüşünü reddeder. Yeni Klasik iktisat yaklaşımında karar birimlerinin bilgi ile ilgili bir problemlerinin olmadığını, piyasanın tam bir bilgiye sahip olduğu ve piyasaların bu bilgiyi en etkin şekilde kullandığı görüşü hâkimdir. Tam bilginin geçmiş, içinde bulunulan zaman ve geleceği kapsadığı varsayımı altında gelecekle ilgili bir belirsizliğin olmayacağını ve geleceğin bilinebilir bir yapıda

olduğunu savunmuşlardır. Post Keynesyen yaklaşım da piyasalarda bilgi asimetrisinin bulunabileceği, gelecek hakkındaki belirsizliğin iktisadi karar birimlerini etkileyebileceği ve piyasada tam bilginin aksayabileceği savunulmuştur. Bu durumda Yeni Klasik yaklaşımda her şey bilinebilir ve belirsizlik yoktur düşüncesi geçerli olsa da, Post Keynesyen yaklaşımda her şeyin bilinmesi imkânsızdır ve piyasalara belirsizlik hâkimdir (Yavuz ve Tokucu, 2006: 150-152).

Post Keynesyenler Keynes’den farklı olarak yatırımları, faiz oranlarına değil kâr seviyesine bağlamışlar ve yatırımların tasarruf oranları tarafından değil tasarrufların yatırım oranları tarafından belirlendiğini ileri sürmüşlerdir. Bu yaklaşımda yatırımları belirleyen iki unsur vardır. Bunlar; cari ürün ve sermaye varlıkları fiyatları ile ekonomide var olan finansman ve kredi kurumlarının yapısı ve şartlarıdır. Yatırımı belirleyen iki etkenden birincisini efektif talep kavramını ön plana çıkarmak, ikincisini ise yatırımların yalnızca müteşebbislerin içsel fonlarına bağlı olmadığı, kredi kurumlarının yatırımlardaki fonksiyonunu belirtmek için kullanmışlardır. Ekonomik dalgalanmaların yatırım ve piyasa üzerinde etkili olduğu bu yaklaşımda, tam istihdama varılmadan önce finansal kaynakların üretimden spekülasyona doğru bir hareketi olursa bunun ekonomide daralmalara ve krizlere yol açacağı savunulmaktadır. Ekonominin uzun süre büyüme sağlaması; sermaye donanımı, reel ücret oranları, iş gücü ve teknolojik gelişme düzeyinin yüksek olmasına bağlıdır. Devletin ekonomik hayata müdahalesini savunan bu yaklaşım ticaret ve finans sektöründe büyük firmaların tekelci gücünü azaltmak ve gelir dağılımında adaleti sağlamak amacıyla başta kamu yatırım harcamaları olmak üzere kamu politikalarının aktif bir şekilde kullanılmasını önermektedir (Ulusoy, 2007: 55-58).

Yeni Keynesyen yaklaşım, 1980’lerde Yeni Klasik yaklaşımın Rasyonel Beklentiler kavramı ile klasik mikro iktisadın kâr ve fayda maksimizasyonu varsayımını dikkate alarak mikro ekonomik esaslar temelinde Yeni Klasik modele karşı ortaya

çıkmıştır. Yeni Keynesyen yaklaşım fiyat ve ücretlerin katılığı üzerinde çalışmış ve makro ekonominin mikro temelleri üzerinde çalışmalarına yön vermiştir (İslatince, 2007: 211).

Yeni Keynesyen yaklaşım ücret katılıklarını işgücü piyasasının dengesizliğine dayanan modellerle açıklamışlardır. Bu yaklaşımda zımni sözleşme kuramı, ücret katılığını açıklamakta ve ücret katılığının, işverenlerin işçilerin risklerini yüklenerek zımni bir sigorta yaptırmasının bir sonucu olduğunu vurgulamaktadır. Etkin ücret teorisinde ise işçilerin verimliliği onlara verilen ücretle doğru orantılı olarak kabul edilmekte ve firmaların verimliliğin düşmemesi için işsizliğin ortaya çıkmasını göz önüne alarak, imkânları olduğu halde ücretlerin düşmesine müsaade etmeyecekleri belirtilmektedir. Çünkü düşük ücret; verimliliğin düşmesine, sorumluluk anlayışının azalmasına ve işçilerin firmaya olan bağlılıklarının zayıflamasına neden olur. Bu yaklaşımda, ücretlerin verimlilik düşüren etkisi yeteri kadar büyükse, bunun emek piyasasında arz ve talep dengesinin bozulmasına neden olacağı savunulmuştur (Kaytancı, 2008: 36).

Fiyat katılıklarını ise, fiyat ayarlamasının yüksek marjinal maliyetine bağlı olarak mal piyasasındaki düzensiz rekabetle açıklamışlardır. Malların fiyatlarındaki değişmelerde monopolcü rekabet ortamında firmaların menü maliyeti ile karşılaştıklarını, yani firmaların fiyatı belirleme ve tekelci güce sahip olduğunu ve fiyat koyucuların dengeyi sağlamaktaki başarısızlıklarını açıklamaya çalışmışlardır (Çapraz, 2001: 34).

Yeni Keynesyen iktisatçılar, bazı ekonomik değişkenlerin uzun dönem denge değerlerinin sabit bir düzeyde kalmadığını, mevcut şartların değişmesi durumunda, bu değişkenlerin uzun dönem denge düzeylerinin de değiştiğini iddia etmektedirler. Bu görüş, literatürde “Histeri Hipotezi” olarak bilinmektedir. Bu durumda genişletici politikalar cari, doğal işsizlik oranının azalmasına yol açacak ve genişletici politikaların enflasyonist etkisi işsizlik düştükten sonra ortadan kalkacaktır. Kısacası Yeni Keynesyen yaklaşımın; üretim dalgalamalarını bir yana bırakmaksızın, tam ücret katılığını varsayarak, fiyat ve para

arzıyla ilgili kolayca ulaşılabilen bilgiye rağmen ekonominin sürekli eksik istihdam düzeyinde olacağını ve reel ücret hareketleri ile emek piyasasını da içine alarak ekonomik krizleri açıklamaya çalıştığı söylenebilir (Ulusoy, 2007: 88-90).

Benzer Belgeler