• Sonuç bulunamadı

4. BULGULAR

4.1. Keçiborlu’nun Tarihi ve Etibank Kükürt Fabrikası Kurulmadan Önce

Keçi ve bor kelimelerinin oluşturduğu bileşik bir kelime olan Keçiborlu adının, nereden geldiği veya kim tarafından verildiği konusunda yazılı kaynaklarda farklı bilgiler, halk arasında ise değişik rivayetler vardır. Anadolu Türklerinin ataları olan Oğuzların dilinde “keçi” yani “kiçi” küçük, “bor” ise maden demektir. Bu durumda Keçiborlu “Küçük Madenli” anlamına gelmektedir. Sözlükte ise bor kelimesi; “işlenmemiş, taşlık, sert, ekilmemiş toprak, bulanık suyun kapta bıraktığı çökelek ve tabiatta bor asidi veya boratlar durumunda bulunan basit bir element” olarak tanımlanmaktadır. Bor sözcüğünün Türkçedeki belli başlı manası ‘şarap’tır. Halk Türkçede ‘bor’u “bahadır, yiğit” kavramlarının karşılığı olarak da kullanır. Bütün bunlar göz önüne alınınca Keçiborlu adında bulunan “bor”un neyin karşılığı olarak veya hangi manada kullanıldığını bilmek mümkün değildir. Çünkü bazı kaynaklarda da bu bölgede oturanların Niğde’nin Bor ilçesinden geldikleri, bunların bir kısmının Uluborlu’ya yerleştikleri, Keçiborlu’ya yerleşenlerin ise buraya “küçük borlu” manasına gelen “Kiçiborlu” adını verdikleri ifade edilmektedir. Diğer yandan bölgenin kırık, küçük tepeciklerden meydana gelen arazi yapısına atfen “küçük, taşlık yer” anlamında Kiçiborlu adının verildiği şeklinde bir görüş de mevcuttur. Daha sonraları bu isim “Keçiborlu” biçimine dönüşmüştür. Keçiborlu’dan başka Anadolu’da Uluborlu, Bor gibi yer isimleri de vardır (Özdemir, 2007).

Halk arasında ise; Kurtuluş savaşında bölgeye gece yapılan bir Yunan saldırısında düşmana gözdağı vermek için (kalabalık görünmek için) Keçilerin boynuzlarına mumlar yakılarak düşmanın kaçırıldığı, bu nedenle buranın isminin Keçiborlu olarak kaldığı rivayet edilmektedir. Ancak Keçiborlu da Yunan istilası söz

konusu olmadığı için, bunun tarihi bir dayanağı olmadığı görülmektedir (Keçiborlu Kaymakamlığı, 1994).

Prof. H. Louis’in 1911 ve Türk Tarih Kurumu’nun 1944 yılında kurduğu bir bilim heyeti tarafından eski adı Baladız olan bugünkü Gümüşgün Köyü civarında yapılan kazı çalışmalarında Mezolitik çağa ait “mikrolit” denilen çakmak taşları, bu çağda yörede yerleşimin olduğunu göstermektedir. Keçiborlu ile ilgili tarih öncesi ve tarih çağlarına ait yeterli bilgi ve belgeler temin edilemediğinden, Keçiborlu tarihi Isparta tarihi ile birlikte ele alınmaktadır. Halkın tarım faaliyetleri ve bilinçsizce yapılan kazılarda ele geçen birtakım para ve heykelcik gibi eserler Keçiborlu’nun eski bir köyler topluluğu olduğunu göstermektedir. Burdur Gölü’nün kuzeyindeki Keçiborlu ilçesinin sınırları içindeki en eski kalıntılar, Tunç Devri’nde (MÖ. 3000- 1200) yerleşimin olduğu Keçiborlu Höyük (Dörtyol) ve Kılıç Höyük’te bulunmuştur. Hitit dönemindeki (MÖ.1800-1200) metinlerde bugünkü Keçiborlu ilçesinin topraklarının da bulunduğu bölgenin adı “Pitaşşa” olarak geçmektedir. Bölge Frig (MÖ. 750-690), Lidya (MÖ. 690-547), Pers (MÖ. 547-334) dönemlerinde el değiştirmiştir. MÖ. 1. yüzyılın ilk yarısından itibaren Pisidya’daki (Isparta ve çevresinin İlkçağ’daki adı olan Pisidia) yerleşme merkezlerinin büyük bir kısmı şehir statüsü kazanarak para basmaya başlaması Pisidya bölgesinin Geç Roma ve Bizans döneminde önemli birer koloni olduğunu göstermektedir (Özdemir, 2007).

Selçuklular ve beylikler döneminde Keçiborlu’nun durumunu ele alacak olursak; 1182 yılında Keçiborlu ve çevresi Selçuklu egemenliğine, 1301 yılında da Hamidoğulları Beyliği’nin hükümranlığına girmiştir. Osmanlı sultanı Yıldırım Bayezid 1392’de Antalya ve çevresini fethedince, Hamidoğulları Beyliği’nin Antalya kolu da sona ermiş ve böylece Isparta ve civarı kesin olarak Osmanlı egemenliğine girmiştir.

Keçiborlu, Osmanlı döneminde 15. ve 16. yüzyıllarda yapılan tahrirlerden anlaşıldığına göre; Konya eyaletine bağlı Hamid sancağının bir nahiyesidir. Tanzimat sonrası kayıtlarında da kaza olarak geçmektedir. 1844-45 yılından sonra kurulanlarla birlikte Keçiborlu’nun köyleri, Kozluca, Eber, Aydoğmuş, Ovacık, Yaka, Yassıören, Çığrı, Beltarla, İlyas, Hamallar (Ardıçlı), Senir, Hamidiye,

Kuyucak, Kılıç, Gölbaşı, Giresun (ismi bugün “Güneykent” olan kasabanın adı halk arasında “Geresin ve Giresun” olarak iki ayrı biçimde söylenir) olmak üzere on altı tanedir. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ile Keçiborlu, İtalya’nın nüfuzuna bırakılmış ancak, İtalyanların müttefikleriyle olan anlaşmazlıklarından dolayı hiçbir işgale uğramamıştır (Özdemir, 2007).

15. ve 16. yüzyıllardaki Keçiborlu’da nüfusun önemli bir kısmı köylerde toplanmıştır. Fakat birkaç köy hariç köylerin çoğu 25–30 hanenin altında yerleşim yerleridir. Üretimden alınan vergiler dikkate alındığında, köylerin ağırlıklı olarak tarım ve hayvancılıkla geçindiği görülmektedir. Tarım ürünlerinin içinde ise arpa ve buğday ağırlıklıdır. Bunun yanında şehir merkezi ve bazı köylerde bağcılık da önemli geçim kaynaklarındandır. Keçiborlu kazasında fazla konar-göçerlere rastlanmamıştır. 1478 tarihinde 1 adet, 1522 tarihinde ise 2 adet Yörük cemaati kaydedilmiştir. Keçiborlu kazasında sanayi ve ticari faaliyetlerin çok gelişmediği görülmektedir. Ancak boyacılık ve dokumacılık Keçiborlu’da önemli bir geçim kaynağı ve şehrin gelişmesinde önemli bir faktördür. Şehir nüfusu 1478’de 480–500 arasında, 1522 ve 1530 tarihlerinde 639–790 kişi civarında ve 1568 tarihinde ise 1554–1750 kişi civarında tahmin edilmektedir. Keçiborlu şehri bir kasaba görünümünde küçük bir yerdir (Karaca, 2007).

Ayşe ÖZDEMİR’İN Keçiborlu’nun 19. yüzyıl ortalarındaki, sosyal ve ekonomik hayatını incelediği çalışmasında kükürt yataklarının burada 19. yüzyıl ortalarından beri varlığı bilinen bir maden olup, ilkel yöntemlerle de olsa yöre halkı tarafından işletildiği belirtilmiştir. Ancak ele alınan Tanzimat sonrası dönem içinde kükürtçülük yoğun olarak yapılan bir faaliyet ve iyi bir gelir kaynağı olamamıştır.

Bu dönemde Keçiborlu genelinde 27 çeşit mesleğin icra edildiği, bunun yanı sıra tarım ve hayvancılığın en önde gelen geçim vasıtası olduğu belirtilmiştir. Tarım ekonomisine dayalı toplumlarda işgücüne duyulan ihtiyaç, ailenin kendi fertleri ile karşılanır. Bu yüzden bir tarım ekonomisi özelliği gösteren Keçiborlu’da bir hane nüfusunun 4-5 kişi olduğu ve dolayısıyla, nüfusunun 3760 ile 4700 arasında olabileceği varsayılmaktadır. Kazada ziraatçılıktan sonra gelen ikinci belirleyici iş kolu ameleliktir. Amelelerin çoğunun da tarım işçisi olduğu anlaşılmaktadır. İlçe o

dönemde küçük bir kaza olduğundan mal üreten ve alım-satım işleriyle uğraşanların ve kamu görevlilerinin sayısının da kaza geneline oranı düşüktür.

19. yüzyılın ortalarında Osmanlı’daki bir kazanın iktisadi faaliyetleri genellikle tarım, hayvancılık, ticaret, işçilik, zanaatkârlık ve nakliyeciliktir. Bunların dışındaki gelir kaynakları “ek gelir kaynakları” olarak nitelendirilen gelirlerdir. Özellikle mesleği ziraatçılık olanlarda bu durum daha açık bir biçimde görünmektedir. Nitekim Keçiborlu’da da hemen her çiftçi, toprağıyla uğraşmadığı zamanlarda kendisine nakit gelir getirecek ufak da olsa ek bir iş yapmaktadır.

Ülke ekonomisinde olduğu gibi tarım ve hayvancılık Keçiborlu’da da oldukça önemlidir. Tarımsal faaliyetler içinde buğday ve arpa gibi hububat ile bağ, bahçe ve bostan ürünleri yoğun olarak yetiştirilmektedir. Özdemir’in çalışmasında Tanzimat sonrası dönemde Keçiborlu halkının elde ettiği yıllık ortalama gelirin, Hamid sancağı genelinde vasatın üzerinde hatta yüksek sayılabilecek bir refah seviyesinde olduğu belirlenmiştir.

4.2 Etibank Kükürt Fabrikası’nın Faaliyette Olduğu (1934-1994)