• Sonuç bulunamadı

1.İNCELENEN ESERLERDE TESPİT EDİLEN DEYİMLER VE ATASÖZLERİ

1) kazanmak, edinmek, elde etmek, 2) rastlamak, bulmak,

3) yakalamak.

Bir Nazi, gençlik kümesinin Bakanlar kulunu tutsak aldığını, Başbakanı vurduklarını, radyonun yeniden güvenlik kuvvetlerinin eline geçtiğini, Başbakanlığın kuşatılmış olduğunu, eylemcilerle konuşmanın sürdüğünü, sükûnetle sonucun beklenmesini duyurdu. (BG 87)

  Arap da, kestane ağacının altında dolanıp duruyor, arada bir eline geçirdiği bir kemik parçasını kemiriyordu (GÇ 59)

Eline para da geçmeyecekti. (UMS 100)

eline tutuşturmak (BG 83, 150, 152, 196, 225, 275, 278, 280) (BKOV 33) (HK 114) :

karşısındakinin isteyip istemediğini düşünmeksizin verivermek.

Bir hafta sonra, cevap var mı diye gazeleye uğradığımız zaman elimize tutuşturdukları kocaman tamam beni çak şaşırttı. (BG 83)

Bir süre sonra öğrenci işlerinden danışmama gönderilen bir yazıyı sekreteri elime tutuşturdu. (BG 196)

Her derse ilişkin olarak elimize, neredeyse cilt kalınlığında kayrak listeleri tutuşturulmuştu. (BG 278)

elini eteğini çekmek (MT 77) : 1) uğramaz olmak,

2) uğraşmamak, ilgilenmemek, 3) o şeyle ilgisini kesmek.

Gelelim şimdiye; hele sarık ve cübbe yasak olduktan sonra anamazdan elini, eteğimi büsbütün çeken fukarayı Sabri’nin boş kalan tahtına şimdi yeni bir namzet vardır. (MT 77)

elini kana boyamak (HK 62): öldürmek.

Yolumuza çıkarlarsa bana kıymaya kalkışma. Boşuna elini kana boyamış olursun. (HK 62)

elini kulağına atmak (BG 306) :

Ezan okumak, gazel veya türkü söylemek için elini kulak kepçesinin arkasına

koymak.

… herkes meslek tecrübelerine dayanarak elini kulağına atıp, diline geleni söylemekten kendin alamıyordu. (BG 306)

  elini uzatmak (HOŞ 150) :

yardım etmek

Madem ki, o sana elini uzatıyor, sen kendin sıyrılmağa bak bu berzahtan. (HOŞ 150)

elleri dert görmesin (HK 7) :

“ellerine sağlık” anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü. Ellerin dert görmesin. (HK 7)

emanet etmek (HK 57) (MT 57) :

bir şeyi veya bir kimseyi birine veya bir yere bir süreliğine bırakmak. Sandalı kendisine emanet etmişti. (HK 57)

… gündüzleri onu komşulara emanet ederek şehirde gündeliğe gidiyor. (MT 57)

emek harcamak (BG 143) (BKOV 33) : çaba göstermek.

Fransız saraylarını göz kamaştırıcı ihtişamı karşısında, köylüleri açlıktan kırılırken zevk ve rahatları için bu kadar emek ve para harcatan krallara kızıp… (BG 143) Allah kahretsin, dedi zevzek, bunca emek harca, boşa gitsin. (BKOV 33)

emek vermek (BG342) (O 8):

bir şeyin meydana gelmesi için özenle ve çok çalışmak.

Bu gayretime yardımcı olan ve babamın devrettiği özel eğitim alanında başarı ve gururla taşıyan sevgili Prof. Dr. Ayşegül Ataman’a ve özel eğitim alanına gönül ve emek vermiş diğer değerli öğrencilerinin tümüne çok teşekkür ediyorum. (BG342) Babası, bir yığın öğütten sonra onu kendi haline bıraktı ve öteki oğlu Gündüzle emek vermeye başladı. (O 8)

emin olmak (BKOV 35) (O 5) :

inanmak, güvenmek.

Apo bir baş işaretiyle emin olduğunu belirtti. (BKOV 35) Bursa’ya gömüleceğinden emin olmak için. (O 5)

  emir büyük yerden (YK 24):

çok sevilen, sayılan bir kimse, bir işin yapılmasını istemiş olmak. Bunun acısını bitirdim! Fakat emir büyük yerden. (YK 24) emrine vermek (O 322) :

1) görevlendirmek, atamak, 2) yararlanması için ayırmak.

Savaşçıları da ayırıyor, üçer, beşer çeşitli beğlerinin emrine veriyor. (O 322)

endişeye düşmek (BG 180)(H.O.Ş 14) (O 322): tasaya kapılmak, kaygılanmak.

Isely aramızdaki arkadaşlığı ciddiyetinden iyice endişeye düşmüş görünüyor… (BG 180)

Bu sıralar da, Konya’dan, Osman gazi hân’ı endişelere düşüren bir haber geliyor. (O 322)

… diye merak ve endişelere düşeriz. (H.O.Ş 14)

eriyip gitmek (H.O.Ş 133) (O 61) : yok olma.

Nihayet, yatağa düştü ve ilk bara erişemeden eriyip gitti. (H.O.Ş 133) Çalgılar da suskunlaşmış, neyde eriyip gitmiş gibidir. (O 61)

esen kalmak (O 57) :

ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı, sıhhatli olmak. Derdin ne ki, söyle de ananı yaksın, sen esen kal. (O 57)

eser kalmamak (H.O.Ş 16, 34, 76, 103) : hiçbir belirti, iz olmamak.

O vakit ne yasmalığımdan, ne bayram sevincimden eser kalırdı. (H.O.Ş 16) … diyebilirim ki, eski şefkatinden eser kalmamıştı. (H.O.Ş 34)

  eski çamlar bardak oldu (BG 330):

devir değişti, esik tutumların değeri kalmadı.

Ya da eski çamların bardak olduğuna hayıflanıp yeni kuşaklara Tanrı yardımı için dua edilip geçiliyor. (BG 330)

eski hamam eski tas (MT 118):

hiçbir şeyi değişmemiş, eski durumunda kalmış.

Fakat pek az sonra meslek adamı gözüyle her şeyin eski hamam, eski tas olduğunu gördüm. (MT 118)

eskisi gibi (UMS 18) :

eskiden olduğu gibi, eskiden olduğu biçimde.

Bu da artık beni eskisi gibi sevmediğinin kanıtı!... (UMS 18)

etek öpmek (MT 16, 155): yaltaklanmak, dalkavukluk etmek

… misafirlerin eteğini öpen başı konaklı, ayağı çorapsız Anadolulu ahiretlikler… (MT 16)

… ‘beyefendi’ diye eteğini öpmeye kalkması görülecek şeydir. (MT 155) etrafında dönmek (MT 194):

istediğini elde etmek için birini yanından ayrılmayıp gönlünü etmeye çalışmak. Gerçekten tüy gibi bir fukara güzeli olan karısı tiril tiril ince entarilerle etrafına döner. (MT 194)

etrafını sarmak(MT 126)(O 229) :

çevresinde toplanmak, ortaya almak, kuşatmak.

... ölü sahiplerinin etrafını sararak çekiştirmeye başlarlar ve biçareleri mezarlıktan dar kaçırırlardı. (MT 126)

  ev bark yıkmak(MT 193) :

karı kocayı birbirinden ayırmak.

… genç vücut ve çehre için mükellef bir hanımefendi de pekala evini barkını yıkabilirdi. (MT 193)

evde kalmak (BG 317):

(kız için ) evlenme çağı geçmiş olmak.

Ben de önce yabancı dil sınavını, sonra tez savunması ve örnek ders gibi törenleri geçirerek kırkını aştıktan sonra koca bulan evde kalmış kızlar gibi doçentlik cübbesini giydim. (BG 317)

evirip çevirmek (BG 86, 218) (HOŞ 11) (MT 8, 179) (O 45): iyice istediği gibi, adam akıllı gözden geçirmek.

Gözlerimi kaybettiğim günden bu yana beni en çok çöküntüye sürükleyen okumak istediğim bir şeyi elimde evirip çevirerek yardım edecek birisini aramak oldu. (BG 86)

İşte elimde kalem önümde defter, saatlerden beri evirip çeviriyorum, iki cümleyi bir araya getiremiyorum. (HOŞ 11)

Baba, küçük kızı kanepeden alarak yatağına götürdü; kucağında evirip çevirerek soydu; geceliğini giydirdi. (MT 179)

evli evine köylü köyüne (HK 30): artık dağılalım, herkes evine işine gitsin

Evli evine, köylü köyüne… Gitmeyen sıçan deliğine. (HK 30) evliya gibi (YK 40) :

1) uysal (kimse), 2) iyi ahlaklı (kimse).

  Eyyüp sabrı (HOŞ 150):

en ağır ve sürekli üzüntülerden bile yakınmayanın büyük ve uzun sabrı Yeter artık! Buna Eyüp Sabrı az gelir. (HOŞ 150)

ezilip büzülmek (BG 161) (HOŞ 51, 166, 167):

güç bir duruma düşüp davranışlarıyla utandığını belli etmek.

Ne hizmetçi, ne aşçı, yönetici karşısında ezilip büzülmüyor, müdür ve hocalar öğrencilere ve birbirlerine karşı kasılıp, komutanlık etmiyordu. (BG 161)

Yine halama döndü ve bu sefer sesini işitilmeyecek kadar yavaşlatarak ve ezilip büzülerek…(HOŞ 166)

Öyle ezilip büzülmüştü ki, artık kaçamakta da olsa gözlerimi onun üstüne çevirmeğe tahammülüm kalmamıştı. (HOŞ 167)

eziyet çekmek (YK 94) : zahmet ve sıkıntıya uğramak.

Hem bunların eziyetini çekeyim, hem de elime bir şey geçmesin. (YK 94) eziyet etmek (YK 95) :

zahmet ve sıkıntı vermek, canını yakmak.

Kalsan, yengem bize eziyet etmeye devam edecekti. (YK 95)

falakaya yatırmak (HOŞ 59) : falakaya bağlayarak dövmek.

... Ases başı tarafından falakaya yatırılıp tabanlarına kırt bir değneği yedikten sonra… (H.O.Ş 59) fark etmek (BG 16, 45, 46, 52, 52, 52, 52, 53, 59, 59, 60, 82, 103, 105, 153, 162, 170, 183, 184, 184, 186, 192, 206, 209, 223, 230, 262, 263, 278, 285, 286, 314, 341) (BKOV 14, 54, 55, 56, 56, 57, 79) (MT 14, 29, 106, 106, 111, 146, 155, 181, 208) (O 44, 65, 259) (YK 15, 16, 59, 63, 92, 98): 1) görmek, seçmek, 2) anlamak, sezmek,

  3) değişmek, başkalaşmak,

4) ayırt etmek.

Yalnız burada Perkins’den oldukça farklı toplumsal bir havaya uymak gerektiğini fark ettim. (BG 183)

Bunları düşünürken, şakaklarına dayadığı ellerinden kollarına doğru, sıcak sıcak göz yaşları indiğini fark etti. (BKOV 14)

Mademki fark etmemiştim. Saklayabilirdi. (MT 106) fark yapmak (GÇ 14) :

üstünlük sağlamak.

Ve bir de hayli fark yaptı. (GÇ 14)

farkına varmak (BG 60, 77) (HK 113, 115) (HOŞ 18, 40, 46, 74, 84, 104, 116, 123, 124, 158, 168, 172, 172) (MT 73) (O 43, 47,179, 340) (YK 6):

gözüne çarpmak, fark etmek, anlamak.

Fakat daha sonra sandığım kadar özgür olmadığımın farkına vardım. (BG 60)

Halime Kaptan yürüdükçe iskarpinlerinin ayaklarını sıktığını farkına varmıştı. (HK 113)

Farkına varmayarak öyle bir çıkmaza girmiştim ki, önü karalık, arkası karanlıktı. (HOŞ 74)

farkında olmak (BG 224) (HK 57, 66, 136) (YK 103): sezmek, anlamak.

Bunun en etkili yolu da olup bitenin farkında olduğumu şakaya boğarak göstermekti. (BG 224)

İsmail’in, biraz sonra gene farkında olmadan söylediği başka bir söz… (MT 166) Küçük kızı kurtarırken farkında olmadan onları nereye atmıştım? (YK 103) faydalı olmak (YK 69) :

yararlı olmak.

  faydası olmak (BKOV 39) :

yararı olmak.

Hem anlatsa da, bunun bir faydası olmazdı. (BKOV 39)

fazla gelmek (HK 13):

çekilmeyecek, bıktıracak, tedirgin edecek bir durum olma. Kendim fazla gelirim öyle mi? (HK 13)

feda etmek (H.O.Ş 22, 88) : kıymak, gözden çıkarmak.

... kendi dostluk hukukuna feda etmek istemiyordu. (H.O.Ş 22) Ya siz, kim bilir neler feda ettiniz, bu kupkuru bahçe de… (H.O.Ş 88)

feda olsun! (O 57) :

“varsın gitsin, uğrunda yok olsun!” anlamında kullanılan bir söz. Sana nice Malhun Hatun’lar fedâ olsun… (O 57)

fedakârlık etmek (MT 171, 188) : 1) özverili davranmak,

2) azlığına katlanmak, az oluşu ile yetinmek, vazgeçmek.

Ben senin için bir parça fedakârlık edebildiğime memnundum. (MT 171) Halbuki, ne fedakarlıklar etmiştim ben onlara… (MT 188)

feleğin çemberinden geçmek (HOŞ 113, 139):

hayatta acı tatlı birçok günler görmüş, geçirmiş, olgunlaşmamış, tecrübe kazanmış. Şimdi, şimdi ki feleğin çemberinden geçmiş bir kadınım… (HOŞ 113)

Halam, bana şimdi kendi payesinde, kendine denk kendisi gibi feleğin çemberinden geçmiş bir kadın arkadaş muamelesi ediyordu. (HOŞ 139)

felekten kâm almak (O 21):

  Bu böyle olunca, gönül eğlendirmek, Felek’ten kam olmak yaşının, yakıştığının, gücünün, yeteneklerin hakkı değil miydi? (O 21)

fena etmek (HOŞ 97): 1) kötü davranmak,

2) kötü bir duruma düşürmek.

Küçük hanımcığım, şimdiye kadar sizden sakladığıma iyi mi ettim fena mı ettim bilmiyorum. (HOŞ 97)

fena olmak (YK 22):

1) hasta gibi olmak, fenalaşmak, 2) çok üzelmek, bozulmak Ben de fena aldım. (YK 22)

ferahlık vermek (H.O.Ş 151) : iç açmak, rahatlık hissettirmek.

İşte bu güzel sözlerinizle yüreğime âdeta saadete yakın bir ferahlık verdiniz. (H.O.Ş 151)

feryat etmek (BKOV 40, 55)(MT 26) : 1) yüksek sesle haykırmak,

2) büyük bir yokluk, zarar ve sıkıntı içinde bulunmak.

Osman’ın elbiselerini, patiklerini, çamaşırlarını öpüp kokluyor, ‘yavrum nerelerdesin?’ diye feryat ediyordu. (BKOV 40)

Usta yukarda, ağaçların arasından feryat eden bir çocuk sesi geliyor, dedi… (BKOV 55)

Feryat ederek koşar nedendir? (MT 26)

feryat koparmak (H.O.Ş 20) : yüksek sesle bağırmak, haykırmak.

…öyle bir feryat koparmıştım ki, bütün çocuklar etrafımdan çil yavrusu gibi dağılıvermişlerdi. (H.O.Ş 20)

 

fıkır fıkır kaynamak (HK 8) (H.O.Ş 65, 118) : 1) bir şeyden bir yerde çok bulunmak,

2) yerinde duramamak.

Kaynadı ihlamur dede! Fıkır fıkır… (HK 8)

…yer minderlerinden birine oturduğunu dakikadan itibaren fıkır fıkır kaynamağa ve gelip oturan… (H.O.Ş 65)

Şakrak şakrak gülüyor, söylüyor, fıkır fıkır kaynıyor, yerinde duramıyordu. (H.O.Ş 118)

fırsat aramak (O 134) :

en uygun şartı, durumu veya zamanı kollamak.

Ve, Gazi Rahman yolunu Dodurga obasına düşürmek için fırsat aramaya başlamıştır. (O 134)

fırsat bilmek (H.O.Ş 89)(O 292) :

bir şeyden belli bir amaçla hemen yararlanmak.

öbürü de bunu fırsat bilip hemen bir Eyüp Sultan ziyareti tavsiye itmişti. (H.O.Ş 83) Germiyanoğlu da u durumu fırsat bilmiş, çoktandır çekemez olduğu… (O 292)

fırsat bulmak (BG 112, 116, 124, 170, 201, 211, 234, 257) (BKOV 72, 102) (GÇ 32) (H.O.Ş 31, 47, 165)(MT 49) (UMS 11) (YK 92) :

uygun, elverişli zaman bulmak.

Türkçe konuşmaya daha çok hafta sonları, fırsat bulabildiğimden dilim da hayli çözülmüş sayılırdı. (BG 124)

Hem de küçük kızını sevme fırsatını buluyordu. (BKOV 92) Çalışmak istiyor; ama buna fırsat bulamıyordum. (YK 92)

fırsat çıkmak (BG 301) : bir imkâna kavuşmak.

Böylece yıkılan yönetim düzenini yeniden kurmak uğraşısı ortasında olup bitenlere biraz yakından tanık olmak fırsatı çıktı.

  fırsat kollamak (MT 28) (O 151, 253):

yapmak istediğim iş için uygun bir zaman veya bir durum beklemek… …bir fırsatını kolladım ve bir gün dayıma açıldım. (MT 28)

Hep pusudadır ki, fırsat kollaya, bulunca da… (O 151)

Ona bir şey öğretebilmek için hepsi de fırsat kollar gibiydi. (O 253)

fırsat vermek (BG 101, 116, 122, 202, 213, 233, 240) (BKOV 102) (GÇ 91) (HK 110) :

bir işi yapmak için uygun, elverişli şartı sağlamak.

Yer gösterip hatır sormaya gerek görmeden birkaç cümle kekelememe fırsat verdi. (BG 101)

Bir fırsatını bulup, Hüseyin Selahattin Bey’e Şebnem’in durumunu anlattı. (BKOV 102)

Karakol binasına vardığı zaman Selami Çavuş, ona konuşma fırsatı vermeden atıldı. fırsatı kaçırmak (BG 159, 179, 185, 299)(UMS 67) :

elverişli durumdan yararlanmamak.

… kurtlarını dökme fırsatını da kaçırmıyorlardı. (BG 185)

… kırgınlığı içinde sinirlilik ve gerginliği arttırmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. (BG 299)

Üste çıkmak için bu fırsatı kaçırmadı. (UMS 67)

fidan gibi (BKOV 94) : ince ve uzun (boy).

Şimdi fidan gibi olmuştur. (BKOV 94) fikir almak (HOŞ 102):

(birinin) düşüncesinden yaralanmak

Bir kere paşa efendimiz fikrini almadan… (HOŞ 102)

fikir edinmek (H.O.Ş 44) : kanaat sahibi olmak.

  … çehremin yandan görünüşü hakkında bir fikir edinmek için kullandıkları bazı hileler üzerine… (H.O.Ş 44)

fikir vermek (BKOV 17): 1) düşüncesini bildirmek,

2) bir konuda yol gösterici bilgi edinmek. Hiç değilse bize bir fikir verir. (BKOV 17)

fikir yürütmek (BKOV 27, 50): bir konu üzerine düşüncesini söylemek

Tartışmalar, olay üzerine fikir yürütmeler epey uzadı. (BKOV 27) Artık fikir yürüten yoktu. (BKOV 50)

fiskos etmek (H.O.Ş 76) :

Başkalarının bulunduğu yerde birkaç kişi gizlice, alçak sesle konuşmak.

O ve ben Şeyhislâm Konağı’nın tenha köşe ve bucuklarında gizli gizli buluşup baş başa fiskos edecektik. (H.O.Ş 76)

fitili almak (MT 106):

birdenbire telaşlanmak, kaygılanmak, öfkelenmek

Bunu işitince fitili aldım; doğru müdürün yanına… (MT 106)

gaflete düşmek (BG 322) : gaflet içinde kalmak.

Bu konuşmayı bir tür anlaşma saymak gayretine düşerek hemen tüm işçileri çöp sepeti üretimine yöneltmiştik. (BG 322)

gargaraya getirmek (BG 237):

  İri iri yutkunup sakıncalı olabileceğini sandığı terim ve sözleri gargaraya getirmeye uğraşarak cevabını tamamladı. (BG 237)

garibine gitmek (H.O.Ş 138) : yadırgamak, şaşırmak.

Belki, Cemil Bey’e karşı gösterdiğim bu alâka garibine gitmişti. (H.O.Ş 138)

gayret göstermek (YK 111) :

çaba harcamak, başarmak için çalışmak.

Kızın da laf söylemesin diye, büyük gayret gösteriyorum. (YK 111) gayret vermek (YK 44) :

isteklendirmek, özendirmek, yüreklendirmek.

Öğreniminin bu sözleri bana daha büyük gayret verdi. (YK 44)

gayrete gelmek (H.O.Ş 167) :

bir işi yapmaya veya bitirmeye özenmek; canlanmak. Cemil Bey yeniden gayrete geldi. (H.O.Ş 167)

gebe olmak (BG 301) :

bir şeyin gerçekleşme olasılığı bulunmak.

… günlerin önemli olaylara gebe olduğu daha açık görülmeye başladı. (BG 301) geceyi gündüze katmak (BG280) (MT 150):

aralıksız, gece gündüz çalışmak, büyük çaba göstermek

Herkesin ‘aferin be!’ diyeceği bir taslak oluşturmak için tüm haftayı geceyi gündüze katmıştım.” (BG 280)

Damgayı yedikten sonra bu sakalının yüreğine garip bir ateş düşmüştür; evvela ötekinin, berikinin eline eteğine düşerek okuyup yazmayı öğrenmiştir; sonra yıllarca geceyi gündüze katarak çalışmıştır. (MT 150)

  geç kalmak (BKOV 8, 55) (HK 121) (O 315) (UMS 73) :

vaktinden sonra davranmak, gecikmek.

Fatma Hanım, kötü bir tuzağa düştüğünü anlamakta geç kalmıştı. (BKOV 8)

‘haydi uşakalar!’ dedi Halime Kaptan, ‘Aslında biraz daha geç kalmayalım!’ (HK 121)

Aleates geç kalıyor. (UMS 73)

geçinip gitmek (GÇ 19)(MT 46) (YK 17) : çok iyi değilse de şöyle böyle geçinmek.

Böyle, kesmeye el açmadan geçinip gidiyorlardı. (GÇ 19)

Etrafımda durmadan insan dalgaları akıyor, midye, gene sırtına kayasına yapıştırarak kabuklarını aralamış, şöyle böyle geçinip gidiyordu. (MT 46)

Geçinir gideriz biz. (YK 17)

geçmiş olsun (BG 26, 54) (GÇ 35) (HOŞ 61):

hastalananlara, kaza geçirenlere, beklenmedik büyük bir olumsuz durumdan kurtulanlara veya hapishaneye girenlere söylenen iyi dilek sözü.

Akraba ve eski dostların ardı arkası kesilmeyeceğe benzeyen ‘geçmiş olsun’ ziyaretleri kısa sürede beni iyice sıkmaya başladı.” (BG 54)

Geçmiş olsun, geçti! dedi Kurt Goldman. (G.Ç .35)

İlk defa Şehnaz Kalfa’ya hastalığı dolayısıyla geçmiş olsun demek için; şimdi de Küçük Molla Bey’in aynı odaya hırsızlama girişini görmek için. (HOŞ 61)

gelin almak (HK 58, 58) : 1) erkeğe bir eş bulmak,

2) gelini babasının evinden özel bir törenle alıp damadın evine götürmek. Sandala binip gelin olmaya gitmiyor mu kadınlar? (HK 58)

Ben gelin almaya değil, oduna gideceğim. (HK 58)

gelin gitmek (HK 133) (H.O.Ş 14, 34, 44) (O 229, 279) : bir aileye, bir yere gelin olarak gitmek.

  Direğin dibinde uslu uslu oturduğunu gören Kurucaşile’den gelin gidiyor sanır Cide’ye (HK 133)

Bu hal, ta Nafi Mollalar’ın konağına gelin gittiğim akşama kadar hep böyle devam ettiydi. (H.O.Ş 14)

Bunu çiçek sonuyatı, erimin, yiğit babasının evinden, çadırından gelin gitsin dilerim. (O 229)

gelip çatmak (BG 180, 329): vakti gelmek, kaçınılmaz olmak.

Ayrılık zamanı gelip çatınca da bu kökler kasırgaya tutulmuş bitkiler gibi daldıkları derinliklerden zorlanmaya başlıyor. (BG 180)

Yıllardır, bugün gelip çatınca ne yaparım diye fikrî bir hazırlık yapmıştım. (BG 329)

gelip dayanmak (H.O.Ş 141) : vakti gelmek, kaçınılmaz olmak.

Düşman karlı bir mart günü, Ayostefonos önlerine kadar gelip dayanmıştı. (H.O.Ş 141)

gelip geçici olmak (BG 70) : kısa süreli, önemsiz olmak.

Tüm hayal kırıklıklarına rağmen durumunun gelip geçici olduğu inancım hâlâ ayaktaydı. (BG 70)

gelip geçmek(BKOV 34) (HK 107) (H.O.Ş 46) : 1) bir yerden geçmek,

2) bir makam, bir yer vb.nde kısa bir süre bulunmak. 3) Kısa bir süre etkin olmak.

Çünkü arabalar çok hızlı gelip geçiyorlardı. (BKOV 34) Oysa yüzlercesi gelip geçiyordu ellerinden. (HK 107)

Bunların hepsi, emsalsiz bir bolluk, zenginlik ve parlaklık içinde gelip geçmiş imiş. (H.O.Ş 46)

  gerdeğe girmek (O 338) :

gelinle damat düğün gecesi bir araya gelmek.

Ve, geceyi, Malhun Hatun ile gerdeğe girdiği evde geçiriyor. (O 338)

gerek görmek (BG 341) : yapılmasını istemek.

Pek çoğumuz arkamızda yapıtlar mı, yoksa yıkıntılar mı bırakıyoruz diye dönüp

bakmaya gerek bile görmedin… (BG 341)

gerekli görmek (BG 319) (UMS 53) : yapılması icap etmek.

Mr. Isely’nin konudaki yaralı ve işbitirici çabalarına bir kez daha değinmeyi gerekli görüyorum. (BG 319)

Ağabeyi ile ablası Minik serçeye olan düşmanlıklarını kendisinden saklamayı bile gerekli görmüyorlardı. (UMS 53)

geri almak (BG 169): 1) verdiğini almak,

2) geriye doğru götürmek, 3) düşmandan kurtarmak,

4) arabayı geri geri götürmek için vites kolunu geri durumuna getirmek.

1.Dünya savaşındaki sürgün sırasında birçok ağırlıklarını sandık ve sepetlere basıp bize emanet etmişler, dönüşte de eksiksiz geri almışlardı.(BG 169)

geri çekilmek (HK 118) (HOŞ 33):

karıştığı bir işi sürdürmekten veya sürdürenler arasında bulunmaktan vazgeçmek. Az sonra, sarı yazmalı, yanık yüzlü bir kadının, babası yerindeki bir adamla merdivenden çıktığını gören kapının önündeki yaşlılar, gene umutlanarak geri çekildiler. (HK 118)

… çıplak ayaklarla yürüdüğünü görünce bir nevi sıkılganlığa kapılarak geri çekilmişti. (HOŞ 33)

  geri çevirmek (BG 68, 309) (MT 89) (O 56, 75, 89, 94, 134):

1) geri vermek, geldiği yere göndermek, iade etmek, 2) kabul etmemek, red.

Kurul da bu tür girişimleri, ‘tedbir düşünmesi gereken makam sizsiniz,’ diye geri çevirmiyordu.(BG 309)

Bu acayip Arap kalabalığından kuşkulanan polis, onları Tilkilik caddesinden geri çevirmemiş olsaydı vapura kadar peşimizi bırakmayacaklardı. (MT 89)

Seni kaç kez geri çevirdim. (O 89)

geri dönmek (BG 178, 179, 193, 214, 254, 262, 338) (BKOV 33, 53) (HK 44, 85, 85, 85) (HOŞ 74, 127) (MT 65, 83, 92, 161, 199) (O 24, 135, 170, 206, 235, 289, 327) (YK 5, 89):

geldiği yere gitmek.

Gazi Eğitimin Beden Eğitimi Bölümü bağımsız bir akademi durumuna gelmesi düşüncesi ile Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü ödenekleri ile enstitü alanı içinde kendi jimnastik salonu da olan üç katlı bir binaya taşınmış, ancak beslenme ve öteki yönetim sorunları yüzünden eski yapıya geri dönmüşlerdi. (BG 254)

Fatma Hanım ümidini kesmeyerek, Osmancağın geri dönmesi için hep dua edecekti. (BKOV 53)

Benim sevk ettiğim asker sağ kalırsa ancak savaş bitince döner geriye… derdi. (HK 44)

geri durmak (BG 173) (MT 65) (O 335): bir iş yapmaktan kaçınmak.

… soruları ile ağırlıklarını eklemekten geri durmazlar.

Fakat gene de bana düşeni söylemekten geri durmuyordum. (MT 65) Şimden geri durmak câiz değildir. (O 335)

geri kalmak (HOŞ 108) (MT 158) (O 165): 1) arkada kalmak,

2) gecikmek,

  … Cemil Bey ona her rastgeldiği yerde nezaket ve terbiye icaplarına riayetten geri kalmamıştır. (geri durmak anlamında) (HOŞ 108)

Talât da zaten meşhur olan kalem efendisi nezaketiyle ondan geri kalmıyor ve karşımda bazen âdeta orta oyunu oynanıyordu. (MT 158)

Ne kötülüğüm, ne geri kalmışlığım, ne densizliğim olmuştur ki… (O 165)

geri kalmamak (BG 168, 191, 206, 263): 1) yapmaktan kaçınmamak,

2) birinden daha az başarılı olmamak.

Doğma, büyüme Amerikalı olduğunu ama, cetlerinin öcünü almaktan da geri kalmayacağını ekledi.(BG 68)

Gidiş ve dönüşte bana içinden çıkılmaz gibi gelen bu bulmacayı kendi başıma başarıp başaramayacağımı incelemekten de geri kalmıyordum. (BG 191)

Evet, bu yeni dünya imparatorları varlık hırslarını, yaptırdıkları üniversite, okul, hastane ve birçok kamu hizmeti kuruluşları ile haklı göstermekten geri kalmıyordu.(BG 206)

geri vermek (BG 197, 272) :

aldığı yere veya kimseye vermek, iade etmek.

Durumun kesin olarak belirlendikten sonra yazıyı gerivereceğimi belirtip çıktım. (BG 197)

O da parayı yediğinden çocuğu kurtarıp patrona geri vermek için gelmiş. (BG 272)

gevrek gevrek gülmek (BKOV 21)(GÇ 71, 93) : 1) kendine güvenip karşısındakini küçümsemek, 2) neşeli ve kendine güvenli biçimde gülmek. Zevzek, gevrek gevrek güldü. (BKOV 21)

Alman turist gevrek gevrek gülerek karşılık verdi. (GÇ 71) Gevrek gevrek gülerek… (GÇ 93)

  gezip tozmak (O 246):

eğlenmek amacıyla çokça gezmek.

Varsa, bilsin ki, malı amandadır, canı amandadır; dilediğince gezip tozacaktır. (O 246)

gırtlağına sarılmak (BG 43, 77): 1) peşini bırakmamak, musallat olmak, 2) kavga etmek için boğazına saldırmak.

Bu dehşet duygularına evde kapıldığım zamanlar bir bahane uydurup odama veya banyoya kaçarak durumu idare edebiliyor fakat, kaçılamayacak yerlerde gırtlağıma sarılınca terlemeye başlıyordum.” (BG 43)

Hele durumun farkına varınca can ve gönülden yüksek sesle, ‘halimize bin şükür ya Rabbi!’ diyenlerin gırtlağına sarılmamak için kendimi zor tutuyordum.(BG 77) gibi gelmek (BG 36, 37, 37, 42, 42, 46, 48, 51, 59, 61, 73, 74, 79, 80, 81, 81, 81, 99, 156, 157, 158, 177, 191, 220, 262, 277) (HK 37) (HOŞ 59, 70, 80, 88, 109, 124, 127, 131, 142, 154, 169) (O 122, 248, 259) (UMS 94) (YK 62, 98):

... sanısı vermek, ... sanısı yaratmak.

Böyle durumlarda zaman sanki bira mayası gibi durmadan üreyip durur, geçen üç beş

Benzer Belgeler