• Sonuç bulunamadı

Katılımcıların Cinsiyetlerine Göre Sosyal GörünüĢ Kaygıları, Mükemmeliyetçi KiĢilik Özellikleri ve Algıladıkları Anne baba Tutumlarının

BÖLÜM 4. BULGULAR VE YORUMLAR

4.2.1. Katılımcıların Cinsiyetlerine Göre Sosyal GörünüĢ Kaygıları, Mükemmeliyetçi KiĢilik Özellikleri ve Algıladıkları Anne baba Tutumlarının

FarklılaĢıp FarklılaĢmadığı ile Ġlgili Bulguların Yorumlanması

Araştırmada beliren yetişkinlik dönemindeki katılımcıların sosyal görünüş kaygısının cinsiyet değişkenine göre istatistiksel açıdan farklılaştığı ve kadınların sosyal görünüş kaygılarının erkelere göre daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (Tablo 5).

Arabacı (2008)‟nın Türkiye örnekleminde üniversite öğrencileriyle yaptığı araştırmada kadınların sosyal fizik kaygılarının erkeklere göre daha yüksek olduğu bulunmuştur. Bu bulgunun ve incelenen başka araştırmalarında bu araştırmanın bulgularıyla paralellik gösterdiği görülmektedir (Yaşartürk ve ark., 2014; Alemdağ ve Öncü, 2015). Ancak, Türkiye örnekleminde yapılmış olan çalışmalar incelendiğinde sosyal görünüş kaygısının bireylerin cinsiyetlerine göre farklılaşmadığı şeklindeki bulgular da göze çarpmaktadır (Ben, 2017; Göksel, Caz, Yazıcı ve Zorba, 2018; Şahin ve ark., 2013). Ayrıca; Şimşir, Seki ve Dilmaç (2019) tarafından yapılan sosyal görünüş kaygısında cinsiyet farklılıklarına ilişkin 129 araştırmayı içeren meta analiz çalışmasında da istatistiksel olarak anlamlı bir farklılaşma tespit edilememiştir.

Sosyal görünüş kaygısı, bireylerin genel görünümleri içinde vücut şekillerinden de kaynaklı olarak başkaları tarafından olumsuz değerlendirilme endişesini ifade etmektedir (Hart ve ark. 2008). Bu bağlamda bireylerin beden imajlarıyla ilgili yapılan araştırmalar da incelendiğinde; Archibald (2010)‟ın bireylerde beden imajı ve sosyal kaygının problemli içme davranışıyla ilişkisini inceleyen araştırmasında, kadınların beden imajlarıyla ilgili erkeklere göre daha endişeli olduğu ve sosyal kaygı düzeylerinin kadınlarda daha yüksek olduğu ifade edilmiştir. Beden imajına yönelik yapılmış olan

54

meta-analiz çalışmasında ise erkeklerin bedenlerinden kadınlara göre daha çok memnun oldukları ve kendilerini kadınlara göre daha iyi gördükleri bulunmuştur (Feingold ve Mazzella, 1998). Bu durum, çağımızda dayatılan beden imajının kadınlar üzerinde daha etkili olduğu şeklinde yorumlanabilir. Bu bulgular da, bu araştırmanın bulgularını desteklemektedir. Ancak Ko (2010)‟un yaptığı araştırmaya göre sosyal görünüş kaygısı cinsiyetlere göre farklılaşmamaktadır. Görüldüğü üzere; yurtdışı alan yazında da birbirinden tutarsız bulguların olduğu dikkati çekmektedir. Bu bağlamda, ortaya çıkan bu çelişkinin örneklem gruplarından kaynaklanabileceği düşünülebilir. Ayrıca konuya açıklık getirebilmek için biyolojik kökenli cinsiyet özelliklerinin yanı sıra toplumsal cinsiyet rollerinin de ele alındığı araştırmalar yapılabilir.

Araştırma bulgularına göre, mükemmeliyetçilik ve mükemmeliyetçiliğin boyutlarından kişisel standartlar ve düzenin katılımcıların cinsiyetlerine göre farklılık gösterdiği tespit edilmiştir (Tablo 6).

Erkek katılımcıların genel mükemmeliyetçilik özellikleriyle birlikte mükemmeliyetçiliğin kişisel standartlar boyutunda da kadın katılımcılara göre puan ortalamalarının daha yüksek olduğu görülmektedir (Tablo 6). Başka bir ifadeyle, erkekler kadınlara göre daha fazla mükemmeliyetçilik özellikleri gösterirler ve kendileri için çok daha yüksek standartlar belirlemektedirler. Sotardi ve Dubien (2019) yaptıkları araştırmada yüksek beklentilerin olumsuz etkilerinin erkekler üzerinde kadınlara göre daha yüksek düzeyde olduğunu bulmuşlardır. Bu bulgu, erkeklerin kendilerinden beklenilen durumları (çok başarılı olmak gibi), kadınlara göre daha fazla mükemmeliyetçi kişilik özellikleri göstermeleri nedeniyle, hata yapmadan, eksiksiz bir şekilde yerine getirebilmeye çalışırken üzerlerinde kadınlardan daha çok baskı hissetme ihtimalinin olduğu şeklinde yorumlanabilir. Bizim toplumumuzda da başarı, aile ve ekonomik sorumluluklar gibi durumların daha çok erkeklerden beklenmesi, bu beklentileri karşılayamadıklarında ailesi ve yakınlarını hayal kırıklığına uğratacak olma düşüncesi, mükemmeliyetçilik eğilimlerini arttırmaya ve kendilerine çok yüksek standartlar belirlemelerine sebep oluyor olabilir. Yapılmış olan başka araştırmalarda da benzer şekilde mükemmeliyetçiliğin erkeklerde kadınlara göre daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (Abuhanoğlu ve ark., 2015; Erol, 2019).

55

Mükemmeliyetçiliğin bir diğer alt boyutu olan düzen boyutunda ise kadın katılımcıların puan ortalamalarının erkek katılımcılara göre daha yüksek olduğu görülmüştür (Tablo 6). Bu durum, kadınların erkeklere göre düzen ve düzenli olma durumuna daha çok önem verdiğini göstermektedir. Elde edilmiş olan bu bulgu, toplumsal bağlamda düzen, düzenli olma, düzeni sağlama durumunun, erkeklerden daha çok kadınlardan beklenmesi ve kadınların sorumlu tutulmasıyla birlikte kadınlarda daha önemli hale gelmesinin sonucu olarak yorumlanabilir.

Araştırmanın değişkenlerinden biri olan algılanan anne baba tutumlarından, anne ve baba için algılanan duygusal sıcaklık, aşırı koruyuculuk ile baba için algılanan reddedicilik tutumunun cinsiyete göre farklılaştığı tespit edilmiştir. Bulgulara göre, kadın katılımcıların erkek katılımcılara göre anne ve babalarını duygusal olarak daha sıcak ve aşırı koruyucu algıladığı, ayrıca erkek katılımcıların kadınlara göre babalarını daha fazla reddedici olarak algıladığı görülmektedir (Tablo 7).

Budgens ve arkadaşları (2009), yaptıkları araştırmada kadınların hem anne hem baba için algıladıkları duygusal sıcaklığın erkeklere göre daha fazla olduğunu bulmuşlardır. Erkekler duygularını ifade etme konusunda kadınlara göre daha başarısızdırlar (Davis ve ark., 2012). Bulunduğumuz kültür çerçevesi içerisinde düşündüğümüzde erkeklerin duygularını ifade etmekte zorlandıkları söylenebilir.

Kadınların duygularını daha iyi ifade edebilmeleri, duygusal anlamda daha iyi iletişim kurabildikleri anlamına gelmektedir. Mayer ve Salovey (1990), bireylerin kendisinin ve başkalarının duygularını izleme becerisini de kapsayan “duygusal zeka” terimini tanımlamıştır. Duygusal zeka ile ilgili yapılan araştırmalar incelendiğinde ise kadınların erkeklere göre duygusal zekalarının daha yüksek olduğu görülmüştür (İşmen, 2001;

Güllüce ve İşcan, 2010; Petrides ve Furnham, 2000; Mandell ve Pherwani, 2003). Bu durumda kendisinin ve anne babasının duygularını daha iyi değerlendirebilen, anne ve babasıyla duygusal anlamda daha iyi iletişim kurabilen kadınların algıladıkları duygusal sıcaklık da daha fazla olabilir. Alabay (2017), ebeveynlik tutumları ile ilgili yaptığı araştırmasında erkek çocuğa sahip olan ebeveynlerin kız çocuğu olanlara kıyasla daha otoriter bir tutum içinde olduklarını tespit etmiştir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde;

ailelerin otoriter yaklaşımlarının erkek çocuklarının duygularını bastırmalarına ve özgürce ifade etmelerine olanak tanımaması nedeniyle dışarıdan gelen duygusal sıcaklık

56

davranışlarını anlamlandırmakta zorlandıkları ve dolayısıyla ebeveynlerine yönelik duygusal sıcaklık algılarının kadınlara göre daha düşük olduğu söylenebilir.

Anne baba için algılanan aşırı koruyucu tutum açısından bakıldığında, Maraş (2018)‟ın çalışmasında, bu araştırmanın bulgularına paralel olarak baba tarafından algılanan aşırı koruyucu tutumun kadınlarda daha yüksek algılandığı ifade edilmiştir.

Stephens (2009)‟ın, ebeveyn tutumlarında cinsiyet farklılıklarını incelemeyi amaçlayan araştırmasındaki bulgulara göre, anne babalar kızlarını daha fazla koruma eğilimindedir.

Yaşadığımız kültür içerisinde bu durum beklenilen bir sonuç olarak değerlendirilebilir.

Kağıtçıbaşı (1986)‟nın da ifade ettiği gibi, kız çocukları aşırı korumaya maruz kalmaktadır. Kadınların erkeklere göre daha fazla korunmaya ihtiyaçlarının olduğu düşüncesi ve ebeveynlerin kızlarının güvende olmaları konusundaki endişeleri aşırı korumaya sebep oluyor olabilir.

Araştırmada ele alınan anne baba tutumlarından; ebeveyn reddediciliği Dirik, Yorulmaz ve Karancı (2015)‟ya göre eleştirel ve yargılayıcı tutuma, bunlara ek olarak Muris, Mayers ve Meesters (2000)‟e göre ise soğuk, saldırgan, küçümseyici tutuma karşılık gelmektedir. Ancak önemli olan çocuğun durumu nasıl algıladığıdır. Rohner ve arkadaşları (2005)‟nın da belirttiği gibi farklılaşmış reddetme yani, çocuğun ifade edilen bu tutumlarla karşılaşmamasına rağmen sevilmediğini, bakım ihtiyaçlarının karşılanmadığını düşünmesi durumu söz konusu olabilir. Bu bağlamda alan yazın incelendiğinde; Demirsu (2018)‟nun üniversite öğrencileriyle yaptığı araştırmaya göre, algılanan ebeveyn tutumları alt boyutlarından babaya ait algılanan reddedicilik tutumunun erkelerin lehine cinsiyete göre anlamlı bir farklılık gösterdiği bulunmuştur.

Başka bir deyişle; bu araştırmanın bulgularına paralel olarak erkek katılımcıların babaya ait reddedici algılarının kadın katılımcılara göre daha yüksek olduğu görülmüştür.

Uluslararası alan yazın da incelendiğinde benzer sonuçların elde edildiği destekleyici araştırmalara rastlanmıştır (Buschgens ve ark., 2009; Kadowaki ve ark., 2001).

Erkek katılımcıların babaya ait reddedicilik yani babalarının kendilerine eleştirel, saldırgan, soğuk vb. tutumlar sergilediklerine yönelik algılarının kadınlara göre daha yüksek olmasını toplumsal bağlamda yorumlayabiliriz. Ataerkil bir toplum yapısında yaşadığımız düşünülürse, Fişek (2011)‟e göre, baba aile içerisinde saygı gösterilen, korku duyulan, kısıtlamalar yapabilen ve mesafeli olunan egemen kişidir. Bu

57

durumda baba ve oğulların arasındaki iletişim negatif yönde etkilenmektedir. Ayrıca babalar oğullarına çoğunlukla ilgi göstermeyip zaman ayırmamakta, paylaşılan zaman diliminde ise yapılması gereken işler söz konusu olmaktadır (Akt. Demirsu, 2018). Bu durum, erkelerin babalarını daha reddedici olarak algılamalarına neden olabilir.

4.2.2. Katılımcıların Üniversite Türlerine Göre Sosyal GörünüĢ Kaygıları