• Sonuç bulunamadı

2.3. Uluslararası Konferanslar ve Sözleşmelerde Kadın Hakları ve Üçüncü

2.3.1. Birleşmiş Milletler Dünya Kadın ve İnsan Hakları Konferansları

2.3.1.4. Rio, Kahire ve Viyana Konferansları

Uluslararası kadın hareketi, 1990’lı yıllarda çok daha güçlü ve sonuç alıcı çabalar içine girmiştir. Soğuk savaş dönemindeki politik kutuplaşmaların gizlediği işsizlik ve yoksulluk, ekolojik dengenin bozulması, doğal kaynakların yok edilmesi gibi ciddi ekonomik ve toplumsal sorunlar artık daha gözle görünür bir hale gelmiştir. Bu yıllarda yapılan konferanslarda kadınlar, sadece bu sorunlardan en ağır biçimde etkilenen kesim olarak değil, aynı zamanda değişimin en önemli aktörlerinden biri olarak yer almışlardır (KİHP,2001; 10).

Kadın Onyılı’nın yarattığı ivme ile hareket eden uluslararası kadın hareketi 90’lı yıllarda New York’taki Çocuk Zirvesi’ni etkileyip kız çocuklarının özel ihtiyaçlarının ele alınmasını, Rio’daki Çevre ve Kalkınma Konferansı’nı etkileyip kadınların sürdürülebilir kalkınmada üstlendikleri merkezi rolün altının çizilmesini, Viyana’daki İnsan Hakları Konferansı’nda kadın haklarının insan hakları olduğunun kabul edilmesini, Kopenhag’daki Dünya Toplumsal Kalkınma Zirvesi’nde kadınların yoksullukla mücadelede oynamak zorunda olduğu merkezi rolün ele alınmasını, Kahire’deki Nüfus ve Kalkınma ve İstanbul’daki İnsan Yerleşmeleri zirvelerinde kadınların sağlıklarını, ailelerini ve evlerini etkileyen kararlar üzerinde kontrol sahibi olmaya hakları olduğunun vurgulanmasını sağlamıştır (KİHP, 2001; 10).

1994 yılında Kahire’de düzenlenen “Uluslararası Nüfüs ve Kalkınma Konferansı”nda (İnternational Conference on Population and Development-ICPD), kalkınmanın temel ve vazgeçilmez bir insan hakkı olduğu, nüfus politikalarının temelinde bireylerin yaşam kalitelerini yükseltme hedefinin yer alması gerektiği, insanlığın bugününün ve gelecekteki refahının güvence altına alınması, yoksulluğun yok edilmesi, (Taşkın, 2004; 18) eğitim hakkından herkesin yararlanması gibi ilkelerin yanında cinsiyetler arası eşitliğin ve

82 hakkaniyetin sağlanması, kadınların güçlendirilmesi, kadınlara yönelik şiddetin yok edilmesi ve kadınların kendi doğurganlıklarını kontrol edebilmeleri gibi kadınlara yönelik ilkeler de vurgulanmıştır.

Bu konferansta ilk kez ifade edilen “üreme sağlığı” kavramı da dünya gündemine kabul gören bir kavram olarak girmiş ve devletlerin kadın- erkek eşitliğini temel alarak aile planlaması ve cinsel sağlığı da içeren üreme sağlığı hizmetleri dahil tüm sağlık hizmetlerine ulaşabilirliğin sağlanması için gereken bütün önlemleri alması ilkesi kabul edilmiştir (Taşkın, 2004; 18). Bu konferansın sonuçları 1995 de Pekin’de yapılan IV. Dünya Kadın Konferansında bir kez daha ele alınarak eylem planında yer almıştır.

ICPD’de gündeme gelen Üreme Sağlığı kavramı, üreme sisteminin sağlığını ifade ettiği kadar, bireylerin tatmin edici ve güvenli bir cinsel yaşamları olmasını, üreme yeteneğine ve üreme yeteneklerini özgürce kullanabilme hakkına sahip olmalarını da ifade etmektedir. Üreme sağlığı kavramı dünya gündemine girmeden önce ülkeler, geleneksel yaklaşımla hizmet programlarında özel grupları (örneğin:15-49 yaş grubu evli kadınlar daha çok gebelik, doğum ve AP hizmetlerinin verildiği AP/Anne Sağlığı hizmet grubu gibi) ele alırken, ICPD eylem planı üreme sağlığı hizmetlerini, (Taşkın, 2004; 18) kadının doğumundan ölümüne kadar yaşamını bir bütün olarak ele almayı öngörmüştür.

Kahire’den 5 yıl sonra, 1999’da toplanan Kahire+5 özel oturumunda gelişmeler değerlendirilirken yeni kazanımlar da elde edilmiştir: Kadınların “üreme sağlığı, cinsel ve doğurganlık hakları” dünya diplomasi gündeminde yerini almıştır (KİHP, 2001; 10).

Haziran 1993’te Viyana’da toplanan Dünya İnsan Hakları Konferansı ise uluslararası kadın hareketi için bir dönüm noktası olmuştur. 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından onaylanan İnsan Hakları Bildirgesi’nde, kamusal alanda yaşanan hak ihlalleri üzerinde duruluyor, kadınların, kadın olmaları nedeniyle karşı karşıya kaldıkları insan hakları ihlallerine değinilmiyordu. İnsan Hakları Bildirgesi, insan haklarına kadın-erkek eşitliği açısından yaklaşmadığı gibi, kadınların özel alanda, yani aile içinde ya da işyerinde yaşadığı birçok insan hakları ihlalini de yok saymaktaydı. Oysa kadınlar, erkeklerden farklı olarak, özellikle aile içinde, örneğin, okula gönderilmemek, zorla evlendirilmek, çalışmasına izin verilmemek, aile fertleri tarafından şiddete maruz bırakılmak, namus adına şiddet yaşamak ya da öldürülmek gibi birçok insan hakları ihlaline maruz kalmaktadırlar. Dolayısıyla, kadınların çoğu İnsan Hakları Bildirgesi’nin getirdiği (örneğin mülteci statüsüne hak kazanmak gibi)

83 koruyucu önlemlerin kapsamı dışında kalıyor, bu yapılanlar insanlık suçu olarak tanımlanmadığı, hatta genellikle suç bile sayılmadığı için, suçlular ellerini kollarını sallayarak dolaşmaya devam ediyorlardı.

1991’de ABD’nin New Jersey eyaletinde kurulmuş olan Küresel Kadın Liderliği Merkezi’nin (Center for Women's Global Leadership-CWGL) kadının insan hakları hakkında düzenlediği bir toplantıya katılan yirmi ülkenin kadınları, 1993 yılında yapılacak Dünya İnsan Hakları Konferansı’nın kadın haklarının insan hakları olduğunu dünya gündemine taşımak için iyi bir fırsat olduğuna karar vermişlerdir. Dünyanın dört bir köşesinde kadının insan hakları konusunda çalışan kuruluşlar ve bağımsız kadınlar, konferansa hazırlık aşamasında açılan uluslararası Kadının İnsan Hakları Kampanyası’nda buluşmuştur. Bu kampanyayı başlatan Küresel Kadın Liderliği Merkezi ve Uluslararası Kadın Platformu Merkezi (International Women’s Tribune Center-IWTC) tarafından hazırlanan ve Dünya İnsan Hakları Konferansı’nı, kadın haklarını, insan haklarının her boyutunda tam olarak ele almaya ve cinsiyet ayrımcılığına dayalı şiddeti, kültürler, sınıflar ve ırklar içerisinde değişik biçimlere bürünen evrensel bir olgu ve hemen harekete geçilip önlem alınmasını gerektiren bir insan hakları ihlali olarak tanımaya çağıran bir dilekçe imzaya açılmıştır. Dünya İnsan Hakları Konferansı başlamadan bu dilekçe 23 dile çevrilmiş, kampanyaya katılan bini aşkın grup, Türkiye de dahil 124 ülkeden yarım milyon imza toplamıştır. Konferansın bölgesel hazırlık toplantılarına katılıp, kadının insan haklarının tartışılması taleplerini dile getiren, raporlar sunan, kampanyalar düzenleyen dünya kadın kuruluşları, Viyana’da da konferansa paralel etkinlikler düzenlediler. Bunların en çarpıcısı, dünyanın çeşitli ülkelerinden 33 kadının tanıklık ettiği Viyana Kadının İnsan Hakları Mahkemesi olmuştur (KİHP, 2001; 11).

Böylece, uluslararası kadın hareketi, kadınların, devletlerin gözetmek ve tanımakla yükümlü olduğu ve uluslararası alanda korunması gereken hakları olduğunu ve bu hakların insan haklarının ayrılmaz bir parçası olarak ele alınması gerektiğini Birleşmiş Milletler’e ve BM üyesi devletlere kabul ettirmiştir.

Dünya İnsan Hakları Konferansı “kadınların ve kız çocuklarının insan haklarının evrensel insan haklarının ayrılmaz, bölünmez ve vazgeçilmez bir parçası” olduğunu kabul etmiştir. Bu konferansın peşinden BM Genel Kurulu 1993 Aralık ayında “Kadınlara Yönelik Şiddete Karşı Bildirge”yi benimsemiştir. Bu bildirge özel olarak kadına karşı şiddeti ele alan ilk insan hakları belgesidir. 1994 yılında ise BM İnsan Hakları Komisyonu’na kadına yönelik

84 şiddet konusunda özel bir raportör atanması ve kadın haklarının BM insan hakları mekanizmaları içine dahil edilmesi kararlaştırılmıştır (KİHP, 2001; 11 – 12).