• Sonuç bulunamadı

Küresel düzeyde kadına yönelik aile içi şiddet, coğrafi, dini, kültürel, toplumsal ve iktisadi sınırların ötesinde bir problemdir. Aile içi şiddet vakaları gözlendiğinde; suç faillerinin, çoğunlukla eş veya kadının birlikte yaşadığı kişiler olduğu fark edilir. Uluslararası araştırmalarda, fiziksel şiddetin, eş veya birlikte olunan kişi/kişiler tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıkarılmıştır.

Aile kavramı konusunda kastedilen aile üyeleridir. Eş, önceki eş, evlilik veya kan yoluyla akraba olanlar, geçmişte bir aile gibi yaşamış fakat birlikte kalmayan, evli olmayan ancak çocuk sahibi olanlar veya herhangi bir zamanda birlikte yaşamış kimseler bu grupta değerlendirilebilir. Aile içi şiddet, aileden birinin yaralanması, ölmesi veya aynı evde ikamet eden aile üyelerinin birinin zarar görmesiyle sonuçlanan fiziksel saldırı, cinsel saldırı ile her türlü şiddet davranışıdır.

Aile içindeki şiddet ele alındığında, şiddet uygulayan kişinin akıl veya ruh sağlığının bozuk olduğu, stres, iktisadi sıkıntılar, alt eğitim düzeyi, meşguliyetsizlik gibi kişisel/bireysel etmenlerin başat olduğu fikri hâkimdir. Kimi durumlar için bu düşünce geçerliyse de, kadına yönelik şiddetin ülke içinde yaygınlığı dikkate alındığında aile içi şiddet vakalarının tümü bu düşünce ile açıklanamaz. Aile içi şiddet cinsiyet kökenlidir; yani temelini, erkek ve kadının toplumdaki konumlarının dengesiz oluşundan alır.

Kadına Yönelik Şiddet, kadının bedensel, cinsel, psikolojik tahrip görmesi, ıstırap çekmesi şeklinde ortaya çıkan ya da en azından böyle sonuçlanma ihtimali taşıyan tutumlardır. Kamu alanında ya da özel alanda olup olmadığına bakılmaksızın, Kadına Yönelik her türden baskı metodu şiddettir. 1981 yılında Kadınlara Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete ilgili şiddet,

“bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da orantısız bir şekilde kadınları etkileyen” şiddettir. Dünya Sağlık Örgütü 2002 yılında şiddetin tanımlanmasında;

Kadına Yönelik, yakın bir ilişkide bedensel, ruhsal veya cinsel yıpranmaya sebebiyet veren her türlü davranışı şiddet olarak açıklanmıştır. 1993 yılında yayınlanan

“Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesinde” en yaygın kabul gören tanım yer almaktadır. Bildirgenin başlangıcında, Kadına Yönelik şiddet,

10

“tarih süreci içerisinde eşler arasında var olan güç eşitsizliği ile kadının erkek egemenliğine bağımlı bırakılması sürecine katkı sağlayan toplumsal dinamiklerden biri" olarak tanımlamaktadır.

İnsan hakları çerçevesinde, kadına şiddet uygulanması, tüm yönleriyle (sağlık, hukuk, eğitim, gelişim) bir problemdir. Ayrıca, toplumların en sık karşılaşılan, ancak nadiren bilinen, saklı tutulan evrensel sorunudur. Kadının bünyesini tüketen, psiko-somatik sağlığını tehlikeye atan ve özsaygısını yok eden Kadına yönelik şiddet, bir sağlık problemidir (Altun, 2006). “Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Şiddetin Yok Edilmesi Bildirisi” 20.12.1993 tarihinde BM’de onaylanmıştır. Onaylanan Bildirgeye göre şiddetin anlamı yeniden açıklanarak, kadınlarda bedensel, cinsel ve ruhsal yönünde tahrip etme veya kişilere üzüntüye sebep olma şeklinde belirtilmiştir. Bu eylem; kadına yönelik keyfi bir şekilde, aile içinde ya da kamuda gerçekleşebilen her türden davranıştır. DSÖ 2002 yılında yayınladığı raporda; kocaların yakın bir ilişkide bedensel, ruhsal ya da cinsellik yönünde uyguladıkları her tür davranışı şiddet olarak tanımlamıştır. Şiddet tanımı içerisinde yer alan davranışlar; sille, dövme, küçümseme, cinsel taciz ve ya tecavüz, münzevi bırakma, mobbing yapma gibi eylemler yer almaktadır.

Kadına yönelik şiddet, aile içinde veya aile dışında kadına tahakküm kurulması ve hürriyetinin azaltılması dolayısı ile onu küçümseyen, bedensel ve ruhsal yönde hasar veren her tür davranış olarak tanımlanmaktadır (Özmen, 2004).

Aile içi şiddet “nesneli veya nesnesiz saldırı şeklinde bir erkek tarafından uygulanan, hissi, mantıksal, iktisadi, cinsel zarar verme, vahşet/terör, tedhiş, tehdit biçimindeki, uygulama, edim ve eylemlerdir” şeklinde açıklanmaktadır (Öztunalı Kayır, 2012).

Kadına yönelik aile içi şiddet ve istismar; eşlerin ilişkilerindeki suiistimal, olağan miktarın üzerinde artan eleştiriler, fiziksel ve ruhsal saldırılar, cinsel zorlama ve cinsel saldırı, korkutma, normal faaliyetlerin ve özgürlüğün kısıtlanması şeklinde tarif edilebilir (Brown, 2007).

Kadınlara karşı şiddetin faili konumunda onlarca potansiyel saldırgan sayılabilir. Kocalar, flört edilen kişiler, anne-babalar, diğer aile fertleri, akraba ve yakınlar, güçlü pozisyonda olan erkek bireyler… Kadın açısından şiddet,

11 yaşamlarının her evresinde gözlenebilen ve herhangi bir kadının karşı karşıya kalabileceği toplumsal bir gerçektir. Erkek, kadından faydalanmak, kendisine itaatkâr hale getirmek veya davranışlarını kontrol altında tutmak hedefiyle farklı şiddet eğilimleri sergileyebilir. Kadına yönelik şiddeti konu alan bilimsel çalışmalar göstermektedir ki, şiddet en yoğun olarak evlilik kurumu içerisinde meydana geldiğini ve eş tarafından gerçekleştirilmektedir.

Türkiye’de kadına yönelik şiddet, genellikle sosyal ve geleneksel faktörlerden kaynaklanmaktadır. Türkiye’de, aile içinde gerçekleşen problemler, gizli/saklanması gereken durum olarak sayılmaktadır. Bu nedenle de bazen en yakın bireyler bile haberdar olamıyor. Ülkemizde hâkim olan inanç ve gelenekler nedeniyle (Türk toplumunun ataerkil bir toplum olması) şiddet mağduru olan kadın, yaşadığı şiddeti diğer insanlara/kurumlara anlatmaktan çekinmekte, yaşadığı olayın bilinmesini aile içi bireyler kadar aile dışından bireyler/kurumlar tarafından da bilinmesini istememektedir.

Şiddetin açığa vurulması halinde, genellikle, şiddet mağduru kadına yardım edilmemektedir. Bu durumda atasözünde de ifade edildiği üzere “kol kırılır, yen içinde kalır”. Kutsallık atfedilen aile birliği/kurumu devam etsin diye kadından sessiz kalması istenmekte bazen de suç kadına atılmaktadır. Kadına Yönelik şiddetin daha iyi anlaşılabilmesi için şu dinamik göz ardı edilmemelidir. Bu dinamik, cinsiyet farkı ve bu farktan kaynaklanan toplumsal rol ve ödevler ile güç dengesidir. Farklı toplumlarda kadının aile içindeki rolü fazla değişmiyor. Kadının aile içindeki yeri, erkek odaklı/erkeğe göre belirlenmektedir. Kadına sunulan “iyi eş”, “iyi anne”, “iyi ev hanımı” vb. sözcükler ile küçük yaştan, yetişkinliğine kadar ve yaşadığı sosyalleşme sürecinin neticesinde baştan kabullenme sonucunda kadının özgür bir kişiliğe sahip olduğunu reddetmesine neden olmaktadır. Kadına empoze edilen rollere uymadığında, eşi, bu davranışları direkt egemenliğine karşı bir risk olarak algılamaktadır. Böyle bir durumda aile içinde Kadına Yönelik şiddet ortamı doğmaktadır.

Kadın toplumda kitlesel yönlerde şiddete karşı güçlü ve donanımlı bir yapıya sahip olmadığından şiddete maruz kaldığı durumları normalleştirerek aile