• Sonuç bulunamadı

KÜRESEL EKONOMİK KRİZİN NEDENLERİ

Yaşanan küresel kriz her ne kadar 2007 yılında ortaya çıkmış gibi görünse de aslında daha önceki dönemlerde baş gösteren birtakım olumsuzluklar bu kriz için birtakım sinyaller vermiştir denilebilir.

ABD ekonomisi 1994- 2000 yıllarında tarihindeki en hızlı büyüme dönemlerinden birini yaşamıştır. Bu dönemde büyüme, verimlilik ve teknolojik gelişme (internet ve iletişim teknolojileri) üzerine kurulu bir üretim yapısına dayalı iken harcamalar ağırlıklı olarak tüketim harcamaları üzerinde oluşmuştur. ABD ekonomisinde dış ticaret açığı bu dönemde kronikleşen bir nitelik kazanırken, diğer yandan ekonomide kaydedilen yüksek büyüme oranları sayesinde artan vergi gelirleri, ekonominin bütçe fazlası vermesine neden olmuştur. Dış açık bir anlamda bütçe dengesinde verilen fazla ile dengelenmiş, verilen bütçe fazlası faizlerin düşmesini sağlarken düşük faiz oranları hem büyüme hızını olumlu yönde etkilemiş hem de menkul kıymet borsalarının rekordan rekora koşmasını sağlamıştır. Tüm bu başarılı yükselişin ardından 2000 yılının başlarında fazlaca şişen NASDAQ (National Association of Securities Dealers Automated Quotations) balonunun patlamasıyla sona ermiştir. İktisadi konjonktür teorilerinin de öngörüleri çerçevesinde hızla yükseliş yaşanan bu dönemin ardından, 11 Eylül olayları ve Çok Uluslu Şirket (ÇUŞ)’ ler ile ilgili Sakandalar- Enron Skandalı’nın katkısıyla ABD ekonomisi 2001 sonunda bir ekonomik durgunluk sürecine girmiştir (Koyuncu, 2010: 74 ).

Ekonomik durgunluğu gidermek üzere yapılan ilk değişiklik vergi oranlarının düşürülmesi olup, vergi oranlarında yapılan indirimler, ABD ekonomisinde verilen dış ticaret açıklarının yanı sıra bütçede de açık verilmesine neden olmuştur. Üstelik 11 Eylül sonrasında hızla artış gösteren askeri harcamalar bütçe açıklarının daha da genişlemesine yol açmıştır. ABD ekonomisini durgunluktan kurtarmak amacıyla

51

vergi oranlarını düşürmenin yanı sıra, ekonomiyi kredi kanalını kullanarak canlandırmak amacıyla ABD’ de yıllardır uygulanan konut kredisi (Mortgage) sistemi daha alt gelir gruplarına yönelik olarak uygulanmaya başlanmıştır (Koyuncu, 2010: 74 ).

Kısa vadede ekonomi üzerinde olumlu bir hava yaratan bu uygulamalar daha sonra başta ABD ekonomisi olmak üzere diğer dünya ülkelerinde de belli başlı yaralar açmıştır. Bu olumsuzlukların oluşmasında hiç kuşkusuz ki sub-prime denilen eşik altı gelir gruplarına yönelik olarak uygulanan kredileri faizlerinin çok aşağı seviyelere indirilmesi ve düşük seviyedeki bu oranın birkaç yıl sürdürülmesi bir anlamda kapitalizmin kırılganlığını ortaya koymuştur. Zira kriz ardından alınan önlemler içinde para politikasının yanında maliye politikasının da uygulanması dikkat çekicidir. Sağbaş (2009)’ın yer verdiği, G20 toplantısı kapanış bildirgesinde yer alan şu ifade bu görüşümüzle paralellik arz etmektedir:

“Fiyat istikrarı ile uyumlu bir ekonomik büyümeyi, istikrarlı ve sürdürülebilir bir biçimde teşvik etmek amacıyla maliye ve para politikası gibi araçlar da dâhil olmak üzere her ülkenin kendi ihtiyaçları ve mevcut poltika araçları çerçevesinde gereken tüm önlemleri alması konusuna kararlılığımız teyit ederiz.”

Mortgage kredileri olarak adlandırılan krediler incelenecek olursa bu sistem, ipotek karşılığı menkul kıymetleştirilmiş kredileri ifade eden bir sistemdir. Geniş anlamda, uzun vadede, aylık taksitler halinde ödenmek üzere bir gayrimenkulün satın alınmasını ve borç sona erene kadar gayrimenkulün mülkiyetinin finansman kurumunda, kullanımının ise satın alan kişide kalmasını sağlayan bir kredi sistemini ifade etmektedir. Sistemde kredi verenler, kredi konusu olan konuta ipotek tesis ederek kullandırılan krediyi teminat altına almakta ve uygun koşullarla temin ettikleri fonları uzun vadeli kredi olarak tüketicilere kullandırmaktadırlar. Tüketiciler açısından en önemli faydası, düşük faiz ve küçük tutarlı, uzun vadeye yayılan kredi taksitlerinin, fiziki ve sosyal ihtiyaçlarını sıkıntıya düşmeden karşılanabilmesidir. Bu sayede tüketici tasarruf döngüsüne girmemekte, önce konutuna kavuşmakta ve daha sonra yapacağı tasarruflar ile kredilerini geri ödeyebilmektedir (Kabataş, 2007: 189).

İşte bu nedenledir ki bireyler, kredili olarak satın aldıkları gayrimenkulleri satma yoluna giderek kredi ödemelerinde bulunmuşlardır. Ancak, zamanla bireylerin bu satımları kredi borçlarını ödeme amaçları dışına çıkarak yerini kar elde etme

52

isteğine bırakmıştır. Bununla beraber, ekonomiyi canlandırmak üzere uygulanmaya konulan genişletici politikalar tüketim harcamalarında da aşırı artışlara yol açmıştır. Zaman içinde enflasyonist baskıların kaçınılmaz olduğu bir yapıya bürünen ekonomi için yine FED devreye girmiş; ancak bu sefer aldığı kararlar öncekiler gibi bireyler nazarında olumlu bir durum meydana getirmemiştir.

FED’in 2004 yılı ortalarında %1 olan faiz oranlarını kısa bir zamanda %5, 25’e kadar yükseltmesi ev fiyatlarındaki yükselmeyi de durdurmuştur. Ayarlanabilir Mortgage faiz oranlarının yukarıya doğru yükselmeye başlaması, tüketicilerin kullanılabilir gelirini azalttığı gibi, 2006 yılı başlarında özellikle eşik altı grubunda borç geri ödememe sorunu başlamıştır (Vardareri, Dursun, 2009: 11). Verilen kredileri tahsil edemeyen bankalar kaynak sıkıntısı içine girmişler ve finansal piyasalarda oluşan güvensizlik sonucu bankaların birbirlerine borç verme konusunda çekingen davranmaları, likidite sorununu doğurarak mali sistemin durmasına yol açmıştır (Susam, Bakkal, 2008: 74).

2008 yılı Ağustos ve Eylül aylarında gelişmiş ülkelerin merkez bankaları, finansal piyasalardaki gerginliği azaltmak amacıyla piyasalara eşgüdümlü olarak yüklü miktarlarda likidite sağlamışlardır. Alınan önlemlere rağmen söz konusu endişelerin giderilememesi sonucu, 7 Eylül 2008’de Fannie Mae ve Freddie Mac’ in yönetimini Federal Emlak Finansmanı Otoritesinin devralmasıyla finansal kriz yeni bir boyuta ulaşmıştır. 15 Eylül 2008’de finansal kuruluşlardan Lehman Brothers şirketi iflasını açıklamış, 16 Eylül 2008 tarihinde AIG (American International Group) adlı en büyük sigorta şirketinin hisse senetleri %60 değer kaybetmiş ve Fed tarafından yüksek miktarda mali destek sağlanmıştır. FED’ in sağladığı likidite imkanlarından diğer büyük yatırım şirketlerinin de yararlanma istekleri risk algılamasını artırmış ve dünya genelinde bankalar arası para piyasaları kilitlenerek fonlama maliyetleri yükselmiştir. Küreselleşmiş finansal piyasalar arasındaki sıkı bağlantılar nedeniyle ABD Mortgage piyasalarında başlayan ve daha sonra likidite krizine dönüşen bu problem ABD bankalarının borç verme riskini yabancı bankalara aktarması sonucu başta Avrupa olmak üzere tüm dünyaya yayılmıştır (Susam, Bakkal, 2008: 74–75).

53

Etkileri ve kapsamı açısından, 1929 Büyük Buhran’ından sonraki en büyük kriz olarak nitelendirilen küresel ekonomik krizin nedenleri şu şekilde özetlenebilir (Anbar, Şenol, 2010: 173):

 Arz fazlasına sahip GÜO ’ler ile tüketim odaklı GÜ’ler arasındaki global dengesizlikler,

 Artan emtia fiyatlarına bağlı olarak likiditenin artması ve yeni yatırım alanları aranması,

 Hane halkının az tasarruf edip, aşırı borçlanması,

 Reel sektör ile finans sektörü arasındaki dengesizlik. Finansal piyasalarda işlem gören menkul kıymetlerin piyasa değerlerinin ve işlem hacimlerinin, reel yatırımlardan iki- üç kat daha fazla olması.  Enflasyona aşırı odaklanan, buna karşın finansal istikrara yeterli

seviyede odaklanmayan parasal politikalar.

 Merkez bankalarının oluşan balonları patlatmayacağına ilişkin açık ifadeleri,

 Batı ülkelerinde faizlerin uzun süre çok düşük seviyelerde tutulması, bunun, riski göz ardı ederek aşırı kaldıracı ve yüksek getiriyi teşvik etmesi.

 2003- 2006 yılları arasındaki enflasyonsuz ve istikrarlı büyüme döneminin risklerin yeterince değerlendirilmemesine yol açması.  Kredi alan ile verenlerin ve yatırım bankalarının, yatırımcıların aşırı

hırsı ve açgözlülüğü.

 Şirket yöneticilerinin başarısızlığı,

 Finansal kurumlarda, yöneticilerin, aşırı risk almayı özendiren ve orta- uzun vadeli riskleri yerine kısa vadeli getirilere odaklanmayı sağlayan teşvik ve ödül sistemleri.

 Menkul kıymet fiyatlarının arttığı(balon) dönemlerinde, finansal kurumların sermayesini artıran ve fiyatlar düşmeye başladığında (balon patladığında) sermayelerini azaltan değerleme uygulamaları.

54

 Risk modellerine duyulan aşırı güven.

 Varlık fiyatlarının arttığı dönem boyunca, yüksek riskli tüketicilere verilen konut kredilerine dayalı olarak ihraç edilen menkul kıymetlerin taşıdığı risklerin değerlendirilmesinde kredi derecelendirme kurumlarının, sigorta şirketlerinin, aracıların ve yatırımcıların yaptıkları hatalar.

 Konut kredisi veren finansal kurumlar, menkul kıymetleştirme aracılığıyla kredileri bilançolarından çıkardıkları, dolayısıyla riski aktardıkları için, kredi analizine gerekli önemi vermemeleri.

 Düzenleyici kurumların, finansal sistemdeki kaldıracın artmasına yol açan finansal enstrümanların kullanımına ilişkin gerekli önlemleri almamaları.

 1929 Buhranından sonra, finansal sistemi korumak ve stabilize etmek için ticari bankaların yatırım bankacılığı faaliyetlerinde bulunmalarını yasaklayan kısıtlamaların, 1980’li yıllardan sonra yapılan düzenlemelerle zaman içinde kaldırılması, ticari bankaların yatırım bankacılığı faaliyetlerinin artması.

 Krizin ilk aşamalarında, merkez bankalarının ve hükümetlerin, kriz boyutlarını ve sonuçlarını tam değerlendirememeleri ve yeterli önlem almamaları.

5. KÜRESEL KRİZ KARŞISINDA ALINAN ÖNLEMLER