• Sonuç bulunamadı

ARAŞTIRMANIN KURAMSAL DAYANAKLAR

F. Kültür ve Örgütsel Adalet

Örgütsel adalet konusunda kültürler arası bakış açısı birkaç sebepten dolayı önem taşımaktadır. Teorik olarak, kültür bireylerin olayları anlamasını ve belirli davranışları tanımlamasını etkiler. Ayrıca, Greenberg (1996) farklı kültürlerdeki adalet algılamalarını anlamanın, kültürün kendisini anlamaya da yardımcı olacağını da not düşmüştür (Akt.Skarlicki, 2001). Pratik açıdan, kültürler arası çalışmalar, çok uluslu örgütlerin yöneticilerinin, örgütsel politikalarının farklı işgörenlerin adalet algılarını nasıl etkilediğini anlamalarına ve bu algıların sonuçlarını değerlendirmelerine yardımcı olur (Skarlicki, 2001).

Farklı ulus ve kültürlerden bireyler ve şirketler ortak faaliyetler için bir araya geldiklerinde, karşılıklı ilişkileri kaynakların ve ödüllerin nasıl dağıtılacağına dair konularda kendi normlarından kaçınılmaz olarak etkilenmektedir. Bu yüzden uluslar arası yönetim için kişilerin kaynak dağıtımı

konusundaki eşitlik ve adalet kavramlarını tanımlayan faktörleri anlamak çok önemlidir. İşgörenlerin ihtiyaçları ve toplumsal motiflerini kültürel geçmişlerinden bağımsız değerlendirmek büyük bir hata olur (Chen, Meindl ve Hui, 1998).

Çarpıcı bir örnek Kidder ve Miller’ın (1991) Japonya’daki adalet analizi ile ilgilidir (Akt.Greenberg, 2001). Japonca’da “adalet” anlamını veren bir kelime bile bulunmaz iken, Amerikalılar küçük yaştan itibaren aldıkları ödülleri değerlendirmede adalet kavramı ile tanışmaktadırlar. Japonlar ise bunu saygı, nezaket ve toplumsal uyumu savunan bir sosyal sistem ile gösterirler. Bunun sonucunda da, batı kültüründe dağıtımsal adalet olarak bilinen norm Japonya’da çok daha zayıftır (Greenberg, 2001).

Örgütsel adaletin örgüte güven, örgütsel adanmışlık ve iş memnuniyeti ile ilişkisini Amerikalı, Alman, Hint ve Çinli gruplar üzerinde araştıran çalışmanın sonuçlarına göre Amerikalı grupta dağıtımsal adalet, iş tatmini veya adanmışlık ile değil, sadece güven ile ilişkili bulunmuşken; işlemsel adalet her üç değişken ile bağlantılı bulunmuştur. Hindistan örneğinde dağıtımsal adalet her üç değişken ile, işlemsel adalet ise sadece güven ile ilişkili bulunmuştur. Alman grubunda dağıtımsal adalet, güven ve iş memnuniyeti ile; işlemsel adalet ise güven ve adanmışlık ile ilişkili bulunmuştur.

Hong Kong Çin örneğinde ise dağıtımsal adalet, güven ve iş memnuniyeti ile; işlemsel adalet ise sadece adanmışlık ile ilişkili bulunmuştur.

Tüm gruplarda güven ve adalet ilişkili bulunmuş, bu ilişki sadece Hong Kong Çin grubunda dağıtımsal adalet ile saptanmıştır. Bunun nedeni belki de Çinli işgörenlerin uzun vadeli kar yerine kısa vadeli kar düşüncesi ile çalışma alışkanlıklarıdır. Çalışmanın önemli sonuçlarından birisi, örgütsel güvenin çalışılan tüm kültürlerde örgütsel adalet ile ilişkisi saptanan bir değişken olduğudur. İşgören ile yönetim arasında daha iyi ilişkiler kurmanın, örgüte bağlılığı sağlamanın ve daha yüksek moralle çalışmanın ön koşullarından birisi de örgüte veya yöneticiye güven duyulmasını sağlamaktır (Pillai, Williams ve Tan, 2001).

Kültürel farklılıkları oluşturan boyutlardan birisi Hofstede’in (1980) güç mesafesi yapısıdır. Güç mesafesi farklı formal güce sahip konumlardaki kişiler arasındaki eşitsizliğin, sosyal düzen içinde doğal ve hatta arzu edilen bir açıdan görülmesidir. Güç mesafesinin düşük olduğu kültürlerde karar verme yetkisine sahip üst seviyelerdeki kişiler bu güçlerini alt seviyelerdeki kişiler ile daha fazla paylaşma eğilimindedirler. Diğer bir deyişle, böyle kültürlerde düşük kademelerde kişiler karar verme sürecine katılma hakları olduğu düşüncesine sahiptirler. Tüm bunlar, güç mesafesinde kültürel farklılıkların kişilerin söz sahibi olma hakkı algısını etkilediğini önermektedir. Farklı güç mesafesi özelliklerine sahip kültürlerden örnekler oluşturmak için Amerika Birleşik Devletleri ve Çin Halk Cumhuriyetinden oluşturulan grup üzerinde yapılan çalışma literatürü destekleyici sonuçlar vermiş, güç mesafesinin daha büyük olduğu Çin Halk Cumhuriyeti kültürüne ait kişilerin karar sürecine katılmadıklarında verdikleri tepki Amerikalılara göre daha az

olmuş ve kararın uygulanması sırasında bir sorun yaşanmamıştır (Brockner ve ark., 2001).

Lee, Pillutla ve Law (2000) tarafından Hong Kong’ta çalışan bir grup üzerinde yapılan bir araştırma, güç mesafesinin ve cinsiyetin, adalet algıları ile otoriteyi ve örgütü değerlendirme ilişkisini şekillendirdiği hipotezinden yola çıkmaktadır. Hofstede’in (1980) cinsiyet ve yönetime olan mesafe değişkenlerini test eden modele göre bireyin daha önceki toplumsallaşma süreci adalet algısını etkilemektedir (Akt.Lee ve ark., 2000). Bu çalışmada araştırılan iki davranış ise otoriteye güven ve psikolojik sözleşmenin uygulandığı algısıdır. İlk kriter olan yöneticiye güven yapılan diğer çalışmalarda da adalet algıları ile ilişkili bulunmuştur. İkinci kriter olan psikolojik sözleşmenin uygulanması ise işgörenin kendi örgütünü değerlendirmesinin en önemli parçalarından birisidir.

Rousseau (1995) psikolojik sözleşmeyi, işgörenin örgütüyle olan ilişkilerinde verilen, kabul edilen ve güvenilen sözlere ait inançları olarak tanımlamaktadır (Akt.Lee ve ark., 2000).Yöneticiye güven ve psikolojik sözleşmeye uyulması önemli örgütsel davranış ve tutumların öncüleridir. Çalışmalar, yöneticilerine güvenen işgörenlerin daha fazla örgütsel vatandaşlık davranışı gösterdiklerini (Konovsky ve Pugh, 1994), yönetici kararlarını daha kolaylıkla kabul ettiklerini (Tyler, Deogey ve Smith, 1996) ve psikolojik sözleşmeye uyulmasının örgütsel vatandaşlık (Robinson ve Morrison, 1995) ve örgütten ayrılma eğilimleri (Robinson ve Rousseau, 1994) ile ilişkili olduğunu göstermiştir (Akt.Lee ve ark., 2000).

Kişilerin üstleriyle olan ilişkilerinin doğasını, işgörenler ile üstleri arasındaki güç mesafesi belirlemektedir. Tyler ve ark.na göre, güç mesafesi düşük olan işgörenler üstleri ile daha güçlü kişisel ilişkiler kurabilmekte, onları daha iyi anlayabilmektedirler. James (1992), güç mesafesinin daha düşük olduğu kültürlerde gücü her zaman koşulsuz kabul etme eğiliminin daha düşük olduğunun, bunun da işgörenlerin haksızlıkla karşılaştıkları zaman tepki vermelerini beraberinde getirdiğini bildirmiştir (Akt.Lee ve ark., 2000). Bunun aksine, Tyler ve arkadaşlarına (1995) göre, güç mesafesi yüksek olan kültürlerde kişilerin üstleriyle olan ilişkileri daha çok rolleri ile sınırlandırılmıştır (Akt.Lee ve ark., 2000).

Bond, Wan, Leung ve Giacalone’un (1985) Çin ve Amerikan grupları üzerinde yaptığı çalışmada Çinlilerin, Amerikalılara nazaran, daha yüksek statülü bir gruptan gelen bir kişinin kırıcı bir hareketini daha kolay kabullenilebildiği, davranış daha düşük statülü bireyden geldiğinde Çinli ve Amerikalı grup arasında bir fark olmadığı saptanmıştır. Çinliler, güç mesafesinin daha yüksek olduğu bir kültürün üyeleri olarak, üstlerinden gelen bir eleştiriye daha az olumsuz tepki vermekte, üstün davranışını işlemsel adalet algılarını göz önünde bulundurmadan ve sorgulamadan kabullenmek eğilimindedirler.

Lee ve ark.nın (2000) yaptığı çalışma, kadınların erkeklere göre daha düşük işlemsel adalet beklentisine sahip olduğunu; işlemsel adalet algıları ile psikolojik sözleşmeye uyulması arasında bir ilişki bulunduğunu fakat bu ilişkinin işlemsel adalet ve yöneticiye güven arasında bulunmadığını

göstermektedir. Bu çalışma aynı zamanda kültürel değerlerin deneysel işlemsel adalet çalışmalarında dikkate alınması gereken önemli değerler olduğunu da iddia etmektedir.

Kültürün taşıdığı güç mesafesi özelliğinin bireylere söz hakkı tanınması veya tanınmamasına tepkileri üzerine etkisini araştıran çalışma daha çok kültür ve işlemsel adalet türünü incelemiştir. Brockner, Ackerman, Greenberg, Gelfand, Francesco, Chen, Leung, Bierbrauer, Gomez, Kirkman ve Shapiro (2001) teorik olarak ve araştırma sonuçlarına göre kişilerin işlemsel adalet algılarını etkileyen farklı faktörler olduğu, örneğin teorisyenlerin, Leventhal’ın 6 maddesine uyan karar verme süreçlerini adil olarak tanımladıkları, daha yakın zamandaki çalışmaların karar verme sürecinde kararı uygulayanların kişiler arası davranışı, kararların gerekçelerini açıklamaları ve karardan etkilenen taraflara saygı ve değer göstermelerinin de sürecin adil olmasını etkilediğini vurguladığı konusunda görüş birliği içinde bulunmaktadırlar. Fakat işlemsel adaletin tüm bu belirleyicilerinden en çok ilgilenilen, kişilere karar verme sürecinde ne kadar söz hakkı verildiğidir.

Lind ve Tyler’ın (1988) işlemsel adalet konulu teori ve araştırmasının sonucu kişilerin kendilerine söz hakkı verilmediğinde kararı daha az adil buldukları ve karara, kararı verenlere ve örgüte daha olumsuz tepki verdikleridir (Akt. Brockner ve ark., 2001). Brockner ve ark.nın yaptıkları çalışmanın amacı kişilerin daha az söz sahibi olduklarında daha olumsuz tepki verme eğilimlerindeki kültürel farklılıkları tespit edebilmektir.

Konuyla ilgili teorik bilgi, kültürel normların kişilerin söz hakkını yasallaştırdığı durumlarda, bireylerin karara katılmadıklarında bu duruma daha da olumsuz tepki verdiklerini sunmaktadır. Yani, kişilerin itiraz ettiği söz sahibi olmamaları değil, söz sahibi olmamanın kültürel normlara aykırı olduğu durumlardır. Oysa, resmi gücü olan kişilerin karar verme sürecinde, daha az resmi gücü olan kişilerden fikir alma davranışının kültür normlarında olmadığı kültürlerde kişiler söz hakkı verilmediğinde daha az olumsuz etkileneceklerdir. Söz hakkına verilen tepkideki kültürler arası değişikliklerin kültürel normların etkisi ile ilişkisini de ölçmek için söz sahibi olmanın yasallık derecesinin farklı olduğu kültürleri karşılaştırmak gereklidir (Brockner ve ark., 2001).