• Sonuç bulunamadı

Kültür Endüstrisi ve Frankfurt Okulu

Belgede HAZIRLAYAN GÜLŞAH EREN (sayfa 61-64)

I. B ÖLÜM: KAVRAMLAR, TANIMLAR, KURAM VE TARİHÇE

1.7. Kültürel Kuramlar ve Yaklaşımlar

1.7.4. Kültür Endüstrisi ve Frankfurt Okulu

1923 yılında kurulan Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nde çalışan akademisyenlere Frankfurt Okulu üyeleri denilmiştir. Kültür ve kitle iletişimi ile ilgili yaklaşımlarda akla gelen Thedor Adorno, Max Horkheimer, Herbert Marcuse, Jarl Wittfagel, Leo Lawenthal, Erich From bu ekolün önde gelen isimlerindendir.

Okul üyeleri Yahudi dinindendir ve Almanya’da 1933’te iktidara geçen baskıcı Hitler’in Yahudi düşmanlığı gütmesi sonucu buradan ABD’ye göç etmişlerdir.

Frankfurt Okulu öğrencileri tarafından geliştirilen “Kültür Endüstrisi Teorisi”, sonraki yıllarda da kitle iletişim araçlarına eleştirel bakış açısı getiren araştırmacıların referans kaynağı olmuştur. Marksist eleştiriden etkilenerek kültür endüstrileşmesi üzerine çalışmalar yapan Frankfurt Okulu; medya/kitle iletişim araçlarını örgütlenmiş, ideolojik birer kültür endüstrisi üreticisi olarak kabul eder ve bunun insanların zihninde oluşturduğu yanlış tüketim bilincine vurgu yapar.

Kitle iletişim araçlarının ortaya çıkmaya başlamasıyla kültürün kendisinin de bir endüstri haline geldiğini öne süren Frankfurt Okulu’na göre özgürleşme ve ütopik

nitelik yalnızca yüksek sanatta mevcuttur. Kitle kültürü ise, tüketicileri var olan düzenle uzlaştırarak kapitalizmin çıkarlarına hizmet etmektedir. Kültür endüstrisinin tüketicileri güdüp yönetmesinde –işbölümüne dayanan toplumsal yaşantının derinleştiği- “yanlış ihtiyaçlar” yaratması rol alır. Bireyin toplumsal konum ve çıkarlarını algılamasını engelleyen yanlış ihtiyaçlar ve yanlış bilinçlilik, Frankfurt Okulu’nun güdüp yönetme kuramının temel kavramlarıdır (Madleski, 1986: ix-x; akt.

Özbek, 2006: 66).

Gross’a göre “Kültür endüstrisinin yarattığı kültürel ürünler, toplumsal kontrol için birer ideolojik araçtır. İnsanlara onların istediklerini verdiği zaman bile bu istekler zaten önceden şartlandırılmış isteklerdir… Böylece kültür endüstrisinin ürünleri, kültürel egemenlerin istekleriyle sınırlıdır. “Bilinç endüstrisi”nin (Enzensberger, 1974) hâkimiyetine yalnızca yüksek sanat direnebilir” (Gross, 1980’den akt. Özbek, 1991: 67).

Kültür endüstrisi, tüketicilerin gereksemelerine uygun ürünler ürettiğini savunur ama asıl amacı, üretimin tüketilmesi için tüketici de “yanlış” gereksemeler yaratmak amacıyla kültürü araçsallaştırmaktır. Tüm kitle kültürü üretimi, ekonominin çıkarları doğrultusunda programlandırıldığından, kültür endüstrisi ürünleri, birbirlerine benzeyip, özgünlükten yoksundurlar (Atiker, 1998: 52). Kültür endüstrisinin ürünleri duygu ve değerden yoksun birer meta haline gelerek kendi anlamlarından yabancılaşmaktadır.

Frankfurt Okulu üyesi olan Adorna’ ya göre çağdaş yaşamda kültür endüstrisi yoluyla, bireylerin istek ve ihtiyaçlarını maniple edilmektedir. Popüler kültür ürünleri de kültür endüstrisinin ortaya çıkardığı güdülüp yönetilmiş tecrübeyi yansıtırlar. Bu popüler kültür ürünlerinin sanatla ilgisi kalmamıştır, araçsallaşmıştır.

Artık özgün sanata değil bağımlı ekonomiye hizmet etmektedir. Bir sanat eseri, toplumun kültüründen izler taşır, kültürel bir üretidir. Sanat insanların ruhlarını besler, içsel dünyalarını zenginleştirir ve hayata değişik bir gözle bakmalarını sağlar.

Ancak bu sanat eseri kültür endüstrisinin aracı olup, binlerce üretildiğinde hakikiliğini yitirir ve anlam/değer kaybına uğrar. Artık bu ürün insanların içsel dünyalarına hitap eden değil; popüler olduğu için kendilerinde de olmasını istedikleri bir eşya haline gelir. Toplumsal ilişkiler dokusuna bağlı olarak değişen üretim

koşulları, kültürü konusu eğlence ve manipülasyon olan bir endüstri haline getirmiştir.

Frankfurt Okulu’ na göre dilin yorumlayıcı dairesi içinde insanlar bağımlı kültürün tutsağı haline gelmiştir. Kitle iletişim ve kitle eğlencesi endüstrisi -Adorno’

nun deyimiyle “kültür endüstrisi”- kitlelerin bilincini o denli kolonileştirmiştir ki, kitleler artık direnmeyi bile düşünemez hale gelir (Erdoğan, 2002: 410). Bundan böyle toplumsal ihtiyaçlar kitle iletişim araçlarının istediği yönde insanlara empoze edilir ve eğlence endüstrisi tarafından belirlenir. Son karar seçkinci kültürün değil, popüler kültüründür. Popüler kültür kolayca erişilebilen bir kültürdür, sadece eğlendirmeyi amaç edinir. Popüler kültür ürünleri çok fazla üretilir ve standartlaştığı için kültürel bir anlamı ve değeri yoktur. Kültür endüstrisi yoluyla, reklâmlarla bireyleri etkilerler ve pasif alıcılar haline getiriler.

Susan Willis’e göre de; meta kültürü insanların her şeye evet demesini öğütler. Bir meta sorgulandığında “yeniyse iyidir; daha pahalıysa daha iyidir;

satılıyorsa güvenilirdir” mantılığı hâkimdir. Tüketmemek vatandaşlık görevini ihmal etmektir. Ne tüketiyoruz veya niye tüketiyoruz sorusuna gerek kalmadan bunu bireylerin yerine süpermarket yapar ( Willis, 1993: 172).

Araştırmalara göre bireylerin en çoğunun tercih ettiği medya aracı televizyondur. Günlük yaşamın hızlı temposundan yorulup, iş yaşamının stresini unutmak, dinlenmek isteyen birey vaktinin uzun süresini televizyon izleyerek geçirmektedir. Televizyonun ayrılmaz parçası olan reklâmlar ise kitle tüketiminin özendirildiği, kitleler üzerinde yanlış güdümlemelerin dikte ettirildiği en güçlü araçlardandır. Birey filmi veya reklâmı izlerken arka fondaki büyük coca-cola, hamburger veya bir başka ürünün resmini farkında olmadan zihnine çizer. Bu durum televizyonda, caddedeki bir reklâm panosunda veya aracını sürerken dinlediği müzik arasında o kadar çok tekrar eder ki; birey bu simgeyi artık ezberlemiş ve içselleştirmiştir. Bir markete gidip bu ürünü gördüğünde ise ihtiyacı olup olmaksızın onu ve bilinçsizce ve bir an önce almak ister. Çünkü bu sayede mutlu olacağı hissi kendisine aşılanmıştır. Eleştirmenlerin “mutsuzluktaki mutluluk”, “eğlencenin zevksizleştirilmesi” dedikleri kavramlar, kültür endüstrisi yoluyla kitlelerin bilinçsizleştirilmesini örneklemektedir.

Frankfurt Okulu üyelerinden Horkhoimer ve Adorno “Aydınlanmanın Diyalektiği”nde kültür endüstrisinin nesnenin özne üzerindeki hâkimiyetinin en somut tezahürü olduğunu iddia ederler. Kapitalist sistemde sanayi üretimiyle, kültür ürünleri üretimi, aynı şirketlerin farklı kolları tarafından ama tek tip halinde yapılmaktadır. Kültür endüstrisinde dinlenen müzikler, seyredilen filmler, hep aynı şablona uygun olarak sonu başından belli şekilde üretilmektedir. Dolayısıyla ürünlere yönelik yaratıcılık yoktur. Kültür endüstrisi yüksek kültür ürünlerini bozmakta kendi standartlarına uygun hale getirmektedir. Örneğin bir caz müzisyeni klasik müzik parçasını kısaltarak kültür endüstri formlarına uygun hale getirir (Horkhoimer ve Adorno, 1996: 13- 17).

Frankfurt Okulu üyelerinin eleştirisi; kültür endüstrisinin insanların özgürlüklerini kısıtlaması, tüm bireylerin duygu ve düşüncelerini denetim altına alarak haz kaynaklarını sömürmesi konusundadır. Kültür endüstrisi uyuşturulmuş beyinlerin anlam dünyasını etki altına alarak, değer kaybına uğrattığı kültürelliği kaybolmuş metayı, çok gerekli bir ihtiyaçmışçasına kitlelere pazarlar. Bu yolla kültür metalaşır ve özünden yabancılaşır, aynı zamanda da bireylerin zihinlerinde yanlış tüketim anlayışları oluşur. Okul üyeleri Marx’ın yabancılaşma kavramından yola çıkarak kapitalizmin bu yabancılaştırmasına karşı çıkarlar. Onlara göre bu duruma da yalnızca yüksek sanat direnebilir. Yani sadece sanata, insanlığın içsel dünyasına hizmet için var olan bir anlayış, çoğalma, ekonomik rant elde etme çabasında değildir, asildir ve tektir.

Belgede HAZIRLAYAN GÜLŞAH EREN (sayfa 61-64)