• Sonuç bulunamadı

1

Ne filemdir bu filem akl u fikri bi-karfu- eyler, Hep i'caziit-ı Kudret piş-i çeşmimden güzar eyler, Semavi handelerdir gökyüzünden Hak nisfu- eyler;

Seraser nurlardır renklerle istitar eyler.

Çemendir, bahrdır, kuhsardır, subh-ı rebiidir, Bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

il

Neye duş olsa çeşmim bunda her dem taze vü terdir, Şua-ı mihr-i enver pare pare kirm-i ahterdir,

Bulutlar kenz-i gevherdir murassa-saz-ı meşcerdir, Doğar akşamları bir mai yıldız rOhperverdir, Çemendir, bahrdır, kuhsardır, subh-ı rebiidir, Bu yerlerde doğan bir şfür olmak pek tabiidir.

III

Şafak bir nehr-i hüzn eyler reh-i ümmidi hunundan, Münevver mahtabın fikr nur-ı nilgunundan,

Düşer bin şi'r-i muzlim ol ziyanın her sütunundan, Mükerrer hüsnü yarin manzar-ı sevda-nümunundan.

Çemendir, bahrdır, kuhsardır, subh-ı rebiidir, Bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

iV

İşaret kılmada eşcar semt-i la-teofthiyi, Öper emvac kalkıp perde-i Kudret-penahiyi, Eder kevkeblere isal tairler iJahlyi,

Değer sermest-i aşk etse bu manzar !11urg u mahiyi.

Çemendir, bahrdır, kCıhsardır, subh-ı rebiidir, Bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

v

Seher bin cuybftr-ı hüsn-i ftheng ü sada yek-dem, Kılar meks ettiğim vadl-i samtı hüzn ile hun-em, Gelir ınihr ü meh-asa fikrim ihyaya Kemal-Ekrem Döner karşımda ol dem şi'rden masnu' bir atem, Çemendir, bahrdır, kuhsardır, subh-ı rebildir, Bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

VI

Sabaha karşı dönmüş afitaba muntazır ezhfır, Tulu'ıyle anın her gonca eyler handesin tekrar, Sezadır maşrıkı addetse adem matla' -ı eş' ar, Ne şairdir ki Kudret, şl'r söyler döktüğü asar,

· Çemendir, bahrdır, kCıhsardır, subh-ı rebildir, Bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

Vll

Saba eyler kudum-i nevbaharı kCıhdan tebşir, Eder tıfl-ı muhabbet asiytıb-ı filemi tedvir, Gelir bir yanda sengistandan avaz-ı peleng ü şlr, Olur şimşeklerin aksiyle ruşen çehre-i takdir, Çemendir, bahrdır, kuhsardır, subh-ı rebildir, Bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

V lll

Şevahikden sukut etmekte menbaJar menar-asa, Bütün dağlar ağaçlıktır ağaçlar hep çenar-asa, İnip bir şey semadan ruhum okşar zülf-i yar-asa, Revan etsem aceb mi ben de şl' rim cfıybar-asa, Çemendir, bahrdır, kuhsardır, subh-ı rebiidir, Bu yerlerde doğan bir şfür olmak pek tabiidir.

IX

Bu canibde vatandır bunda hep şevk-ı hamiyyettir, Bu yanda fikr-i hürriyyet ki nlır-ı ademiyyettir, Bu yanda Jaciverd ü sebz giymiş sermediyyettir, Bu şeyler şfüriyyettir fazilettir meziyyettir, Çemendir, bahrdır, kOhsardır, subh-ı rebiidir, Bu yerlerde doğan bir şfür olmak pek tabiidir.

x

Şu vahşi külbeyi me'nfıs-ı aşk-ı maderi gördüm Bana feryad meşk eyler bu sessiz yerleri gördüm Yeşil gözlüydü vahşetlerle sakin bir peri gördüm Çemendir, bahrdır, kfıhsardır, subh-ı rebiidir, Bu yerlerde doğan bir şfür olmak pek tabiidir.

ABDÜLHAK HAM111

Bize yüzyıllarca içinde yaşadığımız bu fılemin kötii olduğu söylendi. Bu dü­

şüncenin Tanzimat'tan hemen önceki yıllarda, Adem Kasidesi' nde nasıl koyu bir nefret ve kötümserliğe vardığını gördük. Hatta bir Tanzimat şfıiri olan Ziya Paşa hile Terci '-i Bend' inde, varlığın şaşkınlık verecek derecede kötü olduğunu isbat için, kainatı gözden geçiriyor,, mantıki deliller ortaya kaymağa çalışıyordu. Ara­

da, Şi_nasi, yıldızlara bir göz atarak, onlarda ilfıhl bir nizamın parladığını farket­

ıniş, fakat bu bakış çok kısa sürmüştü. Yalnız Namık Kemal, yüzyıllarca tekrar­

lamm insanın acizliği fikrine karşı hayatı ve eserleriyle, insanın kudretli ve ira­

deli bir varlık. bir kahraman olduğunu müdafaa etti. Fakat o da daha ziyade siya­

si ve sosyal meseleleri ele alıyor, kfıinat üzerinde düşünmüyordu. Halbuki, insa­

nı �fıinattan ayırmağa imkan yoktu. Varlığı yüzyıllarca toptan düşünmeğe alışmış bir millete, varlık hakkında yeni ve bütün bir görüş vermek lazımdı. Abdülhak Hamid, piyeslerinde ve şiirlerinde iradeli insan kavramını bir hayli sarsmakla be­

raber, kainat hakkında iyimser ve ulvi bir görüş getirdi. Akif Paşa' nın nefretine, Ziya Paşa' nın hayretine karşı, hayranlık duygusunu terennüm etti.

Külbe-i lştiytık inanzumesine, baştan sona kadar, tabiat karşısında derin bir hayranlık duygusu hakimdir. Hamid bu duyguyu Batı'dan alır. J. J. Rousseau, çok.evvel, tabiat güzelliğinin, insanoğlunun eserlerinden ve medeniyetten üstün olduğu fikrini ortaya koymuştu. Bu fikir ondan romantiklere geçti. Romantikler, şiirlerinde tabiatın güzel ve ilahi bir varlık olduğunu söylediler. Hamid, daha

Sa/mı adlı ilk şiir kitabında, tıpkı 1. 1. Rousseau gibi medeniyet ile tabiatı, şehir­

le kırı karşılaştırıyor, birincisini kötü ve çirkin, ikincisini iyi ve güzel gösteriyor­

du. Fakat bu kitapta daha ziyade nazari fikirler hakimdi. Duygu eksikti ve tasav­

vurlar acemice idi. Hamid, Hindistan· a gittikten, orada büyük tabiatı gördükten sonra, kuvvetli bir tabiat duygusuna erişti. Şfıir, burada yazmış olduğu şiirlerde düşünmekle yetinmez, aynı zamanda duyar, görür ve işitir. Mektuplarında Hin­

distan manzaralarından aldığı intibaları heyecanla kaydeder.

Hindistan' da yazmış olduğu şiirlerden biri olan Külbe-i İştiytık' da Hamid'in tabiat karşısında alınış olduğtı tavrı açıkça görmek mümkündür. Bu şiirde dikka­

timize ilk çarpan şey, tabiatın sonsuz güzelliğini hissetmiş olmasıdır. Güzellik

duygusu onu hayranlığa ve tabiatta gizli olan ilahi kudret fikrine götürüyor. Tan·

rı bir şfür oluyor:

Ne şairdir ki Kudret şl' r söyler döktüğü asar

mısraı bu görüşü özetler. Varlıkta her şey Hamid'e bir şiir gibi gözüküyor. Ay ışı­

ğından, müphem, karanlık bir şiir düştüğünü, hissediyor:

Düşer bin şl'r-i muzlim ol ziyanın her sütunundan

Seher vakti, sakin vadileri bin bir güzel ahenk nehrinin doldurduğunu hisse­

den şfür:

Döner karşımda ol dem şi'rden masnu bir fılem

diye haykırıyor. Tabiat ona o kadar şiirle dolu geliyor ki, her parçasının sonunda:

Bu yerlerde doğan bir şfür olmak pek tabiidir.

diye tekrarlıyor.

Tabiatın estetik olarak göriilüşü, duyuları ön plana geçiriyor ve bu şiirin bün­

yesini tamamiyle değiştiriyor. Hamid ile beraber Türk şiirine dış dünyadan gel­

me duyular girmeğe başlıyor. Hamid' den sonra Türk şiirinde duyular gittikçe ar­

tacak, Servet-i Fünuncularda şiir, tabiatı taklitte resim ile boy ölçüşecektir.

Bütün Divan edebiyatında fikir duyuya hükmeder. Tanzimat'tan sonra da düşüncenin ön planda geldiğini görüyoruz. Divan şairi, dış dünyadan aldığı un­

surları, öyle bir düşünce kozasına sarar ki, artık o duyu olmaktan çıkar, zihni bir varlık halini alır. Ziya Paşa, Namık Kemal ve Sadullah Paşa'nın, şiiri nasıl bir manzum nesir, bir fikir haline getirdiğini gördük. Tabiata giden Hamid, duyula­

rın güzelliğini keşfediyor. Gerçi, onda da duyular bir düşünceyi karşılar. Daha sonraki Türk şairlerinde olduğu gibi çıplak halde kalmazlar. Fakat Hfımid'de du­

yuların başta geldiği, düşünceye duyulardan gidildiği açıkça görülür. Başka bir tabirle Hamid, fizikten metafiziğe, görünürden görünmeze geçer. Hareket nokta­

sı varlık, gayesi Tanrı' dır.

Kiilbe-i lştiyak'ta görme duyusu başta gelir ve ışık unsuru büyük bir yer tu­

tar. Bir mektubunda ışıktan çok hoşlandığını söyleyen Hamid, burada tabiatın çe­

şitli ışıklarını bir araya topluyor. Güneş ışığı, ay ışığı, yıldız ışığı. şimşeklerin pa- ' rıltısı. İkinci olarak ses duyusu geliyor. Bunlardan başka, Hamid gördüğü diğer

Yarlıklardan, ağaçlardan, dalgalardan, kuşlardan, çiçeklerden ve menbalardan hahscdiyor. Şiirde vuzuhsuz, müphem duygular ve hatıralar da yer alıyor.

Hamid' in duygulardan hareket etm�kle beraber, bunları bazı düşüncelere lıağladığını, fizik fılem ile metafizik fılem arasında bir münasebet kurduğunu söy­

kıniştik. Kiilbe-i lştiytJk'ta her şey Tanrı ' ya doğru uzanır; tabiat sadece maddi bir Yarlık değildir, ilfthi güzellik, aşk ve kutsallık duyg�ısu bütün varlığı sarar. Dör­

ıhincü parçada bu temayül çok açık görülür. Ağaçlar, sonsuzluğu işaret ederler;

ılalgalar Kudret' in (Tanrı' nın) arkasına gizlendiği perdeyi öperler; kuşlar ilahlle-11ııi yıldızlara doğru yükseltirler. Varlık o kadar güzeldir ki, kuşlar ve balıklar aşk ık sarhoş olsalar yeridir.

Diğer duyular da dini veya ruhi bir mana taşıyorlar. Gökten inen ışıkları şa­

ır, Tanrı'nın yolladığı "semavi handeler"e benzetiyor. Akşamları doğan mavi bir ı·ıldız ruhu besliyor. Mavi ay ışığı, adeta kafatasım geçerek di.işi.inceleri aydınla­

ııyor. Çiçekler sabaha karşı güneşi bekliyor ve onu görünce gi.ilümsi.iyorlar. Yal­

ııız bir yerde Hamid, güneş ışıklarını, başka bir maddi varlığa, yıldız böcekleri­

ııc benzetiyor. Dış dünyanın manevi surette tefsirinden ibaret olan bu örneklerin yanı sıra, manevi varlıkların, mesela hatıraların da, dış dünyaya ait ışıklı varlık­

lar hfıline geldiklerini görüyoruz. Bu hfırikulade manzara içinde, dostlarını, Ke­

mal ile Ekrem'i hatırlayan şfıir, onları da güneşe ve aya benzetiyor.

Ses duyuları sadece güzellik bakımından tasvir olunmuştur; seher vakti, sü­

Hıt vadisini dolduran sesleri şftir, binlerce ahenkli güzellik nehrine benzetiyor.

!>ağlardan esen rüzgarda baharın müjdesini duyuyor. Bu tabiat, sadece latif un­

'urlardan mürekkep değildir. Bir !<\raftan çakan şimşekler kaderin seıt çehresini .ıydınlatıyor, öbi.ir taraftan arslan ve kaplan sesleri geliyor. Yüksek tepelerden dü­

tcn minare boyundaki şelfılelerde, dağları kaplayan "çenar-asa" ağaçlarda şfür, tabiatın büyüklüğünü ve kudretini hissediyor.

Bu manzara içinde aşka benzer bir şey de var. Semadan "bir şey" inerek,

�cvgilinin zülfü gibi ruhu okşuyor. Kfünat değirmenini adeta "tıtl-ı muhabbet"

ı·cviriyor. Sevgilinin güzelliği tabiatta "tekerrür" ediyor. Şftir, dağlarda gezerken yeşil gözlü, vahşilikler içinde oturan bir peri görünüyor. Bu peri, tabiata "benim mülki.im" diye sesleniyor.

Si.iti.in bu duyular gözümüzün önünde geniş bir tabiat manzarası canlandırı­

yor. Hamid bu genişlik quygusunu her parçanın sonunda:

Çemendir, bahrdır, kfıhsfırdır, subh-ı rebildir

ıııısraı ile dfümft hatırlatıyor. Burada Divan edebiyatının unsur şiirinden Batı' nın rcrspektif tablo şiirine doğru gidilmek istenildiğini görüyoruz. Bununla beraber

Hamid'de Servet-i Fünuncuların şiirlerinde görülen ve resim terbiyesi almakıaıı gelen sıkı bir kompozisyon fikri yoktur. Hamid, tabiattan aldığı duyuları ve hıııı

!arın uyandırdığı düşünceleri, manzumenin içinde belirli bir plana göre düzenli.' mi yor. Onları dağınık olarak veriyor. Hatta bu hususta Servet-i Fünuncuların yap mayacağı büyük bir hata da işliyor, zaman seher vakti olduğu halde, araya başk�

zamanların duyularını da karıştırıyor. Güneşten, ay ışığından, yıldızlardan vr şimşeklerden bir arada bahsediyor. Kompozisyonun çözük ve dağınık oluşu, hi raz da Hamid' in kabul ettiği estetikten ileri gelir. Zira Hfünid, şiirde şekilden 1.i yade ruha ehemmiyet verir. Ona göre şiir, ifade etmekten çok, duymaktadır. Ma*

her mukaddimesinde, bu tezi çok aşırı bir dereceye götürerek şöyle der: .. En git

zel, en büyük, en doğru şiir, bir hakikat-ı müdhişenin tazyiki altında hiç bir şt.

't

söylememektir. İnsan bazı kere hatırına gelen bir hayali tanıyamaz, o kadar gO zeldir. Zihninden uçan bir fikre yetişemez, o kadar yüksektir. Kalbinde doğan hiı hissi bulamaz, o kadar derindir. Bu acz i le bir feryad koparır, yahut pek karanlı�

bir şeyler söyler, yahut hiç bir şey söyleyemez de kalemini a

y

ağının altına atııı ezer, bunlar şiirdir". Kendisini ilhamına serbestçe bırakıveren Hamid, yazdlg, şeylerin bir nizama uygun olup olmadığını düşünmüyordu. Bazen yazdığı şeyle rin mfınasını kendisi de bilmiyordu. Hatta, dil nizamı diye bir şey tanımıyordu Bugün bize çok aşırı ve yanlış görünen bu davranış tarzı Tanzimat' ın başlangıcın da, yüzyıllardan beri kalıplaşmış, klişe ifadeler içinde sürüklenegelen Divan ede biyatına karşı büyük bir hakikati ifade ediyordu. Divan şiiri, kalbi ve kafayı öl dürmüŞ, sadece kabuk haline gelmişti. Bir anarşi pahasına da olsa tekrar asli kay nağa. insana, tabiata dönmek lazımdı. Politik ve sosyal sahada hürriyet çığırını açan Namık Kemal' in arkasından Hamid, duyma, düşünme, hayal kurma ve ifa de etme hürriyetini ilan etti. İnsan ruhunun el değmemiş, bereketli karışıklığıruı kendini bırakmaktan korkmayan Hamid' in, dile ve üslfıba meydan okumasında ben bir kahramanlık buluyorum. Nizam iyi bir şeydir; fakat ruhu öldürmemelidir Nizam ruhu öldürmeğe başladığı zaman, onu yıkmak bir vazife olur. Hamid'iıı ifade hataları, devrinde ve daha sonra şiddetle tenkit edilmiştir. Bu yerinde bir ha rekettir. Hamid' in hiç bir şiiri bugün mükemmel bir sanat eseri telakki olunanuı1 Fakat onun hatalarının tarihi bir manası olduğunu da unutmamak lazımdır. Hamiı:

nazari olarak değil, fiil1 olarak Divan edebiyatını yıkan ve yeni bir şiir kurmağıı çalışan insandır. Mükemmeliyet sadece şahsi dehanın değil, aynı zamanda ifadı malzemesini olgunlaştıran bir geleneğin mahsulüdür. Hamid şiir yazmağa başla

<lığı zaman iki dil vardı: Divan dili, gazete veya nesir dili. O, bu ikisini birleştirc rek ve kendinden birçok ilftveler yaparak yeni bir şiir dili yarattı. Aldığı külılıı icabı. Hamid, dört dil, Türkçe, Farsça, Arapça, Fransızca içinde yaşıyordu. lkirı ci Meşnıtiyet devrine kadar bu dört kaynaktan faydalanır. Türkçülük hareket kuvvetlenmeğe başladıktan sonra o da Türkçe kelimelerle şiir yazmağa özeniı Fakat artık yaşı ilerlemiş, devir değişmiş, yazdığı eserler tarihin malı olmuştur.

Kalemini ilhamına ve şahsiyetine göre kullanan Hamid'in kendine has bir 11-,ICıp yarattığı inkar olunamaz. Servet-i Fi.inun'a kadar pek çok taklitçisi olan bu 11,ICıp, Namık Kemal' i isyana götiirecek kadar cesur imajlar, bazen mekanik bir lıalc gelen tezatlar, ulvi duygular ve düşünceler seviyesine yükselmek isteyen 111.ametli bir söyleyiş tarzı, manasını şfıirin de bilmediği müphem, karışık ve dü­

�.llmlii ifadelerle dolu bir i.islfıptur. Kiilbe-i İştiytık'ta bu hususiyetlerden mi.ihim­

lnini açık bir şekilde görmek mümkündür. Şiirin muhtevasına hakim olan fizik nıem ile metafiziği birleştirme temayülü, i.islfıpta mücerret ve müşahhas keliıne­

ln ve birleştirme işini gören imajlar şeklinde tecelli eder. Müşahhas varlığa ait olan sema, gök, çimen, bahr, kfıhsar, subh, şua' -ı ınihr, kinn-i ahter, bulutlar, ıııeşcer, akşamlar, mfıi yıldız, affık, nehir, mehtap, sükfın. eşcar, emvac, tfıirler,

�cvkebler, seher, vadi, cfıybar, sabah, afitab, ezhar, gonce, peleng, şir, şimşekler,

�cvahik, menbfilar, dağlar, ağaçlar. . . vb. kelimelerin yanında akıl, fikir, kudret, l lak, ruh, ümit, hüzün, sevda, ilahi, aşk, hürriyet, sermediyet, fazilet. . . vb. mü­

l:crret kelimeler vardır. Plastik bir varlık olan tabiatı tasvir için her şeyden önce sıfata başvurmak lflzımdır. Tabiatı bir resim gibi tasvire çalışan Servet-i Fünun­

nıların bol bol sıfat kullanmaları bundan ileri gelir. Hamid' in üslfıbuna daha zi­

yade isim hakimdir. B u da onun tabiatı heni.iz bir ressam gibi idrak etmeyişini gösterir. Hamid, varlığı nadiren benzetmelerle tasvire çalışır. İmajların çoğu, tas­

virden ziyade, müşahhası mücerrede bağlamak gayesini güder. Gökten dökülen ı�ıklar semavi handelerdir. Akşamları doğan mfıi yıldız ruhperverdir. Ay ışığının her si.itfınundan bin muzlim şiir düşer. Ağaçlar nfı-mütenahiyi gösterir ilh . . . Hfı­

ınid, mücerredi müşahhas şekilde göstermeğe de çalışır: ''Laciverd ve sebz giy­

miş sermediyyet", "şimşeklerin aksiyle aydınlanan çehre-i takdir", "şafağın kan­

lı bir hüzün nehri haline koydu

g

u ümit yolu" gibi imajlarda bu temayül görülür.

Evvelce belirtildiği gibi, Tanzimat yazarları, Divan şiirine bir reaksiyon ol­

mak üzere, çıplak ve sade bir üslfıp vücuda getirmeğe başlamışlardır. Bu temayül, şiiri nesre yaklaştırıyordu. Nesirlerinde bol teşbih kullanmasına rağmen, Namık Kemal' in haya! kudreti çok parlak değildi. Onun için mühim olan şey, siyasi ve sosyal fikirlerdi. Edebiyatımızın bu merhalesinde Hamid, estetik ve metafizik bir kfıinat göri.işi.i ortaya koymak, yeni ve şfürane bir üslfıp yaratmak suretiyle, ken­

disinden öncesine nazaran gerçekten yeni bir şiir vücuda getirdi ve devri içinde, haklı olarak, "Şfıir-i azam" sayıldı. Tanzimat devrinin en büyük zirvesi olan bu şfıire, bugünden bakarsak, onu kendimize hayli uzak ve küçük görlirüz. Onunla aramızda, birkaç neslin mesafe ve ufku kaplayan yeni zirveleri vardır. Fakat biz bugünden düne. doğru gitmiyor, dünden bugüne doğru geliyoruz. Tarihin akışına uygun olan bu yolda Hfünid' in yanından geçerken, onun şiirinin daha öncekilere göre, gerçekten yeni ve güzel bir manzara gösterdiğini inkar edemeyiz.

1

YAKACIK'DA AKŞAMDAN SONRA