• Sonuç bulunamadı

4.2.19 TAHİR SAMİ BEY’İN ÖZEL HAYAT

4.3. MUSTAFA KUTLU’NUN HİKÂYELERİNDEKİ KADIN TİPLERİ

4.3.2. KÖYLÜ KADINLAR

Kutlu’nun eserlerindeki kadınları tasnif ettiğimiz üçüncü başlık köylü kadınlardır. Köylü kadınların baskın özellikleri köyün gerektirdiği işleri kocalarıyla beraber sırtlanmaları, köyün mahrumiyetlerinden zarar görmeleri ve evde alınan

karalrada dışardan öyle görünmemesine rağmen en az erkekler kadar etkili olmalarıdır.

Yokuşa Akan Sular adlı eserde gördüğümüz Fitnat Hanım köylü bir kadındır.

Bican’ın dayısının karısıdır. Çocuklarını özellikle oğullarını şımartan, onların serbest yaşamasını isteyen bir annedir. Fitnat Hanım, Yusuf ve İsmet’in her yaptıklarını haklı bulurken eşi çocukların kötü gidişatından onu sorumlu tutar. Kendisi de oğlanın ayrı eve çıkmasını ister, ancak bu, kendinden ziyade çocuğu istiyor diyedir. Fitnat Hanım toplumumuzda çocukların her istediğini yaparak onları sevdiğini ve sevindirdiğini düşünen ancak onlara bu durumla istemeyerek de zarar veren anne tipidir.

Yokuşa Akan Sular’ın bir başka kadın tipi de Hacı Hanım ya da zaman zaman

kullanılan ismiyle Hacanne’dir. Hacanne dindar Anadolu kadınını temsil eder. Altı çocuğu vardır. Gelinine kimlerin geldiğini sorar. Aldığı cevap onu geçmişine götürür. Hacanne gençliğinde Bican’ın babası Kahraman Ağayı seviyordur.

Hacı Hanım bu isim ile sabahtan beri oturup tarikat tespihine çöktüğü yerden kalkıyor, çok net bir sesle yonca tarlasında söylenen türkülere, uzaklarda otlayan kuzulara gidiyor. Kahraman ağayı görüp görüp, o boyuna, o posuna, o dik dik yürüyüşüne, içinden baygınlıklar geçiren sesine doğru, işlenilmemiş fiillerin, zihinden geçerken tövbeye dönüşen günahların arasına karışıyor. (s.59)

Hacanne, Misafirperverdir. Mutfakta ne varsa Bican’a ikram eder. Bu misafirperverlik Anadolu insanın bir özelliği olmakla beraber Hacannenin eski aşkının hatırı da vardır.

Yokuşa Akan Sular’da gördüğümüz bir başka kişi de Recai Beyin karısıdır.

eden, tüketim toplumunun doğurduğu doyumsuz, kanaatsiz kadına örnektir. Recai Bey karısından şöyle bahseder:

Milli gelirden bana düşen payın giderek ufalmasını, tükenip yok olmasını karıma bir türlü anlatamıyordum. O, bu lafları dinleyeceğine konu komşunun gidişatına bakıyor, kirada oturduğumuz evin önünde sayıları gün geçtikçe artan otomobillere işaret ediyor “Bak eller nasıl birini bin etmekte” deyip kaş çatıyordu” (s. 71).

Görüldüğü üzere kadınların özellikleri hakkında geniş bir malumata sahip değiliz. Onlar hikâyede nadir olarak görünseler bile değişen süreçte kadınla ilgili ipuçları vermektedirler. Hikâyedeki kadınları değişimden olumsuz etkilenenler ile özünü koruyanlar şeklinde de tasnif edebiliriz. Olumsuz bir şekilde etkilenenler ve zamanla bu çarka dâhil olanlar; Canan, Atiye, Fitnat Hanım, İffet hanım Recai Beyin karısı; özünü koruyabilenler de Emine, Hacı hanımdır.

4.3.4. DİĞER KADINLAR

Bu grupta baskın özelliği şehirli, kasabalı ya da köylü olmayan ancak kadın olmaları yönüyle yine de bahse değer bulduğumuz kadın tiplerini vereceğiz.

Ortadaki Adam eserindeki Gülümser masumiyetin sembolü lal bir kızdır.

Annesini kaybetmiştir. Hikâyede anlatıcının dilinden tanıdığımız bir kız tipidir.

Yokuşa Akan Sular’da gördüğümüz Canan, karşımıza, plaja giderken

Yusuf’la el ele tutuşurken çıkar. Bu durum şehirleşmenin, modernizmin getirdiği flört etme olgusuna bir göndermedir. Modern olmanın ilk ayağıdır çıkmak.

Aynı eserdeki İsmet’in karısı da bahsi geçen bir kadındır. “Karyolanın yanındaki beşiğe dönüyor…” (s.67) cümlesiyle bir bebeği olduğunu anlarız.

Kayınbabasıgille aynı evde oturur. Bu durumdan memnun değildir. Ayrılmak uğruna çalışmayı bile göze alır. “Burada yapamam ben. Biz bize. Yetiremezsek ben de çalışırım” (s.68) Çocukları olduğunu hatırlatan eşine “Amaaan el-âlem nasıl çalışıyor?” cevabını verir. Yazar, şehirleşme ile kadının, çalışmak uğruna çocuğundan kopuşunu ve büyük aileden çekirdek aileye geçişi Atiye’nin talebiyle vurgular.

Aynı eserdeki Emine, Bican’ın dayısının kızıdır. Hikâyede özünü korumuşluğu, saflığı temsil eder. Yazar Emine ile modernizm karşısında özünü korumanın yollarını gösterir. Emine namazında niyazında, hamarat, düzenli kısaca hanım hanımcık bir kızdır. Babası onun nasıl temiz kaldığını şöyle izah eder:

“Emine niye başka? Niye o namazında, niyazında. Kur’an kursuna gönderdik, Ortamektep diye ter ter tepindiniz. Kötü mü oldu? Eee, dikişi, nakışı var, sesi çıkmaz, karşılık vermez. Başı önünde melek kızım benim. Ya öbürleri, eşkıya herifler. Bak hâlâ gelmediler. Allah belalarını versin.” (s.64)

Rüzgârlı Pazar’daki Nimet ise on yedi- on sekiz yaşlarında kör bir kızdır. O

da kağıt mendil, pil ve kalem satmaktadır. “Nimet orta boylu, biraz kilolu, yuvarlak yüzlü akça pakça bir kız.. başörtüsü ve renkli gözlük takıyor.” (s.74)

Nimet’in babası kundura ustasıdır. Gençliğinde çalışarak aldığı gecekondularında yaşamaktadırlar. Gençliğinde çok çalışan babası defalarca iflas etmiş; ama yılmamış her seferinde yeniden işe başlamıştır. Peş peşe doğan çocuklar ve artan masrafları karşılayamayınca içki ve sigaraya sarılır tüm bunlara dayanamayan vücudu pes eder. Nefes darlığı, kalp krizi, sinir bozukluğu, tansiyon derken bir de açık kalp ameliyatı geçirir. Bu onun iş hayatının sonu olur.

Nimet’in annesi temizliğe gider, kardeşi İsmet de baba mesleğini devam ettirmeye çalışır. Nimet’in küçüğü Sema konfeksiyonda çalışıyor. İsmet’in küçüğü

Hikmet askerde. Küçük kızları Büşra da okula gitmektedir. Eve yardımı dokunmayan bir tek Nimet’tir. Ama ona da bir gün pazardan Şapkacı Bacı sahip çıkar. Annesinin tereddütlerine rağmen ona pazarda küçük bir tezgâh kurarlar. Şapkacı Bacı adı, yaşı unutulmuş herkesin bacı dediği şapka satan dul bir kadındır. Şişman, neşeli ve cömert olan bu kadın Nimet’e sahip çıkar.

Nimet pazarda kâğıt mendil, kalem pil, yara bandı, tükenmez kalem satar. Zamanla parayı da öğrenir. Her şeye dokunarak ne olduklarını bilen Nimet’in en büyük yardımcısı Duran’dır. Yan yana tezgâhları olan bu iki zavallı birbirlerine destek olurlar. Bir gün tam karşı tarafa Cesur adında kör biri gelir. Urfalı Cesur Nimet’in aksine tam teşkilatlı bir kördür. Seyyar sandalyesi ve kör sopası vardır. Pazara ilk geldiği günden itibaren Nimet ortak kaderi paylaştıkları Cesur’la ilgilenir. Duran ona tüm detaylarıyla genci tarif eder. Derken tanışır ve birbirlerini sevmeye başlarlar.

Rüzgarlı Pazar’daki Çiçekçi Cemile epeyce kilolu, güleç yüzlü, ağzı bozuk, her an eli-kolu-dili işleyen sevimli ve yanında yöresinde hiç eksik olmayan boy boy çocuklarından bir kaçı bulunan, çiçek satan Roman bir vatandaştır. Cemile pazarın başını tutmuştur. Cemile de birçok Roman kadın gibi güzel bir kadındır. Sürekli şarkı söyleyen, şaka yapan, laf atan, küfreden dört çocuk annesi bu kadının, iki çocuğu okula giderken ikisi de yanında çalışır. Gelen gidenlere türlü güzel sözler sarf ederek, insanlara çiçek satmaya çalışır. Dışarıdan mutlu bir aile tablosunu andıran bu ailenin hapçı, kumarcı, sarhoş Haydar adında bir kocası vardır. Haydar, yaramaz bir adamdır. Cemile kocasını sever ve onun her haline katlanır. Kocasını kovalayan it takımına bile meydan okur. Eşini her haliyle kabul eden bu kadınla kocası “hem hırlaşır hem sevişirler”. (s.54)

Aynı eserdeki Gülcan’ın kocası felç geçirmiştir. Çocuklarından biri özürlüdür, büyük kızı da kocaya kaçmış senesine varmadan da kucağında bebekle dönmüştür. Gülcan’ın küçük kızı ise çok başarılı fakat imkânsızlık içindedir ve onu okutamamıştır. Çok çileli ama isyan etmeyen yoksul bir kadındır.

Kapıları Açmak adlı eserde gördüğümüz Mübeccel Hanım da bahse değer bir

isimdir. Mübeccel Hanım sanat tarihi profesörüdür. Olaylara sadece para kazanmak çerçevesinden bakan kasabanın belediye başkanı kasaba meydanındaki tarihi zaviyeyi yıkıp yerine turistlerin beğeneceği yeni bir park yaptırmayı planlamaktadır. Bu planın öğrenen Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okuyan kasabadan bir genç durumdan sanat tarihi profesörü Mübeccel Hanımı haberdar eder. Kasabaya gelen ve biraz da otoriter bir üslupla zaviyenin önemini başkana anlatan Mübeccel Hanım zaviyeyi yıkılmaktan kurtarır.

Uzun Hikâyede’ki Münire Hanım Ali Bey’in eşidir. Kız Sanat Mektebini

bitirmiş. Eyüp Sultan’ın belalılarından bir ailenin tek kızıdır. Ailesi Eyüp Sultan’da yazlık-kışlık sinema işletirler. Münire Hanım çok küçük yaşlardan beri ağabeylerinin baskısı altında yetişir. “Daha parmak kadar çocuk iken yok balkona çıkma, yok pencereden bakma diye zılgıt üstüne zılgıt.” (s. 14)

Ali Bey’le mahalleden tanışıyorlar ve birbirlerine âşık oluyorlar. Ancak ağabeyleri onu işsiz güçsüz birine vermek istemiyorlar. İşlettikleri sinemanın mülkiyetine sahip olmak için onu sinemanın sahibi zengin adamın akıldan yaya oğluna yamamaya kalkışırlar. Münire Hanım “kaçan kız” olmaktan utandığı için Ali Bey’le kaçmayı reddeder ancak ağabeylerinin onu yarım akıllı biriyle evlendirmek istemelerine razı gelmez ve ailesine karşı çıkar. “Katiyen olmaz, siz beni çengelde asılı

et mi sandınız, kendimi intihar ederim diye basmış feryadı.” (s.15) Bu karşı duruşa ağabeyleri tekme tokatla karşılık verir, bu haberi duyan Ali Bey dayanamaz ve Münire’yi kaçırmaya karar vermekle kalmaz sinemayı yakarak da ağabeylerine iyi bir ders verir.

Gittikleri her yeri küçük bir cennet bahçesine çevirirler. Münire Hanım Ali Bey’le yaşadığı sürgün hayatından şikâyetçi olmaz. Ancak bu sürgünün ne kadar devam edeceği hususunda endişelidir. “Annem bir eli şakağında, meçhule doğru giden bu tirende, sonumuz ne olacak böyle, ne kadar çekeceğiz bu göçebe hayatı diye düşünüyor.” (s. 22)

Münire Hanım, Ali Bey’le evliliği kendi tercih ettiği için çaresiz katlanır. Münire Hanım ikinci bebeğine hamileyken giriştiği ağır işler nedeniyle narin vücudu hırpalanmıştır. Ağır sancılar çeker, makasçının karısının yardımları ise işe yaramaz; hastaneye kaldırılır ve orada ölür. Yazar Münire Hanım’a hazin bir son seçer.

Münire Hanım sevdiği insana kaçan kadınları temsil eder. Sıkıntı çekseler bile bunu ne dile getirebilirler ne de ailelerine geri dönebilirler. Gerçi hikâyede Münire Hanım’ın bu konudaki düşüncelerini bilemeyiz. Ancak anlatıcının kasabalarda kaçan kızlarla ilgili bir başka olayı anlatırken naklettiği düşünceleri bize yol gösterir. “Kasabalardan kaçanların serüvenleri ne kadar birbirine benzer ve niçin sonu hep hüsranla biter?” (s.78) Bu hazin son tüm kaçanlar için de geçerli sayılabilir.

Onunla ilgili tüm bildiklerimiz oğlunun anlattıklarından ibarettir. Münire Hanım’ın en belirgin özelliği zorluklar karşısında mütevekkil duruşu ve yapıcı oluşudur. Her gittikleri yerde bir bahçe kurmaları bunun göstergesidir. Bahçe kurmak bir umudun da göstergesidir. Bu umut yeni yerin yurt edinilebileceği ümididir.

Uzun Hikâyede’ki makasçının karısı sarhoş ve huysuz kocası tarafından

dövülen dertli bir kadındır.

Aynı eserdeki makasçının kızı sekiz on yaşlarında şiddet ortamından etkilendiği için konuşamayan bir kızdır. Ali Bey’in oğluna bir kardeş gibi sarılır ve onun her istediğini yapar. Münire Hanım öldüğünde de ona destek olur. Makasçının kızı sarhoş babaların çocuklarının dramının temsilidir.

Aynı eserdeki Sevim Hanım Hanyeri kasabasının biçki-dikiş kursu hocasıdır. Ümit Yaşar, Turan Oğuzbaş gibi aşk şiiri yazarları; Barbara Cartland, Cronin gibi romancıları tercih eden; Dostoyevski ve Kafka gibi yazarları almak istemeyen bir edebiyat meraklısıdır. Hikâyede Ali Bey’in oğlunu Feride’yle tanıştıran ve aralarını bulmayan çalışan biridir.

Mavi Kuş’ta bahsedilen kadınlardan biri Doktor Yahya’nın karısıdır.

Hikâyede Doktorun anlattığı kadar tanıdığımız bir tiptir. Onun hakkında tek bildiğimiz nadiren sigara içtiği, hiç çocukları olmadığı ve en önemlisi Doktorun kitap okuma hastalığına dayanamamış olmasıdır. Aralarında geçen tatsızlıklar ve münakaşaların sonunda Doktor Yahya kitaplarını tercih ederek evden ayrılır ve nihayetinde boşanırlar. Ev karısınındır.

Aynı eserde bahsedilen bir başka kadın da hasta kadındır. Eşi tarafından hastaneye yetiştirilmeye çalışılan hasta kadının en belirgin özelliği hastalık karşısındaki çaresizliğidir. Köyde yaşadığı için hastalığı erken teşhis edilememiş ve tedavi olamamıştır. İyileşebilmesi için ihtiyacı olan şeyler sadece serum ve kandır. Kadın, hastalığından duyduğu acıyı çocuklarına, eşine ve kayınbabasına hissettirmemeye çalışır.

Kadın çektiği ızdırabın iniltisini, hem kocasına, hem kayınbabasına, hem de çocuklarına duyurmamak için bastırır. Ancak otobüsün açık arka kapısında kocası onu hafifçe basamağa oturtup, sonra yukarı çıkarak kendisini bir iki adım atmaya zorlayınca fısıltı halinde iki kez “ah” çeker (s. 26).

Bu hasta kadın her acıya katlanan, ses çıkarmayan sabırlı Anadolu kadınıdır. Çektiği acılara rağmen o, çocuklarını düşünür. “Ara sıra başını kaldırıp, oracıkta beklemekte ısrar eden çocuklarına ve ihtiyar kayınbabasına bakar. O ızdırabın içinde bile çocuklarının başına güneş geçeceğinden endişelenir.” (s. 56)

Hasta kadın ne yazık ki ilk mola yerinde fenalaşır ve ölür. Çektiği acılara ve yokluğa rağmen sessiz duran bu kadının yanında geldikleri köyün şartlarına bir mevsim bile dayanamayıp sürekli şikâyet eden Neşe vardır. Yazar bu iki tiple olumsuzluklar karşısında köylü ve şehirli kadının tavrını görmemizi sağlar.

Mavi Kuş’ta bahsedilen bir diğer kadın da Elizabeth North’tur. “Uzun Beyaz

keten elbiseli, saçları sanki meçli gibi güzel ağarmış, yaşlanmış ama yaşlandıkça güzelleşmiş, elinde yelpaze, gözünde güneş gözlüklü” (s.25) antika meraklısı bir Amerikalıdır. Yolculuk sırasında Beşir Ağa’nın baba yadigârı tabakasına kadar dikkat eder. Yolculuğa eşi John’la katılmıştır. Elizabeth ve John çiftleri ülkemizi sevdiklerini ve gezmek maksadıyla geldiklerini söyleseler de aslında antika kaçakçısıdırlar. Onlar ülkemizin sadece tarihi eserlerini değil dünyada nadir bulunan güvercinlerimizi de kendi ülkelerine kaçırmak niyetindedirler.

Beşir Ağa’nın tabakası ve Kenan’ın kedisi ile ilgilenerek samimi bir portre çizse de bütün bu ilgisi yapmacık ve menfaati içindir. Samimi davranarak, insanımızın

iyi niyetini istismar ederek ülkemizin nadide tarihi eserlerini kendi ülkelerine kaçıran Batılı insanlara örnektirler.

Elizabeth ve eşi gizli polis Kemal tarafından da takip edilmektedirler. İstasyona vardıklarında ve polislerce etrafları sarıldığında korkuya kapılırlar. Sandıkları açıldığı zaman içinden Erol’un çıkması onları kurtarır. Elizabeth ve John çifti Batılı insanın bizimle ilgilenmelerinin asıl maksadını ortaya koyması bakımından da önemli tiplerdir. Bu tiplerle, onların güler yüz ve ilgisine safça inanmamamız ve temkinli davranmamız gerektiği konusunda da bir uyarı niteliğini taşımaktadır

Aynı eserde bahsi geçen kadınlardan biri de Deli Kenan’ın Çerkez annesidir. Hikâyede yolculukta yer almayan ancak Deli Kenan’ın hayat hikâyesi anlatılırken karşımıza çıkan bir tiptir. Kenan’ın babası Timur deli, atak biridir. “Çocukluktan çıkıp ergenliğe geçinceye kadar umum köy ahalisine kök söktürmüş yani.” (s.182) On dört- on beş yaşlarında tamamen değişerek sessiz sakin biri olur ta ki askere gidip yaramaz adamlarla arkadaşlık edene kadar. Adapazarı civarından tütün kaçakçılığı yapan biriyle arkadaş olur ve birlikte tütün işine koyulurlar. İçki, dost hayatı da edinen Demir “yarısı zor, yarısı gönül işi” Çerkez bir kızı kaçırır.

Çerkez kızın ailesi kalabalıktır. Demir’in ve kızlarının peşine düşerler. Bu sebeple de ikisi “epeyce bir zaman o kasaba senin, bu mezra benim gurbet” gezerler. Kız “ya beni bırak gideyim, ya bir yerde mekân tut evimin hanımı olup oturayım; beni tütün balyası gibi bir o yana, bir bu yana götürüp getirme, artık dayanasım kalmadı” diye yakınınca Demir kadının haline dayanamaz ve onu memlekete getirir. Demir kendi memleketinde ıslah-ı nefs ettim diyerek bir zaman durur. Yaramaz arkadaşlarından bir gün haber alınca dayanamaz ve tövbesini bozarak kaçakçılığa

yeniden başlar. Demir’in ailesi de ona yakınlık göstermez ama, Çerkez kız dişlidir ve kimseye muhtaç olmadan yaşar.

Çerkez kız kaçan kızların trajik sonunu gözler önüne serer. Çerkez kız tipi bize Uzun Hikâye’deki Münire’yi hatırlatır. Kutlu bu tiplerle kaçan kızların trajik sonunu ortaya koyarak gençleri uyarıyor gibidir.

Gönül İşi adlı eserde bahsi geçen makinist Rüstem’in karısı Sultan da bir

başka kadındır. Çerkez kızı olan Sultan kocasını terk etmiştir. İç Anadolu’nun ıssız istasyonlarından birinde Rüstem’le tanışır ve kaçarak evlenirler. Eşiyle üç sene beraber duran Çerkez kızı “tezkire terk etmiş bir çavuşla” kaçar.

Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı adlı eserde geçen, Nebahat küçük yaşta

merdivenden düşerek sakat kalmış ve bu yüzden son derece hırçın bir insan. Evde adeta her konuda kendisi karar verir ve kendisine danışılmasını ister. Eserde çok az görünse de yazar onu genel olarak hırçın ve baskıcı bir tip olarak çizmiş. Eserin sonunda da kitaplarını bahane ederek kardeşini evden kovar. Baskıcı ve hırçın olmasının yanında en belirgin özelliği ördükleriyle aldığı paraları altına yatırması ve altınlara dokundukça mutlu olması. “Altın. O sarı madenin parlak ışığı. Eline aldıkça ısınıyordu Nebahat. Tuhaf, anlatılmaz bir duygu.” (s.94)

Nebahat’ın bu tutkusunun işaretlerini, ilkin baba yadigârı evin satılmak istenmesinde takındığı tavırla ve kız kardeşi Nurhayat’ın bankaya gireceği zaman itiraz etmemesinde hissetmiştik. Babası evlerini müteahhide satıp ahşap, bahçeli ve müstakil bir ev almak ister. Nebahat zekice bir hamleyle babasının isteğini onaylamış gibi gösterir. Ancak asıl niyeti farklıdır. “Bir apartmana taşınsalar bir sürü aile ile muhatap olacak, muhtemelen bir sürü tatsızlık yaşanacaktı. Oysa böyle bahçeli bir evde kendi kırallığını sürdürebilir, hatta bahçe işlerine de karışarak oyalanırdı.” (s.59)

Nebahat küçük yaşta merdivenden düşerek sakat kalmış ve bu yüzden son derece hırçın bir insan. Evde adeta her konuda kendisi karar verir ve kendisine danışılmasını ister. Eserde çok az görünse de yazar, onu genel olarak hırçın ve baskıcı bir tip olarak çizmiş. Eserin sonunda da kitaplarını bahane ederek kardeşini evden kovar. Baskıcı ve hırçın olmasının yanında en belirgin özelliği ördükleriyle aldığı paraları altına yatırması ve altınlara dokundukça mutlu olması. “Altın. O sarı madenin parlak ışığı. Eline aldıkça ısınıyordu Nebahat. Tuhaf, anlatılmaz bir duygu.” (s.94)

Nebahat’ın bu tutkusunun işaretlerini, ilkin baba yadigârı evin satılmak istenmesinde takındığı tavırla ve kız kardeşi Nurhayat’ın bankaya gireceği zaman itiraz etmemesinde hissetmiştik. Babası evlerini müteahhide satıp ahşap, bahçeli ve müstakil bir ev almak ister. Nebahat zekice bir hamleyle babasının isteğini onaylamış gibi görünür. Ancak asıl niyeti farklıdır. “Bir apartmana taşınsalar bir sürü aile ile muhatap olacak, muhtemelen bir sürü tatsızlık yaşanacaktı. Oysa böyle bahçeli bir evde kendi kırallığını sürdürebilir, hatta bahçe işlerine de karışarak oyalanırdı.” (s.59)

İkincisi de Nurhayat’ın bankaya girmesine itiraz edeceklerini düşündükleri anda onun bunu kabul etmesidir:

Nebahat aksi, huysuz biridir ama asla aptal biri değildi. Bu evin geçimi için böyle bir gelire ihtiyaç vardı. Nurhayat evde, bahçede bir o yana, bir bu yana gezip duracağına, tembel tembel yatacağına bir baltaya sap olurdu fena mı? Eh bir süre sonra zaten talibi çıkar; evlenip evden uçardı. Şu kısacık zamanda aileye bir faydası dokunsun fena mı? (s.81)

Nebahat, Nurhayat’ı çocukluğundan beri kıskanırdı. Düşüp sakat kaldıktan sonra dünyaya gelen Nurhayat’ı gören herkes güzelliğine ve şirinliğine atıflarda bulunur bu da sakat Nebahat’ın kıskançlık damarını kabartırdı.

Tahir Sami’nin diğer kız kardeşi Nurhayat sessiz sakin bir kızdır. Nurhayat’ın okulda dersleri iyidir. “Ablasının aksine havuzbaşından ve çiçeklerden ayrılmazdı. Romantik bir kızdı. Bir gül goncasına dalar, saatlerce hayal kurardı.” (s.60)

Nurhayat bankaya girdikten sonra aileyi geçindirme yükünü omuzlar. Tahir Sami memur olsa bile parasının çoğunu kitaplara verir. Nurhayat güzel bir kızdır, talipleri de vardır ancak o ailesini düşünerek evlenmez. Ailesi için mutluluğunu feda

Benzer Belgeler