• Sonuç bulunamadı

Eski toplumumuzda belli bir döneme kadar görülen kölelikle ilgili âdet ve uygulamalara da eserde rastlanmaktadır. Genellikle şair kendini güzeller sultanı olan sevgilinin kulu, kölesi olarak tavsif etmiş, onun iltifatını beklemiştir. Köleler alınıp satılır, sarayda ya da zengin muhitle- rinde çeşitli hizmetlere bakardı. Şair kendini satılmaya çıkmış bir köle

38 K.11/37, K.12/18, K.12/32, K.39/31, K.39/33, G.21/3, G.147/9, G.225/3, G.298/1,

G.298/5, G.333/1, G.343/7, G.563/6, G.630/2, G.660/5, G.713/1, G.813/3, G.814/7, G.842/2, M.66.

olarak görür.39 Bir muhite yeni gelen kölenin alışması için müsamahalı

davranılırdı. Aşağıdaki ilk beyitte bu hususa işaret edilirken ikinci be- yitte köleleri çağırmak için yapılan el çırpmaya işaret edilmiştir:

Tâze ‘âşıkdur gönül cevrünle olmasun demân

Nev-harîde bendeye lâzımdur olmak dil-nevâz (G.296/6) Her kaçan ben bendesin gelsün diyü yâr el urur

San yıkılmış kalbümi yapmaga mi‘mâr el urur (M.134)

Bende-i dergâh, bende-i ferman

Dergâhlara intisap edenler kendilerini o dergâhın kulu, kölesi sa- yarlardı, bunun için “bende-i dergâh” ifadesi kullanılır (G.197/3, G.310/5, G.318/4). Şairin kendini boynu bağlı köle olarak görmesi, kö- lelerin bağlanması ile ilgilidir.40 Şair aynı zamanda fermanlı bir köle (bende-i fermân)dir. Bu, tescilli, belgeli köle demektir. Kölelerin alınıp satılmasında bu belge el değiştirir, belge kimin elindeyse kölenin sahibi odur. Köle azad edilirken bu belge ya kendisine verilir yahut yırtılır (G.308/8, G.736/2, Müs.7/I-VI). Köle alınırken en önemli hususlardan biri hastalıklı olmamasıdır. Aşağıdaki beyitte bu hususa vurgu yapıl- mıştır:

Aglamakdan olsa çeşm-i bende-i ‘ışkun ‘alîl

Anı aybıyla kabûl eyle efendüm itme red (G.121/4)

Kölelere küpe takılması

Kölelikle ilgili geleneklerden biri de kölelerin kulağına küpe takıl- masıdır (Öztoprak 2000: 163). Şiirde bunu anlatmak için “halka-be-gûş” tâbiri kullanılır (K.8/22, G.203/2). Bu tâbir; esir, azat kabul etmez kul yerine kullanılır. Bu gelenek doğu kültürlerinden gelmedir. Hatta ken- dini Allah’ın kulu sayan tasavvuf ehli insanlar, takva sahipleri ve

Bektâşîler bu geleneği hatırlatacak şekilde kulaklarına küpe takarlardı.41

39 G.303/2, G.708/6, M.285, M.368. 40 K.30/5, Müs.7-III, G.384/8, G.633/4. 41

Vaktiyle şarkta esirlerin kulaklarına birer halka takmak âdetmiş. Bektâşî babaları da birer halka takarlardı ki Şah-ı Velâyet ve Hacı Bektaş kölesi olduğuna işaretti.

Aşağıdaki beyitte kölelerin kulağına küpe takılması, şairin hayaline konu olmuştur:

Takar gûşına mâhdan halka-i zer

Felek olmaga bende-i âstânı (K.38/22)

15. YAZI (HAT) İLE İLGİLİ OLANLAR

Eski yazı (hat) geleneğiyle ilgili birçok bilgi, metinde değişik vesi- lelerle söz konusu edilir. “Hat” kelimesi, yazı anlamının yanında, sevgi- linin ayva tüyleri anlamıyla da kullanılır. Sevgilinin yüzü sayfa oldu- ğunda, ayva tüyleri o sayfadaki yazılar olur. Sevgilinin hattını kıskanan güneş, altın hokkasını yere çalar. Beyaza çıkmış nüsha olarak anlatılan yüzdeki yazıları görmek için gönül erbabı ölmektedir. Taklit edilemeyen bir yazı olan ayva tüyleri şairin başındaki kara yazının bir sûreti olarak

değerlendirilir.42 Âşığın sinesi bir nüsha, sevgilinin ayva tüyleri de oraya

yazılan şerhler olur. Bu hat, kimi zaman şairin can menşûru olur ki kaş- ları da o menşûra çekilen tuğradır. Güzellik ülkesinde geçerli olan fer- man yazısı sevgiliye aittir. Sevgilinin dudağı, bazı belgelerin sonuna

vurulan mühür olarak tasavvur edilir.43 Sevgilinin hattı ve mektubu,

şairi kalem gibi ağlatırken bununla eskiden kullanılan kamış kalemlerin bir miktar mürekkep tutarak bunu yazı ya da kâğıda dökmesi hatırlatı- lır. Sevgilinin kalem parmaklarından ayrı kalan şair, kendini kamış ka-

lemlerin içinde bulunan nâle benzetir.44 İnce bir kalem çeşidi olan kıl

kalemle sevgilinin kirpikleri arasında ilgi kurulur. Şairin şiirinde anlat- tığı güzelin nakşını Mânî’nin kıl kalemle yazamayacağı dile getirilir. Güneşin “altın kalem”i olarak anlatılan kalem türü hediye olarak altınla

Bu halkalara mengûş derlerdi. Yavuz Sultan Selîm’in de küpe taktığı mervîdir ve resimlerinde görülür. Bektâşîlikte mengûş yani küpe takmak, ölünceye kadar bekâr yaşamak alametidir. bk. Ahmet Talât ONAY (1996), Eski Türk Edebiyatında

Mazmunlar ve İzahı, Haz.: Cemâl Kurnaz, İstanbul: MEB Yay., 252-253. Daha geniş bilgi için bk. Mehmet Zeki PAKALIN (1993), Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri

Sözlüğü, C. II, İstanbul: MEB Yay., s. 300-302.

42 Mes.2/4, G.65/2, G.74/4, G.134/5, G.135/4, G.208/1, G.358/1, G.388/2, G.393/2, G.396/4, G.399/5, G.421/2, G.443/1, G.449/1, G.494/6, G.525/6. 43 G.112/3, G.161/5, G.229/1, G.518/6, G.721/3. 44 G.475/4, G.488/4, G.489/3, G.536/7.

süslenen kalem olmalıdır.45 Divan’da kâğıt çeşitlerinden “asmânî (mavi),

al (kırmızı), sefîd (beyaz) kâğıt” anılır (Kt.80, G.301/1, M.54). Su ve ru- tubetin yazıya zarar verdiği gerçeği, şaire gözyaşlarının sevgilinin mektubu ve safa menşûrundaki yazıya zarar verdiğini söyletir. Alın yazısının ise gözyaşı ile bozulmayacağı, böylece gözyaşı dökmekle kade- rin değişmeyeceği anlatılmak istenir (K.37/18, G.837/2, M.600). Aşağı- daki beyitte gözyaşlarının sevgilinin mektubundaki yazılara zarar vere- ceğinden korkan şair, mektubu sırrını bilen birine okutmak istemektedir:

Nâme-i yâri okur bir mahrem-i râz olsa âh

Hattını mahv itmeden bu çeşm-i giryânum benüm (G.521/2)

Beyaza çekme, rîh

Beyaza çekmek, müsvedde bir yazıyı temize çekmek anlamındadır. Şair, gönül erbabının sevgilinin siyah ayva tüylerini görmek istemelerini, hüsn-i talil yoluyla ayva tüylerinin beyaza çekilmiş nüsha olmasına bağlar (G.396/4, G.421/2). Yazının çabuk kuruması için üzerine dökülen pembe renkli ince kum olan rîh, Divan’da “yazıya toprak saçmak” şeklinde ifade edilir (Mer.2-V/2, G.149/1). Aşağıdaki beyitte şair, ağlayan gönlün sevgiliden gelen mektubu gözüne sürmesini, hüsn-i talil yoluyla sevgilinin mektubunun yazısının mürekkebine onu kurutmak için yolunun toprağından saçmasına bağlar ki bu şair için tûtyâdır:

Saçarsa gerd-i rehin hatt-ı nâmeye yârüm

Yüzine gözine kat kat sürer dil-i zârum (G.500/1)

Cedvel ve mıstar çekme, şemse, şirâze, mühre, devât

Eski yazıda sayfa kenarlarında farklı renk ve türlerde görülen ke- narlara düz çizgi ya da çizgiler çizmek anlamındaki cedvel çekmek “fe- lek sayfasına cedvel çekmek” şeklinde geçerken bu cedvelin çizgileri arasında altın yaldız olduğu anlatılmaktadır. Şair, kanlı gözyaşını diva- nına cedvel yapmak isterken ayva tüylerinin sevgilinin güzellik kitabına zengârî cedvel olduğunu belirtir. Burada cedvelin farklı renklerde ola-

45

bildiği anlaşılmaktadır (K.4/5, G.513/5, G.814/1). Mıstar, kâğıda satır çizmeye mahsus bir alettir. Üzerinde sıra sıra muntazam ibrişim gerili bir mukavvadan ibarettir ki yazılacak yazıya göre kâğıtlar, parmak yar- dımıyla üzerine bastırılarak kabartma çizgiler meydana getirilir (Serin 1982: 102). Eserde mıstar, sabahın beyaz ipliği ve şairin can ipi ile çekilir. Ayrıca şairin zayıf bedenindeki kemikler, aşk macerasının kitabında

mıstar olurken alnındaki kırışıklık da mıstara teşbih edilir.46 Yazma

eserlerin başında, ciltlerin ortasında bulunan güneş şeklindeki süsleme olan şemse, “şemse-i zerrîn, şemse-i zer-kâr” şeklinde geçerken buradaki

şemselerin altın süslemeli olduğu anlaşılmaktadır.47 Sevgilinin ayva tüy-

leri güzellik kitabının der-kenârı olarak düşünülür ki der-kenâr eski eserlerin kenarlarında yazı yazmak için bırakılmış yerlerdir (G.853/1, M.38). Şirâze, kitabın formalarının dağılmaması için kitap ciltlenirken kitabın sırtının iki ucuna geçirilen ibrişim şerittir. Yağmurun yağıp gül- lerin açmasını şair, dağılan gül yapraklarının şirâzesinin yağmur ipi ile bağlanması olarak ele alırken gönlün ümit yapraklarına şirâze gerekme- yeceğini belirtir (K.20/4, Kt.7, G.570/6). Kâğıtların pütürlerini gidermek için çakmak taşı, cam, deniz kabuğu gibi maddelerden yapılan yumur- taya benzer şekilde kullanılan mühre, hokka ile birlikte anılır (K.4/4, G.7/3, M.412). Üzerinde hokkanın da bulunduğu yazı takımı olan devât,

“zerrîn ve sîmîn” olarak vasıflandırılmıştır.48 Eski eserlerin elle yazılarak

çoğaltılması geleneği, menekşenin sevgilinin ayva tüylerinin nüshasını alması şeklinde şairin hayaline konu olur (G.398/1, G.588/5). Eski eser- lerde gördüğümüz tezhibin en çok kullanıldığı yer Kur’ân-ı Kerîm me- tinleridir. Bir kasideden alınan aşağıdaki beyitte, baht mushafındaki talih yıldızı ile Kur’ân-ı Kerîm metinlerindeki tezhip arasında ilgi kurul- muştur:

Nihâd-ı necm-i tâli‘ mushaf-ı baht-ı sa‘îdinde

Ser-i âyetde konmış noktadur gûyâ ki hall-kârî (K.9/14)

46 Mes.8/80, G.160/2, G.172/3, G.598/5. 47 K.8/36, K.27/7, K.34/19, G.554/6. 48 G.65/2, G.74/4, G.89/4, G.134/7.

16. MECLİSLE İLGİLİ OLANLAR

Benzer Belgeler