• Sonuç bulunamadı

Bismillâhirrahmânirrahîm

Ey mağlûb-ı ‘âdet ve meczûb-ı şöhret olan ebnâ-yı Âdem! Ta yeni165 sahâyif-i nazar u istidlâlimizi reng-i garazla telvîne166 ve nîceye dek kabâyih-i ağrâz ve âdâtı mızı nazar u istidlâl ile tağyîr ve tezyîne çalışalım! On dokuzuncu asır vesâ’it-i ‘adî de-i ittisālât ile ‘âdât ve efkârı yekdiğere takrîb ve bu takrîble efkârın birleşmesine mukaddime-i muvaffakiyyet tertîb eyledi. Şimdiye kadar celâil-i himmet ve makā sıd-ı hidmetimiz vatan ve millet dediğimiz, bir cüzûe-i mahsûs idi. El-ân sevk-i tabî‘atle ‘âlemin vatan-ı [4] müşterek olduğu ve ‘umûm ebnâ-yı Âdem ebnâ-yı vatan hükmünde bulunub sa‘âdet ve sekāmetimiz ittihâd ve ihtilâfımızla vücûda geldiği lâyıkıyla bilinerek min-ba‘d-i tevhîd-i ’efkâr ile ‘umûma hidmet olunmak lazım geldi. Cihet-i câmi‘a-i cinsiyyet cemî‘-i milel beyninde bi’t-tab‘ müstelzim-i

’ünûset iken gâh edyân ve ‘âdât ve gâh ağrâz-ı sâdât ile dünyânın her kûşesine birer türlü tohum-ı mu‘âdât serpilerek anların semeresiyle dimâğ-ı insāf u i‘tidâl hâliyen ifsâd u ihlâl olunmakdadır.

Bedeviyyetle te‘ayyüş e âd-ı insâniyyeyi in râd ve inkıta‘a ve medenniyyetle temekkün ittihâd ve ictimâ‘a dâ‘î olub ‘âlemin husûl-i terakkî vü kemâli ise telâ huk-ı efkâr u âsâr ile; ve tedennî vü zevâli teşettüt-i ârâ vü i‘tikādât ile hayyiz-i husûle geldiği, milel ü ümemin hey’et-i hâzırasından anlaşılır.

Ey ‘ukalâ-yı devrân! Gelin sizinle bu beyyinü’l-butlân tarîk-i ta‘assub ve teşet tütü terkle taharrî-i hak ve hakīkat vâdîsinde bî-garazâne icâle-i efkâr ve tashîh-i i‘tikād-ı ‘avâm için bezl-i bizâ‘a-i iktidâr eyleyelim.

[5] Ve her birimiz hatt-ı istikāmeti bulunduğumuz noktadan dâire-i takarrübe doğru çekip nokta-i ictimâ‘ı merkez ittihâz eyleyerek ve bu takrîble cevher-i pâki

164 Bu eserin ismi “ kirlerin serbestçe ortaya konulup ileri sürülmesi ve kimse tarafından söylenme miş ifadelerin düzenli bir şekilde dile getirilmesi” olarak günümüz Türkçesine çevrilebilir.

165 S, Y: بات

166 Y: telvise.

ze-i insâniyyeti a‘râz-ı ağrâzdan tathîr ederek teâvün ü tenâsurla maksad-ı aksâ-yı temâmiyyete gidelim. İşte bu niyyet-i hâlise ile bu ‘âciz kalîlü’l-bıdâ‘a dest-zen-i yerâ‘a olarak evvel bi-evvel emr-i tenâsüle key yyet-i tevessüldeki vücûh-ı şettânın ahsenini tercîh yolunda mesmû‘ ve meşhûdum olan hâl u kāli mahkeme-i vicdânım da bi’t-tedkīk verdiğim fezlekeyi ‘arza-i nazar-ı ulü’l-elbâb eyledim. Derk u iz‘ân ve

‘arz u beyândaki noksânımın tashîh ve ikmâline bezl-i nakdine ihsân buyurulmasını ve cerh u ibtâl tarîkine gidilir ise semend-i sûd-mend-i hâme ile bu sahâ-i beyzâ-yı beyâna çıkılmasını niyâz eylerim. Vallâhu’l-müste‘ân

î şehr-i Ramazân 1286 Edhem Pertev167

[6] Mukaddime

Bu ‘âlemde insân için farz ve takdîr olunan vezâi n en ehemm ve akdemi bekā-yı şahsîsine ve ikinci derecede bekā-yı nev‘îsine hidmettir. Zirâ bu iki vazîfenin îfası kayd-ı şehvetle cebr-i tabi‘î tahtındadır. Meselâ Cenâb-ı nesaksâz-ı kâinât tabâyi-‘i hayvânâta âteş-i iştihâyı musallat etmeyib de ‘illet-i cû‘ u âtşın devâsını ‘ilel-i sâire gibi tecrübe ve taharrîye ve esbâb-ı tenâsül mutlaka tedbîr ve tasavvura muhtâc ola idi mahlûkatta bekā mümkün olamaz idi. Çünkü hayvânât umûmen ve insanlar ba‘zı ahvâlde bu ihtiyâcı bilip ve mukābilini bulamayarak telef ve muzmahil olmak mukarrer idi. İştihâ dediğimiz temâyül-i tabî‘î her cinse kendü gıdâsını buldurarak bekā-yı şahsîye mecbûren hidmet ettirdiği gibi kemâl-i [7] şûr u şuğubla esbâb-ı bekā-yı nev‘îye dahi tevessüle mecbûr etmektedir. Hālık’ın maksadı havsele-i im kân müsâ‘id olduğu kadar envâ‘-i mahlûkātın tezâyüdü olduğu bu vâsıta-i icbârın kuvvet ve ‘umûmiyyetinden anlaşılır. İmdi tabî‘atin bu tenbîhine karşı her kangı mezheb, halkı tecerrüde da‘vet eder ise ‘adem-i isâbeti mertebe-i vuzûhda kalır.

Burası câ-yı nazar değildir. Asıl mevki‘-i bahs u cedel medeniyyetle te‘ayyüş et mek şânından olan cins-i beşerin esbâb-ı tenâsüle sûret-i tevessülünde olup o da târihlerin yetişebildikleri zamandan ‘asrımıza değin aktâr-i ‘âlemde evzā‘-ı ‘adîde ile icrā olunagelmiştir. Şöyle ki nâsın kısm-ı a‘zamı ekser evkātta nikâh-ı ma‘rû a tezevvüc etmekde idiyseler de bir hayli akvâmda bu key yyeti tarafeynce bir nev‘-i mecbûriyyet altında tutmayıp belki zükûr ve nisvân meyelân-ı tabî‘îlerine bi’t-te be‘iyye yekdiğeriyle istedikleri kadar âmîziş ederek ba‘de kazā-yı vatar herkes hâl ve sebîline gider ve ‘umûmî hâsıl [8] olan zürriyyâtı vatan evlâdı tesmiye ederler idi.

167 S - “ î şehr-i Ramazân 1286 Edhem Pertev”.

Ve ‘asrımızda ma‘rûf olan te‘addüd-i zevcât misillü ba‘zı millette de te‘addüd-i zevc câiz idi. İşbu envâ‘ın her birisi gâh tabî‘at sadeliğiyle ve gâh mukaddimât-ı ‘ilmiyye serdiyle ve gâh sırf i‘tikād üzerine ittihâz olunmuş olduğu tetebbu‘-ı ahbâr-ı eslâf edenlere ma‘lûmdur. ‘Ukūl ve emzicenin te âvüt ü ihtilâfı herkesin kavā‘id-i ‘akliyye ile bir hakīkate vüsūlüne mâni‘ olduğuna ve zavallı insanlar ‘ale’l-ekser mağlûb-ı ağrâz u ‘âdât olageldiklerine böyle edillesi tabî‘atte mevcûd ‘amel ve i‘tikadda bile kelime-i vâhide üzerine cem‘ olamadıkları delîl-i celîdir. Biz bu ‘âdâtın evâilini nok sân-ı mukaddimât-ı ‘ilmiyye ve evâsıtını muktezâ-yı ta‘assubât-ı dîniyye diyerek, ve’l-hâsıl hükm-i zamân ile te’vîl eyleyerek ashâbını ma‘zûr ve bu cihetlerce ken dümüze vâreste-i kayd-ı kusūr ‘addetmekte isek de bizden sonra ahvâl-i ef‘âlimize im‘ân-ı nazar edenler ‘indinde henüz cümle-i sābıkadan temeyyüz edemediğimiz tebeyyün eder. [9] Zîrā münâsebât-ı ‘adîde ile el-ân yekdîğere mütenâsib ve merbût ve belki hâlıt ve mahlût bulunan Avrupa ve Asyâ-yı suğrâ ve sevâhil-i A îkā ahâlîsi muhâlefet-i edyân mülâbesesiyle kavāid-i ‘akliyyeyi dahi yekdîğeri tahtie yolunda tağyîr ve isti‘mâl ve hattâ bir nîce mesâ’il-i i‘tikādiyyeyi çekib çekiştirerek herkes zu‘munca gûyâ hikmete tev îkle taraf-ı dîğeri tezyîfe i‘tinâ etmekdedirler. Mesâil-i mezkûreden birisi poligami (kesret-i nikâh) ve monogami (vahdet-i nikâh) kaziy yesi olub bu bâbda kālen ve kalemen resîde-i gûş-ı tahkīkimiz olan mübâhesât ü münâzarât on üçüncü ve on dördüncü ‘asrın zu‘m ve zünûnuna mülhak bir takım safsata-i nâ-hak kabîlinden olmasıyla ve bu türlü ‘âdât ve i‘tikādâtın tedkīki kabul ve ittihazdan sonra bulunduğuna bakılır ise cümlesi ta‘lîl ba‘de’l-vukū kabîlinden bulunmasıyla tamâmıyla şîme-i insâf u i‘tidâle muvâfık bir kavl-i vâsık görülemedi.

Yalnız hilkatindeki ‘adem-i müsâvât cihetiyle hey’et-i ictimaiyye-i insâniyyede ‘i le götürülmek muhâl göründüğünden dolayı mâl-i hulyâ kabîlinden [10] ‘addolu nan hey’et-i ictimâyye-i E âtûniyyede bu mesele mehmâ emken kāide-i tabî‘at[a]

tev îkan mevki‘-i bahse konulmuş ve Avrupa feyleso arından ba‘zıları dahi akvâm-ı şarkiyyenin mezheb ve meşreblerince tecvîz-i te‘addüd-i nikâh eylediklerini ricâlde kuvvet ve nisvânda kesret mülâhazasıyla te’vîle kadar cesâret eylemiş iseler de ekserî si hasebe’l-‘âde havâkīn-i kulûb olan havâtîn-i sanem-sîmalara kurbân için hakī kati kurbân eylemekde oldukları gibi taklîde mâil ve tahkîkde mütesâhil bir-nîce zevât-ı müsteciddetü’l-hasâil dahi “Avrupa efkârıdır.” deyü bu mes’elede tercîh bilâ müreccih kabîlinden olarak vahdet-i nikâhın rüchânına kāil olmakdadırlar. Avrupa ahâlîsi hâl-i hâzır terakkî ve terbiyyeti, bir âyîni kabûlden evvel kazanmış olsalar idi bî-şübhe Hristiyân olmayıb erkân ve ahkâmı kavâi‘d-i ‘akliyeye daha akreb ve emess bir mezheb ihtiyâr ederler idi. ‘Ulemâ-yı E enc’in dîn-i tabî‘îden ma‘âda hiçbir mezhebi kabûl ve taklîde tenezzül eylemedikleri bu müdde‘âya delîl-i kavîdir.

Görmez misin ki fevâid ve ‘avâik-i mâddiyye vü ma‘neviyye [11] dâmengîr-i

‘azîmetleri olmadığı hâl ve mahalde bedreka-i ‘ilm ü ir âna tebe‘iyyetle tarîk-i me’lûf mu‘tekedâtı terk ederler ve herkes kendü mezhebinin imâmı olup bi’t-tab‘ taklîd ve ta‘assuba mahal kalmadığından dehrî olmayanlar bile tevhîd-i Bârî’den mâ‘adâ ma hallerde işin çıkarına giderler. Avrupalılar’ın hey’et-i ictimâiyyelerinde nisvânın hâiz oldukları makām-ı nâz u nü ûz anlara dâir husûsâtta efkâr-ı ricâli tağyîr ve hiç olmaz ise söz sahiplerine iltizâm-ı sükût ettirecek derecede te’sîr eylemektedir. Makām-ı mahbûbiyyete nâ-mülâyim bir kavlin kāili mecâlis u mehâ lde, bu selâtîn-i sitem-i âyîn-i iklîm-i cemâl tara arından mazhar-ı hıkd u hakāret olageldikleri gibi herkes mahbûblarının celb-i kalbine bi’t-tab‘ çalışmaya mecbûr olduğundan artık bu yolda mâ-hasele bizâ‘asın bezl ü îsâra vesîle-cûy olan gürûh-ı ‘uşşâk-ı zevi’l-eşvākın hü cûm ve heyecânıyla mübtelâ-yı envâ‘-ı şemâtet olmak mukarrerdir.

Meşhûr Birinci Napolyon’un tâife-i nisvâna temâyülü hadd-i i‘tidâlde bulun duğu bile istiğrâb olunarak, hatta meşâhîr-i [12] havâtîn-i E enc’den birinin (Ma dam İstayel)168 [=Baronne Anne Louise Germaine Necker De Steal Holstein] bir meclis-i resmîde müşârun ileyhe hitâben “Âyâ kadınlardan ne sıfatlarla mevsûfe bulunan nezd-i şâhânenizde makbûldür?” su’âline “Hânım-ı velûd olan” cevâb-ı mü îd ü muhtasarıyla icâbet ve kadınların vazîfe-i mahsûsasını işâret eylemişdir.

Avrupa kadınlarına bu hakīkati bilâ tenahnuh söylemek Napolyon olmaklığa mah sûsdur, heyhat!

Ma‘lûm ola ki ahkâm-ı tabî‘atı keşf içün yine tabî‘ate mürâcaattan gayrı tarîk-ı sedîd olmadığından bu risâlede maksad-ı aslî mes’ele-yi mezkûreyi kānûn-ı tabî‘ate mürâcaatla hall etmek olup bu bâbda ber-minvâl-i meşrûh birçok tezyîf ve i‘tirâza tesâdüf ve tesâdüm olunmak emr-i mukarrer ise de ben de hakīkat hânımın ‘aşk u sevdâsıyla bu dâ‘iye-i pür-dâhiyyeye girişmeye cesâret ve mükâlemât-ı âtiye ile isbât-ı merâma mübâderet eyledim.

[13] Maksad

Su’âl - “İnsânın akdem vezâi bekā-yı şahsî vü nev‘îsine hidmettir.” diyorsun. Bu sûrette tezkiye-i nefsi içün ihtiyâr-ı tecerrüd ü ‘uzlet eyleyen merdân-ı bâhiru’l-‘ir â na ne dersin, hatâda mıdırlar?

168 Edhem Pertev Paşa dipnotta şu bilgiyi vermiştir: Fransa Mâliye Nâzırı İsviçreli meşhur Necker’in kerimesi bir münşiye-i meşhûradır.

Cevâb - Bî-şek ve bi’l-vücûh.

Su’âl - ‘Acâib! Ne sûretle?

Cevâb - Hâlık’ın murâdı terk u ta‘tîl ola idi kimseyi cihâna getirmezdi.

Su’âl- Anlar terk u ta‘tîl ashâbından mıdırlar?

Cevâb - Vazîfe-i tenâsül ve tenâsurun târiki vâsıl-ı tarīk-i tehzîb-i ahlâkı gör meyip bu yolda girye-i hâvâb u hayâl sâlikidirler.

Su’âl - Asl-ı tarīk-i tehzîb-i ahlâk nedir?

Cevâb - Fetvâyı tabî‘attan alarak her hâlde vicdân-ı sahîh üzere ‘amel ü hareket eylemektir.

Su’âl - Bekā-yı şahsîye hidmet fetvâsını tabî‘at [14] cebren vermekde olduğun dan taharrî ve mürâca‘at lâzım değilse de bekā-yı nev‘îde hâl böyle değildir.

Cevâb - ‘Aynıyla böyledir.

Su’âl - Vâkıa esbâb-ı tenâsüle tevessül içün tabî‘atda yalnız bir iştihâ var ise de suret-i key yyeti tasrîh ve ta‘yîn içün bir ‘alâmet yokdur.

Cevâb - Tenâsüle hidmet vazîfesi tanındıktan sonra başka ‘alâmet taharrîsine lüzûm var mıdır? Artık imkân müsâ‘id olduğu kadar î â-yı vazîfe etmeli ve imtinâ‘-ı tabi‘î zuhûr etmedikçe bilâ te‘addî tarīk-i teksîr-i tenâsüle gitmelidir.

Su’âl - İmtinâ‘-ı tabi‘î nedir?

Cevap - Hâlen ve mâlen ve mevki‘an î â-yı vazîfeye muktedir olamamakdır.

‘İnnîn ve mecnûn ve mü is ve mahbûs gibi.

Su’âl - Te‘addî neden ibarettir?

Cevâb - Gayrın hukūkunu izâ‘adır.

Su’âl - Bu bâbda gayrın hukūku ne makūle şeylerdir? [15]

Cevâb - Bunda nazar ikidir: Meselâ nefsini bir racüle temkîn ve tezvîc eyleyen mer’e-i bâliğa zevcinin hukūku tahtında olduğundan ana gayr tarafdan rızâlı rızâsız ta‘arruz harâmdır. Ve bir mer’e ile tezevvüc eden recul-i bâliğ anın in âk u iksâsıyla vazîfe-i tenâsülünün ‘adem-i ta‘tîline mecbûr bulunduğundan hilâfı memnû‘dur.

Su’âl - Mâdâm ki maksad yalnız tenâsüldür, bu hâlde mûcib-i hurmet kalmayıp iştirâk-i zevcât câiz olmak lâzım gelir.

Cevâb - Bu mes’eleye cevâb içün bahsi bir aralık cihet-i uhrâya döndürmek lâzım geldi. Ma‘lûm ola ki Cenâb-ı Hak insâna her hâlde bedreka-yı hakīkat ve hakkāniyyet olmak üzere kendü hikmetinden bir şu‘le olarak ‘akl u temyîz ihsân eylediğinden kürre-i arzın tasarrufu mutlaka ânâ ‘âiddir. Ve bu tasarruf dediğimiz eşyâyı mâ-vuzia lehine vaz‘ u tertîb ve mahsûlât-ı tabî‘iyyeyi vâsıta-i ‘akılla ikmâl ü tezyîd ve iltizâm-ı ‘adl u hakkaniyyetle hukuk-ı [16] ‘âmmeyi te’mîn eyleyerek ahvâl-i Âdem ve eşkâl-i ‘âlemi şu gördüğümüz hâlde ve belki ilâ gayri’n-nihâye bir zirve-i a‘lâ-yı kemâle îsâldir. Meselâ dünyâda yalnız bir âdem tasavvur olunsa bu vazîfe-i tertîb u ikmâl âna ‘âid olacağından dünyâ cemî‘ müştemilâtıyla ânın dest-i tasarruf u istiklâline teslîm olunmak ve iki olsalar ikiye ve üç olsalar üçe ve kezâ ve kezâ taksîm kılınmak kānûn-ı tabi‘î mukteziyâtındandır. Fakat hey’et-i ictimâiyye tezâyüd eylediğinden milel ü ümem arasına inkıtâ‘ düştüğü gibi, bir milletin bile külle yevmin vefeyât ve tevellüdâtına nazaran beher dakīka hisse-i cedîde i âz ve ihrâz olunmak lâzım geleceği cihetle hiçbir vakit mahlûlât bilinmek ve bilinse de taksîmden ferâğla tasarrufa el urulmak mümkün olamazdı. Ve bir de ‘ilm ve ‘amel de müsâvât olmadığından kābil ve nâ-kābile hisse-i mütesâviye i‘tâsı medeniyyetin

‘adem-i terakkîsine ve belki külliyyen harâbına bâ‘is olurdu. Binâen ‘alâ zâlik ‘âlem den hissedâr-ı temettü‘ olmaklık imtiyâzını yalnız âdem bulunmaklıkla ihrâza cevâz verilmeyib [17] bir istihkāk şartı ortaya konuldu. Eğer böyle olmayıp da her şeyde iştirâk olunmuş olsa idi sa‘y u ictihâd esâsıyla bâtıl olup ‘âlem bu hey’ete gelemezdi.

Envâ‘-ı istihkāk üçdür. Biri tabi‘îdir. İhyâ-yı emvât ve (piremîrâ [=propriété[?]]

ve küpasyon [=occupation]) gibi. İkincisi nakl-i istihkākdır. Bey‘ ve ferâğ ve hibe gibi. Üçüncüsü istihkāk-ı irsîdir ki bir sâhib-i istihkak-ı evvelin cüz’ü veya karîbi bulunmakdır, ‘asabe ve zevi’l-erhâm gibi. İmdi istihkākāt-ı irsiyyenin doğruca as hâbına vusūlü yalnız sıhhat ü mazbûtiyyet-i neseble mümkün olup ve illâ Zeyd’in emvâl u emlâki ‘Amr’ın evlâdına kezâ ve kezâ gitmek gibi bin türlü haksızlıklar vâki‘

olmak mukarrerdir. Bu sûrette kadınlarca te‘addüd-i ezvâca müsâ‘ade-yi tabî‘îyye olmadığı tebeyyün eder.

Su’âl - Mâdâm ki bir taraf içün bi’t-tab‘ te‘addüd-i ezvâca cevâz yokdur, artık muktezâ-yı hukūk-ı insâniyye müsâvât değil midir?

Cevâb - Hukūkun her biri bir vazîfeye mukābil olmak [18] usûl-i vaz‘-ı kavânînden olup bu da kānûn-ı tabî‘îden alınmış bir ma‘nâdır. Bu sûretde hukūkun te‘ayyünü dâire-i vezâif netîcesidir. Mâdâm ki emr-i tenâsülde ricâlin vazîfesi vüs‘ü kadar ekmek ve nisvânın vazîfesi havsala-i isti‘dâdı kadar bitirmek olduğu bedîhî

dir ve bu iki vazîfe arasında hakīkaten bûn-ı ba‘îd vardır. Artık müsâvât sohbetine mahal yokdur.

Su’âl - Bu iki vazîfe arasında te âvüt ne vecihledir?

Cevâb - Bir mer’e-i hâmil dokuz on ay hamille ve birçok zemân ni âsla meşgûl ve mu‘attal durmak tabî‘îdir. Ricâlde hâl böyle olmayıp ekseriyâ bülûğundan in hitâta değin hemânki her vakit î â-yı vazîfeye müsta‘iddir.

Su’âl - Bu sûretde zevci tûl-i müddet hasta ve gâib bulunan bir kadın vazîfe-i tenâsülü ta‘tîl itmemek içün veledin nesebi mah î kalmayacak sûretle dîğer bir kim se ile muvakkaten tezevvüc etmek de câiz olmalıdır?

Cevâb - Zevc gāib ise gelmek ve hasta ise kesb-i ‘â yet eylemek ihtimâli buna mâni‘dir. Zîrā mâdâm ki [19] bir mer’e iki racüle karşu vazîfe-i tevlîd ü tenâsüle bi’t-tab‘ muktedir değildir. Artık anın içün zevceynin cem‘i câiz olamaz.

Ve bir de ânifen beyân olunduğu vecihle hukūkdan her biri bir vazîfeye ve vezâ yifden her biri bir hakka mukābildir. İmdi zevcle zevce arasında bi’l-mukābele hukūk ve vezâyif vardır. Zevcin zevceye karşu vazîfesi in âk u iksâ ve vazîfe-i tenâsülünü

‘adem-i ta‘tîldir. Ve bu vezâyife mukābil hukūku, vezâyif-i meşrûhasında hükm-ü tabî‘î mûcebince te îki îcab edecek kusûru olmadıkça mer’eyi taht-ı mukāvelesinde tutabilmek ve umûr-u dâhiliyye-i beytiyyesine nezâret etdirmek ve idrâk-i ‘ilel u emrâz hâlinde mu‘âvenetine mazhar olmakdır. Ve zevcenin vazîfesi zevcinin hukūku ve hukūku zevcinin vazîfesidir. Ve’l-hâsıl zevcle zevce ‘ayniyle müste’cir ve ecîr gibi dirler. İmdi şerâ’it-i mebsûtayı mütezammın bir mukāvelenin feshine yine şerâ’it-i mezkûrenin fıkdânından gayrı bir şey sebeb-i meşrû‘ olamaz. [20] Fakat ibtidâ-yı mukāvelede istimrâr murâd olunmadığı tasrîh kılınır ise ba‘de kazā-yı vatar tarafeyn serbest kalırlar. Şu kadar var ki teşvîş-i neseb mahzûrunun def‘i zımnında mer’e

‘iddet beklemeye ve racül dahi veled zuhûr etmez ise yalnız ‘iddet müddetinde ve zuhûr eder ise ber-kā‘ide in ākına dâmin kalmak tabî‘îdir. Hülâsa-i kelâm burası tarafeynin mukāvelesine tâbi‘ bir ma‘nâdır. Eğer mukāvelede li-ecli’t-te‘âvün bir beyt teşkîli içün istimrâr murâd olunmuş ya‘nî ‘ale’l-ıtlāk kabûl-ı zevciyyet kılınmış ise artık idrâk-i ‘illet ve bir dereceye kadar zarûrî gaybûbet mûcib-i mü ârakat olamaz.

Su’âl - Bu sûretde nikâhın ‘akd u halli tarafeynin irâde ve ihtiyâcına menût olmak lâzım gelir?

Cevâb - Vâkı‘a nikâhın ‘akdi tarafeynin îcab ve kabûlünden ‘ibâret ise de halli

‘akdin şerâ’itine tâbi‘dir.

Su’âl - Te‘addüd-i zevcâtın bir mahzûru dahi “ âmilyâ” teşkîlinde üssü’l-esâs olan muhabbet-i zevciyyenin bi’t-tab‘ ‘adem-i husûlünden nâşî ol hânedânın es bâb-ı re âhiyyet [21] ü ma‘mûriyyeti te’sîs edemeyerek nihâyetü’l-emr göçebe hâli tahakkuk etmek ve beyne’l-evlâd vâlidelerinin münâfesesi eseri olarak becâ-yı i’tilâf vücûh-ı ihtilâf zuhûr ederek bu da başkaca o hânedânın bergeşte ve perîşân olması na sebeb olmak hususlarıdır. Buna ne dersin?

Cevâb - Bu mukaddime-i âside kabûl olunur ise artık âna birçok netâ’ic-i âsi de terettüb eder. Evvelâ teşkîl-i beyt içün lâzım olan muhabbet değil, belki hukūk-ı tabî‘îyye-yi zevciyyeye ri‘âyet ve mutâva‘attır. Zîrā öyle ‘âşık ve ma‘şûka derecesinde yekdîğere mâil ve müstehâm olan zevceyn dâimâ hukūk ve vezâyi yekdîğerinin arzusuna fedâ etmeye mecbûr olacaklarından anlardan mu‘âmelât-ı nâz u niyâzdan başka dünyâ ve âhirete nâ ‘ hiçbir ‘amel ümîd olunamaz. Hattâ mebâdi-i hâl-i zev ciyyet ekseriyâ böyle olur. Ve ba‘de’l-leteyyâ ve’lletî ‘akıl buhâr-ı şehvetten kurtulup hâl-i i‘tidâle geldikden sonra tedbîr-i umûr-ı beytiyyeye mübâşeret olunur. İşte bu ri‘âyet ve mütâva‘atta tarafeyn kendü vezâyi ni lâyıkıyla tasavvur [22] eylemeleri tabî‘iyyü’l-husûldür. Fe-emmâ ba‘z-ı nākısa tâ169 insâniyyet ve vezâyif-i insâniyyeti mülâhaza edemeyecek derecede ağrâz-ı şehevâniyyeye mağlûb bulunur ise bunun hâl u şe’ni ahkâm-ı tabî‘iyyeden ‘add olunup makām-ı delîlde serd olunmak lâyık değildir. Belki bu makūlelere her ne yoldan münâsib ve müessir görülür ise vazî feleri üzerine ihtâr ve icbâr lâzımdır. Eğer insanların ef‘âli mîzân-ı ‘akl u hikmete

‘arz olunmayarak mücerred ne slerinin meyl ve incizâbıyla meşru‘ veyâhut ma‘zûr tutulmak lâzım gelse dünyâda cinâyet ismi bî-müsemmâ kalır.

Sâniyen evlâda tevârüs edecek hıkd ve hased kaziyyesi dahi âni ’l-beyân mu kaddime-i mecrûhanın tahakkuku hâlinde tevehhüm olunarak, bu ise hüsn-i ta‘lîm ü terbiyye ‘indinde mümteniu’l-husûldür. Zîrā hukūk-ı insâniyyeden daha ehass olan hukūk-ı uhuvveti derk ü iz‘ân edemeyecek derecede ‘ilm ve terbiyetten ‘ârî bırakılan bir veledden hîç bir vazîfenin î âsı ümîd olunamaz. Artık o mekūleler hayvân ‘idâdından ma‘dûd olub hâlleri [23] kezâlik insânlara dâir bir kānûn-ı ‘umûmiyyede pîş-i nazar i‘tibâra alınmamalıdır. Ve burâsı kazāyâ-yı müsellemedendir ki hîçbir şer‘ ve kānûnda cehl ‘özr olamaz. İmdi terbiyyet-i et âl içün mektebler teksîr ve dersler tevsi‘ olunsun yoksa vâlide terbiyyetine kalan et âlin vây hâline! Sâlisen170vücûd-i insânî asl ve mak

169 Y – tâ.

170 Y: sâniyen.

sûd-ı bi’z-zât olup medeniyyet ve bedeviyyet ve terakkî ve tenezzül âna müterettib fer‘

ve sı ât kabîlindendir. İmdi bir sıfatta noksâniyyet mülâhazasıyla zâtdan sarf-ı nazar eylemek aslı fer‘e fedâ etmek değil midir? İşte beyyinü’l-butlân bir netîce daha.

ve sı ât kabîlindendir. İmdi bir sıfatta noksâniyyet mülâhazasıyla zâtdan sarf-ı nazar eylemek aslı fer‘e fedâ etmek değil midir? İşte beyyinü’l-butlân bir netîce daha.

Benzer Belgeler