• Sonuç bulunamadı

4.4. Mustafa Şekip Tunç’ta Eğitim Düşüncesi

4.4.4. Islah ve Reform Teklifleri

Mustafa Şekip Tunç, Cumhuriyet döneminde her alanda olduğu gibi eğitim alanında da yapılan yenilikleri yerinde ve doğru bir gelişme olarak görmüş ve desteklemiştir. Bunun en açık örneği 1 Kasım 1928 günü kabul edilen “Latin Harflerinin Kabulü”yle ilgilidir. Mustafa Şekip Tunç, Atatürk’ün bu alanda yapmış olduğu çalışmalarını doğru bulduğunu söylemiş ve desteklemiştir.

Mustafa Kemal Atatürk “Harf İnkılâbı” ile ilgili olarak görüşlerini ise şu şekilde açıklamıştır:

Her şeyden evvel, her gelişmenin ilk yapı taşı olan meseleye temas etmek isterim. Her vasıtadan evvel, büyük Türk milletine kolay okuma yazma anahtarı vermek lazımdır. Büyük Türk milleti bilgisizlikten, az emekle kısa yoldan, ancak kendi güzel ve asil diline kolay uyan böyle bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı, ancak Latin esasında alınan Türk alfabesidir. Basit bir tecrübe, Latin esasında Türk harflerinin, Türk diline ne kadar uygun olduğunu, şehirde ve köyde yaşı ilerlemiş Türk çocuklarının ne kadar kolay okuyup yazdıklarını güneş gibi meydana çıkarmıştır (Kocatürk, 1999: 146).

Atatürk bu sözleri söylemeden ve Latin Harfleri kabul edilmeden önce bu konuyla ilgili muhafazakâr ve inkılâpçı kesimler arasında çekişme başlamış ve her iki kesimin konuyla ilgili olarak farklı görüşlerinin olduğunu Mustafa Şekip Tunç ise bir makalesinde şu cümlelerle anlatmıştır:

Arap harflerine karşı alışkanlık, muhafazakârlık, estetik veya stenografik olmak bakımlarından bağlı olanlarca bütün o zorlukların daha iyi daha müessir öğretme metotları ile kolayca bertaraf edilebileceği ileri sürülüyor, fazla olarak İslam ve Yakın Şark birliğinden ayrılmanın bizi yalnız bırakmak gibi mühim bir tehlikesi olacağı düşünülüyordu. Bütün bu endişeler asırlarca yaşanmış bir mazinin kültür hazinelerinden de ayrılmak tehlikesi gösterebileceği için büyüdükçe büyüyor ve son derece korkutuyordu. Bütün bu endişeler ve tehlikeler, mazide kalmak ve maziyi kıyamete kadar devam ettirmek imkânına dini bir vecibe gibi inanmış olanlar için mutlak birer hakikatti. Fakat ne çare ki bütün kültür ve medeniyet hayatı sadece dini hayattan ibaret olacak bir halden çıkalı çok olmuştu. Düşünceleri bu istikamette olanlar için harf meselesi her şeyden evvel bir kültür davası ve çoktan beri zafer kazanmış, Yakın ve Uzak Şarkın kültür ve medeniyetlerini gölgede bırakmış bir medeniyetin en elverişli müşterek bir aleti üzerinde toplanıyordu. Meseleye bu gözle bakılınca harf meselesi karşısında ne şekilde olursa olsun, muhafazakâr kalmanın bir manası olamazdı (Tunç, 1944: 5).

İşte bu ortamda Latin Harflerinin kabulünden bir buçuk sene öncesinden Akşam gazetesi Mustafa Şekip Tunç ile bu konuyla ilgili bir röportaj yapmış ve harflerde olabilecek bir yenilik hareketiyle ilgili görüşlerini öğrenmek istemiştir. Mustafa Şekip Tunç inkılâpçı

kesimle aynı fikri paylaştığı gibi muhafazakâr tutucu çevrelerin açıklamalarını doğru bulmamış ve eski harflerle ilgili olarak şu açıklamaları yapmıştır:

…Bir potin ruhta nasıl korkunç bir kâbus tesiri yaparsa sedaları sıkıp nesirleten bir alfabe hemen hemen aynı intihabı bırakır. İşte bugün Türk dünyasında görülen alfabe şikâyetleri onun sıkı bir potin ki herkes bizar itmesinden ileri gelmektedir. Çıkan feryatlar arasında hem yıkıcı hem de darca farkı görülmektedir. Filvaki muhafazakarlarla inkılapçılar potinin sıktığında müttefik iseler de evvelkileri potini yalnız kalıba verip biraz açmakla rahat edeceğine kani olurlarken mazura ile büsbütün yeni bir ayakkabıya yapmadan başka çare olmadığın iddia etmektedirler….(Tunç, 1926: 933).

Mustafa Şekip Tunç, harflerde yapılması gereken değişikliğe bir başka gerekçe olarak da yüzyıllardan beri kullanmış olduğumuz Arap harflerinin ana dilimiz Türkçeyi tıpkı Çinlilerin giydiği ayakkabılar gibi sıkmakta olduğunu ve onun gelişimine yardımcı olamadığını açıklamıştır. Böyle bir kanı aslında dönemin hem inkılâpçılar hem de muhafazakârlar tarafından da dile getirildiği halde kimse Mustafa Şekip Tunç’un göstermiş olduğu cesareti göstermeyerek böyle bir anlayışı ileri sürmemiştir. Çünkü Tunç, dilimizin yüzyıllardan beri yapmış olduğu yabancı harflerle olan macerasını ızdırap olarak görmüş ve de harflerle ilgili atılacak olan bu yöndeki adımları doğru bulmuştur (Tunç, 1926: 933).

Bu da gösteriyor ki dönemin pek çok üniversite hocasından ve aydınından farklı olarak gelişmeleri yorumlamakla birlikte daha henüz yapılmamış bir yenilik hakkında bile fikirlerini cesurca söylemiş ve bu konuya açıklık getirmiştir. Onun bu açıklamalarına kimi çevrelerce tenkitte bulunulsa bile insanların bu tutumlarına aldırmadığı gibi kafalarındaki soru işaretlerini ve yanlış anlamalarını giderecek açıklamalarda bulunarak konunun geniş halk kitlelerince de anlaşılmasını sağlamıştır.

Mustafa Şekip Tunç, aynı zamanda dönemin geleneksel eğitim yapısını eleştirirken yanlış gördüğü bu noktalarla ilgili olarak reform tekliflerini de yapmıştır. Öncelikle okullarda okutulacak olan derslerin çocuklara not kaygısıyla öğretilmesine karşı çıktığı gibi derslerde amacın çocukların ilgi ve ihtiyaçlarını ortaya çıkartacak tür de olması gerektiğini belirtmiştir.

Geleneksel eğitim sistemine göre işlevini sürdüren ve bu sisteminde belirlediği amaçlara göre hizmet veren okullarda ne şekil bir eğitim verilmesiyle ilgili olarak ise şu açıklamayı yapmıştır:

…Okulun vazifesi bütün bu terbiyelerin eksikliklerini tamamlamak iyiliklerini tekemmül ettirmektir. Bunları söylemekle yalnız çocuğun terbiyesinde amil olan ve olması lazım gelen dış tesirleri göstermiş oluyoruz. Hâlbuki her çocuğun kendi varlığından gelen meyil ve istidadları ve bunlar arasında hususi verasetleri vardır. Arz ettiğimiz bütün bu tesirlerin konu

ve hedefleri bu zati meyil ve verasetlerden başka bir şey olmadığına göre terbiye meselesinde yalnız aile muhit ve okulu düşünmek kâfi olmayıp çocukların istidad ve meyillerini de vaktinde keşfetmek veya bunların kendi kendilerini bulmalarını beklemek lazım gelecek demektir. Nitekim büyük adamların çoğu kendi istidad ve meyillerini bulan ve bunlara göre kendilerini yetiştirmesi bilen bahtiyarlar olduğunu bildiğimiz halde gerek mekteb ve gerek ailelerin çoğu bu şahsi kabiliyetlere dikkat etmekten ziyade kalıplaşmış bir öğretim ve eğitime güvenmekle iktifa etmektedirler. Halbuki meyil ve istidadlara göre yapılmayan öğretim ve eğitimler hayırlı olmaktan ziyade bozucu olmaktan ve boş yere zaman ve servet kaybettirmekten başka bir şeye yarayacak değildir….(Tunç, 1944: 5).

Elhasıl insanın esas mayası kendi uzvi ve ruhi yapısındadır. Bu mayayı hiçbir terbiye ve dıştan yapılacak hiçbir tesir değiştirerek istenilen tarzda yeni bir maya yaratamaz. Terbiyenin vazifesi mayalar yaratmak değil, doğuşla birlikte gelen mayaları keşfetmek ve bunlara göre öğretim ve eğitimde bulunmaktadır. Herkesin pek iyi bildiği bu hakikati, uğradığı ihmaller dolayısıyla, ne kadar tekrar etsek fazla sayılmaz (Tunç, 1944: 5).

Kısacası, Mustafa Şekip, eğitimin esas konusu olan insanın temel mayasının uzvi ve ruhi yapısında olduğunu belirterek, hiçbir şekilde insanın doğuştan gelmiş bu özelliklerinin hiçbir tesir ve eğitim tarafından değiştirilemeyeceğini ve yeniden yaratılamayacağını vurgulamıştır. Mustafa Şekip eğitimin görevinin mayalar yaratmak olmadığını, çocukların doğuştan gelen mayalarının yani kişisel yetenek ve özelliklerinin keşfedilmesini ve bu yönde eğitim, öğretim vermesini önermiştir.

Bu tarz bir eğitim anlayışında da esas vazifenin bu fikir etrafında toplanmış öğretmenlerin olduğunu belirtmiştir. Öğretmenlerin sadece bilgi sunmayı görev edinemeyeceklerini bunun yanında çocuklardaki ilgi ve yetenekleri keşfederek, bireylerin kişisel özelliklerine uygun bir eğitim vermeleri gerektiğini vurgulamıştır.

Benzer Belgeler