• Sonuç bulunamadı

çok ince bir beğeni düzeyine ulaşmış olan FeJix Chatto, eve sap

Belgede Lawrence Durrell LIVIA (sayfa 114-124)

tığı

zaman

karşısına dikilen Balmoral ya.zıJı kocaman tabelayı her görüşte dehşete kapılırdı. Evin içi de, gösterişliliğiyle, Fe­

lix'in tüylerini diken diken ediyordu; burası, ünlü ama cahil bir

artistin

Kahire'de yaptlrabileceği türden bir evdi. Yığın yığın kakma

ve

deri

ve

kret.on eşya dolu salon sütunlar üzerine otur­

tulmuştu. Bu helezoni sütunlar bir de boyanınca. berber dük­

kblannm önündeki çubuklara beıızenllşt.i. Evin müthiş

:mo­

Livtaya. ılaDiri Diri Gömülmek

113/8

denı ve hafiften de edepsiz bir havası vardı. Ve o davet akşamı, eve çok uygun düşen, o satenlere, kakma süslemelere, kırmızı marokenlere pek yakışan yeni bir konuk vardı. Hiçbiri Prensi daha önce görmemiş, hatta adını bi1e duymamışlardı; adamın Mısırlı bir Prens olduğu ve Lord Galen'le birlikte iş yaptığı anla­

şıldı. Prens güvercin grisi bir kostüm, ayna gibi pınl pırıl pabuç­

larının

üzerine

de yine

güvercin

grisi tozluk giydiği

için,

bu or­

yantal dekora çok uygun bir görüntüdeydi. Gri yeleği inci düğ­

meliydi. İnce uzun yüzü de neredeyse giysileri kadar griydi. Ce­

ketinin yakasında altın bir sincap, parmağında da Mısırlılann uğur saydığı altın bokböceği yüzük vardı.

Lord Galen, Prensi, önemini çok hafiften vurgulayarak ta­

nıştırdıktan sonra, "Prens Hassad benim eski bir iş arkadaşım­

dır," diye ekledi. Prens şaşılacak kadar utangaçtı; el sıkışırken utangaç bir tavırla eğiliyor ve her tokalaşmadan sonra ufak, ku­

ru, pençeye benzer ellerini karşısındakinin avucundan kurtar­

dığına sevinmiş gibi görünüyordu. Yanındaki koltuğun üzerin­

de oymalı bir sineklik ile parlak sırma püsküllü bir fes duruyor­

du; fesin yeşil şeridi, yalnızca adamın kral soyundan geldiğini değil, aynı zamanda hacca gitmiş olduğunu da gösteriyordu. İlk anda adamın çarpıcı özelliği, sanki kılığının egzotik görünümü ve kendisinin yabancı oluşu gibiydi. Ama birka.ç saniye içinde bu ilk izlenim değişti; konuklar, başını öne eğip alçak.gönüllü bir tavırla oturan, kendilerini tek tek süzen doğulu bir ermişin huzurunda olduk.lan duygusuna kapıldılar. Adamın İngilizcesi neredeyse kusursuz, Fransızcası yabancı aksanı ve tonlamasın­

dan uzaktı. Birisi bu özelliğine değindiği zaman, Prens gülüm­

seyerek, "Her iki dili de gençliğimde öğrendim. Saray haremin­

de ders çalışmaktan başka yapacak bir şey yoktur," diyordu.

Galen azametli bir tavırla 'Şampanya' diye buyurdu; li­

monlukta, dilsiz sekreterin başında durduğu kokteyl masasın­

dan bir mantar sesi duyuldu; yaz sıcağında dili damağı kuru�

muş konuklar için eşsiz bir ikramdı bu. Prens kadehini yudum­

ladıktan sonra yanındaki masaya bıraktı; hepsinin Fransızcayı İngilizce kadar iyi konuşuyor olması onu rahatlatmıştı.

Constance, çarpıcı zekası ve alacı Fransızcasıyla, hemen Prensin dikkatini çekti. Prens, belki de Fransa 'nın böyle bir

kö-şesinde bir masal kişisi gibi göıiindüğünü fark ettiği için, kendi·

sini ve özelliklerini, alışkanlıklarını konuklara anlatırken, daha çok Constance'a dönerek anlatmaya başladı. "Arabamla kuze­

ye, Alnıanya'ya gidiyorum. Mısır adına bir iş yapmak üzere Lord Galen de benimle geliyor." Galen bu konuda biraz karar­

sız görünüyordu; yolculuğu kendi zarif otomobiliyle yapmaları·

nı önermiş, ama Prens dört atlı landosuyla gitmelerinde ısrar etmişti- böyle bir gezi için ürkütecek kadar yavaş bir yol alma yöntemiydi bu. Üstelik, Prens yol boyunca bir iki katedrali de zi­

yaret etmek istediğini belirtmiş, bu daLord Galen'e biraz mara­

zi bir tutku gibi gelmişti. Ne var ki, Prens, son derece uygar bir doğulunun dış ülkelere gittiği zaman yapması gereken şeyleri yapmaya kesin niyetliydi ve onun isteklerine uymakt.an başka çare yoktu. Yine de, Lord Galen yatağına girdiği zaman, bu t.an­

tanalı arabayla Avrupa 'nın bir ucundan öteki ucuna nasıl gide­

ceklerini düşünüp homurdanmaktan kendini alamadı. Araba şu anda Galen'in garajında duruyor ve kara tenli, üniformalı iki Saidi, atlan tımar edip su veriyorlardı.

Prens'in Tu Duc sak.inlerine çok çarpıcı geldiğini söyleme·

ye bile gerek yok; ancak, Chatto'nun ve davetin şerefine kravat takmış, al yanaklarından anlaşıldığı kadaııyla da buraya gelir­

ken cesaretini toplamak için bir iki tek atmış olan Quatrefa­

ges'ın üzerinde de aynı ölçüde etkili olduğu söylenemez. Belki Prens de bunu fark etti; çünkü ağdalı Fransızcasıyla delikanlı·

ya sorular sorarak onunla ilgilenmeye başladı. Çok geçmeden genç katip rahatladı, güvensizliğinden sıyrıldı ve aksanlı olması­

na karşın kötü sayılmayacak İngilizcesiyle konuşmalara katıldı.

Max gelip de istedikleri zaman sofraya buyurabileceklerini söy­

leyinceye kadar sohbet sürdü. Prens yaldız uçlu sigarasını sön­

dürdü, ellerini yıkamak. için izin istedi;.saray kava.slarının tak.11·

ğı kırmızı kuşağı sarınmış uzun boylu bir Nubyeli olan özel uşa­

ğı, Prense havlusunu tuttu, sonra da soylu parmaklarına kolon­

ya döktµ. Prens yüzüne de biraz koku sürdü. Alçakgönüllü bir tavırla, herkesin ayakta kendisini beklemekte olduğu masa.ya geldi. Lord Galen onu, iki kızkardeşin arasına oturttu; blı Pren­

sin çok hoşuna gitmiş olmalı ki, hemen Constance ile konuşma­

ya koyuldu.

115

Mutfaktan, sekreterin bu ziyafet için tuttuğu üç genç köy­

lü kızın konuşmalan ve tabak çanak sesleri geliyordu. Sekreter -yemeğini onlardan ayn, çalışma odasında yiyordu. Lord Galen, büyük bir keyif içinde, "Her yıl Fransa' dan ayrılmadan önce bu veda yemeğini veririm. Ama ilk kez Prensi soframda ağırlıyo­

rum," dedi. Lord Galen çevresindekilere gülümserken, Prens Hassad da bu övgüden utanmış gibi, alçakgönüllü bir gülümse­

yişle, "Ben de burada olmaktan mutluyum," dedi ve "özellikle de, bana inanılması zor görünen romantik projeniz beni çok ilgi­

lendiriyor. Biz MısırWar çok kuşkucu oluruz," diye ekledi.

Galen, "Haklısın, çok haklısın," dedi, "ama bizim minik pro­

jemiz hiç de hayal sayılmaz. Belirli soruşturmalar yaptık. Bu hazine masal değil, öyle değil mi Quatrefages?"

Prens kuşkuyla başını salladı. Zor duyulacak kadar alçak sesle, "Peki ya yatının olarak nedir?" diye mırıldandı ve gelenek­

sel bir çeşnicibaşı pozunda sandalyesinin arkasında duran uşa­

ğına gitmesini işaret etti. Konuşma gizli konulara yönelirse, kimsenin kulak misafiri olmasını istemiyor gibiydi. Prens masa­

dakilere tek tek baktıktan sonra, "Belki yemekten sonra araştır­

malannızla ilgili bilgi verebilirsiniz. O zaman bir karara varabi­

lirim/ dedi. Ve yanındaki Livia'ya dönüp, çevrede hangi anıtla­

n,

hangi tarihsel yerleri görmesi gerektiğini sordu; Livia da, di­

lerse kendisine rehberlik yapabileceğini söyledi. Prens bu söz üzerine biraz duraksadıysa da memnun oldu. Lord Galen içini çekerek, "Görülecek o kadar çok şey var, ama benim bir türlü gezip dolaşmaya vaktim olmuyor," diye hayıflandı. Odanın bir köşesindeki kadife minderinde yatan evin o tuhaf kedisi hafif­

ten hırıldadı. Tavuğun kokusunu almıştı. Lord Galen kendi ta­

bağındaki tavuktan büyükçe bir parça kesip Max'la kediye gön­

derdi. Kedi Max'a yılan gibi tısladı. Çelimsiz görünüşüne kar­

şın, Prens'in yemekle arası pek iyiydi; tavuğunu bitirdikten sonra ikinci bir kez daha aldı ve Fransız usulünde yemek için�

etle sebzenin tadını birbirine karıştırmamak için sebzeleri sala­

ta tabağına aktardı. Tavel kadehini de hiç ihmfil etmiyor, kade­

hi k.aldınp içkinin topaz rengi parıltısını ağzının tş.dını bilen bir hayranlıkla süzüyordu. Ev sahibine döndü, "Müslüman olmak­

la birlikte, hiç fanatik olmadım,� dedi. fi Ama kanma

yakalanma-roak için aşın ya kaçmam," diye gülerek yeniden gözlerini taba­

ğına indirdi.

Lord Galen onu destekledi: "Tabü, biraz içnıek zararsız bir keyiftir." Quatrefages ara.da bir susuyor, sonra konuşmaya katı­

lıyor; bir kızarıyor, bir bozarıyordu. Felix, bu hallerin ne anla­

ma geldiğini kestirecek kadar iyi tawyordu onu. Quatrefages yi­

ne absent içmiş olmalıydı; içki onu kıllı coşturur, kıllı hüzünlen­

dirirdi. Quatrefages yeleğinin cebinden minik sarkacını çıkar­

dı, şarap kadehinin üzerinde tutup sallamaya başladı. Herkes, sanki bir sihirbazlık gösterisi seyredecekmiş gibi, ilgiyle onu seyretmeye koyuldu. Ama hayır. Quatrefages sarkacı bir an sal­

layıp derin derin düşündükten sonra sihirli aletini cebine koy­

du ve kadehini başına dikti. Bunu yaparken de kendini tutama­

yıp geğirdi. Herkes gülümsedi. Quatrefages ise kan çanağına dönmüş gözleriyle masadakileri süzdükten sonra Max'a kadehi­

ni yeniden doldurmasını işaret etti. Uşak içkiyi koyarken, kaygı­

lı bakışlannı bir an efendisine çevirdi.

Ancak, Lord Galen konuşmaya daldığı için uşağının bu ba­

kış1nı fark etmedi. Almanya'nın güzelliklerinden ve yakındaya­

pacaklan yolculuğun ne hoş olacağından söz ediyordu. "Güzel ve umarım kazançlı bir yolculuk olacak," diye ekiedi. "Krupp brdeşler, özel trenleriyle Avusturya'ya gelecekler ve onlarla

iyi

dost olacağız, evet hem de çok iyi dost olacağız." Duygusal bi­

ri olduğu için, gözlerinin yaşardığını hissetti. Prense bu buluş­

manın çok anlamlı olacağını söyledi. Başka ilişkileri sayesinde de Nubyalılann her istediklerini ucuza sağlayabileceklerini be­

lirtti. Fellx, Blanford'a usulca fısıldadı: "Orada neler olduğunu bilmiyor." Quatrefages, nasıl sarkacıyla geleceği okuyorsa, Fe­

li:s de

Financial

Times'ın borsa sayfalarını okuyarak kehanette bulunabiliyordu. Almanya'daki tatsız gelişmeler, uzunca bir sü­

redir ilgisini çekiyordu; Dışişleri Bakanlığının ajanlan bile olay­

lardan duyduklan diplomatik kaygılan açığa vuruyorlardı- Ga­

len ise kalkmış, ülkede istikrar ve üretim varmış, yabancı yatı­

nn:ılara kucak açacak bir ortam varmış gibi, parasal spekülas­

yonlardan, iş ilişkilerinden dem vuruyordu.

Başka zaman olsa, Felix susardı, ama bu kez merakını ye­

nemeyerek konuştu: "Orada olup bitenler pek hoşuma

gitmi-117

yor. Bu durumun sizi teliişlandırmamasına da şaşırıyorum."

Lord Galen, "Hangi durum?" diye atıldı. Bunun üzerine, Felix Almanya'da alanlan ve olabilecek gelişmeleri kısaca özetlemek fırsatını buldu. Lord Galen, onun anlattıklarını gülümseyerek, ama dikkatle dinledi; ekmek tabağındaki kınntılan yuvarlayıp ağzına attı. Ama yeğeninin konuşmasını nezaketle sonuna ka­

dar dinledi ve aynı ölçüde kaygılı olmasa da, konuyu Felix ka­

dar iyi bildiği anlaşılan yaşlı Prensin

anlatılanlan

doğrulayan mınltılanndan ve baş sallamalarından tedirgin olmadı. Aslında Prens konuşmanın bu yöne kaymasından, nezaketi yüzünden kendisinin açamadığı konuların açılmasından ve aklım kurcala­

yan birtakım noktaların açıklığa kavuşmasından çok hoşnuttu.

Herkesin yüzüne tek tek bakarak, Lord Galen'in ciddi görünü­

mü altında kendisiyle bir oyun- deyim yerindeyse yatırımcı po­

keri oynayıp oynamadığım kestirmeye çalıştı.

Livia da Felix'den yana görünüyordu; çünkü o da Felix'in görüşlerini başını sallayarak onaylıyordu. Sonunda söz Yahudi­

lik konusuna gelince, Lord Galen yeğeninin varsayımlara daya­

nan görüşlerine daha fazla dayananuidı ve sevecen, ama kesin bir tavırla elini kaldırarak onun sözünü kesti: "Söylediğin her şey doğru görünüyor Felix, ama seni temin ederim ki, bence du­

rum tam tersi-biliyorum, çünkü oraya gittim, kendi gözlerim­

le gördüm. Basın, bu anti-Semitizm söylentilerini yaymaya baş­

ladığı zaman, benim de dikkatimi çekti ve gerçekten kaygı duy­

dum. Bir Manchesterli olarak kayıtsız kalamazdım. Galen, ne­

dense 'Yahudi' sözcüğünü söylemek istememişti-belki de öğren­

cilikyıllanndaki bazı çağrışımlar nedeniyle böyle yapmış; Yahu­

di anlamına gelen Manchesterli deyimini kullanmıştı. Böyle de­

yince, sanki Oxford Üniversitesinde birinden söz eder gibi olu­

yordu. Galen, biraz daha alçak sesle, ama daha etkileyici bir vurgulamayla yineledi: "Bir Manchester'li olarak, bu olayı gör­

mezden gelemezdim. Beni hem kişisel olarak, hem de parasal açıdan ilgilendiren bir durum söz konusuydu. Peki ne yapbm?

İşin içine girdim, oraya gittim, ülkenin durumunu, hükümete yöneltilen muhalefetin yapısını inceledim. En ufak bir kuşkum olsaydı, sizi ta Mısır'da.n buraya çağırır mıydım? Ta Mısır'dan ha? Sizin gibi eski bir dostu ha?" Uzun bir sessizlik. oldu, Galen

ile Prens birbirlerini süzüyorlardı. Felix söylenenlere katılmadı­

ğını gösteren bir biçimde başını salladı; Livia da gerçek bir me­

rakla Galen'e bakıyordu - acaba Galen yanlış bilgiler mi edin­

mişti, yoksa Prensi kandırmak için mi böyle konuşuyordu?

Lord Galen kimseyi değil, kendisini kandırıyordu. "Gittim, Nasyonal sosyalistlerin liderini bile gördüm. Koca bir hafta so­

nunu onunla birlikte geçirdim; planlarını, duygularını, düşün­

celerini yüz yüze tartıştım." Galen muzaffer bir tavırla çevresi­

ne bakarak sustu.

Sonra sesini alçaltarak konuşmasını sürdürdü: "Öyle bili­

nin verdiği güvencelere inanmamak olanaksızdı; içtenliği tama­

men inandırıcıydı. Aklı bir karış havada bir yeni yetme değil, ça­

vuş olarak savaşa katılmış olgun bir insan. Savaşı yaşayarak görmüş. Ülkesinin çektiklerini, Müttefiklerin dayattığı onur kı­

ncı

siyasal koşullan çok yalın, ama duygulu bir tavırla anlattı.

Tek isteği, yapılmış olan bu yanlışları düzeltmek ve tüm dünya ile barış içinde yaşamak. Politik.asını ve inançlarını açık açık an­

lattı - öylesine içtenlikliydi ki, gözlerimi yaşarttı. Almanlara gerçekten katı davrandık. Adam bundan alınmakt.a haklı. Yine de çok ölçülü ve ciddiydi, görüşleri uzun uzadıya düşünülüp ta­

şınıldıktan sonra varılmış sonuçlardı. İşte o görüşmemizde, Par­

tisine yakıştırılan anti-Semitizm konusunda sorular sordum.

Adamın içtenlikli olduğu hiç su götürmez - yüzü, davranışları bunu ortaya koyuyordu. Kimsenin gözümü boyayamayacağını bildiğini ve nasıl istersem öyle düşünmekte özgür olduğumu söyledi, ama basındaki kampanyanın yalan olduğunu, muhalif­

leri tarafından uydurulduğunu belirtti. Hatta Partisinin Do­

ğu'da bir yerdeı manda altındaki Filistin'den daha istikrarlı ikinci bir Yahudi devleti kurmayı bile düşündüğünü söyledi.

Tutkuyla, inançla konuştu - dünyada herhangi birine gerçek­

ten inandıysam, işte bu adama inandım. Partinin demografi. bö­

lümü tarafından hazırlanmış olan ve on milyonluk bir Yahudi devletinin yapısını anlatan uzun bir raporu bana gösterdi, fikri­

mi sordu. Nasıl heyecan duyduğumu tahmin edersiniz. Bu, Ya­

hudi ırkının kendilerine ait bir yere sahip olma hayfilini dile ge­

tiriyordu. Modern bir siyasal liderin böyle düşünmesi insana güven veriyor. Gülümseyerek dedi ki: 'Görüyorsunuz ya Lord

119

Galen, bir bakıma biz Siyonistlerden daha çok Siyonistiz'. On­

dan gerçekten çok hoşlandım."

Galen, yüzlerindeki anlatım kibar bir kayıtsı.zlık ile şaşkın­

lık arasında değişen konuklara baktı. Felix, amca.sını afallamış bir halde dinliyor, Llvia ise kuşkularını sürdürüyordu- Gal.en, Prensi tava mı getiriyordu? Geri kalanlar ne konuyu derinleme­

sine biliyorlar, ne de anlatılanların doğru mu yalan mı olduğuy­

la ilgileniyorlardı; içlerinde yalnızca Prens bu açıklamadan hoş­

nut olmuştu ve konunun aynntılanna aşinalığı belliydi. Es­

mer, zeki yüzü ipek bir mendil gibi, gülümseyişlerle katlanıyor­

du. "Peki, ya sözleşmeler P.G. ?" diye sordu.

Lord Galen başım salladı. "Ben de şimdi ona geliyordum,"

dedi "Görüşmemizin sonlarına doğru, Partisinin parasal duru­

mundan söz ettik. Durumlan, en iyimser deyimle, çok hassas.

Çünkü güçlü çıkar odaklan, devletin dümenini başka liderlere Ws1im etmek istiyorlarmış. O iktidara gelemezse, ufak bir Yahu­

di devleti kurma haya11eri ne olacakmış? İşte bu beni düşündür­

dü. Yabancı yatırımlar konusunda ağzını aradım; o da şimdi ya­

pılacak yardımlara. karşılık gelecekte birtakım ayrıcalıklar tanı­

yacağını söyledi. Bütün b11konuşrnalann ışığında. durumun be­

nim ve ortaklarım için büyük umutlar vaat ettiğini gördüm. Yi­

ne de, hiçbir zaman işleri aceleye getirmediğim için yeni baştan inceledim. Ve sonuçta anladım ki, bu, insanın ömrü boyunca karşılaşacağı en büyük fırsattır-Partiye yapılacak yüklü bir ba­

ğış, ilerdeki işlerde tanınacak büyük ayrıcalıklarla ödenecek.

Herkese danıştım tabü kimileri benim düşüncelerimi ya da onun iyi niyetini kuşkuyla karşıladılar. Ama benim görüşlerim ağır bastı; bizim desteğimizle, yakında iktidara geleceğini umu­

yoruz; bu arada, bütün bir gece boyu tartıştığımız belgeyi de, ta­

nıkların huzurunda ikimiz imzaladık. Bu akşam sizlere göster­

mek için yanımda getirdim."

Galen parmaklanru

karton rulo

mahfazas1na soktu, bir ka­

ğıt çıkardı, iki eliyle açarak onlara gösterdi. Kağıt daktiloyla ya­

zılmıştı ve üzerinde kartal olan şatafatlı bir balmumu mühürle damgalanmıştı. Belge kimsenin okuyamayacağı kadar uzakta duruyordu. Lord Galen de, o zauıanki basiretli davranışından hoşnut bir gülümsemeyle kağıdı hemen yerine kaldırdı. Prens,

120

evsahibinin bu ticari dehasını alkışlayacakmış gibi yaptı.

Llvia kendini pek iyi hissetmediğini söyleyerek peçetesini ağzına tutarak masadan kalktı; önemli bir şey olmadığını, yal­

nızca biraz hava almak istediğini söyledi. Masadakiler saygılı davranarak ayağa kallunak istedilerse de, Llvia oturrnalanm ri­

ca etti. Bu arada Constance, "Önemli bir şey değil, ben onunla giderim," dedi ve iki kız evden çıkarak yeııil çimenlere yürüdü­

ler, Livia çjmenlerin üzerine diz üstü çöktü, sonra boylu boyun­

ca uzandı ve bir bu yana bir o yana dönmeye başladı. Bu hali, ilk bakışta ani bir nöbete benziyordu, oysa Livia gülme krizine tutulmuştu ve çimenlerin üzerinde dönerken yumruğunu ısıra­

rak kahkahalar atıyordu. Kardeşi yanına diz çökmüş, merakla bakıyor, gülme nöbetinin geçmesini bekliyordu. Sonunda Livia gülmekten bitkin diiştü, cebinden mendilini çıkararak gözleri­

ni sildi. Gülmekle kanşık bir sesle, "Koca budala onlara para ve­

riyormuş," dedi. "Kimbilir nasıl gülüp alay ediyorlardır." Livia içini çekerek ayağa kalktı, Const.ance eliyle onun üstünü başım silkeledi. "Masada kendimi tutamayıp patlayacağım sandım, ne­

ye güldüğümü nasıl anlatacağımı düşündüm. Bu yaptığımın ku­

suruna bakma. Ama yılın esprisiydi."

Constance bu konular hakkında fazla bir şey bilmiyor, pek d_e ilgilenmiyordu. O yüzden hiç gülmedi; kardeşinin koluna gir­

di, birlikte yemek odasına döndüler. Tam o sırada Prens konu­

şuyordu: "Bavullarımı taşımak için bir de arabam var - ama çok eşyam olduğu için, araba dediğim neredeyse bir kamyon."

Prens içini çekti. Sonradan görecekleri gibi, bu araba gerçekten de nakliyecilerin kullandığı tipte büyük bir kamyonetti. Pren­

sin kişisel eşyalannın yanı sıra, üç uşak da oraya biniyordu.

Kamyonet o sırada prensinAvignon'daki otelinin önünde duru­

yor ve polis başında nöbet tutuyordu; çünkü Mısır Büyük.elçili­

ği, Prensin Fransa' da yolculuk etmekte olduğunu ilgililere bil­

dirmişti.

Fransız Gümrüğü, kamyonetin içindekileri görünce şaşkı­

na dönmüştü; Prens'in sandıklan, değerli ağaçlardan yapılmış, Üstleri renkli ipekle kaplanmış ve telkari işlemelerle süslenmiş­

ti. Tutankamun'a 18yık bir kraliyet tabutu, pahalı briç masala­

tı, ntm kişilik ziyafete yetecek tabak ve çatal kaşUt tak:ımlan

121

vardı. Prens, daha sonra bütün bunları ve belki canı avlanmak ister diye yanından ayırmadığı dört şahinini onlara gösterdiği zaman, başkalarına fazlalık gibi görünebilecek bu eşyanın Mı­

sırlı bir prens için çok gerekli olduğunu anlattı; çünkü ne za­

man ne olacağını kimse kestiremezdi. Ama bütün bunlar, prensle ahbaplık.lan ilerledikten sonra olacaktı. O anda ise sof­

radaydılar; konyak ve puro içiliyordu ve Galen bir yandan ceviz ayıklıyor, bir yandan dayatırım konusunda bilgiçlik taslıyordu.

Prens, kendisi gibi ince yapılı birinden umulmayacak kadar çok konyak yuvarladı. "Öteki konuyu-hani şu toprağa gömülü hazi­

nenizi- onu sonra konuşuruz!" Prensin belli belirsiz alaycı to­

nu, Quatrefages'ı irkiltti.

Katip yükünü iyice almıştı ve tedirgin, ne yapacağı kestiril­

mez bir görünüşü vardı. Felix merak ve şefkatle ona bakarken, birden coşup hazineyle ilgili birşeyler söyleyip söylemeyeceğini düşündü. Her zaman biraz alıngan olan Fransız delikanlı, yap­

mez bir görünüşü vardı. Felix merak ve şefkatle ona bakarken, birden coşup hazineyle ilgili birşeyler söyleyip söylemeyeceğini düşündü. Her zaman biraz alıngan olan Fransız delikanlı, yap­

Belgede Lawrence Durrell LIVIA (sayfa 114-124)

Outline

Benzer Belgeler