• Sonuç bulunamadı

Şer‘iyye sicillerinin ne zamandan beri var olduğu hususunda elimizde kesin bir bilgi yoktur. Osmanlı Devleti’nde şer‘iyye sicillerinin en erken tarihli(1455) örneklerine Bursa’da rastlanmaktadır129

.

2.4. ŞER‘İYYE SİCİLLERİNDEKİ BELGE ÇEŞİTLERİ

Şer‘iyye sicillerine hüccet, ilȃm, marȗz, ferman, berat, temessük vs. gibi bir çok belge kaydedilmiştir. Sicillerde önemli bir yeri olan bu belgeler ile ilgili kısaca bilgi vermekte fayda vardır.

2.4.1. Hüccet

Sözlükte, “delil, burhan, senet, vesika130” anlamına gelir. Arapça asıllı bir kelime olan hüccet Osmanlı diplomatiğinde; şer‘ȋ mahkemeler tarafından verilen, hüküm ihtiva etmeyen, sadece kadı huzurunda iki tarafın anlaşmaya vardıklarına dair kadının tasdikini ihtiva eden bir belgedir. Hüccetler, çeşitli hususlarda düzenlenmiş bir nevi noterlik belgeleri olarak da kabul edilir131 .

127 Akgündüz.a.g.e. s.12-16. 128 Akgündüz.a.g.e. s.17,18. 129 Uğur.a.g.mad. s.8,9. 130 Sami.a.g.e. s.541. , Develioğlu.a.g.e. s.445.

131 Hüccet hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.Mübahat S. Kütükoğlu.(1994). Osmanlı Belgelerinin Dili(Diplomatik). Kubbe Altı Neşriyat. İstanbul, s.350.

2.4.2. İ‘lȃm

İ‘lȃm, Arapça “ilm” kökünden gelip, kelime manȃsı “bildirme, anlatma” demektir. Hukuk terimi olarak i‘lȃm; “bir davȃnın mahkemece nasıl bir hükme bağlandığını gösteren belge”dir132. Kadının mührü ve imzasını taşıyan i‘lȃm belgelerini diğer kayıtlardan ayıran en önemli özellik, kadının verdiği kararı ihtiva etmesidir133.

Mahkeme kararını bildiren i‘lȃmlarda elkaban sonra sırayla, davȃcı ve davȃlı tanıtılıp davȃ konusu belirtilir. Davȃlı suçu kabul veya reddeder ve karşı suçlamada da bulunabilir. Davȃlının iddiayı inkȃrı halinde davȃcıdan beyyine(delil) istenir. Eğer, davȃcı iddiasını şahidlerle isbat edemezse, davȃlıdan yemin taleb edilir ve sonunda hüküm verilir. Hükümden sonra Arapça yazılmış tarih, imza ve mühür atılır134

.

2.4.3. Ma‘rȗz ve Arz-ı Hȃl

Kelime anlamı itibariyle “arzedilen bir şey” demek olan ma‘rȗzun terim olarak asıl ve tȃli olmak üzere iki anlamı vardır. Tȃli manȃsı; i‘lȃmların birçoğu icra makamlarına hitaben yazılıp arzedildiği için i‘lȃmlara da ma‘rȗz adı verilebilmektedir. Ancak ma‘rȗzun asıl manȃsı; kadı tarafından kaleme alındığı halde kadının kararını ihtiva etmeyen ve hüccet gibi hukukȋ bir delil olarak kabul edilmeyip sadece, kadının icra makamlarına idarȋ bir durumu arzettiği yazılı kayıtlara veya halkın icra makamlarına ya da kadıya hitaben yazdığı şikȃyet dilekçelerine ma‘rȗz denir. Arȋza veya arz da denilen ma‘rȗzun çoğulu ma‘rȗzattır135

.

Arz-ı hȃl ya da arzuhȃl ise; bir dilek veya şikȃyet bildirmek üzere alttan üste yazılan dilekçelerdir. Bunların arz ya da ma‘rȗzdan farkları, reȃyȃ ve askerȋ sınıfın şahsi dilekçeleri olmasıdır136. Bu nedenle halkın icra makamlarına ya da kadıya hitaben yazdıkları şikȃyet dilekçeleri olan ma‘rȗzlara arzuhȃl demek daha doğru olur.

132 Kütükoğlu.a.g.e. s.345.

133

Akgündüz.a.g.e. s.29.

134 H.Halit Atlı.(2013). Örnek Çözümlemelerle Osmanlıca Edebȋ Metinler ve Arşiv Belgeleri. Hayrat Neşriyat. İstanbul, s.163.

135 Akgündüz.a.g.e. s.37.

136

2.4.4. Mürȃsele

Sözlükte “haberleşme, mektuplaşma137” anlamına gelen mürȃsele; kadının kendisine denk ya da daha aşağı rütbedeki şahıs veya makamlara hitaben çeşitli konularda gönderdikleri yazılardır. Çoğulu mürȃselȃttır138

. 2.4.5. Ferman ve Beratlar

Ferman, Divȃn-ı Hümȃyun veya Paşakapısı’ndaki divȃnlarda alınan kararlara uygun olarak yazılan ve üzerinde tuğra bulunan padişah emirleridir139

. Ferman kelimesi Farsça “fermȗden” mastarından türemiş olup, “emir, irȃde ve buyruk” anlamlarına gelir. Fermanlar, konusu münasebetiyle ilgili kalemlerde yazılır, özet şekli Divȃn Sicillerine kaydolunur, ardından Nişancı tarafından tuğrası çekilerek ilgili yere gönderilirdi. İlgili yerin kadısı tarafından şer‘iyye siciline kaydolunur ve yürürlüğe konurdu140

.

Berat ise; “yazılı kȃğıt ve mektup” anlamına gelip Arapça asıllı bir kelimedir. Osmanlı devlet teşkilȃtında herhangi bir vazife, hizmet ve memuriyetlere tayin edilenlere, görevlerini yapma yetkisini veren ve Padişahın tuğrası bulunan bir izin, mezuniyet, atama belgesidir. Osmanlı vesikalarında berata “biti, berat-ı şerif, nişȃn, nişȃn-ı şerif, hüküm ve misal” de denmektedir141

. 2.4.6. Buyruldu(Buyrultu)lar

Şer‘iyye sicillerinde bulunan kayıtlardan biri de sadrazamların yazılı emirleri olan buyruldulardır. Padişahtan sonra şer‘ȋ ve kanunȋ hükümleri icra ve takiple görevli, bir nevi padşahın mutlak vekili olan sadrazamlar da padişahın emrine dayanarak, bazı hususları kadılara bildirebilirler. Ayrıca vezir, kaptan paşa, kazasker, beylerbeyi gibi yüksek rütbeli memurların emirlerine de buyruldu denilmektedir142

. 2.4.7. Temessükler

Arapça “mesek” kökünden gelip “tutunma, yapışma, sarılma” anlamlarına gelen temessük, bir borcun ödendiğinin kabulü, bir şeyin teslim alıdığını göstermesi

137 Develioğlu.a.g.e. s.856. 138 Akgündüz.a.g.e. s.38. 139 Kütükoğlu.a.g.e. s.99. 140 Atlı.a.g.e. s.53.

141 M.Tayyip Gökbilgin.(1992). Osmanlı İmparatorluğu Medeniyet Tarihi Çerçevesinde Osmanlı Paleografya ve Diplomatik İlmi. Enderun Kitabevi. 3.Baskı. İstanbul, s.85.

142

gibi hususlarda karşı tarafa verilen bir belgedir. Çeşitli konularda verilen temessüklere “tahvil” dendiği gibi XIX.yy.da “senet” adı verilmiştir143

. 2.4.8. Tezkireler

Arapça “zikr” kökünden gelip “tezekküre vesile olan şey” anlamına gelen tezkire; aynı yerdeki görevlilerin birbirlerine gönderdikleri yazılardır. Çıktıkları daire veya veriliş sebebine göre çeşitli tezkireler vardır144. Tezkireler başta sadrazam olmak üzere yüksek dereceli memurların özel kalem müdürü olan tezkireciler tarafından yazılırdı145

.

2.4.9. Vakfiyeler(Vakıfnȃmeler)

Türkçede “vakıf” şeklinde telaffuz edilen “vakf” Arapça asıllı bir kelime olup, “durdurmak, alıkoymak” anlamlarına gelir. Terim olarak vakıf; bir kimsenin herhangi bir gaye ile menkul veya gayr-i menkul mal veya mülkünü tahsis etmesidir146. Vakfedilen şeyin nitelikleri ve vakfedilme şartlarını ihtiva eden, hȃkimin hükmünü havi tanzim olunan ve bir nevi vakfın anayasası niteliğindeki hüccetlere “vakfiye” denir. Vakfiyeler sadece hukukȋ bir belge değil, dönemin toplumsal yapısı ve fikrȋ durumu hakkında önemli bilgiler veren kaynaklardır147

. Vakıflar sadece Müslümanlar tarafından değil, şartları uygun olan Gayr-i Müslimler tarafından da kurulabilir. Bütün şartların uygun olması halinde, “vȃkıf” denilen vakıf kurucusu, vakfettiği şeylerin bir listesini ve şartlarını bütün teferruatıyla kaydettirdiği bir vakfiye ya da vakıfnȃme tanzim ettirirdi148.