• Sonuç bulunamadı

İslam Dünyasında Konjonktürel Uygunluk ve Mısır

2. BÖLÜM: İŞGAL ALTINDAKİ MISIR’DA KÜLTÜREL SEKÜLERİZM

2.3. İslam Dünyasında Konjonktürel Uygunluk ve Mısır

Mısır’da hem kültür ve tarih alanında antik döneme tarihlenmek şeklinde tezahür eden, hem de dil alanında ammiceye yaslanmak suretiyle görülen hareketin seküler boyutu oldukça açıktır. Her ne kadar Mısırlı entelektüeller, dünyanın pek çok bölgesine nazaran oldukça eski zamanlara tarihlenen medeniyetleriyle iftihar ediyorlarsa da bu bir bakıma İslam kültür ve medeniyetinin ve özellikle de Osmanlı’nın Mısır’da bıraktığı medenî birikime bir ret özelliği taşımaktaydı. Nitekim dönemin seküler karakteristik özelliklerini taşıyan Mısırlı yazarlarda görülen Osmanlı karşıtlığı da bunu açıkça göstermektedir. Ayrıca, ülke tarihini o toprak parçasındaki eserleri ve kültürü eskiye tarihlendirebilmeakımı sadece Mısırlılara özgü olmayıp, aynı süreçte İslam dünyasının Türkiye gibi belli başlı pek çok bölgesinde dikkat çekmektedir. Bu hareketlerin ortak özelliği kültürel sekülerizm kapsamında ortaya çıkmaları ve İslamî anlayış ve yakın tarih ile aralarına mesafe koymalarıdır. Bu bağlamda Firavunizm’i ortaya çıkaran yerli amiller dışında bölgesel konjonktürün böylesi bir kültürel ideolojik konjonktürden geçiyor olması da önemlidir. Mısırlı yazar El-Cündi, Mısır’daki Firavunizm akımını,Lübnan’daki Fenikecilik ve Kuzey Afrika’daki Romacılık akımlarıyla irtibatlandırmaktadır.227

Mesela benzeri görüşlerin dile getirilmesi bağlamında Mısır’ın Arap komşusu Suriye-Lübnan hattında; 1932 yılında Beyrut'ta Suriye Sosyal Milliyetçi Parti'yi kuran Suriye-Lübnanlı Hıristiyan Antun Saadah, Suriyelilerin eski Fenikelilere uzanan tarihleriyle ayrı bir millet olduğunu, bir Arap devletinin parçası olmaması gerektiği görüşünü

226Remzi Akyürek, Mısır Çocuk Edebiyatında Kâmil Keylânî, (Yüksek Lisans Tezi), Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 2014, s.27,28.

dillendirmiştir.228 Bu durum, bir dönem Türkler ve Araplar’ın yanı sıra çok sayıda milletin ortak bir çatı altında yaşadığı Osmanlı Devleti’nin yıkılması sürecinde İngilizler ve Şerif Hüseyin arasında pazarlıklara konu olan Büyük Arap Devleti’nin; yani Pan-Arabizm’in de etkisini yitirdiğini göstermektedir. Buna karşılık aydınlar arasında dil ve kültür hareketlerinde bölgesel milliyetçi bir yönelim söz konusudur. Ancak bu noktada yeniden dile getirmek gerekir ki, bu etki kendiliğinden yahut Araplar eliyle zuhur etmemiş, bilakis gerek Firavunizm fikriyatında gerekse Ammice tartışmalarında görüldüğü üzere hem akademik çalışmalar hem de saha çalışmalarıyla Batılı müsteşrikler eliyle ortaya çıkarılmıştır.

Mısır ve Arap-İslam alemindeki Firavunizm benzeri akımlara yönelik ilgiden Türkiye de hâli olmamıştır. Nitekim aynı dönemde yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde de eski Anadolu medeniyetlerine, Hitit ve Sümerlere ilgi duyulması söz konusudur. Türkiye’de de genç Cumhuriyet, kökenini bir önceki selefleri Osmanlı, Selçuklu ve İslam medeniyetinde değil, eski Anadolu medeniyetlerinde aramıştır. Özellikle 1930’da gündeme getirilen Türk Tarih Tezi ile laik Cumhuriyetin tarihî kökenleri olarak eski Anadolu Medeniyetleri, Sümerler ve Hititler gösterilmiştir. Bu medeniyetlerin tarihinin okullarda öğretimi özellikle önemsenmiş, arkeolojik kazılara ayrı bir önem atfedilmiştir. 1932’de düzenlenen Türk Tarih Kongresi de Anadolu Medeniyeti’nin üstünlüklerinin anlatıldığı bir platform görevi ifa etmiştir. Yani bu bağlamda var olan tarih, laikleşmiş ve milliyetçileştirilmiştir.229

Tıpkı Türk Tarih Tezi’nde zikredildiği üzere dil konusundaki yaşanan gelişmeler ve Arap ülkelerindeki ammice tartışmaları da bir ölçüde konjonktürel olarak Türkiye’de de kendisini göstermiştir. Arap ülkelerinde ammice tartışmaları ve lehçenin üstünlüğü savunulurken, Türkiye’de de Osmanlı Türkçesinden uzaklaşılmış, dildeki Arapça ve Farsça kelimeler çok ciddi oranda atılmış ve dilde sadeleşme hareketi başlatılmıştır. 1932’de Türk Dil Kurumu’nun kurulmasının hemen akabinde kurumun, 17 Ekim 1932 tarihli bildirisinde “Yazı dilinden Türkçe’ye yabancı kalmış unsurları atmak; halkçı bir

idarenin istediği şekilde halk ile münevverler arasında birbirinden mahiyetçe ayrı iki dil varlığını ortadan kaldırmak ve temel unsurları Türkçe olan millî bir dil yaratmak”

228Cleveland, s.261.

229Şefik Taylan Akman, “Türk Tarih Tezi Bağlamında Erken Cumhuriyet Dönemi Resmî Tarih Yazımının İdeolojik ve Politik Karakteri”, Hacettepe Hukuk Fakültesi Dergisi, C.1, Sayı.1, (2011) s. 81.

ifadeleri kullanılmıştır.230 Yine bu dönemde gündeme gelen Güneş Dil Teorisi, 24 Ağustos 1936 tarihinde yerli ve yabancı bilim adamlarının katılımıyla Dolmabahçe’de 3. Türk Dili Kurultayı’nda Atatürk’ün nezaretinde tartışılmıştır. Dünyada pek çok dildeki çok sayıda kelimenin kökeninin Türkçe olduğu üzerine şekillenen tez, çektiği tepkiler neticesinde bir dönem sonra rafa kaldırılmıştır.231

Yine bu kapsamda kültürler arası geçişkenlik de ayrıca ele alınması gereken bir durumdur. Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması akabinde genç Cumhuriyet’in izlediği laik siyaset ve kültür hareketinin çok üst düzeyde olmasa bile Mısır’da da yankı bulduğu bir vakadır. Bu meyanda, Türkiye’de 25 Kasım 1925’te gerçekleşen Şapka ve Kıyafet İnkılâbı her ne kadar Mısır’da aynıyla uygulanmamış olsa da Mısır’da bazı gazeteler ve siyasîlerce takip edilmiş, belli ölçülerde desteklenmiştir. Ayrıca, Mısır’da Dâru’l-Ulûm öğrencilerinin sarık yerine fes giymeleri gündeme gelmiş, bu dönemde bazı ilim talebeleri fes giymişlerdir.232Hizbü’l-Ahrari’d-Düstûriyyin çevresini oluşturan bir takım siyasîler ve bunların güdümündeki es-Siyase ve es-Siyasetü’l-Üsbuiyye gibi medya organları Türkiye’deki bu değişimi olumlar nitelikte yayınlar yapmışladır. Geleneksel pek çok medya organı ise bu gelişmeleri destekleyen gazetelerin karşısında Türkiye’deki kılık-kıyafet ekseninde yaşanan tartışmaların karşısında yer almıştır.233 Ancak bu durumda da Batı yanlısı Mısır aydınlarının bakış açısında bir paradoks hakimdir: Zira Mısır’ın Osmanlı geçmişini sahiplenmeyen, bilakis ona yüz çeviren Mısırlı aydınların söz konusu Latin alfabesini Mısır’da uygulamak olduğunda Türkiye’deki reformlara atıfta bulunmaları ve bir bakıma Türkiye’den güç almaları ve yine Türkiye’deki reformları savunmaları bir çelişki olarak dikkat çekmektedir.

Sonuç olarak, genelde İslam dünyası ve özelde ise Mısır’da kültürel tabakanın seküler ve bölgesel milliyetçilik perspektifinde geliştirdiği anlayış, 1920’li yıllara hakim anlayış olmuştur. Kimlik tartışmaları bağlamında ilerleyen yıllarda Arap dünyasının çeşitli bölgelerinden yeniden yükselmeye başlayacak Pan-Arabizm eksenli milliyetçilikle beraber milliyetçilik anlayışı şekil değiştirecektir.234 Bunun yanında Amr Bin As

230Melek Özyetgin, “Atatürk ve Güneş Dil Teorisi”, Türk Dili, C.92., Sayı.655, s.106. 231Özyetgin, s.114.

232Mehmet Serhat Yılmaz, “Türkiye’deki Şapka ve Kıyafet İnkılâbının Mısır Kamuoyunda Yansımaları (1925-1932)”, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Sayı.2, 2005, s.100.

233Yılmaz, s.102. 234Cleveland, s.264.

komutasındaki İslam orduları tarafından fetholunmasından itibaren yüz yıllar içinde bağlı olduğu devlet farklı olmakla birlikte İslam hilâfetine bağlı olarak –kimi zaman da bir hilâfet merkezi olarak- varlığını sürdüren Mısır’da 1920’lerin sonunda ortaya çıkmak kaydıyla “İslâm kardeşliği” eksenli çalışmalarıyla Müslüman Kardeşler hareketi, ortaya çıkacak ve yeniden şekillenmekte olan Mısırlı kimliğine katkı sunacaktır.

3. BÖLÜM: OSMANLI HİLAFETİNİN İLGASININ MISIR’A