• Sonuç bulunamadı

VI. ANA HATLARIYLA SULTAN II. ABDÜLHAMİD VE DÖNEMİ

1.2. İSLÂM HUKUKU

1.2.2. İslâm Hukukunun Kaynakları

XVI. asırda İbn-î Kemal’in kâfir esir alımıyla alakalı bir fetvada, “câizdir ama men

olunmuşdur padişah tarafından” şeklindeki ifadesi de bu tavır değişikliğinin bir

göstergesidir. İbn-i Kemal’in takipçisi Ebussuud döneminde Osmanlı padişahının şer’î hukuk alanında uygulanan hukuk kurallarına bire bir müdahil olmaya başladığı görülür. Nitekim hukuk tarihçisi Mehmet Âkif Aydın, Ebussuud’un Maruzatında bu türden yirmi kadar örnek tespit ettiğini dile getirmektedir94. Fetva mecmuaları, içtihatları ve aynı zamanda bu türden uygulamaları içeren, tüm hâkim ve müştehitlerin başvuru kaynaklarıdır. Mahkemelerin hükümleri bu mecmualara dayanmaktadır. Özellikle merkezden uzakta olan yerlerde tarafların her zaman müftülere ve dolayısıyla bu mecmualara ulaşabiliyor olmaları, kadılar üzerinde bir kontrol mekanizması gibi işlemesini sağlamıştır95

.

1.2.2. İslâm Hukukunun Kaynakları

İslâm hukukuna, İslâm ulemasınca Fıkıh denir. Ancak bu terim, Batılı anlamdaki hukuktan oldukça farklıdır. Arapçada bir şeyi anlamak, bilmek manasına gelir ki, burada bilmekten kastedilen şeriatı ve şer’i hükümlerini, cüz’î meseleleri rey’ ve içtihat ederek yani delillerden istinbât melekesiyle bilmektir96

.

1.2.2.1. Kur’an

Bütün İslâmî mesâil ve ahkâmın ilk kaynağı Kur’an-ı Kerîm’dir97

. Gerek Peygamber’in sağlığında tamamının yazıya geçirilmesi ve ezberlenmesi ve gerekse Hz. Ebubekir zamanında Hz. Ömer’ül Faruk’un ikna etmesiyle98

kitaplaştırılması Kur’an’ın herhangi bir tahribata uğramadan günümüze dek ulaşmasını sağlamıştır99

. Peygamberimiz Veda Hutbesi’ nde; “Size öyle bir kanun bırakıyorum ki, ona sımsıkı

sarıldıkça asla dalalete sapmayacaksınız. Size Kitâbullah’ı bırakıyorum”

buyurmuşlardır. Her türlü dalaletin önüne geçilmesi için hukukun ilk ve esas kaynağının Kur’an olmasına işaret edilmiştir100

.

93 Aydın, a.g.e., s. 95.

94

Mehmet Âkif Aydın, “İslâm Hukuku”, s. 14-15. 95 Aydın, a.g.e., s. 93.

96 Ansay, a.g.e., s. 15; Sava Paşa, a.g.e., s. 128.

97 Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, İrfan yay., İstanbul 1978, s. 77. 98 Sava Paşa, a.g.e., C.I, s. 53.

99

Aydın, a.g.e., s. 31.

1.2.2.2. Sünnet

Sünnet, sözlük anlamıyla, bir nesnenin görülebilen cephesi, demektir ki, Hz. Peygamber’in sarih hareketlerine dayanmaktadır101. İslâm hukukunun ikinci asıl kaynağı Sünnet’tir. Hazreti Peygamber’in sözlerine sözlü sünnet, davranışlarına fiilî sünnet ve başkasını onaylamasına da takrîrî sünnet denir102. Peygamber’in sözleri ve davranışları İslâm hukuku için ikinci derecede önemli kaynaklardır. Bildirdiklerinin vahiy kadar geçerli olması, bizzat yine Kur’an’da geçen pek çok ayetle sabittir. Necm Sûresi dördüncü ayette geçen “ O arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri) vahiy

edilenden başkası değildir” ya da Nisa Sûresi sekseninci ayette geçen “ Peygamber’e itaat eden Allah’a itaat etmiştir” ifadeleri bunun bir delilidir103

.

Medine’de bir İslâm devleti teşkil eden ve İslâm anayasası meydana getirerek farklı dinlerden Araplara nizam veren Hz. Peygamber’in davranışları, sözleri ve takrirleri İslâm hukuk tarihi açısından önemi haiz olduğu kadar gelecek İslâm devletlerine ve Müslüman nesillere numuneler sunması bakımından da titizlikte üzerinde durulması gereken bir membadır. Dolayısıyla Sünnet, anayasa için bereketli bir tatbikat ve teamül kaynağı olmaktadır104

. Mesela Kur’an-ı Kerîm’de zekât emri vardır ancak hangi mallardan ve ne ölçüde zekât verileceği konusunda ayrıntılı bilgiyi Sünnet vermektedir105

.

Hz. Peygamber’in sözleri olan Hadis de Sünnet’e dâhildir. Bu sözleri rivayet edenlerin yani ravîlerin Hz. Peygamber’e kadar uzanan silsileleri var ise müsned, muttasıl hadis olmaktadır ve ravîlere sened, anane denildiği gibi silsileye de isnad adı verilmektedir. Ravîlerden bazılarının silsilede zikredilememesi durumunda ise hadis, Mürsel veya münkat adını alır. Bunun haricinde asılsız olarak uydurma yoluyla isnad edilenler de vardır ve bunlara da mevzu hadis denilir106. Sahabe ve onları takip eden tabiin neslinden hadisçilerin Sünnet’i yazılı hale getirme yolundaki ferdî çabaları Emevi Halifesi Ömer bin Abdülaziz’in gayretleriyle resmî bir mahiyet almıştır107

. Hadisleri bir araya getiren ilk büyük çalışmalar hicri ikinci asrın ortalarında başlar; İmam Malik’in Muvatta adlı eseri bunlardandır. Ayrıca Kütüb-î Sitte adıyla şöhret

101

Sava Paşa, a.g.e., C.I, s. 56. 102 Ansay, a.g.e., s. 23. 103 Aydın, a.g.e., s. 33.

104 Karaman, a.g.e., s.77; Sava Paşa, a.g.e., s. 43. 105 Aydın, a.g.e., s. 34.

106

Ansay, a.g.e., s. 25. 107 Aydın, a.g.e., s. 35.

bulmuş olan eserler de sünnetleri konularına göre bir araya getiren büyük hadis koleksiyonlarıdır ki Buhârî, Müslim, Tirmizi, İbn Mâce, Ebû Dâvud ve Nesâî’nin hazırlamış olduğu eserlerdir108

.

1.2.2.3. İcmâ

İslâm hukukunun üçüncü kaynağı olan icmâın, Hz. Peygamber’i takip eden halifelerin ve özellikle de Hz. Ömer’in eseri olduğunu anlatan Sava Paşa109

, Hz. Ömer’in arkadaşlarıyla yaptığı ilmî tartışma ve danışmaların pek çok hakikatin tecellisine zemin hazırlayan gerçek bir teşrii mesai niteliğini taşıdığına işaret etmektedir110. Hazreti Peygamber’den nakledilen “Müslümanların güzel gördüğü şey

Allah indinde de güzeldir” hadisine dayanarak icmâ, İslâm şeriatının bir kaynağı

olarak kabul edilmiştir111

.

Kitap ve Sünnet’ten birine dayanması gereken İcmâın, tam da bu nedenle müstakil bir kaynak olarak sayılmaması mümkün görünmektedir. Ancak esas olan bu iki kaynağa dayanan bir rey’ birliği söz konusu olduğunda bir kesinlik ortaya koymakta ve âhâd hadis yani zannî ve kat’i olmayan bir hadis üzerindeki icmâ da o kaynağa kesinlik kazandırmaktadır112. İcmâın teşriî amaçla kullanılması, Hz. Peygamber’in vefatını takip eden 3 nesil boyunca, ashâb, tâbiîn ve tebe-î tâbiîn müddetince devam etmiştir113. İcmâ iki türlüdür. Bunlar hukukçuların üzerinde görüş birliğine vardığı Sarih İcmâ ve bazı hukukçular görüş bildirirken bazılarının karşı çıkmamakla yetindikleri Sükutî İcmâdır114

.

1.2.2.4. Kıyas

İslâm hukukunda, yukarıda da zikrettiğimiz ilk üç kaynakta hakkında hüküm bulunamayan bir meseleyi (makîsun aleyh), aralarındaki ortak illete dayandırarak hakkında hüküm bulunan başka bir meseleye, asıl olanın hükmün uyarlanması yoluyla çözerek hüküm çıkarmaya Kıyas denir115. Kıyas iki türlüdür. Açık (celî) kıyas ve

108 Aydın, a.g.e., s. 35-36.

109

Lâyihanın yazarı olduğu noktasında ikna edici deliller olduğunu ileri sürd 110 Sava Paşa, a.g.e., s. 43.

111 Ansay, a.g.e., s.26. 112 Aydın, a.g.e., s. 37. 113 Sava Paşa, a.g.e., C.I, s. 61. 114

Aydın, a.g.e., s. 37; Ansay, a.g.e., s. 26.

kapalı (hafi) kıyas denir. Fıkıh usulü ıstılahlarında kapalı kıyas için genellikle “istihsân” sözü kullanılır116

.