• Sonuç bulunamadı

İnsan Varlığının Dramatik Kavranışı ve Ölüm

II. BÖLÜM: JEAN PAUL SARTRE’IN ONTOLOGEDYASI

2.4. Kaygı-İç Sıkıntısı

2.4.1. İnsan Varlığının Dramatik Kavranışı ve Ölüm

Blaise Pascal’da (1623–1662) Rene Descartes’ın (1591–1650) dışsallaştırılmış insan varlığına bir tepki söylemi dile gelir. Bu yüzden Pascal için biz yalandan iki yüzlülükten başka bir şey değiliz. Bizim en büyük özelliğimiz ona göre kendimizi kendimizden gizlememizdir. Bu söylemler varoluşçu felsefede daha geniş ve daha derin bir şekilde insan varlığının kötümserliğini dile getirecektir.

İnsan varlığı bir sıçramadır. Neyin karşısında bir sıçramadır? Kendinde varlığın, donuk, saydamsız ve ne ise o olan varlığı karşısında. Çünkü insanın “Bulantısı” bu kendinde varlığın yapısından gelmekte. Kendinde varlık olumsallığa kapalıdır. Sartre’ın felsefesinde insanın varoluşu bir aşma olduğu için, “ne ise o olmayan” olarak dile gelecektir. İnsan kendinde varlığın tersi olan kendisi için varlıktır. Kendisinde varlık, kendinde varlığın çatlağı içinden çıkmış bir oyundur. Bütün bunlar varlığın sorgulanmasından kaynaklanan kötü niyet ve özgürlüktür. Varlığın sorgulanması ise varlığın içindeki çatlaktan hiçliğin ortaya çıkmasıyla meydana gelmekte.

Varoluşçu filozoflar insanın unutulmuş veya unutturulmuş yönüne, acı çeken bireysel varlığına dikkat çekmek istemektedirler. Bunun nedeni felsefe tarihinde Sokrates’ten Nietzsche’ye kadar olan dönemde insan varlığının varoluşunun unutulmuş olmasıdır. İnsan varlığı ya Tanrı düşüncesiyle ya da beden ve us arasındaki kartezyenci felsefenin düşünceleriyle anlatılmıştır. Nietzsche ondokuzuncu yüzyılda ilk defa insanın bu unutulmuşluğuna dikkat çekerek, insanın evrende yalnız olduğunu söyler. Nietzsche ve Kierkegaard’ın insan varlığının bu unutulmuş yüzünün üzerindeki örtüyü kaldırmalarıyla birlikte, varoluşçular insan sorunu üzerine yoğunlaşırlar. Onların ortak düşüncesi; insanın bu dünyada yalnız olduğu ve hiçbir neden olmadan bu dünyaya dayanaksız olarak fırlatıldığı düşüncesidir. Onlara göre, insan varlığın içindeki bir çatlak olarak ortaya çıkmıştır. Varoluş

93

felsefesinde insan dizgeleştirilmiş us anlayışıyla değil bilinciyle, kaygısıyla, iç sıkıntısı ve dünyadaki yalnızlığıyla anlaşılmaya çalışılır.

Sartre’da, bu yalnız ve dayanaksız olan insanı öteki ile ilişkileri içinde anlamaya çalışır. Öteki ile ilişkilerinde ortaya çıkan insan niçin var? Niçin, ben tekil birey burada ve şimdi bu insanım? Her bireyin varoluşu bir kez ve tek olduğundan bu sorulara mutlak bir cevap verilemez. Birey kendisi özgürlüğünden seçer. Gerçekte de, insan kişisi kendini nesnelerin durağanlığı ve kişi dışılığı karşısında kişisel bir varlık olarak kuran bir yapı içinde ortaya çıkar. Sartre, insanı ötekiyle ilişki, sevgi, umutsuzluk, korku, kaygı ve iç sıkıntısı olarak anlamaya ve bu kavramlarla onun varoluşunu açıklamaya çalışır. Bulantı da öteki ile olan ilişkiyi şu sözlerle dile gelir; “Başkası benim için, kâh varlığımı benden çalan, kâh bana ait bir varlık olduğunu ortaya çıkarandır.”94 Başkasıyla olan ilişki aslında salt bir çatışmadır.

Sartre sadist şiddetten duygusal aşkın yumuşaklığına kadar olan duyguları bireyin ötekiyle kurduğu savaş oyunları olarak niteler. Öteki’nin bakışı bireye kendi anlamsızlığını çağrıştırır. “Bakış bana yalnız başkalarını açmaz, kendi benimi de açar. Başkasının bakışı bana kendimi de gösterir. Benim varlığım şimdiye dek salt öznellikti; şimdi başkası için bir varlık olmuştur, bir sen için bir ben olmuştur.”95 Başkası, yabancılaştırıcı bir güç olmasının

yanında bir yüzdür. Bu yüz, varolanı varoluşunun ağırlığından kurtaran bir güçtür. Sartre sevgiyi de yadsır. Sevgide de saklı bir yön bir çatışma görür. İnsanlar birbiriyle çatışmak zorunda kalmamak için birbirine sarılır. Sevgide bir hiçlik kurdu vardır. Bu yüzden gerçek sevgi olanaksızdır.

İnsan varlığı Tanrı olmayı tasarlayan bir varlıktır. Fakat insan ancak kusurlu bir Tanrı olmayı becerebiliyor. İnsanlar bu kusurlu Tanrı olma çabasında umutsuzluk içine düşerler. Bu umutsuzluk, insan varoluşunu mezara kadar izler ve bu aşırı umutsuzluk da bizi varoluşsal karara götürecektir. Kaygı, iç sıkıntısı, gelecek korkusu da umutsuzluğun mekânı olarak çıkar. Sartre, insanın bu umutsuzluk ve hiçlik içindeki varoluşunda onun bir karara vararak kurtulabileceğini söyler. İnsan her ne kadar başkalarına tahammül edemese de ondan ayrıda edemez. Bu yüzden Sartre “insanı insanın geleceği olarak da tanımlar.” Bundan da şu anlam çıkar, insan edimlerinden ibarettir. Onun nesnel bir anlamı yoktur. Her kişi yaşamına edimleri ve seçimleriyle anlam katar. Sartre’da tıpkı Nietzsche gibi insanın varoluşunu çalışmada gerçekleştirebileceğine inanır. Nietzsche: “Her şeyden önce, ilk elde yapıt; yani

94

Finkielkraut, A. Sevginin Bilgeliği, s. 19

95

çalışma, çalışma ve yine çalışma; çalışmaya katılan insan kendini fazlasıyla gösterecektir.”96 bundan emin olun der.

Sartre’da bu çalışma bitmez. Bu, dur durak bilmeyen bir çalışmadır. İnsan bazen bu çalışmanın boşuna olduğu hissine kapılmaya mahkûmdur. Çünkü bilinç ulaşmak istediği hedefe ulaşınca doyum almaz ve başka hedefler belirleyecek, bu yüzden tamamlanmışlık asla mümkün olmayacaktır. Tamamlanmışlık, sadece geleceğe yönelik güçlü bir özlem veya hoş bir anı olarak kalır. “Haz arzunun ölümüdür, çünkü o sadece arzunun gerçekleşmesi değil, fakat onun sınırı ve sonucudur.”97 İnsan, sürekli dur durak bilmeyen bir anlamlandırma

saçmalığı içindedir. Bunun nedeni insan varlığının sürekli nesne olarak kalmak istememesi ve bu durgun özelliğinden, ötekilerin dünyasından sıyrılıp gerçek varoluşu gerçekleştirmek istemesidir. Başkalarının dünyasında onlar gibi yaşamak ölümdür. Ölüm bize dışarıdan gelmez, bizim yüce anlağımızdır. Ölüm bizim en kişisel yanlarımızdan biridir.

Sartre’da ölüm olumsallıktır. Ölüm, yaşama anlam veremez. Ölüm yaşama verilebilecek her türlü anlamı ortadan kaldırır. Ölüm bir veridir. Bizim “doğmuş olmamız saçmadır ve ölecek olmamızda saçmadır.” Onun yaşama bir anlam vermesini bekleyemeyiz. Ölüm, geçmişe anlam verecek bir geleceği yok ederek yaşamın her türlü anlamını ortadan kaldırır. Ölüm aslında doğmak kadar saçmadır. “Ölüm yaşamın vargısı değildir; o benden kaçar, bende ondan kaçarım; oda benim gibi buraya öyle atılmıştır.”98 Ölüm, aslında bizim

kendi varoluşumuzdur. Bu yüzden ölümü unutmak, bizden ayrı olarak düşünmek saçmadır. Sartre ile Heidegger’in ölüm üzerine olan düşünceleri birbirine benzerlik gösterir.

Heidegger’de de ölüm olumsallıktır, her yaşam ölüme doğru bir yürüyüştür. Sıradan düşünce ise ölümün bir ilinek olduğuna inanır. Sıradan düşünceye göre ölüm bize dışarıdan gelir. Varoluşçu felsefede özellikle Heidegger, ölüm üzerine olan bu düşüncelerin karşısında yer alır. Ölüm bize dışarıdan bir ilinek olarak gelmez, bizim halis varoluşumuzdur. “İnsan varlığı ölüm için varlıktır.”99 Ölüm, bireyin biricik özelliğidir. Ölüm yaşamın ötesinde değildir, yaşamın kendisidir. Oysa insan sürekli ölümü bir unutma ona yabancılaşma çabası içindedir. Bu yüzden insanlar ölümü dinsel söylencelerle başka bir kılığa sokmaya çalışmışlardır. Oysa sahici bir yaşama kavuşabilmek ancak ölümle bütünsel bir ilişki kurabilmekle olanaklıdır. 96 Mounier, E. , a.g.e. , s. 171 97 Macıntyre, A. , a.g.e. , s. 62 98 Mounier, E. , a.g.e. , s. 93 99 A.g.e. , s. 92