• Sonuç bulunamadı

İnsan-Toplum İlişkisi

Belgede Allah'a imanın ahlaki boyutu (sayfa 162-171)

B. Allah’a İmanın Davranışlara Etkisi

3. İnsan-Toplum İlişkisi

İlk insan olan Adem’i topraktan yaratan Allah, onu varlık âleminde tek başına bırakmamış, kendi cinsinden olmak üzere Havva’yı ona eş yapmış, sonra bu ikisini yeryüzüne göndererek çoğalmalarını ve toplumlar halinde yaşamalarını sağlamıştır. Ayrıca insanları birbirinden farklı duygu ve kabiliyet ayrıntıları ile yaratan Allah, böylece onları birbirine muhtaç bir duruma getirmiştir. Âdem ve Havva ile başlayan insan soyu zamanla çoğalmış ve Allah bu insanları çeşitli vesilelerle yeryüzüne yaymıştır.319 318 Tâhâ, 20/124. 319 Nisa, 4/1.

Toplum, insanların bir araya gelerek oluşturdukları anlamlı bir oluşumdur. Yani toplum bir amaç veya amaçlar etrafında bir araya gelen bireylerin oluşturduğu bir bütündür. Fert dediğimiz birey ise yüzlerce organ ve milyonlarca hücreden oluşan ve bir ruh bütünlüğü içinde çalışan bu oluşumun bir parçasıdır. Bireye hükmeden ve yönlendiren ruh, düşünce inanç-ahlak değerleri olduğu gibi, toplumları oluşturan da ortak inanç ve ahlak değerleridir. Sadece maddi menfaatler ve dünyevi çıkarlar toplumu meydana getirmezler.

Yukarıda da ifade edildiği üzere yaratılışı gereği insan toplum halinde yaşayan bir varlıktır. Toplum bireylerden oluşur. Bireyin oluşturduğu en küçük birim ailedir. Dünyaya gelen ve hayata gözlerini açan bir çocuk önce ailesi ile sonra çevresi ile iletişim kurar. Aileyi oluşturan ise karşılıklı sevgi, saygı ve sorumluluk duygusudur. Bu nedenle sevgi, saygı ve sorumluluk bir arada yaşamanın ve birlik içinde belirlenen amaçlara koşmanın temel şartlarıdır. Ailede olduğu gibi toplum içinde yaşamanın da şartları vardır. Bunlar da yine karşılıklı hak ve sorumluluklardan meydana gelir. Bu hakların başında hayat hakkı gelir. Her şey bu hayat hakkına saygıya göre şekillenir. Daha sonra yine karşılıklı sevgi, saygı ve yardımlaşma ile devam eder.

İnsanlar toplum içinde yaşadıkları ve toplumun da yardımlaşma ile devam ettiği gerçeğinden yola çıktığımız zaman yardımlaşmanın önemi kendiliğinden ortaya çıkar. Yardımlaşma gerek ailede, gerekse toplumun tüm kesimlerinde hayatı kolaylaştırır, insanlar arasında güveni ve sevgiyi artırır, birliği ve beraberliği sağlar.

Toplumsal hayat yardımlaşma ile devam edip birlik ve beraberlik bu şekilde sağlandığına göre yardımlaşma toplum hayatının temel ahlâkî prensibini oluşturur. Bundan dolayıdır ki yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “İyilik ve takvada birbirinize

yardımcı olunuz; düşmanlıkta ve birbirinizi günaha atmakta yardımcı olmayınız”320

diye emretmiştir.

Ayette de ifade edildiği üzere, iki kişi arasında mutlaka bir iletişim ve etkileşim söz konusudur. Bu iletişim ya müspet ve iyi yönde veya menfî, kötü yönde olur. Haklar karşılıklıdır. Karşılığı verilmeyen hak zamanla haksızlığa dönüşür. Bu da insanları

320

birbirinden uzaklaştırır. Araya düşmanlıkların girmesi ile de, fertleri birbirine düşman topluluklar meydana getirir.

Düşmanlıkları dostluğa dönüştüren ve insanları bir araya getiren ve dostlukları pekiştiren ise ortak inanç ve duygulardır. Bu da imandan kaynaklanır. Kur’ân-ı Kerim’in nazil olmasından önce Araplar arasından büyük düşmanlıklar vardı. Kur’an nazil olmaya başladı. Allah’a ve ahirete iman insanların aralarındaki düşmanlığı dostluğa ve sevgiye dönüştürdü. Bu durumu yüce Allah peygamberine şöyle ifade etti.

“Ya Muhammed! Yeryüzünde ne varsa hepsini harcamış olsaydın yine o insanları bir araya getirerek birbirleri ile kaynaştırıp kalplerini birleştiremezdin. Fakat Allah

onların kalplerini birleştirerek onları sevgi ve muhabbetle kaynaştırdı.”321

Peygamberimizin (s.a.v.) şu sözü de bu konuda dikkat çekicidir. “İmanlı bir insan bütün insanlarla uyum içerisinde olan insandır. İnsanlarla iyi ilişkiler kurarak ülfet etmeyen ve kendisi ile iyi ilişkiler kurulmayan insanda hayır yoktur.”322

Birbirine muhtaç olarak yaratılan insan sosyal bir varlıktır. Toplum içinde hayatını devam ettirebilir. Bundan dolayı kendisine karşı sorumluluğu olduğu gibi, içinde yaşadığı topluma karşı da sorumlulukları vardır. Yakınından başlayarak ailesine, komşusuna, akrabasına, yaşadığı topluma, ülkesine ve tüm insanlığa karşı vazifeleri vardır. Allah insanları bir vücudun azaları gibi yaratmıştır; tek başına hayatını devam ettiremez. Allah insanlar birbiri ile ünsiyet etsinler, beraber yaşasınlar diye insan ismini vermiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) de “İnsanlar arasına karışarak onların dertleri ile ilgilenen, sıkıntılarına sabreden mü’min insanlara karışmayan ve onların sıkıntılarını paylaşmayandan üstündür”323 buyurmuştur.

Bizim varoluşumuza aracılık eden, bizi büyüten, koruyan ve yetiştiren, üzerimizde hakkı ve emeği olan herkese karşı vefa ve minnettarlık göstermek de görev ve sorumluluklarımız arasındadır. Esasen insanlarla ilişkilerimizde geliştirdiğimiz duygular ve davranış standartları, çoğu zaman Allah’la ilişkilerimize de yön verir. Bunun içindir ki Sevgili Peygamberimiz, “İnsanlara teşekkür etmeyen kimse Allah’a da

321

Enfal, 8/63. 322

İbn Hanbel, el-Müsned, II, 400; V, 235. 323

şükretmez.”324 buyurmaktadır. Dolayısıyla, yaratılmışlarla ilişkilerimiz iyi olmalıdır ki Allah’la ilişkilerimiz de iyi olsun. Ruhsal olarak sağlıklı olma, bütün insanlara, bütün dünyaya ve her şeyin üstünde Yüce Allah’a yönelik olumlu ilgi ve ilişkimize bağlıdır.

İnsanları bir arada tutan, farklı yaratılış özelliklerine sahip bireylerin toplum olarak yaşamalarını sağlayan en önemli şey inanç ve ahlak değerleridir. Özellikle ahlaki değerlerin gerçekleşmesi içinde toplumsal yaşam zorunludur. Aslında toplum olmazsa insan için ahlaktan da bahsetmek zor olurdu. Çünkü ahlakın en geniş bölümünü insanın başkaları ile olan münasebetleri oluşturur. Güzel ahlak da kötü ahlak da insanın başkaları ile olan münasebetlerinden ortaya çıkar

Kur’an-ı Kerim’de, insanlar arasındaki mevcut farklılık ve çeşitliliğin Allah’ın insanlara düşünmeleri için verdiği bir delil olduğu hatırlatılmış, farklılıkları öne çıkararak ihtilafa düşmek yerine bunları tanışmak ve görüşmek için bir sebep yaparak Allah’a samimi kul olmaya çalışılması ve yardımlaşma içerisinde bulunulması tavsiye edilmiştir.325 Allah, insanların birbiri ile olan ilişkilerinin sağlıklı bir biçimde yürümesi için peygamberler göndererek kurallar koymuş ve bu kurallara uyan milletler ve toplumlar huzurlu ve mutlu olmuştur.

Kur’an-ı Kerim, insanlar arası ilişkilerde geçerli olan kurallardan ve sorumluluklardan sıklıkla söz eder. Özetlemek gerekirse bunlar; insanın kendisine, ana babasına, eş ve çocuklarına, yakın ve uzak akrabalarına, komşusuna, ilişki içerisinde olduğu yakın çevresine, arkadaşına, toplumuna, devletine ve insanlığa karşı sorumluluklarıdır.326 Bu sorumluluklardan bir kısmı ahlaki, bir kısmı ise hukukidir. Sorumluluğun ahlaki olması ve bir yaptırıma bağlanmaması onun önemsiz olduğunu göstermez. Mesela Kur’an-ı Kerim, ana babaya saygı gösterilmesini, onlara yardımcı olunmasını ve şirke çağırmadıkları müddetçe onlara itaat edilmesini tavsiye eder, onlara “öf bile denilmemesi telkininde bulunur. Ancak bu görevlerini yapmayanlar için dünyevi bir ceza ve yaptırımdan söz edilmez. Özellikle adam öldürme ve yaralama, birinin hakkına tecavüz etme, hırsızlık yapma, birinin ırzına geçme, kamu malına zarar verme gibi davranışlar yasaklanmakla kalmamış bunlar için ağır yaptırım ve cezalar

324

Tirmizi, Birr 35; İbn Hanbel, el-Müsned, II, 258. 325

Rûm, 30/22; Hucurât, 49/13. 326

getirilmiştir.327 Çünkü bunlar sadece ahlaki bir müeyyide ile korunamaz ve düzeltilemez.

Kur’an, Allah’ın insanları fiziki güç, his ve kabiliyet olarak birbirinden farklı yarattığını, kimisini zengin kimisini de fakir kıldığını söyler. Güçsüzler, sakatlar ve darda kalmışlar da toplumun ayrılmaz parçalarıdır. Kur’an-ı Kerim’de bu tür insanların, aralarındaki ilişkiyi sürekli canlı tutmaları için kendilerine imkân verilenlerin, toplumdaki yoksulları ve ihtiyaç sahiplerini gözetmeleri emredilir. Toplumun ihtiyaç duyması durumunda Müslümanın zekât ve sadaka gibi zorunlu mali ibadetler ile yetinmemesi gerektiği, “başkasını kendisine tercih”ederek gerektiğinde bunun ötesine geçmesi tavsiye edilir.

İslam dini, birey ve toplum arasında bir ayrılık ve rekabet değil, birlik ve bütünlük olduğunu kabul eder. Bireyin mutluluğu, bir bütün olarak toplumun mutluluğuna, toplumun mutluluğu da tek tek bireylerin mutluluğuna bağlıdır. Toplumda bir kısım insanlar rahat ve refah içinde bir hayat sürerken diğerlerinin sıkıntı, acı ve darlık içerisinde bulunmaları, toplum barışını ve düzenini tehdit eden büyük bir sorundur. Zayıf ve kimsesizlerin ezildiği, para ve gücün her şeyi belirlediği bir toplumsal düzen, İslam’ın en çok karşı çıktığı düzendir.

Ahlaki ilkelere dayalı adaletli bir toplumsal düzen fikri, Kur’an’ın ilk inen ayetlerinin başta gelen konularından birini oluşturuyordu. Allah’a ve ahirete imanın yanı sıra, toplumdaki zayıf ve çaresizlere yardım yükümlülüğü, Müslümanlığın temel şartı olarak sunulmuştur.

Toplumsal sorunlara sırtını dönen, yalnızca bireysel olgunlaşma ve huzuru amaçlayan bir dindarlık anlayışı İslam’ın özüne aykırıdır. Toplumsal bilinç, insanlar arası ilişkiler, ötekileri gözetme ve dünya zenginliklerini paylaşma, İslam inancının ayrılmaz unsurlarıdır. Kur’an’da pek çok yerde, imanın hemen yanı başında “güzel iş ve davranışlar”dan (salih amel) söz edilir. Buradaki güzel iş ve davranışların çoğu, toplumsal nitelikli görev ve hizmetlerdir.

327

İnsanlar arası ilişkilerde samimiyet, merhamet, güven ve saygının gelişmesi, gelir dağılımındaki adalet ve hayat standartlarındaki yükseliş ile de yakından ilişkilidir. Bu yüzden İslam’da insan kişiliğinin gelişmesi yanında, bir arada yaşayan insanların ortak bir bilince ulaşmaları da büyük önem taşır. İnananların kardeş oldukları, 328 inanç ve ideal ortaklığı temeline dayalı bir toplumsal düzen içerisinde tam bir bütünleşme süreci gerçekleşebilir.

Toplumda gerçek bir bütünleşmenin sağlanabilmesi, maddi olduğu kadar manevi, fikrî bir birliğe ihtiyaç duyar. Böyle bir bütünleşmede çeşitli unsurlar, sadece bir dış zorunluluk ya da bir fonksiyon gereği değil fakat daha çok ihtiva ettikleri öz karakter bakımından birbirini tamamlar. İslam’ın millet anlayışı, ırk, dil, coğrafya, etnik kökeni aşan evrensel bir değerler bütününe, inanç ve ideal ortaklığına dayanır. Bu bakımdan toplumsal birliğin ve düzenin sağlanmasında büyük başarılar elde edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), Müslümanların oluşturduğu topluluğu, bazen birbirini destekleyen, birbirine dayanan ve birbirini ayakta tutan bir yapının duvarlarına, 329 bazen de parçaları birbirine bağlayıp sağlamlaştıran binanın kendisine330 benzetmiştir. Müslüman toplumda yaşayan bireylerin birbirlerine karşı ilgi ve sorumluluklarının derecesini de şu ifadelerle dile getirmiştir:

“İnananlar birbirini sevmekte, birbirlerine acımakta ve bir diğerini korumakta bir beden gibidir. Bedenin herhangi bir organı rahatsız olursa, diğer organlar da bu yüzden yüksek ateş ve uykusuzluğa tutulurlar.”331

İslam, bir taraftan ana baba, çocuklar ve yaşlılardan meydana gelen aile birimini güçlendirmeyi, tabii kan bağı ile bağlı olan akraba arasındaki bağları sağlamlaştırmayı, diğer taraftan ise İslam kardeşliği bağlarını sürdürmeyi hedeflemiştir.

Toplumsal bağları güçlendirmek, iyiliği yaygınlaştırıp sosyal adaleti gerçekleştirmek, bir Müslümanın en büyük görevidir. Yakınlarla, komşularla, çevredeki insanlarla ilgi ve bağları koparmak, haksızlık ve kötülükler karşısında sessiz ve tepkisiz kalmak, İslam anlayışıyla bağdaşmaz. Toplumsal bilinç ve sosyal adalet özleminden

328

Hucurât, 49/10. 329

Buhârî, “Edeb”, 36; “Mezâlim”, 5. 330

Buhârî, “Salât”, 88, “Edeb”, 36; Tirmizî, “Birr”, 38. 331

yoksun bir Müslümanın tek başına yaptığı ibadetler, ona fazla bir şey kazandırmaz. Kur’an-ı Kerim’de, öksüzü itip kakan, yoksulu doyurmayan imkân sahibi kimselerin, kıldıkları namazların anlamını bilmeyen gösterişçi dindarlar oldukları belirtilerek, bu tutumları ciddi olarak eleştirilir.332

Kişinin bencilliğini yenmesi, muhtaç durumdaki insanlara yardım ve merhamet elini uzatması, toplumsal sorunlara duyarsız kalmaması, Allah’a imanın bir gereğidir. Müslüman, sabır ve merhamet gibi değerleri kendi benliğinde gerçekleştirmeli, sonra bunların toplumda yaygınlaşması için çaba göstermelidir.333 Kendileri muhtaç olsa bile ihtiyacı olan bir Müslümanı kendilerine tercih edip ona yardım edenlerden, bencillik ve cimriliğini yenenlerden Kur’an övgüyle söz eder.334 Buna göre insanın kurtuluşu ancak toplumsal bağları geliştirip güçlendirmekle mümkün olacaktır.335

Kur’an’da, insan ilişkilerini kötüye götüren bazı ahlaki ve hukuki davranışlardan da bahsedilir. Hedef, toplumu en yüksek verimlilik seviyesinde ve ahlaki doygunlukta tutmak olduğu için insanların birbiri ile olan ilişkisine zarar verebilecek davranışlar yasaklanır. Çoğunlukla uhrevi cezası olan bu davranışlar; yalan, gıybet, dedikodu, başkalarını kötü isim ile çağırma, hakaret etme, alay etme gibi pek çok toplum tarafından da hoş görülmeyen kişilik kusurlarıdır.336 Müslümanlığı içselleştirmiş bireylerden oluşan toplumlarda bu tür ahlaki kusurlar pek fazla görülmez.

Kur’an’ın övdüğü güzel davranışlara sahip olmak ve yerdiği olumsuzluklardan sakınmak bağlamında, Müslüman bir toplumun üyesi olmak, şüphesiz ki şükredilmesi gereken büyük bir lütuftur. Bununla birlikte, önemli olan kişisel bilinç ve kabul düzeyinde İslam inanç sistemi ve değerleri ile bağ kurabilmektir. Yalnızca toplumu takip eden sıradan bir üye olmanın ötesinde, İslami değerleri benliğimize yerleştirebilmektir. Taklide dayalı bir kabullenme düzeyinden araştırma ve doğrulamaya dayalı bir kabullenme düzeyine ulaşabilmektir.

332 Mâûn, 107/1-7. 333 Beled, 90/11-17. 334 Haşr, 59/9. 335

Bkz. Hökelekli, Hayati, “İslam İnanç Sistemi ve Dünya Görüşü”, İslam’a Giriş, s. 216-219. 336

Bkz. Birışık, Abdülhamit, “Kur’an-ı Kerim’de Varlıklar Arası İlişkiler”, İslam’a Giriş, DİB Yayınları, İstanbul, 2007, s. 130-132.

İslam’a ve Kur’an’a davet edilen Arapların, ona karşı çıkarken en çok başvurdukları gerekçe: “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter.”337;

“Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız.”338; “Doğrusu biz atalarımızı bir din

üzerinde bulduk, biz de onların izinden gitmekteyiz.”339 şeklinde olmuştur. Kur’an bu

düşünme tarzını akılsızca görerek tenkit eder. Günün şartları içerisinde yeniliğe açık, evrensel değerleri gözeten bağımsız bir ruhla olaylara yaklaşmayı, kalıp yargılardan uzak durmayı ve geleceği önemseyen bir bakış açısı geliştirmeyi ısrarla vurgular.

Bu bakımdan, dinî hayatın geleceğini asıl belirleyen, tek tek inanan kimselerin kalitesidir. Takva ve fazilet yarışını, arınma ve yenilenme çabasını sürdürenlerin sayısı ne kadar çoğalırsa dinî ve ahlaki hayat da o kadar güç ve canlılık kazanır. Böylece din ve ahlak, maddi ve ruhsal gelişmede, sorunlarla başa çıkmada etkin bir rol üstlenir; bireyin ve toplumun huzur ve mutluluğuna katkıda bulunur. Bu yüzden İslam, bireysel bilinçlenme ve gelişmeyi her şeyden daha önemli görür. Sırf atadan, ana babadan öğrenildiği ya da çoğunluk öyle anladığı ve yaşadığı için bir inanç, ahlak ve düşünce geleneğinin haklılık kazanamayacağı konusunda bizi uyarır. Gözü kapalı bir iman ve teslimiyet, İslam’ın önerdiği ve doğal bulduğu bir yol değildir. Araştırma, sorgulama, temellendirme olmaksızın yaşanan bir dindarlık ve ahlaklılık, verimsiz ve kırılgandır. Akıl ve kalbin tam olarak tatmin olduğu bir noktaya kadar iman soruşturmasını yürütmek, Kur’an’ın sıkça teşvik ettiği bir yoldur.

Bütün bunlar gösteriyor ki gerçek iman ve teslimiyet toplumsal bağların ötesinde, tek tek kişilerin benliklerinin derinliklerinde ve bilinçlerinin aydınlığında gelişip olgunlaşmalıdır. İnsanların kalplerinde kökleşmeyen bir iman ve Müslümanlık anlayışı eksik ve yetersizdir. Nitekim yeni Müslüman olan bedevi Arapların, “Biz inandık” demelerine karşılık Yüce Allah’ın; “De ki: inanmadınız ama ‘Müslüman olduk.’ deyin; çünkü inanç henüz kalplerinize yerleşmedi.”340 tarzındaki ifadesi, bunu çok açık olarak ortaya koymaktadır. Toplumsal olarak Müslüman olmak ve öylece kalmak, daha önce de belirttiğimiz gibi kolay ve hazır bir yoldur. Önemli olan, bu kimliğe gerçekten sahip çıkmak, onu bireysel kimlik hâline getirebilmektir. Kendi 337 Mâide, 5/104. 338 Lokman, 31/21. 339 Zuhruf, 43/22, 23. 340 Hucurât, 49/14.

kalbimizde ve benliğimizde imanın iyice kökleşmesi, tüm vicdanımıza hükmetmesiyle ancak bu sağlanabilir.341

Birey ve toplum için ahlâki görevler oldukça önemlidir. Bireyin ve toplumun güçlü olması, mutluluk için yaşaması, huzurlu olması ahlâki görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirmesine bağlıdır. İyi ahlâklı fertlerden oluşan aileler ve iyi ailelerden oluşan toplumların geleceği parlaktır. Çürük tahtalardan sağlam bir gemi yapılamayacağı gibi iyi ahlâk sahibi olmayan, görevlerini bilmeyen, sorumluluk duygusu taşımayan bireylerden oluşan aileler güçlü ve sağlam bir toplumu meydana getiremez.

Sağlam bir toplum yapısı oluşturabilmek için, ahlâkî hayatın temel prensipleri, toplum içinde yaşayan bireyin uyması gereken temel kurallar özetlenecek olursa bunları birkaç maddede ifade edebiliriz.

- Ahlâkî gelişimini sağlayacak olan bilgileri edinmek, - Bilimsel düşünceyi kazanmaya çalışmak,

- Kendine hâkim ve iradeli olmak,

- Kendini kusurlu bilmek ve herkesi kendinden daha iyi bilmek, - Büyüklere hürmet ve saygı, küçüklere sevgi ve şefkat duymak, - Toplumda itaatkâr ve uyumlu olmak,

- Dürüst, hoşgörülü ve hayırsever olmak,

- Toplum düzeninin sağlanmasına katkıda bulunmak,

- Meslek ve vatandaşlık görevlerini şuurlu bir şekilde yerine getirmek, - Kötü niyetli, bencil, tembel ve aç gözlü olmamak.

341

Bütün bu kuralların hepsini içinde toplayan bir temel kural vardır ki bu kural da; Peygamberimizin (s.a.v.) “Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi sen de bir başkasına yapma!”342 mealindeki prensibidir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; Allah’a ve ahiret gününe inanan bir birey olarak her birimiz için; yeryüzünün en değerli varlığı olan insanı sevmek, değer vermek, zarar vermemek, saygı duymak önemli bir ahlâki görevdir. Muhtaç olanlara yardım etmek, dargınları barıştırmak, dostları ziyaret etmek, selamlaşmak, affetmek, kardeşliğin pekişmesine katkıda bulunmak, hastaları ziyaret etmek, başkalarının kusurlarını araştırmamak, büyükleri saymak küçükleri sevmek temel ahlâki görevlerden birkaçıdır. Bütün insanlara karşı iyimser davranmak, onlar için dua etmek, asil bir davranış, yüksek bir duygudur. Yine din kardeşini kendisinden daha fazla düşünen bir ahlâk anlayışı inancın temel özelliklerindendir.

Belgede Allah'a imanın ahlaki boyutu (sayfa 162-171)