• Sonuç bulunamadı

İnsan, İnsanın Değeri ve Ahlâk

2.2. Özdenören’de Müslüman Ahlâkının Manası

2.2.4. İnsan, İnsanın Değeri ve Ahlâk

“Özdenören, İslâm uygarlığının kendine özgü değer yargılarını ve duyarlılığını öyküye, dahil ederek özellikle de insanın ontolojik sorunlarını öykülerinde sorunsallaştırmıştır”(Yumuşak, 2012: 1283).

İnsanın varlığı ile ilgili anlatımlara bakıldığında, dünya hayatının akışı içerisinde, kişinin kutsala yönelişinin hikayesi geniş bir yer tutar. Bireye, din, ahlâk ve

kültürel değerlerine karşılık, farkındalık görevi yükleyen İnsanın varoluşunu ve kendini fark etmesini ister. İnsanın maddi bir varlık haline getirilmeye çalışıldığı modern dünyaya ait yaklaşımları reddeder. Öykülerindeki kahramanların, toplumsal değişmeler sonucunda yaşadıkları ruhsal çatışmalarını, takıntılarını anlatarak; bunlardan kurtuluş yollarını tasavvuf inancına dayandırır.

Özdenören, insanı hayatın merkezine alır. İnsanı merkeze koyan bu yaklaşım kendini tanıma, kendini tanıdıkça hayatı anlama, yorumlama ve yeniden dirilme sürecinde yol alır. İnsanın doğasında kendini anlama ve bilme isteği yatar. Bu istek benlik duygusu oluşturur. Benlik duygusu oluşan insan kim olduğunu anlama ve bilme sürecinde eylemlerde bulunur. Bu eylemleri onu kendine yaklaştırır, kendinden uzak kalmanın verdiği acı kaybolur. Kendini öğrendikçe kendisiyle sonsuz bir bağ kurar. Bu bağ her zaman devam eder. Kendinden uzak kaldıkça bu bağ zayıflar (Özdenören, 2016c: 112-13).

Özdenören’in öykülerinde, insanın değeri anlatılırken kahramanların kişisel özellikleri ön plandadır. Kahramanların özellikleri, Dirin (1999: 55-56)’e göre şu şekildedir: “Onlar, yetişme şartlarına, içinde bulundukları ortama, mensup oldukları kuşağa ve kültürel etkilere göre bir “durum alış” sergiler. Hiçbiri yazarın tezini haklı çıkarmak için çırpınıp durmaz. Yazarın düşüncelerini afişe etmek gibi misyonları da yoktur. Kısaca onlar kendilerine ait bir kimlik ve kişiliğe sahip, kendisi için var olan ve kendi hayatlarını yaşayan kahramanlardır.” Öykülerde kahramanların çoğunlukla karamsar olumsuz ve umutsuz olmaları yazarın eleştirilmesine sebep olur. Özdenören ’in bu eleştirilere cevabı yazılarında, öykü kahramanları aracılığıyla herhangi bir mesaj verme endişesi taşımadığı görülür. Eserlerinde tarihsel ve toplumsal yaşamın gerçekliklerine dikkat çeker. Hayali öykü kahramanları oluşturmayı tercih etmez. Karakterler genellikle toplumsal hayatta gerçekten var olan ve var olması mümkün insan tiplemeleridir. Kahramanlarının bu yönde eleştirilmesinin nedenini açıklayan Özdenören, gerçekçi insan tiplerinin bu şekilde anlatılabileceğini ifade eder. Umutsuz kahramanlar üretmesiyle eleştirilen yazar bu eleştirilere şöyle cevap verir:

“Umutsuz olmak Müslümana haram kılınmıştır. Bizler insan olarak umutsuzluğumuz yok. Tam tersi var bu insanlarımızı bir bakıma pervasızca

diyebileceğim bir tavırla ortaya koymak, bizim meselemiz bu. Bu malzemeyle bir şey olacaksak olacağız, bir şey olamayacaksak yine bu malzemeyle olamayacağız. Yani umut en kötü zamanda bile umutsuzluğun döşünden çıkar. Başka bir yerden, insanın dışındaki başka bir yerden Allah, zembille indirmez. O mevcut onun içindedir. Umutsuzlukta umut da. Sen yeter ki o malzemeni nasıl kullanacağını bil. Öykücünün görevi tekrar ediyorum, yol göstericilik değil, en azından benim telakki tarzım böyle. Yol göstericilik misyonum olduğunu düşünmüyorum öykü yazarken” sözleriyle gerçekliği anlattığını vurgular. (Osmanoğlu, 2001: 40). “İnanan insanın huzur dolu yaşamını okuyamayacak mıyız?” sorusunu, gerçek hayatta böyle bir şeyin olmadığını söyleyerek cevaplayan Rasim Özdenören şöyle devam eder: “Biz çok yanlış görüyoruz insanı. Bunu vaktiyle çok söyleyen oldu. Müslümanın bunalımı olmaz deniliyor. Bunalım insana mahsustur. Müslümanın da bunalımı olur. [….] İslâm âlemi, Batı tesiriyle bazı konuların etkisi altında kalmış olabilir. Fakat bunalım veya dert, adını nasıl koyarsak koyalım, Allah dostlarının hayatında da var. Kendi imanından, imanının sıhhatinden güvende ve emin olamama hali. Kendimizi nasıl ifade edeceğimizi bilemiyoruz. Kendisini bu biçimde ifade ettiğinde, bu ifadenin doğru anlaşılıp anlaşılmadığını bilemiyor. Yani, bütün bunlar insanın üzerinde bir baskı, bir dert unsuru olarak var. Müslümanın havf ve reca arasında konumlanmış olmasının anlamı acaba ne ki?” (Osmanoğlu, 2001: 52-53).

Özdenören’in bu açıklamalarında, Müslüman ahlâkının nasıl olması gerektiğine dair bilgilere ulaştığı görülür. Şöyle bir soruyla başlar: Müslüman kimdir ve nasıl bir kafa yapısıyla düşünsel anlamda hareket etmelidir? Daha sonra mevcut Müslüman algısını eleştirir. Bu Müslüman algısı eksik ve hayalidir. Müslümanı tanımlarken, bir melek gibi kendisi için yaratılmış hayatın dışında, iradesini taşımayan varlık olarak gören yaklaşımları kabul etmez; aksine insan irade ve karar sahibi bir varlıktır. İnsanı karar ve irade sahibi bir varlık olarak dış dünyadan soyutlamak onun doğasına aykırıdır. Müslüman kendi tercihlerini belirleyerek bu yönde davranış gösterir. Bu davranışları kendisinin tercih etmesiyle, iyiye ve kötüye ulaşmada davranışlarının sonuçlarından sorumlu tutulacağı anlaşılır (Özdenören, 2012a: 96). Bu durumda Özdenören’in Müslüman ahlâkına ait görüşleri, kişinin sorumlu tutulacağı düşüncesine dayanır. İnsan, davranışlarından sorumlu olan ve bunun sonuçlarına katlanması gereken irade sahibi bir

varlıktır. Nitekim Kuran’da bu konuya şöyle değinilmektedir: “O hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O güçlüdür, O'nun gücüne hiçbir güç erişemez ve tek bağışlayan da O'dur.” (Mülk 67/2). Bu ayet ışığında insanı yorumlayan Özdenören’in Müslüman ahlâkına yaklaşımı insanın irade sahibi oluşu ve davranışlarından sorumlu tutulacağı yönündedir. Müslüman ahlâkı konformizmden uzak, Marx’ın iddia ettiği gibi bilinçleri uyutan değil, bilinçleri uyandırarak harekete geçiren ahlâk anlayışıdır. Marx, dinlerin yöneticiler tarafından halkı uyutmak için uydurulan bir afyon olarak düşünürken; Özdenören, dini inançların, insanları bilinçlendirerek, kendilerini ve dünyada yaşanan gerçeklikleri fark etmelerini sağlayacağını belirtir.