• Sonuç bulunamadı

STAT3 birçok sitokin ve büyüme faktörü tarafından aktive edilen, hücre yaşamı, proliferasyonu ve diferansiasyonunda anahtar rol oynayan bir transkripsiyon faktörüdür (7, 9, 71, 72). Janus-activeted kinase (JAK)/ STAT sinyal yolağının üyesidir (8). Memelilerde 7 tip STAT tanımlanmıştır. Bu proteinler 750-850 amino asid içermektedir. N terminalinde lösin zincir ve tetramerizasyon, karboksi terminalinde SH2 transaktivasyon ve DNA bağlanma alanı bulunmaktadır (74). STAT3 ilk olarak interlökin-6 (IL-6) ile uyarılmış hepatositlerden salınan bir DNA bağlayıcı faktör olarak tanımlanmıştır (73). STAT3’ün kodladığı gen kromozom 17q21 yerleşmiş olup 92-kDa ağırlığında bir protein kodlamaktadır. Ayrıca STAT3’ü Src ve Ras gibi onkogenler de uyarmaktadır (8, 71, 75). STAT3 aktivasyonu, hücreleri apopitozise dirençli kılan Src’de gelişen kritik sinyal yolağından biridir (76). Aktive formunun tümör hücrelerini apopitozisden korumakta ve Bcl-xL, Mcl-2, Fas, siklin D1, survivin ve c-Myc gibi antiapopitotik ve proliferatif proteinleri kodlayan genleri düzenleyerek hücre proliferasyonunu desteklemektedir (71, 75, 77-80).

STAT3 proteini meme, baş-boyun, karaciğer, melanom, prostat ve pankreas kanserleri ile lösemi gibi birçok malign hadisede tespit edilmiştir. Mevcut çalışmalar bu proteinin aktivasyonunun onkogeneze katkıda bulunduğunu ortaya koymaktadır (7). Spesifik olarak aktive STAT3’ün MMP-2 gen transkripsiyonunu düzenleyerek melanom hücrelerinin invazyonunu etkilediği bildirilmiştir (12, 81). STAT3 aktivasyonunun, MMP-1 ve MMP-10’u uyararak mesane kanser hücrelerinin migrasyon ve invazyonunu arttırdığı görülmüştür (82).

Yapılan çalışmalarda STAT3 aktivasyonunun timik epitelyal tümörlerde, kolorektal adenokarsinomlarda ve cildin skuamöz hücreli karsinomlarında lenf düğümü metastazı ile korelasyon gösterdiği bildirilmiştir (83-85). Diğer bir

44

çalışmada ise aktive STAT3’ün renal hücreli karsinomlarda uzak metastaz ile ilişkisi gösterilmiştir (86).

Melanomlar ile ilgili yapılan çalışmada, melanom spesmenlerinde aktive STAT3 değerlendirilmiş ve beyin metastazlı olgularda primer melanomlara oranla daha STAT3’ün daha yüksek düzeylerde bulunduğu gösterilmiştir (12).

Prostat karsinomlarında yapılan bir çalışmada fosforile STAT3 düzeyleri ve serum PSA düzeyleri karşılaştırılmış ancak anlamlı bir korelasyon bulunamamıştır. Ancak yüksek fosforile STAT3 düzeylerinin ileri Gleason Skoru ile anlamlı ilişkisi olduğu bildirilmiştir (9). STAT3’ün nazofarenks kanser hücrelerinin nükleusunda aktive olup salındığı ve bu salınımın Epstein-Barr virüsün kodladığı LMP1 proteini ile uyarıldığı bildirilmiştir (87-88). STAT3 aktivasyonunun nazofarengeal kanser hücrelerinin invazivliğini arttırdığı bildirilmiştir (89).

Mide karsinomları ve STAT3 üzerine yapılan bir çalışmada, spesmenlerin %24’ünde aktive STAT3 tespit edilmiş ve anlamlı bir korelasyon gösterdiği bulunmuştur (90).

1.3.2. Bcl-xL

İnsanlarda 20q11.21 kromozomda yerleşik olan Bcl-xL, Bcl2L1 tarafından kodlanır (91). Bcl-2’ye benzer şekilde 4 farklı Bcl-2 homolog alan (BH1-BH4) taşır. Bunlarda mitokondri dış membranı, endoplazmik retikulum ve nükleer membran gibi çeşitli membranöz komponentlere yerleşiktir (91-93). Bcl-2 ve Bcl-xL önemli antiapopitotik faktörler olup bu etkileri, antioksidan etkenleri yönetme yeteneklerinden kaynaklanmaktadır (94-95).

Bcl-xL’yi de içine Bcl-2 ailesinin, çok sayıda farklı mekanizma üzerinden sitoprotektif etki gösterdiği gösterilmiştir. Bu etki sadece BAX ve BAK gibi proteinlerin por oluşturucu aktivitelerini bloke etmelerine bağlı olmayıp bu proteinlerin etkilerini antagonize etmelerine bağlıdır. Bcl-xL endoplazmik retikulumdaki kalsiyum depolarını azaltarak proapopitotik sitosolik kalsiyum düzeyini düşürür (96-98). Bcl-xL sadece proapopitotik faktörleri antagonize ederek sitoprotektif etki göstermez aynı zamanda p53 aktivitesini de etkisiz hale getirir (99). Yapılan çalışmalarda Bcl-xL’nin intraselüler Asetil Koa düzeylerini sınırladığı bildirilmiştir. Bu molekül sadece krebs döngüsü için değil aynı zamanda proteinlerin asetilasyonu için de gereklidir. Bundan dolayı yüksek Bcl-xL düzeyleri

45

sitoprotektif etki göstererek krebs döngüsündeki tüm metabolitlerin düzeyini azaltır (100).

Yapılan bir çalışmada kolon adenokarsinomlarında ve akciğer adenokarsinomlarında Bcl-xL düzeyleri çalışılmış, her iki karsinomda da düzeyi yüksek olarak bulunmuştur. Ayrıca Bcl-xL düzeyinin kolon adenokarsinomlarda evre ile ilişkili olduğu bulunmuş ancak aynı ilişki akciğer adenokarsinomlarında tespit edilmemiştir (101).

Bcl-xL hem normal oral skuamöz epitelde hem de skuamöz hücreli karsinomlarında salgılanmaktadır. Yapılan bir çalışmada Bcl-xL, karsinomlarda daha yaygın bir şekilde sitoplazmik salınım gösterirken normal epitelde hem sitoplazmik hem de nükleer salınımı göstermiştir. Yüksek düzeydeki Bcl-xL’nin klinikopatolojik değişkenlerle herhangi bir ilişki içerisinde olmadığı bildirilmiştir (102).

Over karsinomlarında Bcl-xL düzeyleri üzerine yapılan bir çalışmada, karsinomlarda bu proteinin yüksek düzeyde olduğu tespit edilmiştir. Bcl-xL yüksekliğinin hastalarda sağ kalımı kısalttığı bildirilmiştir (103).

Yapılan diğer bir çalışmada mesane karsinomlarının büyük çoğunluğunda Bcl-xL düzeylerinin yüksek olduğu bulunmuş ve bu düzeylerin tümörün evre ve derecesi ile korelasyon gösterdiği bildirilmiştir (104).

Pankreasın duktal adenokarsinomlarında da Bcl-xL yüksek düzeyde tespit edilmiştir. Bu proteininin inhibisyonu ile tedaviye olan yanıtı kolaylaştırabileceği bildirilmiştir (105-106).

Meme karsinomlarında Bcl-xL düzeylerini araştıran bir çalışmada, bu proteinin yüksekliğinin tümörün radyoterapiye duyarlılığını azalttığı gösterilmiştir. Bcl-xL’nin inhibisyonunun tümörün radyoterapiye duyarlı hale getireceği bildirilmiştir (107).

Prostat karsinomlarında da artmış Bcl-xL düzeyleri tespit edilmiştir. Çeşitli moleküllerle bu proteinin inhibisyonunun kanser hücrelerinin apopitozis yeteneğini arttırabileceği ön görülmüştür (108, 109).

1.3.3. MMP-2

MMP’ler, ekstraselüler matriksi azaltma kapasitesine sahip yüksek derecede korunmuş enzimlerden oluşan bir ailedir (112). Günümüzde çinko iyon aktivitesi, prodomain ünitesi, spesifik aminoasit dizilimi ve inhibitörlerine göre 24’den fazla

46

üyesi tanımlanmıştır (113). Yapısında prodomain, predomain ve enzimatik aktiviteyi sağlayan katalitik alan bulunmaktadır. Bu yapısal faktörlere ek olarak hemopeksin alanı ve transmembran alanı bulunmaktadır (114). Ekstraselüler boşluktaki etkilerinin haricinde periselüler alanda da çeşitli görevleri bulunmaktadır. Diğer MMP’lerin aktivasyonu ve hücresel migrasyonu düzenleyen büyüme faktörleri, ölüm faktörleri ve anjiyojenik uyaranlar ile etkileşim bunlardan birkaçıdır (18).

MMP-2 72 kDa ağırlığında olup diğer adları jelatinaz ve tip IV kollojenazdır. MMP-2 jelatinaz, fibronektin, tipV ve tip VII kollojeni azaltarak bazal membran tip IV kollojeni parçalar. İnsanda fibroblastlarda, endotelyal hücrelerde ve makrofajlarda doğal olarak bulunmaktadır (19, 115). ProMMMP-2 yapısı gereğince normal dokularda yaygın bir şekilde salınım göstermektedir. MMP-2 normal hücresel işlevlerdeki rolünden dolayı koruyucu bir gen olarak tanımlanır (116).

MMP-2 birçok tümöral dokuda artmış düzeyde saptanırken normal dokularda izlenmez. Kolorektal karsinomlardaki rolü ilk kez 1992 yılında tanımlanmıştır. On iki kanser olgusunun onunda tümör izlenirken nontümöral alanlarda salınım görülmemiştir. Aynı yayında tümör etrafı stromada da MMP-2 ile boyanma olduğu görülmüştür (19). Yapılan başka bir çalışmada kolorektal karsinomlarda, MMP-2’nin ProMMP-2’ye oranla 20 kat daha fazla salınım gösterdiği bildirilmiştir. Dukes C kolon kanserlerinde sıklıkla MMP-2 pozitifliği görülmüş ancak tümörün agresifliği ile bir ilişkisi ortaya koyulamamıştır (117). Diğer bir çalışmada da artmış MMP-2 düzeyinin karaciğer metastaz riskini arttırdığı bildirilmiştir (118).

Glioblastomlarda MMP-2, glial hücre invazyonunda oldukça önemli bir role sahiptir. Yapılan çalışmalarda CD133 ile pozitif boyanan glial hücrelerde boyanmayanlara oranla MMP-2’nin daha yüksek oranda bulunduğu bildirilmiş ve bu tümörlerin daha yüksek dereceli olduğu gösterilmiştir (119, 120).

Akciğer kanserlerinde yapılan bir çalışmada MMP-2’nin yüksek düzeyde olduğu bildirilmiştir. MMP-2’nin tümör invazyonu ve metastaza katkıda bulunduğu gösterilmiştir (121).

Memenin invaziv duktal karsinomlarında da yüksek düzeyde MMP-2 salınımı olduğunu gösteren çalışmalar da bulunmaktadır. Bu çalışmalarda tümör hücrelerinde MMP-2 salınımının nontümöral alanlara oranla anlamlı bir şekilde yüksek olduğu

47

bildirilmiştir. Karsinom gelişim aşamasında MMP-2’nin blokajının metastazı azaltabileceği öngörülmüştür (122, 123).

Yapılan bir çalışmada berrak hücreli renal hücreli karsinomlarda MMP-2 ve metastaz ilişkisi araştırılmıştır. Bu çalışmada metastatik karsinomlarda MMP-2 düzeyinin daha yüksek olduğu bildirilmiştir (124).

Menenjiyomlar üzerine yapılan bir çalışmada farklı lokalizasyonlardaki menenjiyomlarda MMP-2 salınımı değerlendirilmiştir. Tüm lokalizasyonlarda salınım izlenmiş ancak lokalizasyonla salınım arasında ilişki görülmemiştir. Bunun dışında kemik invazyonu ile ilişki açısından yapılan değerlendirmede MMP-2’nin vasküler salınımının metastatik olgularda daha düşük oranda bulunduğu bildirilmiştir (125).

Dilin skuamöz hücreli karsinomları üzerine yapılan bir çalışmada MMP-2’nin salınımının tümörün diferansiasyonu ve klinik evresi ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Ayrıca stromada izlenen MMP-2 salınımının da lenf düğümü metastazı ile ilişkisi gösterilmiştir (126).

Ovaryan karsinomlarda MMP-2 düzeyinin yüksek olduğunu gösteren çalışmalar da bulunmaktadır. MMP-2 salınımının ekstraselüler matriks proteinlerini parçalaması ile malign hücrelerin peritona adezyonunun gerçekleştiği ve böylelikle de metastaz ve invazyon oluştuğu bildirilmiştir (127, 128). Over karsinomları ile ilgili başka bir çalışmada da MMP-2 salınımının histolojik derece ve klinik evre ile yakından ilişkili olduğu ve bundan dolayı da MMP-2’nin proliferasyon, invazyon ve metastazın potansiyel bir belirteci olduğu ileri sürülmüştür (129). Diğer birkaç çalışmada da MMP-2’nin kötü sağ kalım ile ilişkili olduğu görülmüştür (130, 131).

Yapılan çalışmalarda pankreas adenokarsinomları ve kronik pankreatitlerde MMP-2 düzeyleri değerlendirilmiştir. MMP-2 düzeyinin karsinomlu olgularda daha yüksek olduğu bildirilmiştir (132, 133).

48

2. GEREÇ VE YÖNTEM

Fırat Üniversitesi Hastanesi Patoloji Anabilim Dalı Laboratuvarı’nda 2000-2012 yılları arasında tanı alan 15 normal kolon mukozası ile 45 kolon adenokarsinomu (15 iyi diferansiye, 15 orta derece diferansiye, 15 az diferansiye) olgusu değerlendirilip etik kurul onayı alındıktan sonra çalışmaya dâhil edildi.

Olgulara ait arşiv preparatları ışık mikroskobu ile yeniden incelenerek tanıları doğrulandıktan sonra immünohistokimyasal (İHK) uygulama için parafin bloklardan 4 mikrometre kalınlığında kesitler alındı. Olgulara ait bloklardan elde edilen kesitler poly- lysine kaplı lamlar üzerine alındı.

İlk olarak 10 dakika etüvde 60oC sıcaklıkta bekletilen lamlar daha sonra STAT3

(Bioss, Rabbit Anti-STAT3 Polyclonal Antibody, 100 ul, 1/100, USA) , Bcl-xL (Bioss, Rabbit Anti-Bcl-xL/BCL2L1/bcl-xs Polyclonal antibody, 100 ul, 1/100, USA) ve MMP- 2 (Rabbit Anti-MMP2 Polyclonal Antibody, 100 ul, 1/100, USA) boyamaları için otomatik boyama cihazında (Ventana Medical System, SN: 712299, REF: 750-700, Arizona, USA) işleme alındı.

Primer antikor ile işlemden sonra lamlar musluk suyunda yıkanarak ultramount ile kapatıldı. Pozitif kontrol olarak STAT-3 için lenf düğümü, Bcl-xL için tonsil ve kolon mukozası ve MMP-2 için de kolon mukozasına ait örnekler kullanıldı. Antikorlar ile boyalı lamlar Olympus marka BX51 ışık mikroskobunda değerlendirildi. Her üç boya içinde sitoplazmik boyanma pozitif olarak kabul edildi.

Tüm olgularda pozitif boyanan alanların yüzdesi ve boyanma şiddeti kaydedildi. Buna göre yaygınlık için sitoplazmik boyanma hücrelerin % 70’inden fazlasında görülüyorsa (+++), % 41 - 70 arasındaysa (++), % 10 - 40 arasındaysa (+), %10’undan azında ve boyanma yoksa negatif (0) olarak kabul edildi. Ayrıca boyanma şiddeti zayıf (+), orta derecede (++) ve şiddetli (+++) olarak 1’den 3’e kadar skorlandı.

Çalışmada kontrol grubu ile iyi diferansiye adenokarsinom (İDA), orta derecede diferansiye adenokarsinom (ODA), az diferansiye adenokarsinom (ADA) olarak

gruplandırdığımız karsinom grupları karşılaştırıldı. Veriler ortalama  standart sapma

olarak ifade edildi. Kontrol ve hasta grubu arasındaki farklılıkların analizi için kategorik verilerde Ki Kare testi, nonparametrik veri analizinde Kruskal-Wallis testi, korelasyon analizinde ise Spearman Korelasyon analizi kullanıldı.

49

3. BULGULAR

Çalışmaya alınan 60 olgudan kontrol grubundaki 15 olgunun 12'si erkek (%80), 3’ü (%20) kadın; karsinom tanısı alan 45 olgunun 33’ü (%73,3) erkek, 12’si (%26,7) kadındı (Şekil 1).

Şekil 1: Olgularda cinsiyet dağılımı.

Yaş bakımından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık izlenmedi (p>0,05). Kontrol grubunda yaş ortalaması 57.8013.40, iyi diferansiye karsinomlarda 54.3313,56, orta derecede diferansiye karsinomlarda 63.3317.07 ve az diferansiye karsinomlarda ise 63.7311.08 olarak bulundu (Şekil 2).

Şekil 2: Olguların yaş ortalamaları.

Çalışmamızda öncelikle kontrol grubu ile karsinomlu gruplarda STAT3, Bcl- xL ve MMP-2’nin yaygınlığı ve şiddetini değerlendirdik.

STAT3’ün yaygınlığı ve şiddeti kontrol grubu ve karsinomlu grup arasında anlamlı farklılık gösterdi. Özellikle STAT3’ün karsinomlu gruptaki yaygınlığı normal gruba göre oldukça belirgindi (p<0,05) (Şekil 3-6).

0 2 4 6 8 10 12 14

Kontrol İDA ODA ADA

Erkek Kadın 45 50 55 60 65

Kontrol İDA ODA ADA

50

Şekil 3: STAT3'ün kontrol grubu ve karsinomlu olgulardaki yaygınlığı.

Şekil 4: İyi diferansiye adenokarsinomlarda STAT3’de (+++) sitoplazmik boyanma (İmmünperoksidaz, X200). 0 1 2 3 STAT3 Yaygınlık Kontrol 5 3 4 3 Karsinom 0 2 3 40 0 5 10 15 20 25 30 35 40 45 Ol gu S ay ısı p <0,001

51

Şekil 5: Kontrol grubu STAT3 boyanması izlenmedi (İmmünperoksidaz, X200).

Şekil 6: STAT3’ün kontrol grubu ve karsinomlu olgulardaki şiddeti.

Bcl-xL boyamada, hem yaygınlık hem de şiddet yönünden kontrol grubu ve karsinomlu grup arasında farklılık bulunmadı (p>0,05) (Şekil 7, 8).

0 1 2 3 STAT3 Şiddet Kontrol 5 7 3 0 Karsinom 0 19 17 9 0 2 4 6 8 10 12 14 16 18 20 o lg u sayı p <0,001

52

Şekil 7: Az diferansiye adenokarsinomlarda Bcl-xL'de (+++) sitoplazmik boyanma (İmmünperoksidaz, X200).

Şekil 8: Kontrol grubunda Bcl-xL'de (+++) sitoplazmik boyanma (İmmünperoksidaz, X200).

53

MMP-2 yaygınlığında kontrol grubu ve karsinomlu gruplar arasında farklılık görülmedi (p>0,05).

MMP-2 şiddetinde kontrol grubu ile karsinomlu grup arasında anlamlı farklılık bulundu (p<0,05) (Şekil 9).

Şekil 9: MMP-2'nin kontrol grubu ve karsinomlu olgulardaki şiddeti.

STAT3 yaygınlığı ile tümörün diferansiasyonu arasındaki farklılık anlamlı bulundu (p<0,05). İyi ve orta derecede diferansiye karsinomlardaki yaygınlığın derecesi az diferansiye karsinoma oranla daha belirgindi (Şekil 11).

0 1 2 3 MMP-2 Şiddet Kontrol 2 7 5 1 Karsinom 0 36 7 2 0 5 10 15 20 25 30 35 40 Ol gu say ısı p=0,022

54

Şekil 10: Az diferansiye adenokarsinomlarda MMP-2’de (+++) sitoplazmik boyanma (İmmünperoksidaz, X200).

Şekil 11: STAT3 yaygınlığı ile tümörün diferansiasyonu arasındaki ilişki.

0 1,00 2,00 3,00 STAT3 Yaygınlık İDA 0 0 0 15 ODA 0 0 0 15 ADA 0 2 3 10 0 2 4 6 8 10 12 14 16 Ol gu S ay ısı p=0,024

55

STAT3 şiddeti İDA, ODA ve ADA’lar arasında anlamlı farklılık göstermedi (p>0,05).

Bcl-xL yaygınlığı ve şiddeti açısından İDA, ODA ve ADA’lar arasında anlamlı farklılık görülmedi (p>0,05).

MMP-2 yaygınlığında İDA, ODA ve ADA’lar arasında anlamlı farklılık bulunmadı (p>0,05).

MMP-2 şiddeti İDA, ODA ve ADA’lar arasında anlamlı farklılık gösterdi (p<0,05). Az diferansiye karsinomlardaki boyanma şiddeti iyi ve orta derecede diferansiye karsinomlara oranla daha belirgindi (Şekil 12).

Şekil 12: MMP-2 şiddeti ile tümörün diferansiasyonu arasındaki ilişki.

STAT3 yaygınlığı ve şiddeti ile tümör çapı arasında anlamlı farklılık izlenmedi (p>0,05)

Bcl-xL yaygınlığı ve şiddeti ile tümör çapı arasında anlamlı farklılık bulunmadı (p>0,05)

MMP-2 yaygınlığı ile tümör çapı arasında ters bir korelasyon izlendi (p<0,05; r= -0,318) (Şekil 13). 0 1 2 3 MMP-2 Şiddeti İDA 0 10 5 0 ODA 0 13 2 0 ADA 0 13 0 2 0 2 4 6 8 10 12 14 Ol gu S ay ısı p=0,042

56

Şekil 13: MMP-2 yaygınlığı ile tümör çapı arasındaki ilişki.

MMP-2 şiddeti ile tümör çapı arasında anlamlı farklılık izlenmedi (p>0,05). STAT3, Bcl-xL ve MMP-2 yaygınlığı ve şiddeti ile lenf düğümü metastazı arasında anlamlı bir ilişki izlenmedi (p>0,05).

Az diferansiye karsinomlarda tümör çapı, iyi ve orta derecede diferansiye karsinomlara oranla daha büyüktü (p<0,05) (Şekil 14).

Şekil 14: Karsinom gruplarında ortalama tümör çapı (cm).

2,5 4 4,2 4,5 4,6 4,8 5 5,2 5,4 5,5 6 6,5 7,6 8,5 9 9,5 10,5 14,5 Tümör Çapı MMP-2 1 0 2 0 0 0 0 0 0 0 2 0 0 0 2 0 0 0 0 MMP-2 2 0 1 0 0 0 0 4 2 0 1 0 0 1 0 2 2 0 2 MMP-2 3 2 6 2 2 1 1 1 0 2 2 1 2 0 0 0 0 2 0 0 1 2 3 4 5 6 7 O lg u S ay ısı

İDA ODA ADA

Ortalama Tümör Çapı 5,14 5,37 7,63 0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 p=0,015

57

Tümör diferansiasyonu ile lenf düğümü metastazı arasında anlamı bir ilişki izlendi (p<0,05). Az diferansiye karsinomlarda lenf düğümü metastazı, iyi ve orta derecede diferansiye karsinomlara oranla daha yüksekti (Şekil 15).

Şekil 15: Karsinom grupları ile lenf düğümü metastazı arasındaki ilişki.

Tümör çapı ile lenf düğümü metastazı arasında anlamlı bir ilişki izlenmedi (p>0,05).

İDA ODA ADA

Yok 10 10 4 Var 5 5 11 0 2 4 6 8 10 12 Ol gu S ay ısı p=0,040

58

4. TARTIŞMA

Kolon adenokarsinomları gastrointestinal sistemin en sık görülen malignitesi olup dünya genelindeki mortalite ve morbiditenin ana nedenlerinden birini oluşturmaktadır (1). Türkiye’de 2006 verilerine göre kadınlarda en sık ikinci, erkeklerde ise en sık dördüncü kanser türüdür (134). Kolorektal karsinomlar en sık olarak 60 ile 79 yaşları arasında görülür. İnsidans yaşla birlikte artar. Ancak 40 yaş öncesi görülmesi nadirdir (1-4). Kolorektal karsinom riski endojen (yapısal) ve eksojen (çevresel) faktörlerden etkilenmektedir. Bu faktörler önem sırası ile aile hikâyesi, fiziksel aktivite, inflamatuar bağırsak hastalığı, obezite, kırmızı et, sigara ve alkoldür (4). Kolorektal karsinomların %98’ini adenokarsinomlar oluşturmakta olup çoğunluğu adenomatöz poliplerden gelişmektedir. Erken tanı ve tedavi ile başarılı sonuçlar elde edilebilmektedir (5).

Kolorektal karsinomlar için prognostik önemi olan birçok faktör tanımlanmıştır. Klinik olarak; yaş, cinsiyet, semptomlar önemli olup histopatolojik olarak tümörün evresi, derecesi, lenf düğümü metastazı, DNA ploidisi prognostik faktörler arasında sayılabilir. En önemli prognostik faktör tümör evresidir. Bugün en fazla TNM evrelemesi kabul görmektedir (5).

Günümüzde kolorektal karsinomların prognozunu belirlemek ve tedavisine yön vermek amacı ile birçok farklı immünohistokimyasal belirteçler kullanılmaktadır. Çalışmamızda, hücre büyümesi, farklılaşması, proliferasyonu ve anjiogenezin değişik aşamalarında yer alan ayrıca tümör invazyon ve metastazında rolleri olduğu düşünülen STAT3, Bcl-xL ve MMP-2’nin kolon adenokarsinomlarındaki tanısal değeri ve prognostik faktörlerden diferansiasyon, tümör çapı ve lenf düğümü metastazı ilişkisi araştırılmıştır.

STAT3 birçok sitokin ve büyüme faktörü tarafından aktive edilen, hücre yaşamı, proliferasyonu ve diferansiasyonunda anahtar rol oynayan bir transkripsiyon faktörüdür (7, 9, 71, 72). JAK/ STAT sinyal yolağının üyesidir (8). STAT3 proteini meme, baş-boyun, karaciğer, melanom, prostat ve pankreas kanserleri ile lösemi gibi birçok malign hadisede tespit edilmiştir. Mevcut çalışmalar bu proteinin aktivasyonunun onkogeneze katkıda bulunduğunu ortaya koymaktadır (7).

Literatürde STAT3 ve kolon adenokarsinomları ile ilişkili sınırlı sayıda yayın bulunmaktadır. Lee ve ark.’nın (135) 20 adenom ve 39 karsinom olgusu üzerine

59

yaptığı çalışmada adenomlarda %90 oranında STAT3 salınımı görülürken karsinomlarda %97 oranında STAT3 salınımı görülmüştür. Aynı çalışmada STAT3 salınımı ile lenf düğümü metastazı ve evre arasında anlamlı bir farklılık bulunmazken histolojik derece, uzak metastaz ve tümör çapı arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Bizim çalışmamızda STAT3’ün yaygınlık ve şiddeti kontrol grubu ile karsinomlu grup arasında anlamlı farklılık gösterdi (p<0,001). Karsinomlu gruptaki 45 vakanın 40’ında (%88,9) (+++) yaygın boyanma izlendi. Şiddet bakımından ise yoğun boyanmalar karsinom grubunda izlendi.

Tümörün diferansiasyon dereceleri arasında yapılan değerlendirmede ise İDA’lar ve ODA’ların tümünde (+++) yaygın boyanma izlenirken ADA’ların %66,7’sinde (+++) yaygın boyanma izlendi. İDA ve ODA’lardaki boyanma yaygınlığı ADA’lara göre istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.05). Ancak tümörün diferansiasyon derecesi ile şiddet arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı (p>0,05). Ma ve ark.’nın (136) yapmış olduğu çalışmada 45 kolorektal karsinom değerlendirilerek yüksek aktive STAT3 düzeyinin lenf düğümü metastazı ve evre ile anlamlı korelasyon gösterdiği bildirilmiştir. Kusaba ve ark.’nın (84) yaptığı çalışmada da STAT3 düzeyinin tümör invazyon derinliği, venöz invazyon, lenf düğümü metastazı ve artmış Dukes evresi ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Kusaba ve ark.’nın (137) yaptığı diğer çalışmada ise STAT3’ün tümör invazyon derinliği, lenfatik invazyon, Dukes evre ve cerrahi sonrası sağ kalım ile korelasyon gösterdiği ancak lenf düğümü metastazı ve tümörün diferansiasyonu ile farklılık göstermediği bildirilmiştir.

Bizim çalışmamızda prognostik faktörlerden öncelikle tümör çapı değerlendirilmiş olup, STAT3’ün yaygınlık ve şiddetinin tümör çapları arasında değişkenlik göstermekle birlikte istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık göstermediği bulunmuştur (p>0,05). Lenf düğümü metastazı ile STAT3 yaygınlık ve şiddeti arasında da anlamlı bir ilişki izlenmemiştir (p>0,05). Çalışmamıza dahil edilen lenf düğümü metastazı pozitif olan 21 olgunun 18’inde (%85,7), metastazı olmayan 24 olgunun 22’sinde (%91,7) (+++) yaygın boyanma görülmüştür. Lenf düğümü metastazı olan ve olmayan olgularda değişken şiddetlerde boyanma izlenmiş ancak istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0,05).

İnsanlarda 20q11.21 kromozomda yerleşik olan Bcl-xL, Bcl2L1 tarafından kodlanır (91). Bcl -2’ye benzer şekilde 4 farklı Bcl-2 homolog alan (BH1-BH4) taşır.

60

Bunlarda mitokondri dış membranı, endoplazmik retikulum ve nükleer membran gibi çeşitli membranöz komponentlere yerleşiktir (91-93). Bcl-2 ve Bcl-xL önemli antiapopitotik faktörler olup bu etkileri, antioksidan etkenleri yönetme yeteneklerinden kaynaklanmaktadır (94, 95). Bcl-xL endoplazmik retikulumdaki kalsiyum depolarını azaltarak proapopitotik sitosolik kalsiyum düzeyini düşürür (96- 98). Bcl-xL sadece proapopitotik faktörleri antagonize ederek sitoprotektif etki göstermez aynı zamanda p53 aktivitesini de etkisiz hale getirir (99). Yapılan çalışmada Bcl-xL’nin kolon karsinomları, akciğer adenokarsinomları, meme karsinomları, dilin skuamöz hücreli karsinomları, over karsinomları, mesane karsinomları, pankreasın duktal adenokarsinomları ve prostat karsinomları gibi çeşitli tümör tiplerinde yüksek düzeyde salındığı bildirilmiştir (101-109, 138).

Bukholm ve ark.’nın (138) yaptığı çalışmada Bcl-xL meme karsinomlarında yüksek düzeyde tespit edilmiş ancak düzeyinin lenf düğümü metastazı ile korelasyon

Benzer Belgeler