• Sonuç bulunamadı

Tam illet ma’lûlden önce gelir. Bu görüşünü ispatlamak üzere ele aldığı eserinde Kemalpaşazâde buraya kadar illet ve bölümleri, muid illetler, hazırlayıcı illetler, nakıs illet, imkân, mümkin, şart, engel, cins, fasıl gibi genel konularda değerlendirmeler yaptı. Bundan sonra Kemalpaşazâde, esas maksadını anlatmak üzere illetin ma’lûle tekaddümü konusunu, ele alacaktır.

Tam illet, tek başına fâil illet olduğunda veya gâye illeti ile birlikte olduğunda ma’lûlden önce gelir. Fakat tam illet madde ve sûreti kapsadığında önce gelmesinde şüphe vardır. Îcî ve Cürcâni’ye göre, nakıs illet, ister ma’lûlün içine dâhil olsun, isterse dışında kalsın, madde itibari ile ma’lûlden önce gelir. (Tekaddümü zati). Zaman itibarı ile illetin ma’lûlden önce olması ise sûret illeti dışında diğer illetler için söylenebilir. Sûret illeti zamansal olarak ma’lûl ile birliktedir. Filozoflara göre illet ma’lûlden ayrılmaz ancak bu ayrılmama zat açısından değil, zaman açısından olduğu için illet ma’lûlün aynısıdır denemez.

61

Kemalpaşazâde bu noktada Îcî’nin şöyle demesi gerektiğini belirtmektedir: Zaman bakımından tam illetin son cüz’ünün ma’lûlün önüne geçmesi caiz değildir. Çünkü zamansal önceliğin gerçekleşememesi durumu yalnızca sûret illetiyle ilgili değildir. Tam illet ne ile tamamlanıyorsa onunla ilgilidir. Bundan dolayı o son cüz zamansal olarak ma’lûlün önüne geçse tam illetin ma’lûle zamansal önceliği gerekir. Bu durumda da Îcî’nin daha önce açıkladığı tam illet ma’lûle takaddüm edemez sözünün aksi bir durum ortaya çıkar. Kemalpaşazâde tam illeti tamamlayan son cüz’ün sûret illeti olduğunu kabul etmemektedir.101

Îcî ve Cürcâni, tam illetin parçalarından her birinin ayrı ayrı ma’lûle önceliği anlamında tam illetin ma’lûlden önce gelmesini kabul etmektedir. Bütün olarak önceliğin ise incelenmesi gerektiğini düşünürler. Çünkü onlara göre madde ve sûret bir bütün olarak, zat bakımından mâhiyetin aynısıdırlar. Mâhiyetin kendi üzerine önceliği düşünülemeyecek bir durumdur. Tasavvur edilemeyecek bir diğer durumda fâil ile gâyeyi mâhiyete eklediğimizde de yine mâhiyetin kendi üzerine önceliğinin söz konusu olmasıdır.

Kemalpaşazâde bu noktanın, incelenmesi gerektiği kanaatindedir. Önde olmak bağlılık gerektirir. Muhtaç olanın da ihtiyaç duyduğuna bağlı olması bir zorunluluktur. O zaman bütün (kül), bütün şekliyle, söylenilene göre değerlendirilecek olursa ma’lûlün ihtiyaç duyduğu şey olmaması gerekir. O zaman da bütün, o haliyle ihtiyaç duyulan olursa bu yönüyle ma’lûlden önce gelir. Bu durumda da bu düşünce sahiplerinin tam illetin ma’lûlden önce gelememesi düşüncesinin tersi bir durum ortaya çıkar. Ayrıca bütün, bütün olduğu haliyle illetin tanımında bulunan “ihtiyaç duyulan” olmadığı zaman illetin bir bölümü olamaz. Buradan anlaşılıyor ki Îcî’nin illeti tam ve nakıs diye ayırmamasının sebebi budur. Cürcâni’de bunun farkında olmadığından tam ve nakıs illet ayrımını sözlerine dâhil etmiştir.

Îcî, illeti bu bölümlemeyi yapmadan tanımlamakla birlikte nakıs illetlerin toplamına, şeyin ihtiyaç duyduklarının hepsi tam illet olarak isimlendirilir, ifadesini eklemiştir.102 Ancak o zamanda illeti ihtiyaç duyulan diye açıklayıp sonra ‘tam’ ile sınırlamak, ma’lûl için ihtiyaç duyulan olarak tam illet olma açısından tam illetin her zaman ihtiyaç

101

İlleti’t-tamme, s. 145 tr, s. 98 ar 102

62

duyulan olmasını gerektirir. Bu durum ise ma’lûl mürekkep olduğunda sorun oluşturur. Çünkü ihtiyaç duyulan yerine nakıs illetlerin toplamına ad olduğu zaman tam illet ma’lûlden önce gelemiyor. Ancak tam illet, tam illet olması itibariyle ihtiyaç duyulan olsaydı ma’lûlden önce gelirdi.

Cürcâni şöyle der: Madde ve sûretin toplamı madde olarak mâhiyetin aynısıdır. Bundan dolayı mâhiyet üzerine önceliği söz konusu olamaz. Çünkü aynısıdır. Buna ilavede bulunulunca da bir öncelik düşünülemez. Ancak tam illet tek başına fâil olduğu zaman veya gâye ile birlikte olduğu zaman illetin ma’lûlün önüne geçmesi mümkündür.103 2.4.7. Kemalpaşazâde’ye Göre Önemli Bir Şart Hulûl:

Kemalpaşazâde, tam illetin ma’lûlden önce geleceğini açıklarken, meseleye yeni bir kavram ilave etmektedir. Buna da ‘hulûl şartı’ der. Hulûl, varlıkla onun mahalli veya arazla cevher arasındaki münasebet, bir şeyin mevcudiyetinin diğer şeyin mevcudiyetiyle aynı olması gibi anlamlar içermektedir.104 Kemalpaşazâde hulûl şartı ile birlikte şu açıklamaları yapmaktadır. Mürekkebin varlık âlemine çıkması için sûret illetinin maddeye hulûl etmesi gerekir. Yani madde ve sûret var olduktan sonra hulûl mürekkebin varlığından önce gelir. Hulûl madde ve sûretin varlığından sonradır derken madde ve sûretin arasındaki bağ ile ilgili olarak söylenmektedir. Ayrıca bağın, aralarında bağ kurulacak varlıklardan geriye kalacağı açıktır. Geriye kalandan geriye kalmak, o şeyden geriye kalmak demektir. Dolayısıyla mürekkebin varlığı madde ve sûretin varlığından geriye kalmış olur.105 Bir başka ifadeyle tam illetin ma’lûlden önce gelmesinin anlamı budur.

Madde ve sûretin toplamı mürekkebi oluşturmaktadır. Aynı olan şeyin diğerini öncelemesi Kemalpaşâzade’ye göre hulûl ile gerçekleşmektedir. Madde ve sûret mürekkebin aynısıdır ancak, biri diğerine hulûl ettikten sonra. Bu şart olmadan madde ve sûretin toplamı tam illetin önce gelmesine engel teşkil etmez. Yine mürekkebin tüm parçaları oluşmuştur ancak mürekkep oluşmadığından meydana gelme bu şarta bağlı olacaktır.

103

Cürcânî, Şerhü’l-mevâkıf, çev. Ömer Türker, Kırk Gece Yay. İstanbul 2011, s. 432 104

Kürşat Demirci, “Hulûl” DİA, c. 18, s. 340 105

63

Görüldüğü gibi ‘mürekkep’ ile ‘cüzlerin toplamının başkası olan bir varlık’ ortaya çıkmıştır. Kemalpaşazâde bunu kabul ederek mürekkebin varlığı ile cüzlerin varlıklarının toplamı olan varlık arasındaki farkı şu şekilde açıklar: Mürekkebin kendine özel varlığı, cüzlerinin toplamının aynısı olduğu zaman mürekkep olmayan şahsi varlık, mürekkep olması gerekir. Çünkü mürekkep mâhiyete dâhil olan tüm parçaların mevcudiyeti mürekkebin varlığını gerektirmez. Mürekkebin varlığı parçalarla birlikte hulûl şartına da bağlıdır. Kemalpaşazâde’ye göre mürekkep ikili bir görünümdedir. Birincisi, mürekkep halde varlık, ikincisi, aynı varlığın kendini oluşturan parçaların bütünü olarak varlık. Bunlar ikisi farklı şeylerdir. Birincide hulûl yoktur. İkincide hulûl vardır. Bundan dolayı cüzlerin yok olması mürekkebin yok olmasıyla aynı olarak değerlendirilemez. Çünkü cüzler başka, cüzlerin meydana getirdiği mürekkep başkadır.106

Burada şunu da belirtelim ki Kemalpaşazâde daha önce eksik bıraktığı bir noktayı tamamlamış oluyor. O da tam illetin son cüz’ünün sûret illeti değil de hulûl şartı olmasıdır. Tabi burada o zaman şöyle bir itirazla karşılaşılmış olmaktadır. Sûretin tanımında “ma’lûlün kendisiyle bil fiil vücut bulduğu şey” tanımı değişmiş yerine, hulûl gelmiş oluyor. Kemalpaşazâde bunun o şekilde anlaşılmaması gerektiğini söyler. Ona göre hulûl bir illet değil, sûreti maddeden ayıran, sûrete ilave edilen bir özelliktir. Devvâni’nin olduğu anlaşılan bir görüşte göre: Tam illetin ma’lulden önce gelmesi konusunda düşüncelerini dile getirenler derde deva bir açıklama yapamamışlardır. Devvâni bu konuda söylenilenlerin hemen hiçbirinin ayakları yere basan ifadeler olmadığını belirtir.107

Kemalpaşazâde Risâlesinin bundan sonraki kısmında tam illetin ma’lûlden önce olup olmayacağı veya diğer bir ifadeyle ma’lûlün tam illetten geri kalıp kalmayacağı konusunda teknik tartışmalara yer vererek sonuçta kendi çözümünü sunacaktır. Bu teknik tartışmalar ilgili konuda bize uzun bir yolda ara sokaklara da girerek derinlemesine bir inceleme imkânı verecektir.

106

İlleti’t-tamme, s. 148 tr, s. 101 ar 107

64

Tam illetin ma’lûlden önce gelmesini kabul etmeyenlerin dayanakları, tam illet ma’lûlden önce gelse, her bir cüz tam illetin bir cüz’ü olduğundan cüzlerin hepsi tam illet üzerine ve tam illet de mürekkep ma’lûlün üzerine takaddüm edecektir. Bu zaruretten dolayı mürekkep kendi üzerine iki dereceli bir şekilde öne geçecektir. Buna parçaların tamamı mürekkebin aynısı değildir şeklinde cevap verilmektedir. Her bir cüz bizzat mürekkepten önce gelir. Tamamı önce gelenler ise geride kalanın aynısı olmaz. Yani parçalar, toplamdan farklıdır. Parçaların tamamının, toplamdan farklı olması da gerekli değildir. Bu düşünceye göre toplamın öne geçtiğini kabul edilmiyor, bilakis toplamın, ma’lûlün aynı ve kendisi olduğu söyleniyor. Tartışmada bu noktadadır. Ancak her fert kendisi önce gelebilir. Fakat toplam üzerine her parçanın teker teker önce gelmesi, toplamın teker teker parçalardan farklı olmasını gerektirir. Bu konuda da problem yoktur.108

Kemalpaşazâde’ye göre bu şekilde düşünenlerin asıl söylemesi gereken, mürekkep ma’lûl, parçalarının hepsi kendinin aynı olmadığından başkası olmalıdır. Ancak aralarında birinde, diğerinde olmayanın olması gerektiğinden, başkalığı gerektirecek bir ihtimal de yoktur. Bu başkalığı gerektiren ihtimal olmadığında gayriliğin, (başkalığın) meydana gelmesi için parçaların tümü, parçaların tümü olmamalıdır. Bu da söylenenin aksidir.

Yani Kemalpaşazâde’ye göre, mürekkep ma’lûlün parçaları ile mürekkebin kendisi arasındaki başkalık bunlardan birinde parça yoluyla olmayanın diğerinde parça yoluyla olmasının gerekliliği kastını taşıyorsa bu kabul edilebilir bir durum değildir. İkisi arasındaki farklılığın (başkalık) oluşması için mesela birinde şart yoluyla olmayan, diğerinde şart yoluyla olabilir. Başkalığın sadece parçalar yoluyla olması zorunlu değildir. Ancak ikisi arasındaki başkalıktan kasıt parça veya şart gibi bir yol değil de genel anlamda birinde olanın diğerinde olmaması şeklinde bir açıklamayı içeriyorsa bu kabul edilebilir. O zamanda başkalığın gerçekleşebilmesi için ma’lûlün parçalarının hepsinin, parçalarının hepsi olmaması gerekli olmaz. Çünkü şart cüzlerden değildir. Yani cüzler aynı olmasına rağmen birinde mesela şart olarak bulunan diğerinde hulûl

108

65

olarak bulunarak veya birinde şart olarak bulunan diğerinde bulunmayarak da başkalık meydana gelmiş olur.109

Cürcâni’nin olduğu anlaşılan bir açıklamaya göre, madde ve sûret cüzleri iki şekilde değerlendirilebilir. Birincisi, eğer aralarındaki irtibat dikkate alınmaz ise madde ve sûret her biri ayrı ayrı değerlendirildiğinde tam illetin bir parçasıdırlar ve tek tek ma’lûlden önce gelirler. İkincisi, madde ve sûret dış dünyada irtibatlı olarak değerlendirildiklerinde madde ve sûret ma’lûlün kendisidir. Buna karşılık, mürekkep ma’lûlde irtibat dikkate alındığı zaman cüzlerin toplamı irtibat olduğu için ma’lûl olur. Bu durum çelişkilidir. İrtibat dikkate alınmadığında cüzlerin toplamı mecmu’ olur. Bu değerlendirmelerin hangisinin dikkate alınacağına şu şekilde cevap verilir. Zikredilen irtibatın, parçaların toplamının ma’lûlün aynı olması için şart olması gerekir. Bununla birlikte irtibat ma’lûlün bir parçası değildir. Bundan dolayı toplam ma’lûlden farklıdır. Anlatılanların, sûreti içeren ma’lûl mürekkepte geçerli olabileceği, aksi durumda bu anlatılanların bir geçerliliğinin olmayacağı, çünkü toplam, sûreti olmayan o teklerin bir araya gelmesi olup, madde ve sûret arasında irtibat olmayacaktır, şeklindeki bir açıklama Cürcâni tarafından detaylandırılır. Buna göre mürekkep için, sûret cüz’ü bulunduğu yerde cüzlerin tamamı illetten bir parça ve kendileriyle irtibata geçilen olur. Aksi durum ise cüzlerin tamamı ma’lûlün aynısıdır. Çünkü parçaların tümü kendi varlıkları için illet değildirler. Dolayısıyla sûret cüz’ünün bulunmadığı bir toplam tam illetten bir parça olmaz.110

Kemalpaşazâde’ye göre bu açıklamalar izaha muhtaçtır. Birincisi, sûret cüz’ünü içermeyen bir mürekkep, madde cüz’ünü de içermemelidir. Çünkü madde, sûret olmaksızın var olamaz. Madde var ise kendisiyle bil fiil var olanda gerçekleşmesi gerekir. İkincisi, sûret yok olursa maddenin de yok olması gerekir. Bir mürekkep düşünelim ki madde ve sûret parçaların içermesin. Böyle bir mürekkepte madde ve sûretten biri olmayan bir iç illet bulunması zarûri olur. Bu yanlıştır. Doğrusu, sûreti olmayan hayali bir mürekkep, örneğin aralarında bir irtibat olmadan bir araya gelmiş noktalar bir tek ma’lûl değildir. Her biri bir kabul edilen birkaç tane ma’lûldür. Bu ma’lûllerin her biri basit birer ma’lûldür ve cüzleri yoktur. Bundan dolayı madde ve

109

İlleti’t-tamme, s. 150 tr, s. 103 ar 110

66

sûreti olmayan farazi mürekkebin iç illetlerini madde ve sûret kısımlarına ayırmayı çürüterek cevap verilemez. Toplamları yönüyle de olamaz, ayrı ayrı ma’lûlleri olmaları yönüyle de olamaz. Toplamları yönüyle olamaz, çünkü toplam tek bir ma’lûl olmadığından ona iç illet tahakkuk etmesi mümkün değildir. Ayrı ayrı ma’lûl olmaları yönüyle olamaz, çünkü her biri basit bir ma’lûl olduğundan cüzleri yoktur.111

2.4.8. Kemalpaşazâde’ye Göre Tam İlletin Ma’lûlden Önce Gelip Gelemeyeceği

Benzer Belgeler