• Sonuç bulunamadı

Göçle ilgili araştırmalar yapılmış olmakla birlikte göç yaşamış çocukların eğitimsel sorunları ve okudukları okulların yaşadığı eğitimsel ve yönetsel sorunlarla ilgili araştırmaların çok az olduğu görülmüştür.

2.8.1. Türkiye’de Yapılan Araştırmalar

Bayraktar (1999) “Köyden Kente Göç Olgusuna Bağlı Olarak İlköğretim Okullarında Ortaya Çıkan Sorunlar” adlı çalışmasında Diyarbakır ilindeki İlköğretim Okullarını incelemiştir. Bu araştırmanın sonuçları şu şekilde özetlenebilir:

1. Yoğun göç ile okulların fiziksel olarak yetersiz hale geldiği,

2. Göç eden ailelerin çocuklarına sağlıklı bir barınma ve evde ders çalışma ortamı sağlayamadığı,

3. Göç alan bölgelerde okulların alt yapı sorunları olduğu,

4. Sınıflardaki öğrenci sayılarının arttığı, buna bağlı olarak öğrencilerin pasif hale geldiği,

5. Öğretmenlerin göç alan yerlerde çalışma zorluğu, sınıf kalabalıklığı gibi nedenlerden dolayı çalışmaktan rahatsız oldukları,

6. Köyden kente göç alan bölgelerdeki okullarda bulunan öğrencilerde disiplin sorunu yaşandığı,

7. Göç eden ailelerin çocuklarını okula isteksiz gönderdiği,

8. Bu bölgelerdeki okullarda daha çok stajyer öğretmenlerin görev yaptığı, 9. Yöneticilerin büyük bir bölümünün göç sonucu artan problemlere çözüm

bulmakta zorlandığıdır.

Gün (2002, s.9) Çocuk ve Göç başlıklı araştırmasında, “İç göç Türkiye için çok önemli bir toplumsal olgudur ve yaşanılan birçok problemin (çocuk ve ergenler açısından çocuk işçiliği, çocuk suçluluğu, sokak çocukluğu ve önemli psikolojik problemler) kaynağını ve nedenini oluşturmaktadır.” demektedir. Bu araştırmada göç etmiş ergenlerin yaşam doyumu, benlik saygısı, sosyal destek ağları ve kültürlenmeleri incelenmiştir. Araştırma sonuçları şöyledir:

1. Göç, göç eden ergenlerin yaşam doyumu ve benlik saygısını olumsuz etkilemiş,

2. Göç edilen yere göre ergenlerin kültürlenme oranlarının farklılık gösterdiği, 3. Göç edilen yer ile göç veren yer arasındaki kültürel, sosyal ve ekonomik

farkların büyüklüğünün göçün etkilerini değiştirdiği, fark fazlaysa dış göç kadar etkili olduğudur.

Bilgili (1996)’nin Doğudaki göç olgusunun çocuk üzerine etkilerini ele alan “Doğu Anadolu Bölgesinde Göçe Maruz Bırakılan Çocuklar" adlı araştırmasında olayın önemi şu şekilde anlatılmıştır:

Bölgede aileler çok çocuklu bir yapıya sahip olduğundan göç eden nüfusun yarısından fazlasını çocuklar teşkil etmektedir. Yoğun ve her iki tarafın da (göç veren ve alan) hazırlıksız yakalandığı bu göç dalgasından en büyük ve kalıcı zararı hiç şüphesiz çocuklar görmüş ve görmeye devam etmektedir. Zira iç çatışmalar ve bunun doğal sonucu olan göçler çocuklara hayatlarının sonuna kadar izlerini taşıyacakları acılar tattırmaktadır. Kendilerini dış etkilerden koruyamayacak yasta olan küçük insanlar olaydan çok boyutlu olarak etkilenmektedirler" (Bilgili, 1996).

Bilgili (1996)’nin bahsettiği bu etkiler şöyle özetlenebilir: Göç sonucu çocuklar yeni doğal ve toplumsal çevre ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu yeni çevrede öncelikli sorun barınma olayıdır. Bu süreç çocuklar için iki kez çevre değişimi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu çocuklar iki kez doğal ve toplumsal çevre değiştirmek gibi bireysel ve toplumsal şoku da birlikte yaşamak zorunda kalmaktadırlar.

Göç sonucunda aileler ilk etapta kalabalık ortamlarda yaşamaktadırlar. Yakın akraba 2 veya 3 aile aynı konutta yaşayabilmektedir. Bu aynı mekanda 20-25 kişilik nüfusun bir arada yaşaması demektir ki böyle bir ortamda hiç bir ailesel fonksiyonun yerine getirilemeyeceği ortadadır. Bu durumdan hiç kuşkusuz ki en çok etkilenen yine çocuklar olmaktadır.

Göçerlerin belirli ve istikrarlı bir işe sahip olmamaları onların ekonomik açıdan sıkıntı ve sorunlar yaşamalarına neden olmaktadır. Bu durum çocukları da etkilemektedir. Çocuklar zorunlu olarak küçük çaplı işler yapmaktadırlar. Seyyar satıcılık, ayakkabı boyacılığı, kâğıt toplama gibi işlerle aile bütçesine destek sağlamaktadırlar. Bu işleri de çocukların çok az bir kısmı bulabilmektedir. Ekonomik güçlükler, iş bulamama ve açlık tehlikesi, hırsızlık gibi yüz kızartıcı suçları artırma ortamını oluşturan başlıca faktörlerdir. Çocukların asli görevi olmayan bu çalımsalar onların temel sorumluluklarını yerine getirmelerini büyük ölçüde önlemektedir. Tüm bunların yanında dengeli beslenme ve giyinme de tam bir sorun teşkil etmektedir. Eğitim göç eden ailelerin bir başka sorunudur. Göç eden aileler için eğitim öncelikli sorun olarak görünmemektedir. Araştırmaya katılanların hiçbiri çocukların eğitimini öncelikli sorun görmemektedir. Onlar için önemli olan ekonomik ihtiyaçlardır. Devlet güç koşullara rağmen eğitimi göçmen kamplarına taşımaktadır. Ancak eğitimden beklenen randıman alınamamaktadır. Çocuklar eğitim araç ve gereçlerinden yoksun oldukları gibi barındıkları mekânların konumu ve ailenin kalabalığı açısından da ders imkânları bulunmamaktadır. Bu yüzden eğitim açısından kendi akranlarının gerisinde kalmaktadırlar. Öyle ki kendi yaşıtlarının hayran olduğu Nasreddin Hoca’yı, bir okul da üçüncü sınıf öğrencilerinden hiç biri tanıyamamıştır. Öğretmenler kendileri ile öğrencileri arasındaki kültürel farklılıkların bilincine vardıklarında, öğrencilerinin dilsel ve kültürel malzemelerini eğitim sürecine aktif bir biçimde dâhil etmenin yollarını bulacaklardır. Bunu etkin bir biçimde yapabilmek için, öğretmenler içinde bulundukları baskın kültürün önyargılarını eleştirel bir

biçimde ele almalı ve bunların eğitim süreci üzerindeki etkilerini incelemelidirler. Göçmen öğrencilerine gerçekten değer veren öğretmenler, onların dillerine ve kültürlerine saygı göstermek suretiyle ve bu malzemeyi etkin bir biçimde kullanarak öğrencilerin kendilerini daha rahat hissetmelerini sağlayabilirler. Son olarak, uygulamacıların ideolojilerini eleştirel bir biçimde keşfettikleri, adlandırdıkları ve sorguladıkları yansıtmacı bir sürece katılmalarını sağlayacak programlar yapma görevi ise öğretmen eğitimi kurumları üzerine düşen bir görevdir.

Tatlıdil (1989)’in Kayseri'de gecekondular üzerine yaptığı araştırmada da aile reislerinin çocuklarının devam ettikleri okul ile ilişkilerinin okul-aile-öğrenci etkileşimi içinde yok denecek kadar az yer tuttuğu, hane reislerinin okul yönetimi ve öğretmenlerle karşılıklı ilişkiden kaçındıkları saptanmıştır. Bu durumda gecekondu ailelerinin çocukların okuldaki başarılarını devamlı kılacak etkin önlemler almadığı ya da bu konuda çaba harcamadığı belirtilmiştir.

İçli (1998) “Denizli iline göç eden ailelerin eğitime bakış açıları” adlı araştırmada, Denizli iline göç eden ailelerin eğitime bakış açılarını, karşılaştıkları sorunları ortaya koymaktadır. Araştırma sonuçlarına göre, görüşülen ailelerin büyük kısmının eğitim ve mesleki düzeyleri düşük olmasına karşın eğitime önem verdikleri ve çocuklarının eğitimlerini sonuna kadar sürdürmelerini istedikleri belirtilmiştir. Nitekim ailelerin göç kararını almalarında ilk sırayı çocuklarının eğitim imkânlarından yararlanabilmesi isteği almaktadır.

Özellikle kırsal kesimde eğitim olanaklarının kısıtlı olması nedeniyle niteliksiz işgücü konumunda kalan kent göçmeni aileler çocuklarına sınırlı da olsa eğitim, iş, meslek fırsatları yakalayabilme konusunda bazı olanakları yakalayabilmektedirler. Ancak aileler çocuklarının okuldaki başarılarını devamlı kılacak etkin önlemler alma konusunda aynı duyarlılığı göstermemektedirler.

Bilgen (2001)’in “Göçün Ruh Sağlığı Üzerine Etkileri” adlı araştırmasında şu sonuçlar elde edilmiştir. Göç edenlerde majör depresyon yaygın anksiyete bozukluğu, alkol bağımlılığı görülmektedir. Ayrıca bu araştırmaya göre göç edenlerde yorgunluk hissi, baş ağrısı, karın ağrısı baş dönmesi gibi bedensel belirtilerin daha fazla olduğu gözlenmiştir.

okula devam eden 8-12 yaşları arasında 76 iç göç yaşamış ve 78 iç göç yaşamamış çocuk üzerinde çalışmıştır. Aşağıda bu araştırmanın bulgularına yer verilmiştir. Araştırmada, anneler, göç yaşayan çocuklarda görülen davranış problemleri ve nevrotik problemler arasında belirgin farklılık bildirmemişlerdir. Bu problemler açısından göç yaşayan ve yaşamayan çocuklar arasında da belirgin farklılık bulunmamıştır. Ancak öğretmenlerin, göç yaşayan çocuklarda, yaşamayan akranlarına göre yaklaşık 2 kat daha fazla nevrotik sorun bildirdikleri görülmüştür. Bu bulgudan hareketle, göç yaşayan çocukların okulda daha fazla içe yönelme eğiliminde olduğu söylenebilir.

Göç yaşayan çocuklarda en sık görülen problem, hem öğretmenleri hem de anneleri tarafından okul başarısızlığı olarak iletilmektedir. Bu sorun, göç yaşamayan çocuklar için de birinci sıradadır. Bu durumun çalışmanın gerçekleştirildiği bölgenin özelliklerinden kaynaklandığı düşünülmektedir.

Büyük kentlerin göç alan bölgelerinde yaşayan çocuklar arasında okul başarısızlığı, okuldan kaçma, sokakta çalışma gibi sorunların yaygınlığı ve bu sorunların artık gecekondu mahallelerinin temel özelliklerinden biri olarak karşımıza çıkması, gerek sosyal hizmetler gerekse eğitim hizmetlerinin bütüncül bir bakış açısıyla eşgüdümlü olarak sunulması ihtiyacını bir kez daha gözler önüne sermektedir.

Okul başarısızlığının yanı sıra, göç yaşayan çocuklar arasında tırnak yeme, altını ıslatma ve kekemelik sorunları da belirtilmektedir. Göç yaşamış grup açısından bulgular incelendiğinde, okulda kolayca gözlemlenebilecek kekemelik ve tırnak yeme gibi problemlerin, öğretmenler tarafından daha az fark edildiği görülmektedir. Bu durum, öğretmenlerin çocukları yeterince tanımamaları, sınıfta yeterince gözlemleyememeleri ya da çocuklara yeterince söz vermemeleri ile açıklanmaktadır. Buna karşın, tik bozukluğunun annelerden daha fazla belirtildiği bulgusuna ulaşılmaktadır. Tik bozuklukları, genel tedirginliğin, bunaltı ve kaygı durumunun belli bir kasın kasılmasıyla, dışarı vurulması olarak yorumlanmaktadır. Bu durumda, göç yaşayan çocukların okulda daha fazla kaygı ve tedirginlik yaşadıkları söylenebilir.

Çocukların okul ve ev ortamında gösterdikleri olumlu özellikler, çoğunlukla saygılı, uyumlu, sessiz, sakin olma şeklindedir. Çoğunlukla içe dönük kişilik özellikleriyle uyumlu olan bu özellikler, göç yaşayan çocuklarda bu tür psikolojik uyum

problemlerinin göz ardı edilebilmesi riskini de düşündürmektedir. Öğretmenlerin çocukların olumlu özellikleri ile ilgili sorulara düşük oranda yanıt vermeleri ayrıca üzerinde durulması gereken bir bulgudur. Literatürde göçmen çocuklarla ilgili ifade edilen kalıp yargıların bu durum üzerinde ne derece etkili olduğu bu araştırmada sorgulanan bir değişken değildir, ancak bunun önemli bir etken olduğu düşünülmektedir.

2.8.2. Dünya’da Yapılan Araştırmalar

Luzio (1991), “İtalyan Yabancı İsçi Çocuklarının Alman Çocuklarla Olan İletişimlerinin Bazı (Sosyo) Bilimsel Nitelikleri Üzerine” adlı çalışmasında göçmen işçi çocuklarının göç olgusu yüzünden birçok olumsuzluklarla yüz yüze geldiklerinden bahsetmektedir. Luzio (1991)’nun yapmış olduğu bu çalışmanın amacı, göçmen çocukların dilbilimsel alanlarında ve günlük etkileşimlerinde kullandıkları dilin, özelliklerini ve işlevlerini araştırmaktır. Araştırmada öncelikle bu çocukların, göç ettikleri yeni toplumun kültürüne girerek, o toplumun kullandığı dili öğrenmek ve geliştirmek durumunda oldukları belirtilmektedir. Göçmen çocukların kendi anadillerini kullandıklarında dillerinde değişimler olduğu görülmektedir. Bu değişim yeni girdikleri toplumun dilini kullanmaktan kaynaklanmaktadır. Ancak birçok çocuk, Alman okullarında zorluklarla karsılaşmaktadır. Çocukların yaklaşık % 18’i özel sınıflarda eğitim öğretim görmektedir. Çocukların sadece % 1-2’lik kısmı ortaokula devam edebilmektedir. Bazı çocukların da % 50’si aynı zamanda haftada iki saat İtalyanca kurslara katılmaktadır. Böylelikle bu çocuklar İtalyanca’yı öğrenmekle beraber İtalyan kültürünü de öğrenmiş olmaktadır. Yetişkinlerin ise çoğu zaman kendi anadillerini İtalyanca’yı kullandıkları görülmektedir. Araştırmanın önemli bulgularından biri çocukların günlük yasamda hem aileleriyle hem de İtalyan arkadaşlarıyla Almanca konuştuklarının gözlenmesidir. Bu çocuklar, nadiren İtalyan televizyon programlarını izlemektedirler. Onun yerine çoğu zaman Almanca televizyon programlarını tercih etmektedirler. Çalışma sonucunda İtalyan göçmen çocuklarının dilbilimsel davranışlarının bazı özellikleri analiz edilerek, çocukların dilbilimsel gelişimlerinde sosyal etkileşimin gerekli olduğu anlaşılmıştır. Bunun için İtalyanca derslerinin veriminin arttırılması ve medya ve diğer iletişim araçlarının aracılığıyla çocukların kültürel yaşama yakınlaşmalarının sağlanması önerilmiştir.

Badawi (1993), “Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Arap Emirliklerine Göç Eden Arap Öğrenciler Arasında Eğitimsel Farklılıklar” adlı çalışmasında tamamıyla farklı bir kültürü ve dili olan yeni bir ülkeye göç eden çocuklarla kendi kültürüyle aynı olan yeni bir ülkeye göç eden çocuklar arasında genel okul deneyimi açısından bir farklılık olup olmadığını ortaya çıkarmayı hedeflemiştir. Araştırmacı, bugüne kadar yapılan çalışmaların göçmen çocuklarının okul tecrübelerinin, göç edilen ülkenin, insanların ve ailelerin yeni kültürle etkileşim haline girmede istekli olma derecesi hakkındaki tutumlarından etkilenebileceklerini ortaya çıkardığını belirtmektedir.

Araştırmacıya göre, kendi kültüründen farklı bir kültürde olmak, sadece dil ya da akademik alanlarda problem yaratmakla kalmamakta, okulda da büyük sorunlar yaratmaktadır. Bu çalışmada, çocukları ya Amerika Birleşik Devletlerinde ya da Birleşik Arap Emirliklerinde 4. ya da 5. sınıflara giden Arap aileleri incelenmiştir. Bütün veriler, ailelere, çocuklara ve öğretmenlere yaptırılan anketlerle elde edilmiştir. Ankette dört soru sorulmuştur. Bu sorular, Birleşik Arap Emirliklerine ya da Amerika Birleşik Devletlerine göç eden çocukların Arap okullarındaki genel okul tecrübelerini ortaya çıkarmaya yönelik hazırlanmıştır. Anketin sonuçları, Birleşik Arap Emirliklerine göç eden ailelerin, Amerika Birleşik Devletine göç eden ailelere göre, çocuklarının okul tecrübelerinde daha olumlu görüşlere sahip olduklarını ortaya çıkarmıştır. Bununla birlikte, hem Birleşik Arap Emirliklerinde ve Amerika Birleşik Devletindeki çocukların genel okul tecrübeleri açısından olumlu görüşlere sahip oldukları bulunmuştur. Öğretmenlerin, çocukların okula uyumlarında ve okul başarısı seviyesindeki algılarında kültürel farklılıklar açısından bir değişiklik göstermediği ortaya çıkarılmıştır. Araştırmacı, ayrıca gelecekte yapılacak olan çalışmalarda objektif araçların, daha sosyal değişkenlerin, cinsiyet farklılıklarının, göç edilen yerde kalma süresinin, farklı okul seviyesinin, dil yeterliliklerinin, öğretim yöntemlerinin araştırılması gerektiğini önermektedir.

Zhu (2001), “Shanghai’daki Göçmen Çocuklarının Eğitim Sorunları” adlı makalesinde sosyal ayrımcılıktan ve ekonomik sebeplerden dolayı Shanghai’daki göçmen çocukların okullarında yeteri kadar araç ve gereç olmadığı, köyü koşulların ve eğitimsiz öğretmelerin bulunduğunu belirmektedir. Zhu, hükümetin göçmen çocukların eğitimi için bulundukları girişimlerde başarısız olduğunu savunmaktadır.

Araştırmacı tarafından göçmen çocuklarının haklarının savunulması, onların yerel halkla eşit şartlara sahip olmaları ve iyi bir eğitim almaları gerektiği önerilmektedir. Exp’osito ve Favela (2003), ABD’ de yaptıkları “Duyarlı Sesler: Göçmen Öğrencilere Değer Vermek Ve Öğretimde İdeolojik Berraklık” adlı ortak araştırmada göçmen öğrencileri öğretim sürecine katmanın onlara ve kültürlerine değer vermekten geçtiğini belirtmişlerdir. Makalede şunlar belirtilmiştir. Hakim kültürün bir parçası konumunda bulunmayan öğrenciler, birer kültür işçisi olarak rollerinin farkında olan öğretmenlere ihtiyaç duyarlar. Dahası, göçmen öğrencilerle birlikte çalışan öğretmenlerin, sahip oldukları ideoloji konusunda duyarlı ve inanç sistemlerinin karşılıklı etkileşim içerisinde bulundukları aileler üzerinde ne tür bir etki bırakacağının farkında olmalıdırlar. Göçmen öğrencilerin bizim toplumumuzda gerekli akademik becerileri kazanmalarına yardımcı olmak için, öğretmenler öğrencilerine destek olmalı ve kültür uyumun ne denli nazik ve hareketli bir süreç olduğunun farkında olmalıdırlar. Bu süreç içerisinde göçmen çocuklar yeni kültür ve dil ile etkileşim içindedirler ya da bu süreç içerisinde önceden deneyim sahibi olmadıkları durumlarla karşı karşıya kalmaktadırlar.

Öğretmenler kendileri ile öğrencileri arasındaki kültürel farklılıkların bilincine vardıklarında, öğrencilerinin dilsel ve kültürel malzemelerini eğitim sürecine aktif bir biçimde dahil etmenin yollarını bulacaklardır. Bunu etkin bir biçimde yapabilmek için, öğretmenler içinde bulundukları baskın kültürün önyargılarını eleştirel bir biçimde ele almalı ve bunların eğitim süreci üzerindeki etkilerini incelemelidirler. Göçmen öğrencilerine gerçekten değer veren öğretmenler, onların dillerine ve kültürlerine saygı göstermek suretiyle ve bu malzemeyi etkin bir biçimde kullanarak öğrencilerin kendilerini daha rahat hissetmelerini sağlayabilirler. Son olarak, uygulamacıların ideolojilerini eleştirel bir biçimde keşfettikleri, adlandırdıkları ve sorguladıkları yansıtmacı bir sürece katılmalarını sağlayacak programlar yapma görevi ise öğretmen eğitimi kurumları üzerine düşen bir görevdir.

BÖLÜM III. YÖNTEM

Araştırmanın bu bölümünde, araştırmanın hazırlık ve yürütülme safhalarıyla birlikte, teknik ve etik unsurlarıyla ilgili açıklamalar yapılmıştır.

3.1. Araştırmanın Modeli

Araştırma verileri nitel araştırma yöntemiyle toplanmıştır. Işıkoğlu’na göre (2005) nitel araştırma yönteminde olgular ve olaylar bizzat doğal ortamında gözlemlenir. Bu açıdan birden fazla ve sosyal olarak yapılandırıldığına inanan nitel araştırmacı, sosyal olayları araştırırken bunların gerçekliğini doğal ortamlarında onları inceleyerek araştırmasını yapar. “Nitel araştırma yöntemleri, araştırmanın gerçekliği doğal ortamı anlamaya, tanımaya ve sonuçlara olan etkilerini açıklamaya duyarlı olduğundan eğitimsel gerçekleri çok boyutlu olarak ortaya koyma imkanı tanır. Bu yönleriyle de özellikle eğitim araştırmalarına zenginlik katar” (Yaman, 2007, s. 131). Araştırma tarama modelinde betimsel bir çalışmadır.

Araştırmada nitel araştırma desenlerinden bütüncül çoklu durum çalışması deseni kullanılmıştır. Durum çalışması, araştırılan olguyu kendi yaşam çerçevesinde inceleyen, olgu ve içinde bulunduğu ortam arasındaki sınırların kesin hatlarla belirgin olmadığı ve birden fazla kanıt veya veri kaynağının mevcut olduğu durumlarda kullanılan bir araştırma yöntemidir (Özçelik ve Yıldırım, 2002, s. 5). “Durum çalışmaları, örnek olay tarama modelleri evrendeki belli bir ünitenin (birey, aile, okul, hastane dernek vb.nin), derinliğine ve genişliğine, kendisini ve çevresi ile olan ilişkilerini belirleyerek, o ünite hakkında bir yargıya varmayı amaçlayan tarama düzenlemeleridir” (Karasar, 2005, s. 86). “Bütüncül çoklu durum deseninde isminden anlaşılacağı üzere birden fazla birey, kurum, program, okul gibi birçok analiz birimi vardır. Bu desenin kullanım alanlarından biri de daha önce kimsenin çalışmadığı veya ulaşamadığı durumlardır” (Yıldırım, Şimşek, 2004, s. 290).

Nitel araştırma deseni, araştırmanın yaklaşımını belirleyen ve aşamalarının bu yaklaşım çerçevesinde tutarlı olmasına yol gösteren bir stratejidir. Nicel araştırmada desen, araştırma sorularının oluşturulmasından toplanacak veriler, veri toplama yöntemleri, veri analizi ve raporlaştırma aşamalarına kadar tüm aşamalarda

araştırmacıya belirgin bir yön gösterir. Nitel araştırmada ise araştırılan olay, olgu ya da duruma göre değişebilen bir araştırma süreci söz konusudur (Yıldırım, Şimşek, 2004, s. 69).

Benzer Belgeler