• Sonuç bulunamadı

“İktidar” kavramı günümüz toplumsal formasyonunu anlamak açısından oldukça önemlidir. Çünkü toplumlar büyük iktidar kavgalarına sahne olmaktadır. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde Ortadoğu’da görülen, Batının ‘’Arap Baharı’’ diye nitelendirdiği siyasi ve toplumsal gelişmeler bir iktidar mücadelesinin en önemli örneklerinden biridir.

İktidar kavramı iletişim alanında iki farklı paradigmanın yol ayrımlarını gösterir. İki farklı yaklaşım olan eleştirel ve liberal paradigma iktidar kavramına farklı tanımlar getirir. Liberal paradigmaya göre, iktidar tüm topluma yayılmış tüm topluma dağılmış bir kavram iken, eleştirel yaklaşım, iktidarı toplumda sadece küçük bir seçkin grubun yönetiminde olarak görür. Çalışmanın, iktidar ile ideoloji ilişkisi üzerinden giderken uğrak noktası eleştirel paradigma olacaktır.

İktidar kavramı, bir işi, yapabilme, bir olayı veya olguyu yönetebilme gücüdür. Günümüz iktidarları devlet yönetiminde olan birey ya da gruplardır. Aslında bir anlamda

iktidar için devlet ifadesini de kullanılabilir. İktidara sahip olanların ilk yapması gereken şey, onu korumasıdır. Yani iktidarın kendi kontrolü altında bulunmasını sağlaması ve onu devam ettirmesidir. İktidar hırsı olan birey ya da gruplar onu ele geçirmek isteyebilir. O yüzden iktidarın ilk şartı kendi mevcudiyetini sürdürmektir. Althusser’e göre (2014: 48), toplumda yaşanan bütün sınıf mücadelelerini iktidara sahip olma yarışı olarak değerlendirir. Devlet iktidarına sahip olacak her grup, devletin tüm gücünü kendi lehinde kullanacaktır. İktidar bu tür iktidar mücadelelerinin yaşanmaması için varlığını sürdürebilmesi gerekir. Bunun için de birtakım hareketlerde bulunur. Bu hareketler yönetilen toplumun kendisine olumlu bakmasını sağlayan adımlardır. Bu da iktidarın kendi dünya görüşünü, yani ideolojisini topluma aşılayarak gerçekleşir. O zaman ideolojinin iktidarın sürdürülmesinde oldukça önemli bir araç olduğunu dile getirilebilir.

Van Dijk ideoloji tanımını (2015: 45-46), iktidar ve egemenlik kavramları üzerinden yapar. İdeolojileri, yönetici sınıf tarafından meşrulaştırılan bir şey olarak görür. Bu yüzden, iktidar bir grubun ya da bireyin başka grup üstündeki hakimiyeti olarak tanımlanırsa, ideolojiler de bu hakimiyetin zihinsel süreçleridir. Yani ideolojiler, egemen sınıfın toplumsal pratiklerinin temelini oluşturur. İdeolojiler iktidarı toplum nezdinde olumsuz kullanma tarzının haklılaştırıldığı, meşru olarak sunulduğu tüm prensipleri sağlar. İktidar ile ideoloji arasındaki ilişki bu şekilde düşünüldüğünde, ideoloji ile iktidarı birbirinden ayırmak mümkün değildir. İki kavram da iç içe geçmiş bir ilişkiler yumağıdır. Devlet kendi iktidarını sağlarken ideolojinin yayılmasında belirli araçlara ihtiyaç duymaktadır. Hiç şüphesiz bu araçlar, toplumun eğitsel yönüyle ilgilenen, düşünsel yaşamını şekillendiren araçlardır. Bu araçlara okul, cami, kitle iletişim araçları, kilise, hukuk vs. örnek gösterilebilir. Althusser, Devletin ideolojik aygıtları tanımını kullandığı bu araçlar için, devlet iktidarının sağlanmasında başat rol oynadıklarına dikkat çeker. İktidarın yeniden üretimi bu aygıtlar üzerine şekillenir. Çünkü bu aygıtlar topluma nasıl düşünmesi gerektiğini gösterir.

Gramsci ve Foucault, iktidarı tanımlarken, (Ives, 2011: 222) politik olmayan zeminler içinde karma karışık işler çeviren bir şey olarak görürler. İktidarı siyasetten ayrı tutarlar. Onlara göre iktidar, nadiren bir birey ya da grup tarafından güçsüz insanların yönetilmesi ile oluşan tek yönlü bir şeydir. Bunlar, güçlerini hissettirebilmek için rekabet etmek ve aldatmak zorundadır. İktidara karşı yetersiz olan toplum ya bu durumu kabullenerek rıza gösterir ya da bir direniş sergiler. Buradaki rıza durumu Gramsci’nin

ideoloji kavramını açıklarken kullandığı hegemonya kavramına işaret eder. İktidarın kendi gücünü hissettirmek adına kendi, dünya görüşünü topluma aşılamasıdır.

Foucault, iktidarı tanımlarken, Gramsci’den bazı noktalarda ayrılır. Foucault iktidarı, dile getirildiği gibi sadece devlette aramaz. Foucault, Marksist bir anlayıştan ayrılan çizgisiyle, iktidar (Curran, 1999: 402), çok farklı şekillerde çok farklı güçlerin hükmettiği bir unsur olarak görür. Bu, iktidarın toplumda tek bir kişi ya da gruba ait olmadığını dile getirir. İktidar, her şeyi kapsayan bir sınıf menfaati veya onun karşıtlığı ile açıklanamaz. İktidar, sadece devletin hakimiyetinde değildir. Toplumun değişen yapısı iktidarında değişimine sebep olabilir. Foucault’ya göre devlet (İnal, 1996: 63), iktidar ilişkilerinin üzerine kurulan bir yapıdır.

Foucalt, iktidarı, küçük bir grubun ya da bir devletin güdümünden alarak ona daha geniş bir yaşam alanı, daha geniş bir yetki zemini vermiştir. Aslında, iktidarı oluşturan da iktidardan mustarip olan da yine toplumdur.

Gramsci ise iktidarı Marksist bir çerçeveden değerlendirir. İktidar bir grup elinde toplanmıştır. Bu grup, iktidarını sağlamak için toplumu kendi istikrarına uygun düşünsel zeminde manipüle eder. Kendi egemen ideolojisi içinde sindirir ve bütünleştirir. Bu iktidarı hegemonya ile yapar. Bu hegemonya sağlanırken, iktidara yardımcı olan organik aydınlar vardır. Bu aydınlar işçi sınıfının yanında olması gerekirken iktidarın yanında olarak egemen ideolojinin gelişmesinde katkıda bulunurlar. Van Dijk da organik aydınlara benzer bir kavram kullanır. Bu kavram ‘’sembolik seçkinler’’ dir. Bu seçkinler, toplumda belirli bir yeri olan, akademisyen, yazar, sanatçılardır. Bunlar, toplumda yaşanan her olay ve olguda, kendi düşüncelerini ortaya koyup toplumla paylaşabilirler ve toplumu bu yönde etkileyebilirler. Ancak, bunlar, toplumun yanında yer almayıp, iktidarın yanında yer alarak egemen ideolojinin sürdürülmesinde toplumu yönlendirmektedir. Van Dijk’e göre (İnal, 1996: 68), ‘’sembolik seçkinler de "modern enformasyon ve iletişim toplumlarımızda iktidarın uygulanması ve sürdürülmesi" konusunda günlük pratikleri ile destek oluştururlar’’.

İKİNCİ BÖLÜM

İDEOLOJİ, SÖYLEM VE HABER

Benzer Belgeler