• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

1.3. DÜNYA SAVAŞLARI DÖNEMİNDE PETROLÜN STRATEJİK ÖNEMİ

1.3.3. İkinci Dünya Savaşı

1930’lu yıllarda İngiltere’nin Orta Doğu’ya olan ilgisinin asıl nedeni, bu bölgeyi hem kendi etki alanı olarak görmesi hem de petrol ve hammadde gereksinimlerini bu bölgeden karşılaması, dolayısıyla bu malların Akdeniz limanına kadar taşınmasını sağlamak zorunda olmasıdır. İkinci Dünya Savaşı hazırlıkları yapılırken petrol endüstrisi ile sıkı işbirliği öngören İngiltere’de, yerli rafineri ve pazarlamanın yüzde 85’i üç petrol tekelinden; Anglo-Iranian, Shell ve New Jersey’in İngiltere kolundan sağlanmaktadır. Royal Dutch-Shell ise İngiltere’nin petrol karargahı durumundadır (Parlar, 2003: 381-395). 1930’lu yılların sonunda Birleşik Devletler ise dünya petrol ihtiyacının üçte ikisini karşılamaktadır (Yergin, 2014: 353).

1918-1939 yılları arasında İngiltere ve Fransa, Orta Doğu’da denetimlerini genişletmiş, bölge hammadde kaynağı olarak önemini sürekli artırmış, bu ülkeler öncelikli olarak petrol yatırımları yapmışlardır (Parlar, 2003:346). Müttefikler dünya petrollerinin önemli kısmında söz sahibi iken, Almanya, İtalya ve Japonya petrol piyasasında arz kaynakları üzerinde denetimleri bulunmamasından dolayı büyük zorluklar yaşamıştır (Noreng, 2004: 26).

Otomotiv sanayisi hızla gelişen Almanya, petrole olan yoğun ihtiyacı nedeniyle “Hidrojenerasyon” adı verilen bir yöntemle 1913 yılından itibaren

kömürden sıvı yakıt elde etmeyi başarmıştır. 1939 yılında Almanya’da bulunan on dört hidrojenerasyon fabrikası petrol ihtiyacının yüzde 46’sını karşılamaktadır (Parlar, 2003: 354-356). Bu yöntem, yakıt petrole göre oldukça pahalı olmasına rağmen, petrolde dışa bağımlılığı yüksek olan Almanya üretimini sürdürmeye devam etmiştir (Yergin, 2014: 315).

1930’ların başında Japonya, kendi petrol tüketiminin yaklaşık yüzde 7’sini kendi kaynaklarından karşılarken, kalanın yüzde 80’ini ABD’den ithal etmektedir. 1930’ların sonlarında Çin ile girdiği savaş sonucunda petrol ihtiyacı büyük ölçüde artan ülke, Birleşik Devletler’e ithal petrol bakımından daha da bağımlı hale gelmiştir. Çin’le savaşan, Asya’ya hükmetmeye çalışan Japonya, 1940 yılında Belçika, Hollanda ve Fransa’yı işgal ederek daha güçlü görünmeye başlamıştır. Bu günlerde Birleşik Devletler ise Japonya’nın ilerleyişinin önüne engeller çıkarmak için deniz filosunu Hawaii’deki Pearl Harbor limanına çekmiştir. Savaşın kaçınılmazlığını farkeden Birleşik Devletler, stratejik bir hamle ile Japonya’ya petrol ambargosu uygulamaya başlamıştır. Japonya’nın Pearl Harbor’daki Birleşik Devletler donanmasını vurması ise savaşı resmen başlatmıştır. Kendi petrol rezervleri olmayan Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’na girme kararında petrol önemli bir etken olmuştur (Yergin, 2014: 295-313).

Savaş başlamadan önce Hitler’in Rusya’yı istila planında Bakü ve Kazakistan petrol yatakların temel hedef olmasının nedeni, Hitler için petrolün, ekonomik güç bağlamında hayati değere sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Petrol için diğer bir hedef ise Romanya’dır. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya-Romanya ittifakı sonucu Romanya petrolü Almanya’ya akmaya başlamıştır. 1940 yılında Almanya’nın toplam petrol ithalatının yüzde 58’i bu ülkeden karşılanmaktadır (Parlar, 2003: 383).

Almanya 1939 yılında Polonya, 1940 yılında Norveç ve Belçika’yı işgal etmiştir. Bu başarılardan sonra ikinci hedefi ise Sovyetler Birliği’dir. Bu bağlamda, Japonya’nın Asya ve Doğu Hint Adaları üzerinde emelleri ile Almanya’nın Rusya üzerinde emelleri arasındaki benzerlik kolayca görülebilmektedir (Yergin, 2014: 319-320).

1940 yılında Irak ve İran dahil tüm Arap Yarımadası’nda çıkarılan petrol, dünya petrol üretiminin yüzde 5’i düzeyindeyken, Amerika’nın üretimi yüzde 63 civarındadır. 1940 yılında Everette Lee De Golyer isimli ünlü bir petrolcü Ortadoğu’ya yaptığı bir araştırma gezisi sonrası bölgenin petrolleriyle ilgili “Bugüne kadar petrolcülük tarihinde, bu kadar geniş bir alanda, böyle birinci derecede önem taşıyan, başka bir petrol bölgesine rastlanmamıştır” ifadesini kullanmıştır. Golyer’in bu sözü dünya petrol piyasasında Amerika’nın egemenliğinin yakında son bulacağını kanıtlar niteliktedir (Yergin, 2014: 374-375). 1941 yılından itibaren Amerikan Petrol İdaresi, refah devrinin geride kaldığını, rezervlerin hızla tükendiğini ilan etmiş ve bu gelişme üzerine ABD egemenlik sisteminin yöneticileri Orta Doğu’ya yönelmişlerdir (Parlar, 2003: 406). İkinci Dünya Savaşı, petrolün askeri ve stratejik önemini bir kez daha vurgulamıştır. Orta Doğu, büyük güçlerin ekonomik ve stratejik politikaları bağlamında çok daha göze çarpan bir hedef halini almıştır (Noreng, 2004: 86).

Bir deniz imparatorluğu olan Japonya’nın savaş sırasında kaderi, petrol ve diğer hammaddelerin ithaline bağlıdır. Amerikan denizaltıları ise sürekli Japon ticaret gemilerine saldırarak, Japonya’nın bütün hammadde ve petrol ithalini kesmiştir. Zaten savaş bitmeden savaş kapasitesi tükenen Japonya’ya, aslında öncelikle Sovyetler’e gözdağı vermek için Ağustos 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılmıştır (Parlar, 2003: 393). Almanya savaşın sonlarına kadar Rusya topraklarında ilerlediyse de başta petrol olmak üzere birçok sorun nedeniyle geri çekilmeye başlamıştır (Yergin, 2014: 323).

1941 Aralık ve 1945 Ağustos’u arasında Birleşik Devletler ve Müttefikler yaklaşık 7 trilyon varil petrol tüketmiş, bunun 6 trilyonunu Amerika’dan sağlanmıştır (Yergin, 2014: 360). Birinci Dünya Savaşı ile karşılaştırıldığında ikincisinde, sadece ABD’de yüz kattan daha fazla benzin kullanılmıştır. Katalitik kırma yöntemiyle elde edilen yüz oktanlık benzin ise daha çok uçaklarda kullanılan benzin türüdür ve ABD müttefiklerinin yüzde 90’dan fazla ihtiyacını karşılamıştır (Parlar, 2003: 397).

Parlar (2003)’ın Kennedy notların aktardığı bilgilere göre, Birleşik Devletler’in mühimmat üretimi 1940 yılında İngiltere’nin üretiminin yarısından az iken, 1941 yılında üçte ikisi, 1942 yılında iki katı, 1943 yılında üç katı ve 1944

yılında dört katı kadar mühimmat üretmiştir. Bu rakamlar ABD’nin İngiltere karşısında yükselişini özetler niteliktedir.

Benzer Belgeler