• Sonuç bulunamadı

5. İDARİ İRTİFAK KAVRAMI VE İDARİ İRTİFAK TESİSİ İŞLEMLERİ VE

5.6 İdari İrtifak Kavramı İle İlgili Yargı Kararlarının İncelenmesi

İdari irtifak tesisine yönelik olarak yapılan değerlendirmelerden sonra söz konusu işlemlerle ilgili olarak yaşanan sorunların tespitine yardımcı olmak için seçilmiş yargı kararları da bu kısımda incelenmiştir. Seçilmiş yargı kararlarından bazıları aşağıda örnek olarak verilmiştir:

a) Anayasa Mahkemesi’nin E:1969/70, K:1970/19 sayılı kararında Manisa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından davacıların maliki taşınmaz mala PTT İşletmesi telefon direği dikmek ve telefon hattı geçirmek suretiyle müdahalede bulunulduğu belirtilmiş, davacı PTT İşletmesi 406 Sayılı Kanunun 14’üncü maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak davalıların arazisinden telefon tesisatı geçirildiği ve araziye herhangi bir zarar verilmediği savunulmuştur. Davacılar da bu maddenin Anayasanın 38’inci maddesine aykırı olduğu iddia edilmiştir. İlgili Mahkeme bakılmakta olan davada uygulanması gereken 4.2.1340 günlü ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 14’üncü maddesinin Anayasa’nın 38’inci maddesine aykırılığı davacı tarafça öne sürülmüştü. İlgili mahkeme bu iddianın mülkiyet hakkını engellediği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.

Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkı ile ilgili kararlarında bu hakkı, kamu yararı kapsamında değerlendirmiş ve Anayasanın 36’ncı maddesinde yer alan hükümlerin anlamına uygun olarak kamu yararının üstünlüğü ilkesi kapsamında değerlendirmiştir.

406 Sayılı Kanunun itiraz konusu 14’üncü maddesi, mülkiyet hakkının bir kısmına sınırlamaktadır. Burada telgraf ve telefon gibi kamuyu ilgilendiren bir haberleşme tesisinin gerçekleştirilmesi amaç edinildiğinden, mülkiyet hakkına konulan kayıtlamanın kamu yararı kapsamında olduğu ve sınırlandırmanın mülkiyet hakkına müdahale olarak düşünülmemiştir. Bu nedenlerle “itiraz konusu Anayasanın 36’ncı maddesinin ikinci fıkrasında yer alan hükmün hem sözüne hem de özüne uygun düşmektedir” denilmektedir.

Yargı kararlarının uygulamada birçok sonucu da olması beklenmektedir. Bu kanun maddesinin incelenmesinden açıkça anlaşıldığı üzere PTT işletmesi arazi ve deyiminin kapsamına giren taşınmazın içinde, emlak ve müessesat deyiminin kapsamına giren taşınmazın dışında ve malikin kullanma ve yararlanma haklarına engel olmayacak biçimde tesisat yapılabilecektir. İşletmece, emlak ve müessesatın içinde tesisat yapılması ya da yapılan tesisat ile malikin kullanma ve yararlanma haklarının engellenmesi hallerinde ise malikin yargı yerlerine başvurabileceğinde kuşku yoktur.

Bundan dolayı Anayasa Mahkemesi 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 14’üncü maddesini Anayasanın 38’inci maddesine aykırı olmadığını belirterek davayı ret etmiştir. Karardan da anlaşılacağı üzere Anayasa mahkemesi bu maddenin kamu yararı kapsamında idari irtifak bakımından değerlendirerek kanunlara aykırı olmadığına karar vermiştir.

b) Anayasa Mahkemesi’nin E:2015/2, K:2016/19, T: 16.03.2016 tarihli kararında; Nizip 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin açtığı davalıların mülkiyetinde olan taşınmaz üzerinde davacı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) tarafından daimi irtifak hakkı tesis edilerek irtifak hakkı bedelinin tespiti edilmesi, taşınmazın DSİ adına tapuya tescil edilmesi istenmiştir. Daimi irtifak hakkı tesisi kurulması için DSİ tarafından açılan davada, itiraz konusu 4.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının, Anayasa’nın 35’inci maddesine aykırılığı ileri sürülerek iptaline istemi için açılan davanın karar açıklamasında, Anayasa Mahkemesi ise kararında “Kanun ile mülkiyet hakkına getirilen düzenleme, dayanağını Anayasadan almaktadır. Öyle ki Anayasal bir hak olan bu güvence, yine anayasal normlarına uygun olmak koşuluyla idarenin düzenleme yetkisine bırakılmaktadır. Anayasa’nın 46’ncı maddesinde ifade olunan kamulaştırma bu niteliği dolayısıyla mülkiyet hakkının özel bir görünümü şeklindedir. Anılan madde, doğrudan doğruya, kamu yararının kapsamında, bedelleri ödenmek kaydıyla, özel hukuk kişisinin mülkiyetinde olan taşınmaz malların tamamı veya bir kısmı üzerinde, kanunla belirtilen esas ve usullere göre irtifak hakkı kurulması konusunda Devlet ve kamu tüzel kişilerine yetki vermektedir. Bu yönüyle Anayasa’nın 35’inci maddesinde teminat altına alınan mülkiyet hakkına, Anayasa’nın 46’ncı maddesi devlet ve kamu tüzelkişilerine kamu

kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idari irtifaklar kurmaya yetki vermiştir. İtiraz konusu kural da, belirtilen bu yetkinin gereği olup buna uygun olarak düzenlenmiştir.

Bu nedenle Anayasa hükmü gereği düzenlenen kuralın Anayasa’ya aykırılığından söz edilemez” denilmektedir.

c) Anayasa Mahkemesi’nin 22.01.2015 tarihli kararı da idari irtifak konusunda inceleme konusu yapılabilir. Davacı Küçükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla 2013/2511 numaralı başvuru ile murislerine ait taşınmaza üzerine enerji nakil hattı çekilmek suretiyle kamulaştırmasız el atılması nedeniyle açtıkları tazminat davasında Yargıtay’ın bozma kararı doğrultusunda bedelin düşük belirlendiğini, Anayasa’nın 46’ncı maddesinde yer alan faiz yerine yasal faiz uygulandığını, davanın makul süreyi aşarak 9 yıla yakın bir zamanda sonuçlandığını belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

Davacılar murisine ait Kartal ilçesi, Samandıra mahallesi 1686 parsel sayılı 11.800 m² alanlı taşınmaz üzerinde kamulaştırma yapılmaksızın 1966 ve 1968 yıllarında enerji nakil hattı tesis edildiğini belirtilmiştir. Samandıra Belediye Meclisinin 31.10.2003 tarih ve 2003/27 sayılı kararı ile 1/5000 ölçekli nazım imar planı ve 1/1000 ölçekli imar planı ile söz konusu taşınmazın ticari imarlı olarak planlandığı, ancak imar terkleri yapılmadığı belirlenmiştir. Davacılar, 15.6.2004 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazlarında meydana gelen değer düşüklüğü karşılığını tazmin talebiyle Kartal 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (idare) aleyhine tazminat davası açmışlardır. Mahkemece bilirkişi eşliğinde taşınmazda keşif yaptırmış olup, bilirkişi raporuyla emsal taşınmaz fiyatları karşılaştırılarak ve imar durumu değerlendirilerek dava tarihine göre 11.800 m² taşınmazın m² birim fiyatı 280,00 TL, toplam değeri 3.304.000,00 TL olarak belirlenmiş, enerji nakil hattı geçişi nedeniyle taşınmazın 4.465 m²’lik kısmında irtifak hakkı tesis edilmesi gerektiği ve bu durumun taşınmazın imar durumuna uygun kullanımını önemli ölçüde engellemekte olduğu gerekçesiyle değer düşüklüğü %30 ve bu değere göre karşılığı 991.200,00 TL olarak belirlenmiştir. Raporda Yargıtay içtihatları gereği taşınmaza el atıldığı tarihteki niteliği itibariyle dava tarihindeki değerinin belirlendiği, taşınmazın 1/1000 ölçekli imar planı içinde olmasına rağmen imar parseli olmayıp, kadastral parseli oluşunun dikkate alındığı belirtilmiştir.

Mahkeme, E:2004/496, K:2004/624, T: 8.11.2004 tarihli kararı ile 2942 Sayılı Kanunun geçici 6’ncı maddesinde 20 yıllık hak düşürücü süre bulunsa da Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu maddeyi iptal etmesi nedeniyle hak düşürücü süreyi dikkate almamıştır. Ancak bilirkişi raporu doğrultusunda 991.200,00 TL’nin davacılara ödenmesine ve taşınmaz üzerinde idare lehine 4.465 m² irtifak hakkı kurulmasına karar vermiştir. İdarenin temyiz taleplerini inceleyen Yargıtay 5’inci Hukuk Dairesi, E:2005/5463, K:2005/10172, T: 3.10.2005 tarihli kararı ile Anayasa Mahkemesinin E:2002/112, K:2003/33, T: 10.4.2003 tarihli kararı ile Kamulaştırma Kanunu’nun 38’inci maddesinin, “Kamulaştırma yapılmış, ancak işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırma hiç yapılmamış iken kamu hizmetine ayrılarak veya kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmaz malın malik, zilyed veya mirasçılarının bu taşınmaz mal ile ilgili her türlü dava hakkı yirmi yıl geçmekle düşer. Bu süre taşınmaz mala el koyma tarihinden başlar” hükmünü iptal ettiği, ancak iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği gerekçesiyle idarenin talebini kabul ederek Mahkemenin kararını bozmuştur. Bu süreçte 18.6.2010 tarih ve 5999 Sayılı Kanun ile 2942 Sayılı Kanunda değişiklik yapıldığı Mahkeme tarafından dikkate alınmıştır.

Davacıların karar düzeltme talebini inceleyen Yargıtay 5’inci Hukuk Dairesi, bu defa E:2006/513, K:2010/14171, T: 12.7.2010 tarihli kararı ile 5999 Sayılı Kanun ile 2942 Sayılı Kanuna eklenen geçici 6’ncı maddeyi gerekçe göstererek bu talebi kabul etmiş ve yeni düzenlemeye göre işlem yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği farklı gerekçesiyle ilk derece mahkeme kararını bozmuştur. İlk derece mahkemesi davayı tekrar ele alarak kabul etmiş ve E:2010/599, K:2011/6, T: 19.1.2011 tarihli kararı ile yine 991.200,00 TL’nin başvuruculara ödenmesine karar vermiştir. Bu kararın da temyizi üzerine idarenin temyiz taleplerini inceleyen Yargıtay Beşinci Hukuk Dairesi, bu defa E:2011/8914, K:2011/14141, T: 19.9.2011 tarihli kararı ile taşınmazın geometrik durumu, yüzölçümü, henüz parsellenmemiş arsa niteliğinde olması ve enerji nakil hattının güzergahı dikkate alınarak irtifak hakkı nedeniyle değer düşüklüğü karşılığının taşınmazın tüm değerinin yüzde 20’sini geçemeyeceği gözetilmeden yüksek oranda değer düşüklüğü tespiti yapan rapora göre hüküm kurulmasının doğru görülmediği gerekçesiyle mahkemenin kararını bozmuştur. Mahkeme Yargıtay bozma

fiyatı önceki rapordaki gibi 280,00 TL belirlenmiş, ancak Yargıtay’ın bozma kararı doğrultusunda taşınmazın üzerinden geçen enerji nakil hattı nedeniyle taşınmazın değer kaybının yüzde 20 olarak kabul edildiği ifade edilmiştir. Mahkeme Yargıtay’ın bozma kararına uyarak ve yeni bilirkişi raporunu esas alarak E:2011/674, K:2012/275, T:

17.5.2012 tarihli kararı ile yine davanın kabulüne ve bu defa yüzde 20 değer kaybı karşılığı olarak 660.800,00 TL’nin başvuruculara ödenmesine karar vermiştir. İdarenin temyiz taleplerini inceleyen Yargıtay 5’inci Hukuk Dairesi, E:2012/19187, K:2012/26803, T: 17.12.2012 tarihli kararı ile Mahkemenin kararını onamıştır. Anayasa Mahkemesi bu davayı 4.11.1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “İrtifak Hakkı Kurulması” başlıklı 4’üncü maddesi ile 2942 Sayılı Kanunun 8’inci maddesinin ikinci fıkrası ve 11’inci maddesi kapsamında değerlendirmiştir. Kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesisinde, bu kamulaştırma sebebiyle taşınmaz mal veya kaynakta meydana gelecek kıymet düşüklüğü gerekçeleriyle belirterek, bu kıymet düşüklüğünü kamulaştırma bedeli olarak belirler.

Anayasa Mahkemesi kararı 2942 Sayılı Kanuna 18.6.2010 tarih ve 5999 Sayılı Kanun ile ilave edilen geçici 6’ncı maddenin 24.5.2013 tarih ve 6487 Sayılı Kanunun 21’inci maddesiyle değişmeden önceki birinci, ikinci ve altıncı fıkraları kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9.10.1956 tarihi ile 4.11.1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen ve yahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, malik tarafından ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi gerektiğini belirtir.

Anayasa Mahkemesi davayı uluslararası hukuk boyutunda değerlendirerek, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek (1) Numaralı Protokol’ün “Mülkiyetin Korunması”

kenar başlıklı 1’inci maddesine atıfta bulunmuştur. Bu madde ise “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir”

demektedir.

Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın 35’inci maddesine göre kişilerin mülkiyet hakları ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği sınırlandırılabilir.

Anayasanın 46’ncı maddesine göre ise özel mülkiyette bulunan taşınmazlar, kamu yararı gereği karşılıkları peşin ödenmek suretiyle kamulaştırılabilir veya bunlar üzerinde idari irtifak hakkı kurulabilir. Anayasa’nın 13’üncü maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları veya mülkiyet haklarını kullanmalarının sınırlandırılması halinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan veya mülkünü kullanması engellenen bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmediğini belirtmiştir.

Anayasa’nın 46’ncı maddesinde öngörülen ve temel öğesinin kamu yararı olduğu kabul edilen kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının, malikin rızası olmaksızın, kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla devlet tarafından sona erdirilmesidir. Kamulaştırmayı düzenleyen 46’ncı maddenin birinci fıkrasında, “Devlet ve kamu tüzelkişileri, kamu yararının gerektirdiği hallerde, karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idari irtifaklar kurmaya yetkilidir” denilmektedir. Kamu yararı bulunması, kamulaştırma kararının yasada gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal öğeleridir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 35’inci maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek (1) Numaralı Protokol’ün 1’inci maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. Her iki düzenleme de üç kural ihtiva etmektedir. Düzenlemelerin ilk cümleleri herkese mülkiyet hakkını tanımakta, ikinci cümleleri ise kişilere ait mülkiyet hakkının hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini ya da kişilerin mülkünden yoksun bırakılabileceğini hüküm altına alındığını belirtmiştir.

Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi kararında, idarenin yaptığı işlemi Anayasa’nın 35’inci maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.

ç) Bir başka Anayasa Mahkemesi kararında ise davacı tarafından 2014/18103 numaralı başvurusu ile Anayasa Mahkemesinin 26.10.2017 kararı bu konuda idari irtifak kararlarının mülkiyete bedel yönünden etkisini için örnek oluşturmaktadır. Davanın konusu Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi tarafından Ankara ili Polatlı ilçesi Tatlıkuyu köyünde kain 354 parsel numaralı 66.500 m² büyüklüğündeki taşınmazının 5.584,09 m²1ik kısmı üzerinden yüksek gerilim hattının geçirilmesi amacıyla idari irtifak kurulması kararı alınmıştır. Taraflar arasında uzlaşma sağlanmaması üzerine idare tarafından 09.04.2010 tarihinde bedel tespiti davası açılmıştır. Bilirkişi tarafından düzenlenen raporda, idari irtifak nedeniyle II. sınıf sulu tarım arazisi olan taşınmazın değerinde yüzde 1,7 oranında azalma meydana geleceği belirtilmiştir. Bilirkişi tarafından taşınmazda buğday ve bostan üretimi yapıldığı varsayımıyla ve % 4 kapitalizasyon oranı uygulanmak suretiyle net gelir yöntemiyle taşınmazın çıplak m² değeri 13 TL olarak saptanmıştır. Raporda ayrıca taşınmazın değerini etkileyen objektif nedenler de dikkate alınmıştır. Buna göre taşınmazın kuş uçuşu Polatlı ilçe merkezine 14,7 km, Tatlıkuyu köy merkezine 2,1 km, hızlı tren yoluna 3,6 km ve Ankara-Polatlı karayoluna 10,7 km uzaklıkta olmasının taşınmazın değerini yüzde 30 oranında artırdığı kabul edilmiştir. Bu doğrultuda taşınmazın çıplak m² değeri yüzde 30 oranında artırılmış ve sonuçta taşınmazın net çıplak birim değeri 16,90 TL olarak belirlenmiştir.

Bu fiyat üzerinden yapılan hesaplamaya göre idari irtifak bedeli 19.105,45 TL olarak tespit edilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5’inci Hukuk Dairesi 15.12.2011 tarihli kararıyla tespit edilen metrekare birim fiyatına eklenecek gerçek değer artırıcı unsur oranının yüzde on oranında olacağı düşünülmeden, daha yüksek oranda gerçek değer artış oranını kabul eden bilirkişi raporuna göre fazladan bedele katlanılmasının doğru görülmediği gerekçesiyle kararı bozmuştur. Bozma kararına uyularak yeniden yapılan yargılamada daire kararı doğrultusunda objektif değer artırıcı unsur yüzde 10 olarak kabul edilmek suretiyle yeniden yapılan hesaplama sonucu kamulaştırma bedeli 16.166,15 TL olarak belirlenmiştir. Mahkeme 23.5.2013 tarihli kararıyla bu oran üzerinden tazminata hükmetmiş, daha önce fazladan hükmedilen 2.930,30 TL’nin davacı İdareye iadesine karar vermiştir. Mahkeme kararı dairenin 18.2.2014 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme istemi de 23.9.2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 13.11.2014 tarihinde davacıya tebliğ edilmiştir. Davacı 19.11.2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

Anayasa Mahkemesi bu davayı hem Türk Hukuku, hem de Uluslararası Hukuk çerçevesinde değerlendirmiştir. Türk Hukuku çerçevesinde, 4.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun irtifak hakkı kurulması kenar başlıklı 4’üncü maddesinin birinci fıkrasında “Taşınmaz malın mülkiyetinin kamulaştırılması yerine, amaç için yeterli olduğu takdirde taşınmaz malın belirli kesimi, yüksekliği, derinliği veya kaynak üzerinde kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı kurulabilir. 2942 Sayılı Kanunun 11’inci maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarında ise, “ ... bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın, bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri, esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak Sermaye Piyasası Kurulu tarafından kabul edilen değerleme standartlarına uygun, gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler. Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kar dikkate alınmaz.

Kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesisinde, bu kamulaştırma sebebiyle taşınmaz mal veya kaynakta meydana gelecek kıymet düşüklüğü gerekçeleriyle belirtilir. Bu kıymet düşüklüğü kamulaştırma bedelidir” demektedir.

Anayasa Mahkemesi davayı uluslararası hukuk kapsamında irdelendiğinde ise, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek (1) Numaralı protokolün 1.maddesine atıfta bulunarak,

“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları, hakka halel getirmez” denilmektedir.

Karar açıklama noktasında 19’uncu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM)

bir bölümü üzerinde kamulaştırma yapılmaksızın veya kamu irtifakı tesis edilmeksizin enerji nakil hattı geçirilmiştir. Davacılar tarafından kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında mahkeme bilirkişi görüşüne başvurmuştur. Bilirkişi, taşınmazın bir bölümünün üzerinden enerji nakil hattı geçirilmiş olması dolayısıyla değerinin yüzde 9 oranında azaldığını kabul ederek tazminat hesaplamıştır. Ancak mahkemece, Yargıtay kararlarında kamu irtifakı kurulması nedeniyle taşınmazda oluşacak değer düşüklüğünün taşınmazın toplam değerinin yüzde 2’sini geçemeyeceğinin belirtildiği gerekçe gösterilerek meydana gelen zararın taşınmaz değerinin yüzde 2’siyle sınırlı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Mahkeme bu görüşten yola çıkarak bilirkişi raporundaki tespite rağmen taşınmazın değerinin yüzde 7’sine isabet eden tazminat istemi yönünden davayı reddetmiştir. Söz konusu karar Yargıtay tarafından onanmıştır.

AİHM, bilirkişi raporunda taşınmazda oluşan değer kaybı taşınmazın gerçek değerinin yüzde 9’u olarak tespit edildiği halde mahkemenin Yargıtay içtihadından hareketle zarar miktarını taşınmaz değerinin yüzde 2’si ile sınırlandırdığına işaret ettikten sonra yargı mercilerince bunun gerekçesinin açıklanamadığını vurgulamıştır. AİHM, Yargıtay’ın farklı durumların göz önünde bulundurulmasını dışlayan katı yorumu nedeniyle davacının taşınmaz değerinin yüzde 7’sine tekabül eden zararlarının karşılanamadığını belirtmiş ve bunun da kamu yararı ile bireysel yarar arasındaki adil dengeyi bozduğunu ifade ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.

Anayasa Mahkemesi konunun değerlendirmesinde Anayasa’nın 35’inci maddesini dayanak olarak kabul ederek, herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğunu ancak bu hakların kamu yararı amacıyla ancak kanunla sınırlanabileceğini, mülkiyet hakkının kullanılmasının ise toplum yararına aykırı olamayacağını belirtmiştir. Ayrıca Anayasa’nın 46’ncı maddesinin değerlendirilmesinde ise, “idare kamu yararı kapsamında bedelinin tamamını ödemek şartıyla, özel hukuk kişisinin mülkiyetinde bulunan taşınmazların tamamını veya bir bölümünü kanunlar çerçevesinde bedeli peşin olarak ödenme şartıyla kamulaştırmaya veya idari irtifaklar kurmaya yetkili olduğunu”

belirtmiştir.

Anayasa Mahkemesi, davacının dairenin gerekçesiz olarak mahkeme kararını bozduğuna yönelik şikayetinin özünün kamulaştırma bedelinin miktarına ilişkin olduğu gözetildiğinde başvurunun mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Mahkeme müdahalenin varlığı ve türü somut olayda davacının taşınmazının bir bölümünün üzerinde enerji nakil hattı geçirilmesi amacıyla idari irtifak kurulduğunu belirtmiştir. Anayasa’nın mülkiyet hakkına sınırlama getirilmesi ile ilgili üç önemli kural dikkat çekmektedir. Anayasa’nın 35’inci maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğunu belirtilmek suretiyle taşınmazından her türlü yararlanabileceği söyleyerek, idarenin taşınmazdan yararlanma hakkına ne şekilde müdahale edeceğinin çerçevesi belirtmiştir. Taşınmazdan mahrum bırakma ve mülkiyetin kontrolü mülkiyet hakkına sınırlı da olsa mülkiyet hakkına müdahale biçimi olarak değerlendirmiştir. Mülkten yoksun bırakma şeklinde, mülkün kaybı söz konusu olmaktadır. Mülkiyetin kullanımının kontrolünde ise mülkiyet kaybedilmemekte ancak toplum yararı gözetilerek sınırlandırılmaktadır. Mülkten yararlanma hakkına müdahale ise genel nitelikte bir müdahale türü olup mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin sınırlandırılması ve kontrolü şeklinde olduğu ve beraber değerlendirilmesi gerektiğini söylemektedir. Davacı taşınmazının üstünden enerji nakil hattı geçirilen bölümünün kamulaştırılması söz konusu olmadığından bunun mülkten yoksun bırakma kapsamında değerlendirilemeyeceği açıktır. İlgili imar mevzuatı gereğince taşınmazın enerji nakil hattının altında kalan bölümünde inşaat yapılması imkanının ortadan kalktığı gözetilerek bu müdahalenin mülkiyetin kontrolü çerçevesinde incelenmesi gerektiği düşünülebilir. Bununla birlikte buradaki müdahale; taşınmazın kullanım şeklini düzenleyen, diğer bir ifadeyle inşaat yasağı öngören ilgili imar mevzuatının doğrudan uygulanması sonucu gerçekleşmemiştir. Müdahale, taşınmazın üzerinden enerji nakil hattı geçirilmesinden kaynaklanmış olup inşaat yasağı, bu müdahalenin dolaylı bir sonucudur. Dolayısıyla somut olaydaki müdahalenin genel kural olan mülkten barışçıl yararlanma kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.

Anayasa Mahkemesi müdahalenin ihlal oluşturup oluşturmadığı da yine Anayasa’nın 13’üncü maddesi ile değerlendirir. Kamu yararı kapsamında temel hak ve özgürlükler, özlerine dokunulmadan yalnızca Anayasanın konu ile ilgili maddelerinde belirtilen

Bu kısıtlamalar, Anayasanın özüne aykırı olamaz. İlgili madde gereğince temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine dolayısıyla mülkiyetin özüne yönelik müdahalenin Anayasa’ya uygun düşebilmesi için her türlü sınırlandırmaların kanunlara dayanması, kamu yararı amacı taşıması gerektiği belirtilmiştir.

İdari irtifak kurulmasının usul ve esasları 2942 Sayılı Kanunda düzenlenmiştir. Somut olayda davacının taşınmazının bir bölümünün üzerinde enerji nakil hattı geçirilmesi amacıyla idari irtifak kurulduğu ve idari irtifak kurulması sürecinin 2942 Sayılı Kanuna göre tamamlandığı anlaşılmıştır. Bu durumda mülkiyet hakkına müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır. Somut olayda davacının taşınmazı üzerinde idari irtifak kurulmasının amacı taşınmazın üzerinden enerji nakil hattı geçirilmesidir.

Enerji nakil hattı inşasında kamu yararı bulunduğu hususunda duraksama söz konusu değildir. İdari irtifak kurulmak suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde, hedeflenen kamu yararı ile taşınmaz malikin yararı arasında gözetilmesi gereken adil denge ancak malike tazminat ödenmek suretiyle sağlanabilir. Diğer bir ifadeyle idari irtifak kurulmak suretiyle mülkiyet hakkına müdahalede bulunulan durumlarda malike tazminat ödenmesi, müdahaleyle malike yüklenen aşın külfetin telafi edilmesini temin eden temel bir araçtır. Anayasa’nın 46’ncı maddesinin birinci fıkrasında, gerek kamulaştırmada gerekse idari irtifak kurulmasında taşınmazın gerçek karşılığının ödeneceği ifade edilmiştir. İdari irtifak kurulan hallerde gerçek karşılık, idari irtifak kurulması nedeniyle taşınmazın değerinde meydana gelen azalmayı karşılayan tutardır.

Bu itibarla idari irtifak kurulması nedeniyle taşınmazın değerinde meydana gelen azalmayı karşılayacak düzeyde bir tazminatın ödenmediği durumlarda somut olayın koşulları da gözetilerek müdahalenin orantılı olmadığı sonucuna ulaşılabilir. Sürekli bir sirkülasyon (alım-satım) bulunmayan ve satışa konu olan malların değişik nitelikte olduğu emlak piyasasında, her taşınmazın farklı bir bedeli olduğu ve herkes tarafından tek bir fiyatının olmadığı da bilinmelidir. Anayasa’nın koruması altında bulunan mülkiyet hakkı açısından önemli olan kamulaştırılan veya üzerinde irtifak hakkı kurulan taşınmazın gerçek değerinin 2942 Sayılı Kanuna göre belirlenmesi, irtifak hakkı kurulan taşınmazda meydana gelen değer düşüklüğü karşılığının objektif kriterlere göre tespit edilmesi ve ulaşılmak istenen kamu yararı ile orantılı bir bedelin davacılara ödenmesidir.

Benzer Belgeler