• Sonuç bulunamadı

İBRÂHÎM GÜLŞENÎ (ö 940 / 1533)

I. BÖLÜM

2. İBRÂHÎM GÜLŞENÎ (ö 940 / 1533)

4. Hayâlî-i Gülşenî (ö.977/1569) 5. Hâletî-i Gülşenî (ö.989/1581) 6. Safvetî-i Gülşenî (ö.1005/1596)

3. Bu şairlerin dışında Humârî (ö.1000/1591)’nin de dîvânının bulunduğu söylenmekte olup söz konusu şairin dîvânına şu ana kadar ulaşılamamıştır.

4. Bu yüzyılda yaşamış olup bir Dîvânçe oluşturmuş şair, sadece Şühûdî (‘Acem- zâde) (ö. 980 / 1572) ‘dir.

5. Bu yüzyıl; tarikatlerin en yoğun faaliyet gösterdiği yüzyıl olması hasebiyle tasavvuf ağırlıklı Dîvân şairlerin yaşadığı yüzyıl olmuştur. Yüzyılın Diyarbakır’ının rağbet edilen bir numaralı tarîkati Gülşenîlik Tarikati, bir numaralı şairi de İbrâhîm Gülşenî olmuştur.

6. İbrâhim Gülşenî’nin, te’sîs ettiği Gülşenîlik Tarîkati’ni Osmanlı coğrafyasında yaymakla görevli 23 tane mürîdinin, halîfesinin bulunması ve Gülşenî sıfatını mahlaslarına ek yapan Hayâlî-i Gülşenî, Hâletî-i Gülşenî ve Safvetî-i Gülşenî adlarında üç tane şeyh şairin bulunması bu yüzyıldaki Gülşenî Tarîkati’nin Diyarbakır’daki etkisini göstermesi açısından önemlidir.

7. Halvetîlik Tarîkati Âmidî’yle, Kalenderîlik Tarîkati Bi‘atî (Bey‘atî)’yle etkisini Diyarbakır’da göstermeye çalışmıştır.

8. Şiirde dînî, ahlakî, tasavvufî, aşkî konular işlenmiş, şiir dili ağır ve ağdalı bir dilin yanı sıra çok sade bir özelliği de bünyesinde barındırmıştır.

9. Yüzyılın Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere 3 dilde Dîvân oluşturanı Mevlana’nın Mesnevî’sinden sonraki tasavvufî mesnevîlerin en mühimi olan Ma‘nevî’yi de yazan İbrâhim Gülşenî’dir.

57

sonraki en önemli şairlerindendir. Firdevsî’nin meşhur Şehnâme’sini manzûm olarak tercüme edip Memluklü sultanı Gavri’ye takdîm eden Şerîfî de yüzyılın önemli şairlerinden bir başkasıdır.

11. Şairlerimizin şair kimlikleri dışında sahip oldukları meslekler şu şekilde tespit edilmiştir: İbrâhim Gülşenî, Hayâlî-i Gülşenî, Hâletî-i Gülşenî ve Safvetî-i Gülşenî âlim, müderris, Gülşenî şeyhi, mutasavvıf ve mürşiddirler. Cemîlî âlim kişiliğiyle ön plana çıkmış, Âmidî, Halvetiye şeyhi, Bi‘atî (Bey‘atî) de Baba Ali Kazvinî’nin mürîdi olmuştur. Yüzyılın kardeş olan 3 dîvan şairi Ahmed Paşa, Dervîş Paşa ve Mehmed Paşa, babaları İskender Paşa gibi devlet adamıdırlar. Mesîhî hattâtlığın yanı sıra tüccarlık da yapmıştır. Halîfe, dânişmendlik; Şühûdî (‘Acemzâde) ise dânişmendlik sonrası kâdılık görevlerinde de bulunmuştur. Ülfetî ise musîkişinâs ve tarihçidir.

12. Bazı kaynaklar, gerek bu yüzyılda gerekse diğer yüzyıllarda yaşayıp Diyarbakırlı olarak bellenmiş bazı şairlerin aslında Diyarbakırlı olmadıklarını, bunların sonradan Diyarbakır’ı vatan edindiklerini yazmaktadırlar. 16.yy. şairleri olarak bellenen şairlerden İbrahim Gülşenî’nin aslen Azerbaycanlı, Cemîlî’nin aslen Türkistanlı, Hayâlî-i Gülşenî’nin aslen Tebrîzli, Şâhî’nin aslen İranlı, Sünnî’nin de aslen Semendireli olup sonradan Diyarbakır’a gelip yerleştikleri ve ömürlerinin büyük bir kısmını burada geçirdiklerinden Diyarbakırlı olarak bellendikleri, kaynaklarda bu meyanda, bu yüzyılla ilgili geçen bilgilerdendir.

13. İbrâhim Gülşenî, Cemîlî ve Hayâlî-i Gülşenî, Diyarbakır’ın Akkoyunlu egemenliğinde olduğu bir zaman dilimini de idrâk ettiklerinden Akkoyunlu ve Osmanlı tebaası olmak üzere iki devletin tebaasın olmuş şairlerdir. Şâhî de hâkezâ Şah İsmâ‘îl önderliğindeki Safevîlerin egemen olduğu İran’la, Sultan Selîm zamanındaki Osmanlı’nın Diyarbakır’ını idrak eden bir şair olarak iki ayrı devletin egemenliginde yaşamış şairlerdendir.

14. Yüzyılın Ermenî asıllı Diyarbakırlı Dîvân şairi Mesîhî’dir.

15. Şâhî, saz şairliği dîvân şairliğine ağır basan ve bilinen en eski Diyarbakırlı saz şairidir.

16. Yüzyılın, hayatı hakkında bilinenlerin en az olduğu, en silik şairi; Hubân’dır. Hubân’ın ölüm yılı bile tespit edilememiştir.

II. BÖLÜM

17. YÜZYIL DÎVÂN ŞÂ‘İRLERİ

1) ŞÖHRETÎ (ö. 1014 / 1605)

16. yy.’ın ikinci yarısında yetişmiş Diyarbakırlı şairlerdendir. Asıl adı Haydar Çelebî olan şair, memleketinde tahsilini tamamladıktan sonra çeşitli memuriyetlerde bulunmuştur. En son Şâm-ı Şerîf Tımâr Defterdârlığı görevini üstlenmiş olan şair, görevinin devam ettiği bir zaman diliminde 1014/1605 yılında vefat etmiştir. 1

Kaynaklarda, Türkçe bir “Dîvân”ının varlığından bahsedilen şair,2 daha çok hiciv ve hezle3 yatkın olan tabiatı ve bu tabiatının neticesi olan hicviyeleriyle tanınmıştır.4

Heccâv (yergici) şairlerin neredeyse ortak bir özelliği olan, şiirlerde müstehcen kelime kullanma özelliği kendisinde de bulunan şairin, elimizde üç tane beyti 5 bulunmaktadır.

BEYİTLER -1-

Çemende ben geçerken mübtelâ ol serv-i âzâde Revâ mı lâle vü sünbül çıka bir yerden üftâde

-2-

Meğer gördü meleklerden biri cânâne resminde Ki yazdı kâtib-i kudret bizi dîvâne resminde

1 Seyyid Rızâ Zehrimâr-zâde, Rızâ Tezkiresi, (Neşreden: M. Sadık ERDAĞI), Türk Dili ve Edebiyatı

Kitapları, Ankara-2002, s.56; EŞÂ, s. 32;Hediyyetü’l -‘ârifîn, c.1, s.341; Sicill-i ‘Osmânî, c.5, s.1602; TGDEİS, s.489-90; DFSA, c.1, s.110

2 Hediyyetü’l- ârifîn, c.1, s.341 3

Hezl: Ciddi olmayan söz. Saçma, uydurma, yalan konuşmak. Meşhur bir manzûmeye latîfe tarzında nazım yapmak, bu tarzda yapılan nazım. (Bkz: Osm-Türkçe Ans. Büyük Lügat, s.369)

4 Rızâ Tezkiresi, s. 56; Sicill-i ‘Osmânî, c.5, s.1602; TGDEİS, s.489-90 5 Rızâ Tezkiresi, s. 56; EŞÂ, s. 32; DFSA, c.1, s.110

59

Dûd-i âhumdır başımda ŞÖHRETÎ pür-siyeh Ol sebebden peyk-i ‘ışk olmağla buldum şöhreti

2) TUFEYLÎ (ö. 1020 / 1611)

‘Ahdî Tezkiresi’nde ismi geçen Diyarbakırlı şairlerimizden olan6

Tufeylî’nin ismi ve şöhreti Molla Alî’dir.7 Zamanın tanınmış ilim adamlarından ders almış, 1000/1592 yılında Bağdat Beylerbeyi Hızır Paşa ile birlikte Bağdat’a gitmiş orada bir müddet kalarak Iraklı edip ve şairlerle sohbet ve müşâ‘arede (karşılıklı şiirleşme) bulunmuştur. Daha sonra memleketine dönen şair 1020/1611 tarihinde vefat etmiştir.8 Aşağıdaki gazel kendisine aittir:

GAZEL

Gülden kadem getürdün eyâ mîr-i kâmrân Derd ehli buldu, yümn-i küdûmünle tâze cân Haylî şükûfe göz diküp olmuştu muntazır Tâ bâd-ı hoş nesîmün aça gözlerin revân Gündüz yolunda berakan olmışdi âftâb Şeb tâ seher meh idi tapun üzre sâye-bân Ta‘lîk içün cenâbuna bu çerh-i lâciverd Bir kıt‘a oldı hâşiye encümle zer-feşân Gel kıt‘a eyle yolunda vücûdunu

Şâyed TUFEYLÎ seyr idesün tuhfe râyegân 9

6

TGDEİS, s.507

7 DFSA, c.1, s.110

8 EŞÂ, s. 38;DFSA, c.1, s.110; TGDEİS, s.507 9 EŞÂ, s. 38;DFSA, c.1, s.111

60 3) HASAN GÜLŞENÎ (ö. 1024 / 1615) Hakkında söylenen;

“Rûşenî vü Gülşenî, Ahmed, Alî, Seyyid Hasen Birbirinden bunları fark itme ey dervîş sen 10 ”

beytinden Gülşenîyye tarikatinin 5. mürşidi olduğu anlaşılan Şeyh Hasan Gülşenî, İbrâhîm Gülşenî’nin torunu, Hayâlî-i Gülşenî’nin oğlu, Safvetî-i Gülşenî’nin üvey kardeşi11

ve Hâletî-i Gülşenî’nin de amcası olarak 960/1552 yılında Diyarbakır’da doğdu. Babasından, Menâkıb-ı İbrâhîm Gülşenî adlı eserin müellifi olan eniştesi Şeyh Mühyî-i Gülşenî’den12

vesair ulemadan ders alan Şeyh Hasan, kardeşi Şeyh Alî Safvetî (Safvetî-i Gülşenî)’nin 1005/ 596 tarihinde vefatı üzerine yerine şeyh oldu.13

Gülşenîyye Tarîkati’nin önemli isimlerinden olan Şeyh Muhyî-i Gülşenî’nin hakkında yazdığı;

“Ey gönül gördükde dirsin bî-tereddüd ânı sen Nûr-ı Hak’dır halk içinde vech-i pâk-i Şeyh Hasen Kutb-ı ‘âlem mürşid-i halk-ı cihândur ol velî Âsitânında anınçün def‘olur cümle hüzen ”14

kıt‘asından ve hakkında diğer tarikat mensuplarınca yazılmış beyitlerden15 Gülşenîyye Tarikatı mensupları arasında mümtâz bir yeri olduğu anlaşılan şair, Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde şiir yazmış ve her üç dildeki şiirlerinde mahlas kullanmamış, ismini kullanmıştır.

Gülşenîyye Tarikati’nde mümtaz bir yere ve üç dilde şiir yazabilecek bir kabiliyete sahip olmasına rağmen Anadolu’da yazılmış genel tezkirelerin hiç birinde

10 TŞÂ, c.1, s.217; DFSA, c.1, s.111 11

Şeyh Hasan Gülşenî, Safvetî-i Gülşenî’nin anne ayrı, baba bir kardeşidir. (Bkz: DFSA, c.1, s.111)

12

Mühyî-i Gülşenî : Asıl adı Muhyiddin Ekmekçi-zâde (ö.1014/1605-06) olan bu zat Edirneli olup Gülşenîyye Tarîkati’nin önemli şeyhlerindendir. Gülşenîyye Tarikati’yle ilgili en önemli kaynak eserlerden biri olan “Menâkıb-ı İbrâhîm-i Gülşenî”yi yazmıştır. Safvetî-i Gülşenî’den el alıp ona damat ve halife olmuştur. (Bkz: Sicill-i Osmanî, c.4, s.1104-1105)

13

Sicill-i ‘Osmânî, c.2, s. 622

14 TŞÂ, c.1, s. 218; DFSA, c.1, s.111; 2000’e 5 Kala Diyarbakır, s.209 15 ÖR: “Ruşeni vü Gülşenî, Ahmed, Ali, Seyyid Hasen

61 kendisine aittir.

GAZEL

Âsümân-i ma‘nevînün necmi, şemsi, mâhıyım Sûretâ gerçi gedâyım, ‘ışk ehlinün şâhıyım Ma‘rifetten hırkadâr oldum, idündüm ‘ışkı tâc Sofî-i sûret-i nîm, ben sofî-i Allâhîyim

Tayy idüp nasût bahrin gark-ı lâhût olmuşam Bahr-i vahdetdür makâmım anda gizli mâhıyım Kudsiyân-i şeh-per ü bâlim ins ü cinnün rehberi Mazhar-i nûr-i sıfatım zât-ı pâkin râhıyım Arz-i ‘uşşâk ile memlû’ gerçi kim arz u semâ ‘Âşık u ma‘şûk-i ‘ışkum cümlesinin âhıyım ‘Âlem-i suretde gerçi rehberimdür Gülşenî Lîk ma‘nâ ‘alemünde ben anun hem-râhıyım Bahr-i ‘ışka gark olup dir ki HASEN ‘aşıklara Tâlib-i Hakk’ım diyen gelsün yolun âgâhıyım 17 4) GUBÂRÎ (ö. 1034 / 1624-25)

Hat sanatıyla uğraştığından Gubârî18

mahlasını seçtiğini tahmin ettiğimiz şairimizin asıl ismi Seyyid Kâsım’dır. Tatlı dilli bir kişiliğe sahip olmanın yanında âlim de olan şair, bu sıfatın semeresi olarak müderrislik, kazaskerlik ve nakibüleşrâflık19 gibi

16

EŞÂ, s. 17;Bazı kaynaklarda şairin ölüm tarihi 1010/1601-02 olarak geçmektedir. (Bkz: Sicill-i Osmanî, c.2, s.622) Biz daha titiz inceleme yaptığına inandığımız Şevket Beysanoğlu’nun tesbitini esas aldık. (Bkz: DFSA, c.1, s.111)

17 TŞÂ, c.1, s.221; DFSA, c.1, s.111-112 18

Gubârî: Eski harflerle yazılan bir çeşit ince yazı. Bu isim, Arapça’da toz demek olan “ğubâr”dan alınmıştır. Yani toz gibi ince yazıldığı için bu adı almıştır. Eski Türk devletlerinde güvercin postalarıyla gönderilen mektuplar bu yazıyla yazılırdı. (Bkz: Osmanlıca-Türkçe Ansik. Büyük Lugat, s.304)

62

birçok görevde bulunmuş Mekke ve İstanbul pâyelerini20

elde etmiştir. Hat sanatında İstanbul Sultan Ahmed Camiinin celî yazılarını yazacak kadar meşhur, bir pirinç tanesinin üzerine gubârî hatla bir İhlâs-ı Şerîfi, hatta bir gazeli yazıp sığdıracak kadar mahir olan şair, Cemâziyel-âhir 1034 / Mart 1625’te vefat etmiş ve İstanbul Eyüp’te toprağa verilmiştir.21

Aşağıdaki gazel şair tarafından söz konusu pirinç tanesi üzerine yazılmış olan gazel olup devrin sadrazamına hediye edilmiştir.

GAZEL Ey vezîr-i dilîr-i bâ-tedbîr Vey şehir-i münîr-i ‘âlem-gîr Görür ihsânını bu ‘âlemde Gece gündüz nîçe ganî vü fakîr Cûdun olmaz lisân ile takrîr Lutfün olmaz kelâm ile ta‘bîr N’ola olsa GUBÂRÎ’ye nazarın Bu hünerde âna olur mu nazîr Bir pirince bunun gibi gazeli Etdi hatt-i gubâr ile tahrîr 22

Şairimizin bu gazelinden başka elimizde hiçbir manzûmesi bulunmamaktadır.

5) ‘AZÎZ MAHMÛD ÜRMEVÎ (ö. 1048/1638)

‘Azîz Mahmûd ‘Urmevî, nispetinden de anlaşılacağı üzere aslen İran’ın Urumiye vilayetindendir. Koç Baba ya da Koç Ağa şöhretine sahip Seyyid Ahmed adında bir Nakşibendî şeyhinin oğlu olan ‘Urmevî, babasının vefatı üzerine oranın şeyhi olmuştur.23 1009 yılında İran’ın Safevîler tarafından istila edilmesi üzerine, akraba ve

20

Paye: İlmiye sınıfında bir derece ( Bkz: Age, s.804)

21 Kâmûsü’l-a‘lâm, c.5 s. 3256; Sicill-i ‘Osmânî, c.3, s.874; EŞÂ, s. 42; DFSA, c.1, s.112 22EŞÂ, s. 42; DFSA, c.1, s.112

63

tanınmış olup ömrünün yaklaşık kırk senesini Diyarbakır’da geçirmiştir.24

Azizoğlu Tekkesi adındaki zaviyesinin birçok tüccarın, ziyaretçinin, müridin uğrak yeri olması sonucu meşhur olan şeyh, dönemin padişahı Sultan IV. Murâd tarafından günün birinde dünya saltanatına karışabilme ihtimalinden tehlike olarak görülmüş ve 1638’de Bağdat’ın fethi’ni müteakip idam edilerek öldürülmüştür. “Pişvâ-i Tarîkat” ibaresi, ölümü için ölümü için düşülmüş tarihtir. İdam edilme nedenleri arasında şeyhin Mehdîlik düşüncesiyle huruc edebileceği fikri, müritlerinin simya ilmiyle uğraşması, müritlerinden birisinin altın imalatı için devlet tarafından kendisine verilen paraları yemesi ve Bağdat Seferi sonrası Diyarbakır’a uğrayan IV. Murat’ın hanımının şeyhin hanımı tarafından yanına çağrılmasının oluşturduğu protokol krizi huzursuzluğu da gösterilmektedir.25

TMÂ’da şeyhin şöhretiyle ilgili şunlar kayıtlıdır. “…Diyârbekir ahâlîsinin aşağı yukarı tümü Azîz Mahmûd Urmevî ve Gülşenîlere bağlanmışlardır.” “…Diyârbekirde ilk on yıl içinde şöhreti o kadar yayılır ki, mürîdleri Tebrîz’den Erzurum’a, Revân’dan Musul’a, Van’dan Bitlis’e, Diyârbekir’den Urfa’ya kadar geniş bir sahada görülür. O dönemde sayılarının 40.000’e ulaştığı rivayet edilir…”26

Kerîm (cömert), salih, nefesi etkili ve kırâ’at ilmine vakıf olan şeyhin kırâ’at ilmiyle ilgili risaleleri vardır.27 Ali Emîrî, EŞÂ’sında, Urmevî’nin “Güzîde” adında manzum ve mensûr eserlerden oluşan bir eserinin olduğunu ve bu eseri gördüğünü haber vermektedir.28 Kenan Erdoğan Diyarbakır’da yazma halde bulunan Baba Kelamı isimli manzûm eserin Urmevî’ye ait olduğunu tespit ederek tanıtmıştır.29

Kardeşi Ahî Mehmed’in oğlu Resmî (Açıkbaş Mahmud Efendi) ile oğlu İsmail Çelebi ve torunlarından Mustafa Çelebî de Diyârbekirli Nakşibendî şeyh ve şairlerdendirler.30

24 EŞÂ, s. 53

25 Necdet YILMAZ, 17. Yüzyılda Diyarbakır’da Nakşibendiyye, www.Osmanli.org.tr/osmanli tasavvufu-

8-191.html.; (Erişim Tarihi:09.02.2012); M. Şefik KORKUSUZ, TMÂ, s. 91

26

M. Şefik KORKUSUZ, TMÂ, s. 90. Kimi eserlerde şeyhin 80.000’e, 100.000’e yakın müridinin bulunduğu yazılıdır. Bkz : EŞÂ, s. 53;DFSA, c.1, s.140

27 Kâtip Çelebî, Fezleke, c. 2, s. 214 28 EŞÂ, s. 53

29

Kenan Erdoğan, Seyyid Aziz Mahmud Urmevî, Urmevîlik ve Bilinmeyen Bir Eseri : Baba Kelamı, BİR, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi. S. 9 ,İst.-1998, s. 211-225

30 Sicill-i Osmanî, c.3 s.919; TŞÂ c.1 s.380-386; DFSA, c.1, 140-142; 2000’e 5 Kala Diyarbakır, s.209;

64 BEYİTLER

Çün resûl-i Hüdâ buyurdu ne hoş Rûhuna ola bin dürûd u selâm

Kim ki dâmin ola bu on vakfa Ben ana dâminim be-rûz-i kıyâm

Diyem anı ki terceme etdi

Seyyid Mahmûd Urmiyevî hoş-kelâm31

Benzer Belgeler