• Sonuç bulunamadı

Ülkemizde kadınların çalışma hayatı içerisinde katılımlarında yaşanan köklü değişimlerin en önemli nedenleri arasında Balkan Savaşları (1912) ve Birinci Dünya Savaşı (1914) vardır (Cemile ve Türk, 2012: 31). Dünya genelinde de kadınların avukat olarak görev almaları esas itibariyle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmış bir gerçektir. Türkiye’de baroya kayıtlı ilk kadın avukatın kayıt tarihi ise 1936’dır. 1960’lı yıllarda kadın avukat sayısı üyelerin tamamının % 10’unu temsil eder hale gelmiş ve daha çok bu dönemde kadın avukatlar yaygınlaşmıştır (Caporal, 1982: 628). Türkiye’de çalışan kadın sayısının, Batı toplumunda çalışan kadınlara oranla düşük olmakla birlikte, uzman mesleklerdeki bu sayının Batı’dakiyle eş düzeyde olduğu saptanmaktadır (Koçer, 2009: 80).

Böyle olmakla birlikte kadınların erkeklere nazaran daha az kazanması ve daha az düzeyde çalışıyor olmaları durumu, kendini hukuk sahasında da göstermiştir. Hukuk mesleği hiyerarşisinde de üst noktalarda ağırlıklı olarak erkekler yer almaktadır. Avukatlık, hakimlik ve savcılık mesleklerinde de kadınların üst düzey makamlarda kadın varlıklarının son derece sınırlı olduğu bilinmektedir. Kadınlara verilen toplumsal rollerin mesleklerin vermiş olduğu talepleri karşısında sıkıntı çıkarmasından dolayı hukuk

mesleği içerisinde belirli alanlarda görünürlüklerinin az olduğu da bir gerçektir. Türkiye’de zorunlu görevin yanı sıra günün her saatinde ve her türlü yerde soruşturma yapabilmeyi, ifade almayı gerektiren savcılık mesleği kadınlar tarafından oldukça az tercih edilmektedir (Kalem Berk, 2013: 88). Ancak tüm zorluklarına rağmen hukuk alanında pek çok kadın da aktif rol almıştır. Örneğin 1950 senesinde Bilecik Sulh Yargıçlığında Fahrünnisa Erginarslan’ı, Mardin Yargıç Yardımcılığında Seniye Erdem’i, Silifke Yargıç Yardımcılığında Nevvare Özalp’i, Akseki Yargıç Yardımcılığında Refia Yağcıoğlu’nu, Samsun Yargıç Yardımcılığında Emine Nevin Erözenç’i, Trabzon Yargıç Yardımcılığında Meliha Karlıkaya’yı ve Tokat Yargıç Yardımcılığında Nuriye Özar’ı görebilmekteyiz (İlanlar, [1950], T.C. Resmi Gazete, 17 Nisan).

DP’nin iktidara geldiği süreçte Anadolu’nun pek çok yerinde adli makamlarda görev olan kadınlar olmuştur. Örneğin Yargıtay Raportörleri Sabiha Taşçıoğlu ve Rabia Şeref, Ceza İşleri Umul Müdürlüğü Başyardımcısı Reyhan Gökmenoğlu, İstanbul Sulh Yargıcı Ayşe Lütfiye Tanberk, Uşak Sulh Yargıcı Saliha Durusoy, Kırklareli Sulh Yargıcı Nihal Doğu, Suşehri Sorgu Yargıcı Fevziye Özkurt, Hendek Hukuk Yargıcı Samiye Sağnak, Bergama Yargıç Yardımcısı Muazzez Erkorol bu dönemdeki kadın hukukçular arasında yer almaktadırlar (İlanlar, [1950], T.C. Resmî Gazete, 16 Mayıs). Yine bu süreçte görevli bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı Yardımcıları arasında Süreyya Betil, Mebrure Esin, Hayrünnisa Hazar, Mukadder Soysal vardır (İlanlar, [1950],

T.C. Resmi Gazete, 16 Mayıs). 1952’de Erzurum Sorgu Yargıçlığına Hatice Çınar

atanmıştır (Kararlar, [1952], T.C. Resmi Gazete, 6 Şubat).

1952’de görev yapan yargıç yardımcıları arasında Zehra Çanga, Nadide Tercan, Zehra Naciye Kızıltan yer almaktadır (İlanlar, [1952], T.C. Resmi Gazete, 7 Şubat). 1954’te hukuk alanında Belkıs Uysal Kocaeli Sulh Hâkimi, Temyiz Mahkemesi Raportörü Lamia Karkazan (İlanlar, [1954], T.C. Resmî Gazete, 9 Ocak), İstanbul Sulh Hâkimi Muazzez Ercan, Ordu Hâkim Muavini Meliha Yalazan, Isparta Hâkim Muavini Meliha Münire Gürçam, Ankara Hâkim Muavini Güllü Ayhan Toker, Erzurum Sorgu Hâkimi Hatice Çınar ismi karşımıza çıkmaktadır (İlanlar, [1954], T.C. Resmî Gazete, 8 Temmuz). Hukuk alanında sayıları hayli fazla olan kadınlarımızdan 1958’de Temyiz Mahkemesi Raportörü Nuriye Taner Ankara Hakimliğine atanırken Temyiz Mahkemesi Raportörlüğüne Adapazarı Sulh Hâkimi Samime Barış, Diyarbakır Sulh Hâkimi Emine

Nadide Tercan da Araklı Hakimliğine getirilmiştir. Samiye Sağnak İstanbul Sulh Hâkimi olmuş, Eskişehir Sulh Hâkimi Fahriye Genç ise Vezirköprü Sorgu Hakimliğine tayin edilmiştir. Bu sene içinde görev yapan diğer hukukçular arasında Temyiz Mahkemesi Raportörü Sabriye Arıtan, Banaz Hâkimi Nurhan Akısü, Torbalı Ceza Hâkimi Zübeyde Nimet Yeğin de yer almıştır (Kararname, [1958], T.C. Resmî Gazete, 4 Nisan).

Hukukçuların 1950’lerin sonunda aldıkları maaşları ise 1959 yılı üzerinden şöyle gösterilebilir: 1959’da Manisa Ağır ceza Mahkemesi Azası Seniha Fatma Özkan, Üsküdar Sorgu Hâkimi Naciye Kızıltan, Temyiz Mahkemesi Raportörü Neyyire Tuğsavu 80 lira, Ankara Sulh Hâkimi Güllü Ayhan Akçakayalıoğlu 70 lira maaş almaktadırlar. Isparta Ağır Ceza Mahkemesi Azası Meliha Münire Gürçam, Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesi Azası Lemanisar Avgan, İzmir Ağır Ceza Mahkemesi Azası Meliha Yalazan da 70 lira aylıkla çalışmışlardır. Ankara Sulh Hâkimi Handan Ülker Yükseler, Erzurum Sulh Hâkimi Hatice Güney 50 lira maaş alırken Gümüşhane Ağır Ceza Mahkemesi Aza Muavini Ayşe Atifet Özinan’ın aylığı 35 liradır. Avanos C. Müddeiumumi (Savcı) Muavini Aynur Ekren Gündoğ ise 40 lira almaktadır (İlanlar, [1959], T.C. Resmi Gazete, 14 Ocak).

1950’lerin kadın hukukçuları arasında belki de en fazla bilinen isim Süreyya Ağaoğlu’dur. Atatürk’ü yakından tanıma şerefine nail olmuş Türkiye’nin ilk kadın avukatı olan Süreyya Ağaoğlu, Ankara Barosuna 28 ya da 32 sicil numarası ile 12 Kânunuevvel 1927 tarihinde kayıt olmuştur. Azerbaycan’ın Şuşa şehrinde doğan Ağaoğlu’nun babası düşünür, yazar, gazeteci ve siyaset adamı Prof. Dr. Ahmet Ağaoğlu, annesi Sitare Hanım’dır. Milletvekili Tezer Taşkıran’ın (Ağaoğlu), hukukçu Samet Ağaoğlu’nun, elektrik yüksek mühendisi ve iş adamı Abdurrahman Ağaoğlu’nun, doktor Gültekin Ağaoğlu’nun ablasıdır. (Alper ve Yıldırım, 2013: 53-54). Hukuk Fakültesi’nin kız öğrencilere kapalı olduğu 1921 yılında Süreyya Ağaoğlu ve arkadaşları Melahat (Tüzel) Ruacan, Bedia Onar ve Saime fakültenin kız öğrencilere de açılmasını sağlamıştır. Süreyya Ağaoğlu 5 Aralık 1927 senesinde Ankara Barosuna kaydolmuş, 1928’de avukatlık ruhsatını alarak “Türkiye’nin ilk kadın avukatı” unvanıyla mesleğine Ankara Barosunda başlamıştır. 1936’da İstanbul Barosuna kaydını aldıran Ağaoğlu, 1946’da İstanbul Barosunun Uluslararası Barolar Birliği’ne üye olmasını sağlamıştır. 1946-1960 arasında bu birliğin tek kadın üyesi olan Süreyya Ağaoğlu, 1952’de

Milletlerarası Kadın Hukukçular Birliği’ne üye, 1960’ta Kadın Hukukçular Birliğinin BM Cenevre Teşkilatı temsilcisi olmuştur. 1980-1982 arasında Hukukçu Kadınlar Federasyonunun ikinci başkanlığına getirilmiştir. 1950’li yılların başında Alman hukukçu Werner Taschenbreker ile gerçekleştirdiği evliliği 1960’larda sona ermiş, 27 Mayıs’tan sonra kardeşi Samet Ağaoğlu’nun avukatlığını üstlenmiş, Yeni Türkiye Partisi’nin İstanbul İl Başkanı olmuştur. Türk Hukukçu Kadınlar Derneği başta olmak üzere Üniversiteli Kadınlar Derneği, Hür Fikirleri Yayma Derneği, Soroptimistler İstanbul Kulübü, Türk Amerikan Üniversiteliler Derneği’nin oluşumunda ve faaliyetlerinde aktif rol oynayan Süreyya Ağaoğlu, 1948’de Çocuk Dostları Derneği’ni kurmuştur (Alper ve Yıldırım, 2013: 55-57). Ayrıca 10 Temmuz 1952’de İstanbul’da gerçekleştirilen Uluslararası Kadın Hukukçuları Federasyonu toplantısının hazırlıklarını da Ağaoğlu üstlenmiştir. Toplantının tutanağında şu ifadelere yer verilmiştir (CA, [10 Temmuz 1952], Dosya: 30.10.0.0. Yer: 229.542.15):

Programın muvaffakiyetle hazırlanması ve bu güzel şehirde azalarımızın ağırlanması hususunda deruhte ettiği fevkalade hazırlıklar dolayısıyla Bayan (Av.) Süreyya Ağaoğlu’na ve zekaları, anlayışları ve güzellikleriyle fikri çalışmalarımızda büyük yardımları dokunan bütün Türk kadın hukukçulara teşekkür edilmesine karar verilmiştir.

Ankara Barosunun ilk kadın avukatı olan Behice Ağmal ise 30 Kasım 1933 tarihinde 56 sicil numarasıyla baroya kaydolmuştur. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olarak 1933’de avukatlık ruhsatını almıştır. İstanbul Sultanahmet Sulh Hukuk Mahkemesi Zabıt Kâtipliği yapmış, baroya kaydolan ilk avukat olmuştur. İçişleri Bakanlığına memur olarak tayin olması nedeniyle 7 Nisan 1937’de barodaki kaydı silinmiş 4 Ekim 1938’de kaydı tekrar yenilenmiştir. 38 yıldan beri bağlı olduğu Ankara Barosu’ndan ailevi ve sıhhi ve ikamet mecburiyetinde bulunuyor olması hasebiyle talebi doğrultusunda, 19 Ekim 1972 tarihinde barodan adı silinmiştir. (Alper ve Yıldırım, 2013: 54). 1900 Selanik doğumlu Güzide Alpar, 1926 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş ve avukatlık mesleğine İstanbul’da başlamıştır. 29 Aralık 1938 tarihinde baroya kaydolarak Ankara Maliye Vekâletinde müşavir avukat olarak görev yapmıştır. 15 Temmuz 1949-10 Ocak 1958 tarihleri arasında Yenişehir Atatürk Bulvarı No: 221 Safiye Soysal İş Hanı 2. Kat 19 numarada bulunan serbest avukatlık bürosunda görev yapmıştır http://www.ankarabarosu.org.tr/ , [Erişim: 18 Ağustos 2018]).

Ankara Hukuk Fakültesi mezunu olan Şükran Kirişçioğlu Esmerer, 1933-1936 yılları arasında PTT memurluğu, 1936-1938 yılları arasında Ankara Defterdarlığı Muhakemat Müdürlüğü memurluğu, 1938-1941 yıllarında ise Maliye Vekâleti Hukuk Müşavirliği II. Müeyyiz namzetliği gibi görevlerde yer almıştır. 15 Mayıs 1941 tarihinde baroya kaydolmuşsa da 1957’de Devlet Şurası azalığına seçilmesinden ötürü kaydını sildirmiştir. 20 Ekim 1960’da yine baroya kayıt yaptırmıştır. DP Çanakkale milletvekili olan kardeşi Nusret Kirişçioğlu’nun Yassıada’daki duruşmalarında avukatlığını yapmıştır. Türkiye’nin ilk kadın Danıştay üyelerinden biri olan Kirişçioğlu’nun 8 Haziran 1967 tarihinde Yönetim Kurulu kararı ile barodaki kaydı silinmiştir. İstanbul Hukuk fakültesini bitiren Bihterin Berkin, hakimlik stajı yaptıktan sonra Çamlıca Kız Lisesinde Fransızca öğretmenliği de yapmıştır. 1950’li yıllarda Deniz ve Hava Hukuku kürsüsünde olan Prof. Mazhar Nedim Göknil’in asistanı olmuştur (www.hukukcukadınlar.org , [Erişim:5 Ocak 2017]). 1956 yılında Venedik’te yapılmış olan Milletlerarası Kadın Hukukçular Federasyonu toplantısına katılan ilk Türk kadın hukukçu olan Berkin, Federasyona konsey üyesi olarak seçilmiştir. Türkiye’ye döndüğünde Türk Hukukçu Kadınlar Derneği’ni kurma çabasına giren Berkin’in bu çabası 1968 yılında sonuç vermiştir (Koçer, 2009: 74). İstanbul Hukuk Fakültesi’nden 1935 yılında mezun olan Nadire Dinçay Zaim, bir dönem devlet memurluğu da yapmıştır. 1935-1936 yılları arasında İstanbul Mahkemesi Hâkim Namzetliği 1936-1937 yılları arasında Kütahya İcra Memurluğu, 1937-1939’da Kocaeli Hâkim Muavinliği, 1939-1940 yılları arasında Gelibolu Hâkim Muavinliği, 1940-1942 yılları arası Ankara Asliye Mahkemesi Başkatipliği görevlerinde bulunmuştur. 1959 yılında kaza geçirmiş ve görevi bırakmış bunun üzerine yönetim kurulu kararı ile 9 Mart 1961 tarihinde barodan kaydı silinmiştir (www.cumhuriyetarsivi.com, [Erişim:15 Nisan 2018]).

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Nimet Selma Yücel bir dönem devlet memurluğu yapmış; Rize Mahkemesi azalığı görevi de almıştır. 8 Mart 1944 tarihinde Ankara Barosu siciline kaydolan Yücel, hazine avukatı olarak görev yapmış; 1960 yılında İstanbul Barosu’na nakil olmuştur. Nadide Kurtoğlu Miras, 17 Şubat 1937 tarihinde baroya kayıt yaptıran ikinci kadın avukattır. Uzun süre Devlet Karayolları Genel Müdürlüğü’nün müşavir avukatlığı görevini üstlenmiştir. Nadide Kurtoğlu 19 Mayıs 1973 tarihinde vefat etmiştir (http://www.ankarabarosu.org.tr, [Erişim:10 Temmuz

Sicil numarası 5590 olan Nezahat Göreli, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. Sırasıyla yaptığı görevler 1927-1928 yıllarında İstanbul Hukuk Dairesi II. Sınıf kâtipliği, 1928-1929 İstanbul Hukuk Dairesi III. Sınıf kâtipliği, 1929-1930 Ankara Hukuk Mahkemesi Zabıt Kâtipliği, 1930-1936 yılları arasında Ankara Aza Mülazımlığı, 1936-1945’de Ankara Sulh Hâkimliği, 1945-1950 yıllarında Ankara Yargıçlığı, 1951-1954’de Ankara Asliye Hukuk Hâkimliği, 1954-1959 yıllarında Yargıtay Hukuk Dairesi Üyeliği, 1960-1966’da Yargıtay II. Hukuk Dairesi Üyeliği, 1967-1970 yıllarında Yargıtay III. Hukuk Dairesi Üyeliği görevlerinde yer almıştır. 1954 yılında Helsinki Milletlerarası Kadın Hukukçular Kongresi’nde Türkiye’yi temsil etmiş ve 13 Temmuz 1970 tarihinde yaş haddinden dolayı emekliye ayrılmıştır. Türk Hukukçu Kadınlar Derneği’nin kurucu üyesi olan Malike Bayülken, on beş sene serbest avukatlık yapmış ve daha sonra mesleki hayatına noter olarak devam etmiştir. 1960’ta Eyüp Noteri olmuş, Türk Hukukçu Kadınlar Derneğinin I. Dönem Genel Sekreterliği, 1984-1986 yılları arasında ise Türk Hukukçu Kadınlar Derneğinin 9. Dönem Başkanlığını da yapmıştır Bir diğer isim olan Fatma Beyhan Nil Tipi’dir. İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu olan Nil Tipi avukatlık ve hakimlik görevlerinde bulunmuştur (http://www.ankarabarosu.org.tr, [Erişim: 8 Mart 2018]).

Bir diğer hukukçu isim de Hukuk Müşaviri Mevhibe Akyollu’dur. Resmi Gazetede yer alan haberde Mevhibe Akyollu’nun ne kadar ücretle atandığı ortaya koyulmaktadır (Kararnameler, [1959], T.C. Resmi Gazete, 6 Ocak):

İstanbul Sanayi Bölge Müdürlüğünde çalıştırılmak üzere üst dereceden (Yüz yirmi beş) lira aylıkla, (Yetmiş) lira aylıklı 4 üncü Hukuk Müşaviri Mevhibe Akyollu’nun Küçük Sanatlar Dairesi Reisliğinde açık bulunanı (Seksen) lira aylıklı Uzmanlığa, Terfian tayinleri tensip edilmiştir.

1957 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Füruzan İkincioğulları ise 1977’de Danıştay üyesi olmuş, 1994’te Danıştay başkanlığına seçilmiş ve bu göreve getirilen ilk kadın hukukçu olmuştur (Bütün, 2012: 80). Bu dönemin kadın hakimlerinden biri de Sabriye Arıtan’dır. Celal Bayar’ın tahliyesine müteakip Yüksek Adalet Divanı ile ilgili olarak söylediği sözlerde Ankara savcılığında suç unsuru görülmüş ve Sulh Ceza Mahkemesine gıyabi tevkifi istenmiştir. Ancak Sulh Ceza Mahkemesi Hâkimi Ali Mazhar sorgunun yapılmamış olması gerekçesiyle savcılığın talebini kabul görmemiş, bunun üzerine Asliye Ceza Mahkemesine yapılan itiraz ile yine

aynı gerekçeyle dinlenmeyen şahitlerin bulunması ve Bayar’ın ikametgâhının belli olduğu ileri sürülerek reddedilmiştir. Bunlara benzer bir olay ise Adalet Partisi Genel Merkezinin aranması ile ilgili ortaya çıkmış, Sulh Ceza Mahkemesi Nöbetçi Hâkimi Sabriye Arıtan arama kararını vermemiştir (Akis, 11 Nisan 1963: 10).

Hukuk alanında diğer isimler ise Danıştay’ın ilk kadın Üyeleri Nezahat Martı ve Şükran Esmerer (1957), ilk Türk kadın Yargıtay üyesi olan Melahat Ruacan (1954), ilk kadın Sayıştay üyesi Fahrünnisa Yetmen, ilk Türk kadın savcıları Işıl Tüzünkan Koçhisaroğlu ve N. Meliha Sanu, ilk kadın hakimlerimiz ise Nezahat Güreli ve Beyhan Hanım’dır (Berk, 2013: 84). Melahat Ruacan, 13 Haziran 1956’da, Adalet Bakanı Hüseyin Avni Göktürk tarafından, Yargıtay Birinci Başkanı Bedri Köker, Yargıtay İkinci Başkanlarından Haydar Naci Yücekök, üyeler Kamil Coşkunoğlu ve İlhan Dizdaroğlu ile birlikte, “görülen lüzum üzerine” emekliye sevk edilmişlerdir (Ekşi, 2017: 152).

1901 doğumlu Suat Berk ilk hukuk diploması alan üç Türk hanımdan bir tanesidir. Yalnızca Türkiye’nin değil aynı zamanda dünyanın ilk kadın sulh hakimidir. O tarihlerde dünyada sayılı ülkelerde kadınlar çocuk mahkemelerine bakabiliyorlardı. Hâkim olarak göreve başladığı sıralarda tarihte dünya basınında büyük yankı yapmıştır. Dünyada ilk defa Türkiye’de Atatürk’ün önderliğinde bir kadına, kalem kırma yetkisi verilmiştir. Hakimlik yaptıktan sonra Türkiye’de İş Bankası’nın avukatı olarak devam etmiş, 2002 yılında Bodrum’da vefat etmiştir (Giskad, 2015: 33).

3. 3. 1. Suç İçerisinde Kadın ve Hukuksal Mücadelesi

Suç, toplum içerisinde yaşamını idame ettirebilme adına, toplumsal düzeni sağlayan norm ve kurallara dayalı hukuk düzenine karşı uygunsuz davranışlar neticesinde ortaya çıkar (Öğün, 2009: 21). Öğrenim durumu, yaş, medeni hal, gelir dağılımı, ırk, işsizlik, kültür gibi suça sebep olabilecek unsurlardan ayrı cinsiyet noktasından incelendiğinde kadınların suç işleme oranlarının erkeklerden düşük olduğu görülmektedir. Kadınların çalışma hayatına dahil olmasıyla yavaş yavaş evle olan bağları zayıflamış, ev dışındaki yaşamda sorunlarla yüz yüze gelmesine sebep olmuştur. Kadınların iş hayatındaki sayılarının artması, kendi ayaklarının üzerinde durması ile

duruşlarının değişmesi, omuzlarına düşen sorumluluklarının artması kadınların toplumdaki sosyal konumlarını güçlendirirken diğer taraftan onları suç işlemeye de bir adım yaklaştırmaktadır (Gürtuna, 2009: 25). Suç üzerine çalışan kriminologlar, 1950’li yıllarda, suç işlemedeki cinsiyet farklılığını sosyalizasyon süreciyle açıklamaya çalışmışlardır. Buna istinaden kız çocukların kibar, eve bağlı, rekabetten uzak olmasına karşın erkek çocukları bunun tam aksine sert ve güçlü bir şekilde toplum önüne çıkarılmışlardır. Lombrosso’ya göre kadınların tabiatları gereği erkeklere nazaran sosyal düzeni bozucu her konuda daha tutucu olmaları kendileri için dezavantajlı bir durum oluştursa da sosyal düzeni kabul etmelerine yardım etmektedir (Öğün, 2009: 21).

Kadınların suç işlemesinin altında yatan etkenleri incelediğimizde ise; bu faktörlerden bir tanesi de medeni durumdur. Kadın suçlulara bakıldığında pek çoğunun boşanmış ya da eşinin ölmüş olduğu ortaya çıkar. Boşanmış kadınların evli ve bekâr kadınlara göre suça daha yakın olduğunu söylemek doğru olacaktır. Suç ve yaş arasındaki ilişkiler üzerinden yapılan araştırmalarda ortaya çıkan veriler ise kadınların ilk suçlarını erkeklerden daha ileriki yaşlarda işlediğini göstermektedir (Gürtuna, 2009: 26). Eğitimin suç üzerinde büyük etkisi vardır. Eğitim yükseldikçe kadını suça iten etmenlerle mücadele ederek suçtan kısmen de olsa uzak kalabilmektedir (Küçükşengül Özkan, 1990, 42). Eğitim durumu, yaş, medeni hal, meslek grubu, ekonomik durum ve ekonomik/siyasi kriz dönemleri, cinsiyet gibi suçun işleniş biçimi üzerinde etkili olduğu saptanmıştır. Kadın suçlu oranının erkek suçlu oranlarından daha düşük olduğu bilinmektedir. Ancak kadın suçluluk oranları ile ilgili istatistiklerde az yer alıyor olması kadınların suç işlemediği ile değil, sadece kadınların suç oranlarının erkeklerin suç oranlarına göre çok küçük oranda olması ile açıklanabilir. Cezaevleri de erkeklere daha uygun şekilde yapılmıştır. Cezaevlerinin kadınlar için de bir mekân olduğu sürekli göz ardı edilmiştir. Arap sözüne göre “cezaevleri gerçek erkekler içindir”. Zabıt tutanaklarında DP Antalya Milletvekili Enver Karan 24 Şubat 1956 tarihli konuşmasında kadın cezaevlerinin durumunu şu şekilde anlatmıştır (TBMM Zabıt Ceridesi, [24 Şubat 1956], Dönem 10, C: 10, s. 643):

Kadın koğuşları daha bakımsızdır. Kadın olmaları sebebiyle daha temiz tutuyorlar, fakat sıkışık, yerlerde ve sefil bir haldedirler. Kabil olursa merkezî bir yerde, birkaç yüz yataklı, hiç olmazsa elli yataklı, hapishaneler ihdas etmek, kadın koğuşları tesis etmek çok yerinde olur. Mahkûmlar, hapishaneye girerken basil dö koh çıkarırlarsa hapishanelere alınmazlar. Hapishanedeyken basil dö koh çıkarmaya

başlarlarsa bunlar gene tedavi edilmelidir. Geçen sene de rica ettiğim gibi, mahkûmlar için elli yüz yataklı bir dispanser veya hastane, olursa infaz geri kalmaz, bir taraftan tedavi yapılır, diğer taraftan da mahkûmiyet müddetlerini bu suretle bitirirler, hem de etrafı telvis etmezler.

Dünya genelinde cezaevinde yer alan kadınların oranı % 2 ile % 8 arasında oynamış ve kadın hükümlü ve tutukluların az yer alması cezaevi sistemlerinin temelde erkek ihtiyaçlarına göre inşa edilmesine sebep olmuştur. Kadınlara özel hapishaneler yokken mahkûmların cezaları çoğunlukla gardiyan olarak tayin edilen kadınların nezaretinde iki ya da bir odalı evlerde, sürekli zabıta kontrolünde mahkûm evlerinde çektirilmiştir. Kadın cezaevi sayısının yeterli olmamasından ötürü, ailesinden mekânsal ve fiziksel anlamda daha da fazla kopararak başka bir şehirdeki cezaevine gönderilerek cezalarının biraz daha ağırlaştırılmasına sebep olmaktadır. Kadın hükümlülerin başka şehirlerdeki cezaevlerine gönderilmeleri ailelerinin görüş saatlerine gelememeleri, çocuklarını daha az ya da hiç görememelerinden dolayı aile ve sosyal çevre ilişkilerinin zayıflamasına sebep olmuştur. Kadının cezaevine girmesiyle ebeveyn, kardeş, eş ya da sosyal çevresi tarafından desteklerinin üzerlerinden çekmeleri ile aldığı cezanın daha da fazlasını çekmek durumuyla karşı karşıya kalmışlardır (Gürtuna, 2009: 45). Kadınlar ayrıca suç işleme oranları açısından erkeklere mukabil düşük olduğu için pek çok kadın ilk defa cezaevine girmenin yarattığı sarsıntıyı yaşamaktadırlar. Bu psikolojiyi, cezayı bitirmek ve çekmek zorunda olduklarını düşünerek atlatan yükümlüler olduğu gibi bu durumu aşamayarak intihara kadar götüren yükümlüler de vardır. Bununla beraber kadınlardan cezalarının birkaç senesini çocuklarıyla birlikte geçirenlere karşı ayrıca bir hassasiyet olduğu ve bu gibi durumlarda farklı düzenlemeler yapıldığı bir gerçektir. Annesinin cezası süresinde doğan bebeklerin anneleriyle belirli bir süre cezaevinde kalmalarına izin verilirken kimi ülkelerde bu durum söz konusu bile olamaz (Gürtuna, 2009: 288).

1950 yılı kadın suç eğilimini ile ilgili olarak dönemin basınına baktığımızda Ulus Gazetesinde yedi çocuk anası bir kadının hapse atıldığı haberi dikkat çekmektedir. Uşak’ta üç Demokrat tarafından Cumhurbaşkanına hakaret ve jandarma karakol komutanına ve yanındaki erlere saldırdığı iddiasıyla tevkif edilen Karahanlı nahiyesinden 7 çocuk anası olup en küçük yavrusuyla Uşak cezaevindeki duruşmada karakol komutanı ve erler dinlenmiştir. Bu şahitler Emine Çakal’ın başka kadınlarla kavga ettiğini ve kendilerine karşı hakaret etmediğini belirtmişlerdir. Duruşma müdafaa şahitlerinin

dinlenmesi için ertelenmiş ve Emine Çakal kundaktaki evladıyla cezaevine gönderilmiştir (Ulus, “7 Çocuk Anası Bir Kadın Hapse Atıldı”, 12 Kasım 1950: 5).

Ulus Gazetesi 25 Ağustos 1950 tarihli haberde ise Mediha isminde bir kadının eski kocası Arif’i tabanca ile ağır surette yaraladığından bahsetmiştir. Beş sene önce Arif ile evlenen kadın daha öncesinden sabıkası olan kocasının yeni bir suçla yine mahkûm

Benzer Belgeler