• Sonuç bulunamadı

9. Ahlakın Değişip Değişmeyeceği Problemi

1.5. Hilm ve Öfkeyi Yenmek

Hilm kelime olarak akıllı ve ağırbaşlı olmak anlamına gelir. Bir ahlak kavramı olarak ise akıllı ve kültürlü olmak sayesinde kazanılan, insan ilişkilerinde hoşgörülü ve affedici olmayı sağlayan bir ahlaki fazilettir. Hilm tutkulara, öfkeye ve bencilliğe gem vurmaktır. Hilm, güçsüzlük ve onursuzluk yüzünden meydana gelen bir acziyet ve zayıflık değildir. Bundan dolayı İslam ahlakını belirleyen temel erdem hilmdir.197

“Hilm, insanın süsüdür.” diyerek sözüne başlayan Eğribozî, hilmi şöyle tarif eder: “Hilm, kişinin kendisini kışkırtan, tahrik eden şeylere galip gelmesidir.”198 Yani nefsin kızdığı ve öfkelendiği anda, gücü de yeteceği hâlde, yapacağı şeyden vazgeçmesi ve sakin olmasıdır. Doğrusu bu olan hareketi herkesin yapması gerekir. O, “Zorla güzellik olmaz.” sözünü hatırlatarak kişinin muhatabına şiddetten ziyade hilm ile davranması gerektiğini söyler.

Eğribozî’ye göre hilm hasleti, kişinin hiddet anında sakinleşmesine sebep olmaktadır. Eğer kişi hilm sahibi değilse öfkesi ona üstün gelir, işittiğini duymaz, yaptığını bilmez hâle gelir, iradesinin kontrolünü kaybettiğini dile getirir. Kişinin hilm sahibi olması için nefsinin arzularına uymayıp daima mülayim olmaya ve olur olmaz şeylere de hiddetlenmemeye dikkat etmesi gerektiğini vurgular.199

O, “Devamlı şiddetle davranan, kızgın, birdenbire öfkelenenlerden herkes sakınır. İnsanlar, onların öfke ve kötülüklerine uğramamak, zararlı çıkmamak için fikirlerini, düşüncelerini serbestçe söyleyemezler. Ya riyakârlık yaparlar veya sessiz kalırlar.”200 diyerek öfkelerine yenilen insanlar karşısında diğer insanların tavırlarının neler olduğunu ortaya koyar. Öfkeye galabe çalmak olan hilmden uzaklaşanlar yani öfkeli kişiler karşısında diğer insanların durumunu böyle tahlil eden Eğribozî’nin öfke hakkındaki düşünceleri nedir acaba?

197 DİB, Dinî Kavramlar Sözlüğü, s. 260, 261.

198 Eğribozî, Mufassal Ahlak-ı Medeni, s. 157.

199 Eğribozî, Rehber-i Ahlak, s. 31; Umut Kaya, T.C.O.A.E., s.182.

Eğribozî öfke hakkındaki düşüncelerini tanım ve açıklamalar çerçevesinde ifade etmiştir: “Öfke, insanların istemediği sonuçların ortaya çıkması veya beklentilerinin karşılanamaması durumunda doğal olarak verilen insani bir tepkidir.”201 Tehevvür de denen öfke, gazap ile aynı olup insanı cinnet hâline sokar. Öfke, kişinin iradesini kaybetmesine sebep olur, ne söylediğini ne yaptığını bilmez hâle getirir. Bundan başka vücuda da birçok zararı vardır. İnsan tehevvür hâlindeyken ateşi yükselir, kan beynine hücum eder, yüzü kızarır, elleri titrer, gözleri kararır, dili tutulur ve kalp sekteye uğrar. Tehevvürün bu tesirlerinden dolayı genellikle vücut hasta düşer, aylarca tedaviye muhtaç olunur. Eğribozî, öfkenin kişiye verdiği zararları açıklamak için “Öfkeyle kalkan zararla oturur.”, “Keskin sirke küpüne zarar.”202 gibi atasözlerine başvurur.

Eğribozî’ye göre aşırı tehevvür, gerek vücudun hastalanmasına gerekse de şuurun bulanıklaşmasına sebep olduğundan uzak durulması vacip derecesinde olan bir davranıştır. Ancak birlik ve beraberliğe karşı olan tehditlere, tehlikelere karşı tehevvürle değil de hiddet ve şiddetle karşılık vermek gereklidir. Böyle gereken yerlerde, tehditlere hiddet göstermeyenler, ömürlerinde hiçbir başarıya ulaşamayacaklarından acizliğe mahkûm olacaklardır. Eğribozî, bundan dolayı “Hiddet aklın, tehevvür ise tahrikin ortaya çıkmasıdır.”203 diyerek hiddetle tehevvür arasındaki farkın itidal noktasında olması gerektiğini ortaya koyar.

Nefsin kuvvetleri meselesinde üç kuvvetten ve bunların itidal noktalarından bahsedilmişti. Bunlardan kuvve-i gazabiyye, Eğribozî’nin ifadesiyle kuvve-i selbiye konusu bu konuyla da değerlendirilebilir. Buna göre, öfke aşırı olursa tehevvür olmaktadır ve bu yanlıştır. Hiç öfke olmazsa korkaklıktır (cübn) o da yanlıştır. Bunların ortası ise şecaattir (cesaret). Muhakkak ki kızılacak, öfkelenilecek yerler bellidir. Kişi kendi hayatını devam ettirirken hem kendisi olarak hem de saygıdeğer ve onurlu bir şekilde bu hayatta var olması ve yaşaması için, öfkeyi kontrol altında tutmasını, onu bir alarm sistemi gibi gerekli olduğu durumlarda ve orta hâlde kullanmasını bilmelidir.

201 Eğribozî, Mufassal Ahlak-ı Medeni, s. 159.

202 Eğribozî, Mufassal Ahlak-ı Medeni, s. 159.

İnsanlara öfkenin hiçbir faydası yoktur ve onu yenmek kolay bir iş değildir. Eğribozî de bu yüzden bu konuda bazı tavsiyelerde bulunmayı gerekli görmüştür: “İnsana tehevvür hâli geldiğinde bulunduğu ortamdan başka yere gitmeli, sakinleştirecek ve unutturacak başka şeylerle meşgul olmalı, Allah sabredenlerle beraberdir.” diyerek Allah’a sığınmalıdır.204

İnsan bu gibi durumlarda önce kendini sonra da meydana gelen olayı kontrol altında tutmalıdır. Çünkü öfkelenmek insanda var olan bir uzuv değildir ve çekip atılamaz. Eğribozî’nin ifadesiyle insanda hiddet bulunacak. Eğer hiddet olmazsa o zaman kişi dinini, namusunu, ailesini ve vatanını düşmana karşı koruyamaz.

Eğribozi’nin burada belirttiği sebeplerden dolayı orta hâlde kullanılmadığında öfkenin kişilere birtakım zararlar vereceği, bu zararların hem bedeni hem ruhi hem de sosyal olarak ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır.

Eğribozî’nin ıslah-ı nefs yaklaşımına uygun biçimde bu alanın terminolojisine dâhil olan, sakınılması gereken öfke benzeri olan ve rezilet diye tabir edilebilecek başka kötü ve zararlı davranışlar da bulunmaktadır. Bunlardan biribirine benzeyen riya ve münafıklığın tam da bu nokta ele alınması yerinde olacaktır. Zira Eğribozî hiddet ile kişinin başarısı, hakkını savunması ve vatan sevgisi arasında bağ kurmakta öte yandan da hak etmeden bir şey elde etmeye çalışma ve vatana ihanet etme ile riya ve onun aşırı şekli olan münafıklık arasında bağ kurmaktadır.

Benzer Belgeler