• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: FAİK BAYSAL’IN HAYATI, SANAT ANLAYIŞI ve

1.1. Hayatı

Modern Türk Edebiyatının önemli isimlerinden Faik Baysal hem şiir hem öykü hem de roman dalında özgün eserler veren çok yönlü bir edebiyatçıdır. Cumhuriyet Dönemi yazarlarından olan Baysal “1 Aralık 1922 tarihinde Adapazarı’nda Tığcılar Mahallesi Pamuk Osman Sokağı’nda doğar” (A.B.K.Y,2007:125).

Yazarın asıl adı Mustafa Baysal’dır. Faik babasını adıdır. Yazarın Faik Baysal olarak tanınmasının nedeni Saint-Joseph Lisesi’ndeki öğretmenlerin öğrencilere babalarının adlarıyla hitap etmesidir. Yazar bu durumu şöyle açıklar:

“Öğretmenlerim baba adımı soyadı sandıklarından beni hep Faik diye çağırmaya başladılar. Böylece Mustafa’nın yerini “Faik” almış oldu. İkinci adımı ölünceye kadar taşıyacağımı hiç bilmiyordum”(Andaç, 2001:166).

Adapazarılı olan ailenin kökeniyle ilgili bilgiler sınırlıdır. Baysal’ın ailesinin Balkanlar’dan Adapazarı’na göç eden birçok aileden biri olduğu yazarın “galiba ailemiz Balkanlardan gelip Adapazarı’na yerleşmiş. Komşularımızda oralardan kopup gelen insanlardı”(Andaç,2001:166) şeklindeki İfâdesinden anlaşılır.

Annesinin yazarın doğumdan kısa bir süre sonra veremden ölmesi nedeniyle Baysal annesini hiç tanıyamamıştır. Kendisini büyüten ‘Haminnem’ dediği babaannesini anne olarak bilen Baysal bir tesadüf sonucu gerçek annesinin adının Ferdâne olduğunu öğrenir ve bir fotoğrafına rastlar.

“Annemin adının Ferdana olduğunu bana çok sevdiğimi bir komşu kadın söyledi(…). Ne yalan söyleyeyim, bu resim beni hiç etkilemedi. Oradan çıktım, birkaç fırın sahibi olan annemin zavallı babasını gözyaşları içinde bıraktım”(Andaç,2001:163).

Annesini tanıyamamanın üzüntüsü yaşayan Baysal, annesine dair bilgileri Sabri Esat Siyavuşgil’in asistanı Selmin Evrim’den öğrenir. Yazarın yıllar sonra Selmin Evrim’e daha fazla soru soramadığı için pişmanlık duyduğunu onu şu sözlerinden anlaşılır.

“Onun bu sözlerine hiçbir şey eklemedim. Annemi nereden tanıyordu? Bunu ona

soramadığıma şimdi çok pişmanım”(Andaç,2001:164).

Annesinin ölümü nedeniyle yazarı Adapazarı’na bırakan ve yeniden evlenen babası Faik Baysal, İstanbul’da ticaretle uğraşır ve oğlunu görmek istemez. Baba sevgisi de hiç tatmayan yazar, büyükbabasını babası olarak bilir ve yaşadığı sürece baba özlemi çeker:

“Beni aramadı hiç. Neden acaba? Bunu hala öğrenebilmiş değilim. Herkes gibi ben de isteyerek doğmadım. Annem öldüyse bunda benim suçum ne? Onu ben öldürmedim ki” (Andaç, 2001:163).

Baysal’ın hayatında ona sevgi ve şefkat gösteren tek kadın haminnesidir. Büyükbabası Hafız Salih, Türk ticaret bankasının kurucularından herkesçe saygı duyulan, otoriter biridir. Büyükbabasının denetiminde geçen çocukluk yılları yazar için sıkıntılıdır ve Baysal çocukluğunu dilediği gibi yaşayamamanın eksikliğini yaşamının her döneminde hisseder.

“Çocukluğum maddi sıkıntı içinde geçmedi. Büyükbabamın çok sert denetimi altında yetiştim. Ve hemen hemen konuşma hürriyetini hiç tadamadım. Sokağa çıkma izni bana verilmedi. Soluk alamadım. Bu yaşımda bile bu özlemi içimde duyuyor, çelik çomak oynamak ve uçurtma uçurtmak istiyorum uçurtma mevsimi gelince uçurtma uçuran çocukların yanından geçerken durmam ve onlara uzun uzun bakmam çocukluğumdan kalma bu açlığın sonucudur”(Yardım, 2000:80).

Adapazarı Rehber – i Tarakki İlkokulu’nda eğitim hayatına başlayan Baysal, okulun ikinci günü camı kırıp daha sonra Baysal’ı suçlayan arkadaşları nedeniyle büyükbabası tarafından okuldan alınır. Çocukluk döneminde yaşadığı bu haksızlık yazarı derinden etkiler:

“Bu olay benim yüreğimde derin bir yara açtı. İçimde haksızlıklara karşı ilk isyan duygularımın uyanmasına neden oldu. Ayrıca insanlardan da soğudum ve onları başkalarını hakkın yiyen birer canavar olarak görmeye başladım”(Andaç, 2001:169).

Olay nedeniyle Büyükbabası Baysal’ı dil öğrenmesi ve daha iyi bir eğitim alması için İstanbul’a Saint Joseph Fransız Lisesi’ne kayıt ettirir. Adapazarı’ndan başka bir yeri tanımayan yazar, şehre uyum problemi yaşadığını “Haydar Paşa Garı’na gelince şaşırdım.

Hele ilk olarak denizi ve vapurları görünce dilim tutuldu” (Andaç,2001;169) ifâdesiyle dile getirir.

İlk, orta ve lise öğrenimini burada yatılı olarak tamamlayan Baysal, disiplinli ve ağır

ders programı olan bu okulu hiçbir zaman sevmez ve aile sevgisinden de mahrum olduğu için kendisini yalnız hisseder. Yazar bu durumu şöyle dile getirir: “Saint-Joseph, okuldan çok kışlaya benziyordu. Çok katı bir disiplin uygulanıyordu. Buna uymakta zorlandım.

Kaçmayı kafama koydum, beceremedim”(Andaç,2001:170).

Baysal’ın edebiyat ile tanışması okul yıllarına dayanır. Orta birinci sınıftayken çok sevdiği babaannesini kanserden kaybeden yazarın, bu ölümün ardından kaleme aldığı

‘Yapraklar’ şiiri 1935 yılında, Gündüz Dergisi’nde yayımlanır. Böylece edebiyata ilgi duymaya başlayan yazar, Fransız Edebiyatından Türk Edebiyatına yönelir.

“Orta bir de çok sevdiğim büyükannem Fransız hastanesinde kanserden öldü ve ben de Gündüz Dergisi’nde yayımlanan ilk şiirim Yapraklar’ı yazdım.(1935) Mühendis olmaya karar vermişken büsbütün edebiyata yöneldim. Fen kolundan ayrıldım, okuldaki kitaplıkta eserlerin çoğunu okudum, 1939’da diploma aldığım zaman kafam Fransız kültürüyle tıka basa doluydu. Sonradan bunlardan kurtuldum.

Gerçi okulda Türkçe programları da ayrıca uygulanıyordu. Ama bunlar benim için yetersizdi. Bundan dolayı okuldan çıktıktan sonra harıl harıl kendi eserlerimizi okudum” (Yardım,2000:81).

Yaz tatillerinde amcasının Burgaz Ada’daki yazlığına giden Baysal burada Sait Faik (1906-1954) ile tanışır. Baysal’a ilk öykülerini okuyan Saik Faik, yazarın isteği üzerine 1939 senesinde yayımlanan kitabına Sarnıç adını verir. “Çok zor adamdı. Onula dost olmak olanaksızdı ”(Andaç,2001:168) yorumunu yapan Baysal’ın Sait Faik’le dostluğu uzun sürmez.

1939 yılında Fransızca, İngilizce bilerek donanımlı bir şekilde Saint-Joseph’den mezun olan Baysal uzun süre işsiz kalır. Aile servetini reddeden yazar amca ve yengesinden uzaklaşarak önce okuldan arkadaşı Tayfur’un evinde kalır ve bir süre sonra Matmazel Elena’nın Pansiyonuna yerleşir. Baysal pansiyon sahibi Elena’ya altı aylık kira borcunu ödemeden pansiyondan ayrılır. Yazar yıllar sonra pişmanlığını şöyle dile getirmiştir:

“Eğer hayattaysa onu kesinlikle görmek istiyorum. Bugün hiçbir işe yaramayan parasın almasa bile ondan içtenlikle özür dilemek, onu kötülük yapmak istemediğimi anlatmak ve elini öpmek istiyorum”(Andaç,2001:174).

Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Fransız Filolojisi’nde tamamlayan yazar, savaş yılları ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle okula yeterince zaman ayıramaz. 1941 yılında Ankara Yedek Subaylar Okulu’nda askere alınır ve orada dört yıl süren sıkıntılı bir dönem geçirir:

“Okul yönetimi aramıza casuslar salmıştı. Bu çirkin adamlar yanımıza kedi gibi sokuluyor, ne düşündüğümüzü anlamaya çalışıyorlardı. Dostoyevski ya da Tolstoy’un adını söyler söylemez hapishaneyi boyluyordunuz. Birçok kişi tutuklanmıştı”(Andaç,2001:177).

Baysal askerlik günlerinde kaleme aldığı ‘Karıma Mektup’ adlı şiirinde geçen

‘Ağlayamıyorum/Gözyaşı yasaktır askere’ dizeleri nedeniyle bir buçuk ay hapse mahkûm edilir. Orhan Veli (1914-1950) ile dostluğu bu günlere dayanan Baysal Orhan Veli’yi ile yaşadıklarını “Orhan Veli’yle dostluğumuz böyle başladı işte. Talime çıkmadığı için hapis yattığından çok memnundu. İstanbul özlemiyle yanıp tutuşuyordu

”(Andaç,2001:178) ifâdeleriyle anlatır.

Baysal yine askerde bulunduğu süre içerisinde kaleme aldığı Sarduvan romanını komutanının özel izniyle bastırmak üzere Ankara’dan İstanbul’a giderken, mola verdiği Çerkeş’te meydana gelen deprem sonrasında enkaz altında kalır. Çerkeş depremi yazarın hayatında önemli bir dönüm noktasıdır. Sarduvan romanını ilk nüshası da bu depremde kaybolur ve yazar romanı tekrar kaleme alır. Yıllarca etkisinden kurtulamadığı bu deprem nedeniyle aylarca hastanede tedavi gören Baysal’ın kemikleri kırılır ve yazar zatülcemp olur.

Diz boyu kar vardı ve hava soğuktu. Askeri birlikler bu enkazın altından beni yedi saatte kurtarabildiler. Aynı gün zatülcemp oldum. Ağzımdan kan boşaldı.

Ciğerlerim su topladı. Bir de baktım. Yüzüme düşen tavan kalaslarının ağırlığı altında ön dişlerim tamamen kırılmış ve alnım yarılmıştı. Hastanede üç buçuk ay yattım. Şimdiki Penisilinin öncüsü Ulttiraseptil olmasaydı ölecektim. Bir buçuk ay sonra 38 kiloya düştüm” (Yardım,2000: 83).

Bir edebiyat tutkunu olan yazarın yaşamı maddî sıkıntılar içerisinde geçer. Öğretmenlik, çevirmenlik, Ankara radyosunda savaş spikerliği, gazetecilik gibi birçok alanda çalışan yazar edebiyattan hiçbir zaman uzaklaşmaz. İlerleyen yıllarda ise yazar tamamen edebî çalışmalara yönelir.

Askerliğini tamamladıktan sonra Pertevniyal Lisesi’nde 1944-1949 yılları arasında Fransızca öğretmenliği yaptı. Özel olarak Fransızca ve İngilizce dersleri verdi.

1954-1959 yılları arasında Yataklı Vagonlar Şirketi’nde çevirmenlik yaptı. Bildiği yabancı diller sayesinde Ankara Radyosu’nda spikerlik yapmıştır, burada dış haberleri çevirmiştir. Yeni İstanbul gazetesinde gece sekreterliği yaptı. Meydan Larousse, Büyük Lügat ve Ansiklopedisi’nde çalıştı. Yazar 1969 yılından itibaren Meydan Larousse’de çeviri çalışmaları yapmıştır. Ansiklopedi tamamlanıncaya kadar bu işi devam ettirmiştir” ( Kurt,2009:6).

“1944 yılında Muhabat Hanım ile evlenen Baysal’ın seslendirme sanatçısı bir kızı ve anestezi uzmanı olarak görev yapan bir oğlu vardır. Baysal 9 Aralık 2002 tarihinde 80 yaşında, akciğer kanseri nedeniyle kızı Elif Baysal’ın İstanbul’daki evinde hayata gözlerini yumar. Edebiyatın birçok dalında eser veren Baysal’ın ilk romanı Sarduvan 1944 yılında yayınlanır. İlk şiir kitabı ilk Defa 1957 yılında, öykü kitabı Perşembe Adası ise 1955 yılında yayımlanır.”1