• Sonuç bulunamadı

Havfirie'in Fırkalara Ayrılışu

Basra'ya gelen ve Ebil Bilal'in görüşünde birleşen 121 Hariciler, burada yeni bir durumla karşılaşırlar. Yezid b. Muaviye'nin ölümü üze-rine şehir halkı ibn. Ziyad'ın aleyhine ayaklanmış , hapiste bulunan dörtyüz kadar Hârici kapıları kırarak çıkmışlar ve halk, Ezd ve Rebia ile Benû Temim ve Benû Kaya kabileleri arasındaki savaşla meşgul bu-lundukları için Hariciler de serbest kalmışlar ve böylece bu karışıklıkta Basra'ya gelen. Nâfi' b. el-Ezrak'ın etrafında toplanmışlardı. 122 Bu ara- da bunlar "Aramızdan Allah yolunda hurûe edenler çıksaydı ne iyi o-lurdu! Oysa çoktan beri bu olmuyor. Bilginlerimiz ayaklamp halka, yeı - yüzünde ışık tutmah, onları dine davet etmelidirler. Takva ve ictihad sahibi olanlarımız da Rabbimize iltihak ile Allah katında sayılan ş ehitler-den olmalıdırlar" 123 diyerek, Nâfi' b. el-Ezrak'ın başkanlığında üçyüz kişilik bir grup halinde Basra'dan. çıkıp Ehvaz ,a124 gelirler (Şevval 64 / Mayıs 684). 125 Bu "burûe" durumunu uygun görmeyen Abdullah b. es-Saffâr , Abdullah b. ibad ve bu ikisinin görüşünde olan Hariciler Basra'-da kahrlar.

Ehvaz'a çıkan Nafi' ve taraftarları orada yedi ay, aralarında herhan-bir ihtilaf olmaksızın kaldılar. 126 Fakat bu arada o, kendisine kat ıl-mayı') Basra'da kalanlara taraftar olmanın caiz olmadığını, böyle olan-ların kurtuluşa erişemiyeceklerini belirttikten sonra, yannıdakilere de-di ki: "Allah, "hurıleun.uzu" hakkınızda bir lütuf kılmıştır. 0, sizin d ı-şınızdakilerin görmedikleri gerçekleri size gösterdi. Yalnız Allah'ın şeriat' ve emirlerini isteyerek çıktığının biliyor musunuz ? Hareketini-zin lideri O'nun emri, rehberimiz de Kur'an-ı Kerim'dir; yalnız ona uyar, onun gösterdiği yönü takib edersiniz değil mi? " "Evet" dediler. O de-vamla dedi ki: "Taraftar olduğunuz kimseler hakkındaki hükmünüzün, Hz. Peygamber'in, taraftarları hakkındaki hiikmünün aynı olacağına şüpheniz yoktur değil mi? Nitekim Nebi (SA)'nin düşmanları hakkın-daki hükmü de sizin düşmanlarının hakkındaki hükmünüzün. aynıdır.

Diğer taraftan bugün sizin düşmanlarının, Allah'ın ve Hz. Peygamber'in de düştn.anlandır. 0 gün Hz. Peygamber'e düşman olan, bugün

121 Taberi, II, 517.

122 Muberred, Kamil, 1030; Taberi, II, 517-8; Ilınul-Esir, Kamil, IV, 167.

123 Taberi, II, 517.

124 Ehvaz, batıda Irak, doğu ve güneyde Fars ve kuzeyde de Cib31 eyetletleri ile çevrili yerin adıdır. Ehvaz şehri, K'arün nehri kenırındadır. Bk.: Yant, Mucem, I, 380-2.

125 İbuul-Esir, Kamil, IV., 16't. Şehristâni (Mild, I, 120), Nilfi'ain yanında "otuz bin adının" bulunduğunu söyler ki, bu çok mübalağandır.

126 Beltızuri, Ensılb, 569 b, 572 a.

Allah'ın ve sizin diişm.anınızdır, değil mi? "Evet" dediler. Bunun üzerine o da dedi ki: "Cenabı Hak "Allah'tan ve peygamberlerinden, kendileriyle andlaşma yantığmız müşrildere ihtardır'127 ve ayrıca: " İnan-malanna kadar, Allah'a şirk koşan kadınlarla evlenmeyin-' 128 buyur-muştur. Böylece O, onların velâyetini„ aralarında oturmayı, şahitlik etmelerini, kestiklerini yemeyi, onlardan dinle ilgili bilgi almayı, on-larla evlenmeyi 've miraslarnu haram kılmıştır. Bu hususlar] bilişiniz Allah katında aleyhimize bir delil teşkil eder. Bu sebepten bunlar], ken.- dilerinden ayrılmış olduğumuz kimselere bildirmemiz gerektir. Allah'ın bildirdiklerini gizleiniyelim. Nitekim O buyurur ki: "Gerçekten Kitab'- da insanlara açıkladıktan sonra, indirdiğimiz belgeleri ve yol göstereni gizleyen kimseler var ya, onlara hem Allah lanet eder, hem lanetçiler lanet eder” 129 ... Bu fikirler bütün taraftarlarınca kabul edilir." 130

Nâfi b. Taberi (310 / 922)'yi esas alarak anlattığımız yukarıdaki fikirlere sâhip oluşu ve dolayısiyle el -Muha

kkimetu'l-â olarak aynı fikri payiaşan131 Hâriciler arasındaki bu ihtilafın doğuşu hakkında, diğer kaynaklarda farklı rivayetler vardır.

Meselâ bu konuya temas eden Ebiıi-Hasan el-Eş'âri (324 / 934), 132 ka a deden yani kendileriyle ayni fikirde olan ve fakat a.yaklan ınaya ka - tılmayıp muhalifleri arasında oturanlardan t eb errryi yani uzaklaşma- yı, kendi ordugâhlarma girmek isteyen birini sıkıntı ve güçlükle deneme-yi ve kendilerine h i c re t etmeyenleri yani katılmayanlar' tekfir etmeyi ortaya koyarak bu anlaşmazlığı ilk çıkzranın "Abd Rabbihil-Kebir, veya başka bir rivayete göre Abdullah b. el-Vadin" olduğunu söyledik-ten sonra, Nâfi'n.in bu sonunca şahsa başlangıçta karşı çıkarak kendisin-den yüz <çevirdiğini; fakat Abdullah'ın ölümünden sonra onun bu fikrini ele alarak doğru gördüğünü: önce kendisine uymamış olduğu için kendini tekfire lüzum görmediği gibi, bu fikri ileri sürenin ölümünden önce ken-disine uymayanları ve üstelik "kaade"yi bile kâfir saymadığım nakleder.

Bu rivayeti hemen hemen ayni ifadelerle tekrar eden Bağdâdi (429 / 1037) ise, 133 bu isimlere bir de Abd Rabbihi es-Sa.ğir'i ekler.

127 Teybe: IX, 1.

128 Bakara: II, 221.

129 Bakara: II, 159.

130 Taberl, II, 518-9; ihnu'bEsir, Kâmil, IV, 167.

131 nşi, Usid, 40 b; Ibrı Haldfm, İber, III, 145.

132 Makâtât, 86-7.

133 Fark, 84.

Belâzuri (279 / 892) 134 ve Muberred (285 / 898) ise, 135 bu ihtilâfı çı-kararım Beni). Hâşim'in bir kölesi olduğunu kaydederler. Onlara göre bu köle Nâfi'ye gelerek, i s t i'r â z 136 ve müşriklerin çocuklarının katli bize helâldir; bize muhalefet edenler de müşriktir" demiştir. Nâfi', bunu tek-fir etmiş ise de o, "eğer Allah'ın Kitab'ından bir delil getiremezsem beni öldür" deyip "Nuh dedi ki: Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkarcı bırakma, Doğrusu sen onları bırakırsan kullarını sapıtırlar; sadece ahlaksız ve çok inkarcıdan başkasını doğurup yetig' stirmezler" 137 âyetlerini okudu.

Bunun üzerine, bu kölenin fikirlerine eğilim gösteren Nâfi', yukarıda ıı.ak-lettiğimiz görüşlerini savundu ve dedi ki: Onlar (kendilerine muhalefette bulunup hurtie etmeyenler) kâfirler gibidir; ya islâm'ı (yani kendi fikir-lerini) kabul ederler ya da , katledilmeleri gerektir. Onların yerlerinde oturmak (kurıd) ve t ak ıyye (imânı gizlemek) helâl değildir. Bulunduk-ları yer yani Dâr'ları, Dâr-ı Küfr'dür.

O, bu fikirlerine destek olmak üzere şu âyetleri ileri sürüyordu:

"Kendilerine, elimizi savaştan çekin, namaz kılın, zekât verin denenleri görmedin mi? Onlara savaş farz kılındığmda, içlerinden bir takımı, he-men, insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve:

Rabbimiz! Bize savaşı niçin farz kıMın ? Bizi yakm bir zamana kadar ge-ciktirseydin ne olurdu!, derler. Ey Muhammed, de ki: Dünya geçimi az-dır, âhiret, Allah'a karşı gelmekten sakman için hayırlıdır, size zerre ka-dar zulmedilmez." 138 ; "Ey inananlar! Aranızda dininden kim dönerse bilsin ki, Allah, sevdiği ve onların O'nu sevdiği inananlara karşı alçak gö-nüllü, inkarcılara karşı güçlü, Allah yolunda cihad eden, yerenin yerme-sinden korkmayan bir millet getirir.." 139

Nâfi'nin bu görüşleri, kendisine katılmayarak Basra'da kalmış o-lanlardan önce, kendi taraftarları arasında bir tepki ile karşılandı. Ni-tekim onun yanında bulunan Necdet b. kmir el-Hanefi, ihn Ezrak'a karşı çıkarak takıyı c'nin. câiz olabileceği hususunda: "Müm'inler, mü'- minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa, Allah ka-katında dostlıığa yaraşır birşey yapmış olmaz, ancak, onlardan sakmma-nız (takıyye) hali müstesnadır..."140 ve "Fir'avn ailesinden olup da,

134 Knsiib, 569 b-570 a.

135 Kdmi/, 1031 vd. Ayrıca bk.: Vargelâni, Delil, 1,15.

136 istirâz, kim olduklarına bakmaksızın insanlara saldırınak ve onları öldürmek demek- tir.

137 Nûh: LXXI, 26-27.

138 Nisı.t:IV, 77.

139 Maide: V, 54.

140 2k1-i imrön:III, 28.

inandığını gizleyen bir adam dedi ki: Rabbim Allahtır diyen bir adamı öldüreceksiniz ? Oysa size Rabbinizden belgelerle gelmiştir. Eğer yalan-clysa, yalanı kendisinedir; eğer doğru sözlü ise, sizi tehdid ettiklerinin bir kısmı başınıza gelebilir. Doğrusu Allah , çok azıtanları, çok yalan söyleyenleri doğru yola eriştirmez" 141 âyetlerini delil getirdi. Aynı za-manda kaade'nin kendilerinden olduğunu, fakat eğer inikân varsa eihad'- ın oturmaktan daha üstün olduğunu belirterek: "insanlardan, özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mal ve canlariyle Allah yolunda cihad e-denler birbirine eşit değildir. Allah, mal ve canlariyle cihad edenleri, mertebece, oturanlardan üstün kılmıştır. Allah bunların hepsine de cen-neti vfidetıniştir, ama Allah, cihad edenleri oturanlara, büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve rahmetle üstün kılmıştır. Allah bağışlar ve merha met eder" 142 âyetlerini okudu ve kendisine katılanlarla birlikte Yemâ-me'ye geçti.

Necdet'in Yemâne'ye geçişi ile, İbn Zubeyr'den ayrıldıktan sonra Ebû Tâlût'un başkanlığında oraya gelmiş olan Hâriciler, bu defa Ebû Tâlût'u mevkiinden indirerek Necdet'e bey'at ettiler. (65 / 684-5). 143 Böylece ilk olarak İbn Ezrak'm başkanlığında Ehvaz'da bulunan Hâri-ciler, kesin hatlarla Ezrakiyye ve Necdiyye olmak üzere ikiye ayrılmış olu yordu.

Bununla birlikte Basra'da kalarak Nâfi b. el-Ezrak'a göre "kaade"

grubunu teşkil edenlerle, Ezârika ve Necedât arasındaki ilgiler, daha do ğ-rusu kesifı çizgilerle ayrılışı sonuçlandıran ve bir bakıma tarafların birer müstakil fırka olarak doğusunda kendilerine mahsus görüşlerini ortaya koymalarına inıkân veren temaslar burada bitmedi. Taraflar birbirleri ne uzun süreli yazışmalarda bulundular. Milel ve Nihal kitaplarmda.

genel olarak, hepsi de bir anda doğuvermiş gibi görünen bu fırkaların ihtilâflarmı aksettiren bu, karşılıklı yazılmış mektupları nakletmeyi, iler-de görüşlerini ve diğerleriyle bir kıyaslamasını yapacağımız ibâdiye'nin yerini tam tesbit edebilme bakımından faydalı görüyoruz.

Yemâme'deki Hâriellerin başına geçen Necdet b. Amir, İbn Ez-rak'a bir mektup yazarak fikirlerinden vazgeçmesini ve ilk hâline dön-mesini istedi ve dedi ki:

"Besmeleden sonra... Sana tavsiyem, yetimlere karşı merhametli bir baba, zayıflara karşı da müşfik bir kardeş gibi olmandır. Allah yo-

141 Mümin: XL, 28.

142 Nisa: IV, 95-96.

143 Muberred, Kamil, 1032; Ibnu'l-Esir, Kamil, IV, 167-8; İbn Haldûn, Iber, II I, 146.

lunda yaptığın işlerde hiç bir kmayıemın kınaması sana dokunmasın ve zalimin yardımı da senden uzak olsun. Sen ve arkadaşların bu yolda idi-niz. Eğer adil imama, bütün tebaasmın ecri kadar ecir verileceğini bil-memiş olsaydım, Müslümanlardan iki kişinin bile başına geçmezdim, dediğini hatırlamıyor musun ? Allah'ın rızasmı isteyerek nefsini Rabbinin taatine sattığını ve acılığma galebe çalarak tam hak ve hakikâta ula ştığın-da şeytan sana musallat oldu. Oysa şeytana, senden ve senin arkada ş-larından daha ağır basan kimse yoktu. Ama o, senin gönlünü çeldi, hük-mü altına aldı ve seni saptırdı. Böylece sen, Allah'ın Kitab'ında mazur gördüğü Müslümanlardan kaade'de olanları ve zayıfları tekfir ettim Oysa Allah: "Güçsüzlere, hastalara ve sarfedecek birşeyi bulunmayan-lara, Allah ve peygamberin bağh kaldıkları müddetçe sorumluluk yok-tur. İyi davrananlara sorumluluk olmaz.." 144 buyurmakla, onları iyi kim-seler olarak vasıflandırmaktadır.

Sonra sen, çocukların öldürülmesini helal saydın. Oysa Resulullah onların katlini yasaklamıştı. Diğer taraftan. Allah bu hususta: "Kim yola gelirse ancak kendi lehine yola gelmiş ve kim saparsa da ancak ken-di aleyhine sapmıştır. Kimse kimsenin günahmı çekmez... 145 buyurur.

Allah, oturanlar' (kaade) da hayırla anmıştır. Her nekadar cihad edenleri üstün kılım§ ise de, bu, âmel bakımından insanların çoğ unlu-ğuna, ondan aşağıda bir yer verilmesini gerektirmez. Allah'ın bu hu sustaki buyruğunu —yukarda geçen Nisâ Sûresinin 95-96. âyetleri -i şit-medin mi ?. G örüyorsun ki Allah, bunları mü'minlerden kılmış ve cihad edenleri, âmelleri bakımından onlardan iistün tutmuştur.

Sana muhalefet edenlere emanetleri vermeyeceğini söylüyorsun.

Oysa Allah, emânetlerin ehline verilmesini emreder. Allah'tan sakın ve , kendine dön ?..." 146

Bu mektuba İbn Ezrak'ın verdiği cevap da şudur:

"Besmeleden. sonra... Bana vaaz ettiğin, hatırlattığım, nasihat et-tiğin, azarladığm, doğruluk üzere olduğum zamanı ve sevabı tercih et-mekle vasıflandırdığın mektubunu aldım. Allah'tan beni, söz dinleyen ve dinlediğinin en iyisine uyan kullarmdan etmesini dilerim.

Oturanlar" tekfir etmeyi, çocukları öldürmeyi ve em- âneti helal say-mayı kabul ettiğim için, beni ayıplıyorsun. Şimdi sana bunları niçin yaptığımı açıklayacağım;

144 Teybe: IX, 81.

145 XVII, 15.

146 Muberred, Kamil, 1033-5.

Bu oturanlar (kaade), Hz. Peygamber zamanındaki zikrettiklerin-den değildir. Hz. Peygamber zamanında Mekke'de olanlar, ezilmiş ve mahsur durumda idiler. Kaçmaya ve Müslümanlara katılmaya imkan bulamıyorlardı. Bugünküler ise, dini anlamış ve öğrenmi,şler. Kur'an'ı da okumuşlardır. Kendileri için yol, apaçık bellidir. Allah'ın bu durum-da olanlar için: "Melekler kendilerine yazık edenlerin canlarını aldıkları zaman; Ne yapıyordunuz ? deyince, 'Biz yeryüzünde zavallı kimseler-dik, diyecekler, melekler de: ‘Allah'ın yeri geniş değil miydi ? Dicret et-seydiniz' cevabını verecekler. Onlarm varacakları yer cehennemdir. Ne kötü dönülecek yerdir;" 147 buyurduğun,u bilirsin.

Bu hususta şu âyetleri de buyurmuştur: "Allah'ın peygamberinin rağmma, geri kalanlar, oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallariyle ve canlariyle cihad hoşlarına gitmedi. "Sıcakta savaşa çı kma-yin" dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır! Keski bilseydiler." 148 "Bedevile ıden, izin almak üzere, özür beyan eden kimseler geldiler. Al-lah'a ve peygamberine yalan söyleyenler, özür bile beyan etmeden kal-dılar." 149 Bu ayette bunların mazeretlerinin doğru olmadığını, Allah'a ve Resulüne yalan, söylediklerini haber veren Allah, ayetin sonunda bu-yurmuştur ki: "Onlardan kiifir olanlar can yakıcı azgıba uğrayacaktır."

Işte onların isimlerini ve alâmetlerini gör..

Çocukların işine gelince.. ey Necdet! Unutma ki, Allah'ın elçisi Nah, Allah'ı senden ve benden iyi bilirdi. Bu konudaki Allah'ın buyruğunu bi-liyorsun -yukarda anılan Nüh Süresinin 26-27. âyetleri-. Bu ayetlerde kiifr'le isimlendirilen çocuklardır; hem de doğmadan önce... Nah k av - minin çocukları doğmazdan önce kâfir olur da, biz bu hükmü kendi kavmimiz hakkında söyleyemez miyiz ? Kezâ Cenabı Allah şöyle buyu-ruyor: "(Ey Mekke putperestleri) Sizin inkftredarmız bunlardan daha mı üstündür ? Yoksa Kitaplarda size sorumsuzluk belgesi mi var ?" 150 İşte bunlar Arap müşrikleri gibidir. Onlardan cizye kabul etmeyiz. Bizimle onlar arasında ya İslam'ı kabul etmek ya da kılıç vardır.

Bize muhalif olanların emânetlerini helal sayma işine gelince.. Al-lah bize, onların kanlarını helal kıldığı gibi, mallarını da helal kılnuştir.

Böylece kanları tam anlanuyle helal, malları da Müslümanlar için fey' (kâfirlerden savaşmaksızın alınan mallar)'dır. Allah'tan sakın ve kendi-ne dön. Çünkü senin için tek mazeret kapısı tövbedir...” 151

147 Nisâ: IV, 97.

148 Teybe: IX, 81.

149 Teybe: IX, 90.

150 Kamer: LIY, 43.

151 Muberred, Kamil, 1035-7.

Nafi' b.el-Ezrak, Basra'da bulunan el-Muhakkimetu'l-lpla grubuna da bir mektup yazmış ve şunları söylemiştir:

"Besmeleden sonra... "Allah dini size seçti, siz de ancak O'na teslim olmuş olarak can verin.." 152 Allah'a and olsun, biliyorsunuz ki, şeriat de, din de tektir. Buna rağmen zulmü, gece - gündüz göre göre kafirlerin ortasında oturmak niye ? Allah sizleri cihatla çağırmış ve buyurmuştur ki: "...Toplu olarak sizinle savaşan putperestlerle siz de toplu olarak sa-vaşm..."153 Herhalde sizin için de, herhangi bir durumda bil mazeret ka-pısı açmadı. Çünkü buyurdu ki: "Isteyen istemeyen hepiniz savaşa çı -km..." 154 Allah, ancak düşkünlere, hastalara, verecek birşey bulamayan-lara ve kalması bir sehebe bağlı olanlara mazeret tammıştır. Bununla birlikte cihad edenleri onlara üstün tutmuştur (daha önce geçen Nisa Süresinin 95-96. ayetlerini söylüyor). Dünyaya aldanmayınız ve kan-maymız !..." 155

İbn Ezrak'ın bu mektubu Basra'ya geldiği zaman, bunu önce Ab-dullah b.es-Saffar okur. Fakat halkın ayrılıp gitmesinden çekinerek saklamak isterse de Abdullah b. Ibad, mektubu okuduktan sonra "-Al-lah, Nâfi' b. el-Ezrak'ın doğru söylediğini kabul eden her görüşü kah-retsin!" deyip, aralarında bulundukları kavmin müşrik olmadığı için durumlarının, miişrikierin arasındaki Hz. Peygamber'in durumu ile ki-yaslanannyacağnıı, aralarında yaşadıkları insanların müşrik olmayıp sa-dece nimet ve hükümlerde kafir (Kuffârun bi'n-Niânı ve 'l-Ahkâm) ol-duklarını, bu sebepten kanları ve savaş sırasındaki mallarının dışında kalanlarm kendilerine helal olmadığını söyler. Bunun üzerine İbn Saf-fâr da, sen kısalttığın İbn Ezrak da aşırı gittiği için Allah her ikinizden uzak tutsun, deyip etrafındakilerle başını alıp gitti. 1 56

152 Bakara: II, 132 153 Tevbe: IX, 36.

154 Teybe: IX, 41:

155 Muberred, Kamil , 1038-9.

156 Taberi, II, 519. Muberred (Kamil, 1039-40) Nafi'nin mektubu Basra'ya geldiği zaman orada İbn İbad'la berabeı bulunalım Elyn Beyhes Heysam b. Çâbir ed-Dulıal olduğunu söyler.

Beyhesiye'nin Acâride'nin kollarından Meymilniye ve İbrâhimiyye arasındaki bir çekişme sonu- cunda çıktığı göz önüne alınırsa, Sufriye'den sonra doğduğu, dolayısiyle orada bulunan şahsın İbn Saffâr olduğu hususu daha mantıkidir. Bk. isferayini, Tabsir, 35; Şehristanl„ Milel, I, 125.

Diğer taraftan Nâfi'llin mektubu üzerine İbn Ilıad'a hitaben, sen, bize muhalefet ede- nin müşrik olmayıp, Kitab'a bağlı oluşları, Resulii kabul edişleri dolayısiyle kiiffcir-t nitim olduk- la rıni iddia ediyor ve onlarla nikâhlanmanın, mIraslarımn heltil olduğunu söylüyorsun; ben ise düşmanları= Resulullah'ın düşmanları gibidir, Müslümanların Mekke'de oturuşlm gibi, orada müşriklerin hükümleri yürürlükte olmak suretiyle onların arasında oturmamız helâldir; onlarla nikâhlanma ve mirasları câizdir, çünkü onlar islânı'l izhar etmiş münafıklardır, Allah katındaki

Böylece 65 / 684 yılında el-Muhakkimetu'l-12% denilen ilk Harici-lerden kurucularının adlarına izafeten Ezrakiyye, Necdiyye, Sufriyye ve Ibâdiyye olmak üzere dört ana fırka doğmuş oldu.

Bu fırkalar zamanla pek çok küçük kollara da ayrılmış157 ve Ibâ-diye hâriç diğerleri tarihin sayfaları arasında kaybolup gitmişlerdir. 158

Konumuzla ilgili olmad ığı için diğer Hârici fırkalarmın gelişmelerinden burada söz edilmeyecektir. Ancak Ibâdiye'nin görüşleri ele alınırken, bunların görüşlerine de yeri geldikçe işaret olunacaktır.

Şimdi ibâdiye'nin tarihçesine geçmeden önce, Ibâdiye'nin görü şle-rini ve gelişmesini daha iyi değerlenclirebilmek için, Hâricilerin buraya kadar anlattığımız durumlarını ve görüşlerini özetliyelim.

Hâriciler, büyük çoğunluğu ile Bedevi kabilelerden müteşekkil oldukları ve Kur'an-ı Kerim'i bütün yönleriyle kavrayabilecek derece-de kültürlü olmadıkları için, Kur'an'ın meşril saydığı tahkim ve diğer birçok lıususu din dışı savmakla başladıkları faaliyetlerine, aynı dar gö-rüşlülüğün doğurduğu bir takım anarşik davranışlarını, doğru imişçesine

tatbik etmekle devam etmişlerdir.

Şurası bir gerçektir ki bunlar, prensip itibariyle iyi niyetli, dindar ve islâm'a bağlı insanlardır. Fakat olayları değerlendirmede ve ictimai mürıasebetlerin insani-ve medeni sınırlar içinde yürütülmesinde iyi ni-yetli ve dindar olmak yeterli değildir. Insanın davranışlarını, davranış -larına yön verecek esaslarnn bilgisi istikametinde yiiriitmesi gereklidir.

Oysa Hâriciler, iyi niyetli ve dindarlıklarına rağmen, bilgisiz ve dar gö-rüşlü kimseler oldukları için, dini ve ictimâi değerlerin inceliklerine nü-fuz edemiyor ve dolayısiyle reaksiyoner bir tava. takınıyorlardı.

Nitekim kat'iyyen Kur'an-ı Kerim'e karşı gelme niyetinde olmadık-ları halde, Kur'an hükümlerine göre şüphesiz küfürlerinden bahsedile-miyecek Osman b. Affân ve Ali b. Ebi Tâlib'i Allah'ın indirdiği ile hük-metmemişlerdir, diyerek kâfir sayacak kadar dar ve Kur'an'a ters bir anlayışa sürüklenmişlerdir.

hükümleri müşriklerin hükmü gibidir, demek suretiyle görüşleri bakımından İbn Saffar olacağı hususunu daha da kuvvetlendirmektedir.

Bu arada Belazari (Basa', 570 b), İbn İbad ve İbn Saffilr'm İbn Ezrak'a bir mektup ya-zarak, kaade'yi küfürle anmasıııı, savaştan önce mahn helal kıhnınasım, çoçuklarm öldürülmesi-ni ve emanetleri almayı uygun görmesinden dolayı, onu reddettikerini bildirir.

157 Kitab fi'l-Ftrak, 58 b. Waricilerin on fırkaya; Sehristâni, (Milel, I, 115 vd.) ve Ebü.

Muhammed (Fırak, 4 a—b) onsekiz, Eşari Makâlât, 93 vd), 'Mini-Murtaza (Bahr, s. 10 vd, M.

C. 1VIeşkfır neşr.) onbeş fırkaya; Şirvâni (re:nal, 5 b-6a) de yirmiüç fırkaya ayrıldığını yazarlar.

158 Mesela Naşi (Ü. 293 / 905) "bugün Haricilerden hiçbir sınıfı görmüyoruz" demekte-dir. Bk. Usta, 40 a.

Son derecede samimi bir ihlasa sahip olmalarına rağmen, cehalet-leri, onların dillerine doladıkları dini hükümlerin gerçeğine ulaşabile-cekleri bütün yollarını tıkamış ve onları, sabit ve kör bir fikir etrafın-da döndürmeye başlamıştır. Böylece dinin özürlü anlamaktan uzaklaşan bu sert ve haşin yaratılışlı yarı cahil insanlar, ileri sürdiikleri prensip-lere uymayan, kendilerinin dışındaki herkesi küfürle itham edecek ka-dar taassuba saplanmışlardır.

Bu genel hüviyetlerinin yanında, el-Muhakkime Hâricilerinin Os-man ve Ali'nin tekfiri, halifenin Kureyş'ten olma şartının bulunma-dığı ve büyük günah işleyenin temelli cehennemde kalacağı husvslarında birleşmiş olduklarını görüyoruz. Fakat fırkalara ayrılışlarından sonra Ezra.kiye, kendilerine muhalif olanların rnüşrik olduğunu, dolayısiyle aralarında oturmanın, şahitliklerinin, miraslarmın, onlarla evlenmeniıı ve imanı gizlemenin (taloyye) söz ve âmelde caiz olmadığım, mii şrik-lerin ve muhalifşrik-lerin kendişrik-lerinin, ve çocuklarının ve kadınlarının kan-larnun helal olduğunu yani onların kim olduklarına bakılmaksızın öldü-rülebileceklerini (isti'raz) ileri sürerken, Necdiyye sözde takıyye'yi caiz görmüş ve oturanların (kaade) tekfir edilemiyeceğini, bununla birlikte cihad'ın efdal olduğunu, muhaliflerin emânetlerinin verilmesi gerektiği görüşünü savunmuştur.

Sufriyye, kendileriyle birlikte hurüc edip savaşa katılmayanların, dinde kendilerine uyuyorlarsa tekfir edilemiyeceklerini, takıyye'nin söz-de cai7 olduğunu savunurken, Abdullah b. had da muhaliflerin miişrik olmayıp kâfir-i ni'met olduklarmı. bu sebepten kanları ve savaş sıras ın-daki mallarının dışında kalan şeylerin kendilerine helal olmadığını söyler.

İşte ibadiye'nin doğuşu sırasında Haricilerin durumları kısaca bu merkezde idi.

3. Itbâıliye:

Kurucusu Abdullah b. ibad el-Murri et-Temimi'ye izafetle ibâcliye adını alan bu fırkanın, isminin okunuşu oldukça ihtilaflıdır. Belâzuri (279 / 892)1 59 ve Ibnu'l-Esir (630 / 1232) 160 gibi tarihçiler, bu kelimenin tercih ettiğimiz şeklini (el-ibacliye) kullaruyorlarsa da, IX / XV. yüzyıl ibâcli yazarlarından Beri-kilim ile yine yaklaşık olarak X XVI, yüzyıl

159 Ensâb, 570 b.

160 Kamil, IV, 167. Ayrıca yine '1~1-Esir (Lıtbab, I, 17)'de bu kelimeyi "el-ibadi" şek-linde yazı ile harekeler; Ibn Manzfıx (Lisan, VIII, 111) da "Ibâd" şeklinde yazar.

161 Cevahir, 155.

Benzer Belgeler