• Sonuç bulunamadı

2. 1. HAREZM - ALTIN ORDU TARİHİ

Harezm (Ḫˇorezm, Harizm, Harzem), bugünkü Özbekistan ve Türkmenistan sınırları içinde kalan, Ceyhun (Amu Derya) ırmağının döküldüğü Aral gölünün güneyinde ve bu ırmağın her iki tarafında uzanan alanın adıdır. Arap seyyahlar tarafından bu bölge “Harezm” olarak adlandırılmış, burada oturan halka ise “Harezmî”

adı verilmiştir. Doğusunda Kızılkum çölü ve Kırgız bozkırları, batısında Karakum çölü ile Üstyurt düzlüğü yer alan Harezm bölgesi, Ceyhun ırmağının yüzlerce kola ayrıldığı verimli toprağı ile tarih boyu halkları kendisine çeken bir cazibe merkezi olmuştur.

Harezm’i önemli kılan bir başka özelliği de ticaret alanındaki rolüdür. İran, Hindistan, Çin gibi Asya ülkeleriyle Sibirya düzlükleri, güney Rusya ve İskandinav ülkelerini bağlayan yolların kavşak noktasında bulunan Harezm, bu diyarlardan gelen kalabalık kervan gruplarının birleştikleri işlek bir ticaret merkezi idi. Harezm halkı, komşu milletler ile ticarî ilişkiler geliştirmişler, bu milletler ile sürekli etkileşim içinde bulunmuşlardır.

Harezm ve Harezmlilerle ilgili ilk tarihȋ kayıt ilkçağ tarihçisi Hekataios (MÖ VI. yy)’a aittir. Hekataios’un “Periegesis (MÖ 510-500)” adlı eserinde F.191’de Kaspia Denizi (Hazar Denizi) etrafındaki ülkenin Hekataios’un kendi sözleriyle

“Hyrkania Denizi denilen yerin etrafında yüksek dağlar, ormanlar ve dağların üzerinde köpek gülleri, bu bir tür enginar olmalı, vardır” ve yine F. 192’de “Parth ülkesinin doğusunda Khorasmiler otururlar; hem dağlar hem de ovalar bu Khorasmilerin ülkesindedir, dağlarda kendiliğinden kavak ve ılgın ağaçları büyür.”

(Sina 2008: 113-166) şeklinde ifade eder ve ayrıca başkentlerinin “Khorasmia”

olduğunu zikreder (Togan 1997: 240-247). Öncülü Hekataios’un ardından onun ifadelerine benzer bir başka kaydı Herodotos (MÖ 484-425) ’un “Historiai” adlı meşhur eserinde şu ifadelerle görürüz:

Asya'da bir ova var. Her yanı bir dağla çevrilmiş ve dağın beş boğazı var; bu ova eskiden Khorasmilerindi; Hyrkanialıların, Parthialıların, Sarangialıların ve Thamanaeililerin ülkelerine sınır düşüyordu; ama şimdi buraları İranlılarındır ve Büyük Kral'ın mülküdür. Çevresini saran dağdan Akes (Amu Derya, Ceyhun) adındaki ırmak çıkar.

58 Eskiden bu ırmak beş kola ayrılır, yukarıda adlarını saydığım ulusların topraklarını sulardı; bir kanal, dağın beş tane sarp boğazının her birinden bu ülkelerin topraklarına su gönderiyordu. Ama İran egemenliği başladıktan sonra şöyle oldu: Büyük Kral, beş boğazın beşine de birer kapaklı alavere havuzu (baraj) yaptırttı; suyun önü tıkandı, yüksek dağın ortasındaki ovayı su bastı, çünkü ırmak ovaya iniyor, ama oradan dışarıya akamıyordu. Eskiden ırmaktan yararlanan ülkeler, artık bu iyilikten yoksun kalmışlardı ve büyük sıkıntıya düştüler. Kışın tanrı, başka insanlara olduğu gibi, onlara da yağmur gönderiyordu, ama ırmağın suyu yazın darı ve susam ekerlerken gerekliydi. Bu sudan yoksun kalınca, karılarını da yanlarına alıp İranlılara koştular, kral sarayının kapısında dilendiler, yürek paralayan seslerle yakındılar. O zaman kral, alavere havuzlarının açılması için emir verdi, su önce en acele gerekli olduğu yere verildi; bu ülkenin toprağı suya doyduktan sonra, kral burasını kapattırıp ötekini açtırdı, gene en acele gerekli olduğu yere gönderdi; ama şunu da söylemeden geçemem, havuzu açmak için para alıyordu ve aldığı haraçtan gayrı, bu yoldan da önemli bir gelir sağlıyordu.6

Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi daha MÖ VI.-V. yüzyıllarda Harezm, gerek çeşitli bitkilerin yetiştiği verimli topraklarıyla gerek sahip olduğu su kanallarıyla önem arz eden bir şehir idi.

“Harezm” adı, 13. yüzyıla kadar Kat şehri için kullanılmıştır. Kat, Amu Derya’nın doğusunda yani sağ Harezm’de yer alır ve kaynaklara göre sağ Harezm’in merkezidir. Batı yani sol Harezm’in merkezi ise “Türk kapısı” olarak da adlandırılan Gürgenç (Curcâniye, Ürgenç, Köhne Ürgenç) şehridir. Bu şehirler, yazarı belli olmayan, 982 yılında yazılmaya başlanıldığı kaydedilen dünya coğrafyasının anlatıldığı Hudûdu’l - âlem adlı kitapta şu şekilde geçer:7

Kath, Harezm’in başkenti ve Oğuz Türkistan’ının giriş kapısıdır. Türklerin, Türkistan’ın, Maveraünnehir’in ve Hazar’ın ticaret merkezidir; tüccarların konaklama yeridir. Soylulardan biri olan hükümdarlarına “Harezm-şah” denir. İnançlarını korumak için savaşan, savaşçı bir halka sahiptir. Varlıklı bir şehirdir. Yastık kılıfları, işlenmiş yatak takımları, yün kumaş, keçe ve rukhbin peyniri üretirler.

Gürgenç, eskiden Harezimşahlara ait olan; ancak şu anda ayrı bir hükümeti bulunan ve Gürgenç Emiri’nin hükümdar olduğu, varlıklı bir şehirdir. Tüccarların konaklama yeridir ve Türkistan’ın kapısıdır. Şehir kendi içinde iki ayrı şehir içermektedir: İç ve Dış Gürgenç. Halkı savaşçı nitelikleriyle ve okçuluklarıyla tanınır.

6 Herodotos, Herodot Tarihi (Çev. M. Ökmen-A. Erhat), Remzi Kitabevi, İstanbul, 1983, III-117.

7 Aysu Ata, Çağatay Türkçesinin İlk Devresi Harezm- Altın Ordu Türkçesi, Ankara Üniversitesi Yayınevi, Ankara, 2016, s. 2. Sezin Orhan Kurulay, Hudûd El Âlem’e Göre 10. Asırda Türk Boyları, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Tarihi Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2007, s. 110.

59 Z. V. Togan’a göre, Harezm devlet teşkilatında, Hazar ve Göktürk devletlerinde olduğu gibi, “çifte krallık” usûlü hâkim olmuştur.8

11-13. yüzyıllar arasında bu bölgede oturan Harezmî halkının dili üzerinde yapılan çalışmalardan ve diğer tarihî kaynaklardan, Harezmce denilen dilin Avesta, Osset, Soğd ve Yagnob dilleri gibi bir İran dili olduğu anlaşılmıştır. Amu Derya ırmağının aşağı yatağında bu yüzyıllar arasında oturan bu İran kavmi, 13. yüzyıldan sonra bölgedeki yoğunluğunu kaybetmeye başlamıştır.

Erken tarihten itibaren İslâmlaşmaya başlayan Harezm bölgesi, 995 yılından sonra Samanoğulları tarafından idare edilmeye başlanmıştır. 10-11. yüzyıllardaki bazı bilgilerden hareketle, Harezm bölgesinde Türk varlığından haberdar olabiliyoruz.

Mesela 10. yüzyılda Arap seyyahların notlarında geçen Çagrı Oguz, Kara Tigin, Kılavuz ve Temirtaş gibi isimler, Türklerin 10. yüzyılda bu bölgede varlığına kanıttır.

Aynı şekilde, bu yüzyıllarda bazı Abbasi ve Selçuklu kumandanlarının adında geçen Harezmî ismi, bu kumandanların Harezm bölgesinden gelen Türkler olduğunu göstermesi açısından önem taşımaktadır. Bölgedeki Türk varlığına kanıt olarak, bu belgelerden daha önemli olanı şüphesiz Kâşgarlı Mahmut’un verdiği bilgidir. Kâşgarlı Mahmut eserinde, Türklerin Küçet boyundan bahsederken, bu Türk boyunun Harezm bölgesinde oturduğunu ifade etmesi (DLT I, 357), bölgenin 11. yüzyılda Türkleşmiş olduğunu göstermektedir.

Harezm bölgesinin Türkleşmesinin, asıl 11. yüzyılın başlarında bölgeyi ele geçiren Gazneli Mahmut ile gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Gazneli Mahmut 1017 yılında, Harezm’i ele geçirir ve idareyi komutanlarından Altuntaş’ı vali atayarak ona verir. Altuntaş’ın ölümünden sonra yerine geçen oğlu Harun Gaznelilerden Sultan Mesut ile mücadeleye girişmiş, buna karşılık Selçuklularla işbirliği yapmıştır. Bunun üzerine Gaznelilerle Selçukluların mücadelesinden sonra Gazneliler, Harezmşah Harun’u öldürerek Harezmşahları bölgeden uzaklaştırmış, Harezmşah Altuntaşoğulları ise Horasan’a giderek Selçuklulardan yardım istemişlerdir.

Selçuklular, 1040 yılındaki Dandanakan savaşında bozguna uğrattıkları Gaznelilere karşı Çağrı ve Tuğrul önderliğinde tekrar bir sefer düzenlemişler ve Harezm bölgesinin yeni sahibi olmuşlardır. Selçuklular da daha önce bölgenin idaresini elinde bulunduran diğer devletlerin yaptığı gibi bölgeyi kendileri idare etmemişler, bölgeye

8 Ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz. Z. Velidi Togan, “Hârizm”, İslâm Ansiklopedisi, C. 5/1, Milli Eğitim Bakanlığı, Eskişehir 1997, s. 240-257.

60 Harezmşahlar atamaya devam etmişlerdir. Bu dönemde Harezm’in idaresi elden ele geçmiş, Kıpçak ve Kanglı komutanlar ile daha önce bölgeye gelip yerleşen Oğuzların da bölgeye akın ederek, bölgenin Türkleşmesini tamamlamışlardır.

Harezmşahlar tarihi esas itibariyle Atsız bin Muhammed bin Anuş Tigin ile başlar. Anuş Tigin, Selçuklu hükümdarı Sultan Sencer tarafından bölgeye vali olarak atanmış bunun ve sonra gelen Kıpçak Türklerinden Ekinçi bin Koçkar zamanında bölgeye Kıpçak ve Kanglı Türklerinin gelmesiyle Tük nüfusu yoğun bir hal almış, Oğuz, Kıpçak ve Kanglı diyalektlerinden oluşan karışık dilli eserlerden meydana gelen Harezm Türkçesi doğmuştur. Harezm bölgesi Gazneliler ve Selçukluların elinde bulunduğu dönemlerde, Türk diliyle eserlerin yazıldığı bir bölge olmamış, Anuş Tigin ile başlayan süreçten sonra son Harezmşahlar zamanında ilk eserlerini vermeye başlamıştır. Harezm bölgesi Anuş Tigin’den sonra oğlu Atsız zamanında (1127-1156) müstakil bir devlet haline gelmiş, İl Arslan ve Tekiş zamanlarında ise bölgenin güçlü siyasi yapılanmalarından biri olmuştur. Son Harezmşahlar Alaaddin Muhammed zamanında imparatorluk haline gelmişken, bu devlet 1231 yılında Çengiz Han önderliğindeki Moğollar tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Çengiz Han, 13. yüzyılın başlarında bugünkü Moğolistan’da bütün Türk ve Moğolları tek çatı altında bir araya getirmiş, Merkitleri ve Naymanları batıya doğru sürmüş, kuracağı büyük imparatorluk için batıya doğru büyük bir fetih hareketi başlatmıştır. 1218 yılında Moğollar Kara Hıtay ülkesinde bulunan Nayman liderini yenerek Sır Derya boylarına ulaşmış ve Harezmşahlar ile komşu olmuştu. Çengiz Han tarafından batıya gönderilen kervanın Otrar’da son Harezmşahlar hükümdarı Alaaddin Muhammed tarafından yok edilmesi üzerine Çengiz Han ile Alaaddin Muhammed arasında yeni bir mücadeleyi kaçınılmaz kılmıştır. Çengiz Han 1220 yılında Harezm bölgesini ele geçirir. Alaaddin Muhammed’in oğlu Harezmşah Celaleddin zamanında (1220-1231) ise herhangi bir varlık gösteremeyen Harezmşahlar, 1231 yılında tarih sahnesinden silinmiş, bu bölgeye Moğollar hâkim olmuşlardır (Kafesoğlu 2001: 439-449).

Çengiz Han hayattayken oğulları arasında paylaştırdığı Moğol İmparatorluğu, kendisinin 1227 yılındaki ölümünden sonra, dört oğlu tarafından idare edilmiştir.

Çengiz Han’ın büyük oğlu Cuci, imparatorluğun batısındaki Deşt-i Kıpçak ülkelerini almıştır. Cuci Han tarafından kurulan devletin sınırları Yukarı Bulgarya Hanlığı, Kuban ve Terek ırmaklarından Derbend’e kadar olan kuzey Kafkasya ve Harezm

61 bölgesini içine alıyordu. Ancak Cuci’nin babasından altı ay önce ölmesiyle bu coğrafya oğlu Batu Han tarafından idare edilmiştir. Çengiz Han ölmeden önce, Cuci ulusuna ikili idare tarzı getirmiş, buna göre İdil boyu ve Deşt-i Kıpçak Batu Han’a, Doğu Deşt-i Kıpçak ise Batu han’a tabi olmak kaydıyla Orda-İçen’e verilmişti.

Çengiz Han’ın ikinci oğlu Çağatay Han, doğuda Uygur ülkesinden batıda Buhara ve Semerkand’a kadar olan bölgeyi idaresi altına almıştır. Çengiz Han’ın üçüncü oğlu Ögedey ise, Balkaş gölünün doğu ve kuzey-doğusundaki bölgeleri yönetmekteydi. Çengiz Han’ın en küçük oğlu Tuluy Han ise, Moğol töresinin en küçük oğlun aile ocağının sahibi olduğu kaidesinden hareketle Moğolistan’ın asıl topraklarını idaresi altına almıştır (Grousset 1999: 248-249).

1235 yılında toplanan büyük kurultayda alınan kararlar doğrultusunda Cuci Han’ın oğlu Batu Han, 1236 yılında Doğu Avrupa’yı fethetmek maksadıyla, büyük bir kısmı Türklerden oluşan kalabalık bir orduyla büyük bir sefere başlar ve 1236-1240 yılları arasında Deşti Kıpçak ve Bulgar topraklarını imparatorluğa dâhil eder. Batu Han’ın Deşt-i Kıpçak sahasına tamamıyla hâkim olmasıyla Altın Ordu Hanlığı da kurulmuş olur. Batu Han bütün Rus yurdunu ele geçirdikten sonra, 1241 yılında İdil’in aşağı mecrasına dönmüş, buradaki Saray şehrini Altın Ordu Hanlığının merkezine dönüştürmüştür. Bir müddet sonra, bölgenin kültür ve ticaret merkezi haline gelen Saray şehri, aynı zamanda Altın Ordu Hanlığının idare merkezi idi. Hanlığın sınırlarını belirleyen ve görünüş itibariyle Moğol İmparatorluğuna bağlı kalsa da yeni bir idarî yapıyla devleti Saray’dan eden Batu Han, Altın Ordu Hanlığı’nın gerçek kurucusu sayılır.

Altın Ordu Hanlığı, Batu Han’ın kardeşi Berke Han (1255-1266) zamanında İslâmiyeti kabul etmiş, Hanlık Moğol İmparatorluğundan ayrılarak müstakil bir devlet hâlini almış ve böylece Kıpçak Türklerinin ağırlıklı olduğu Müslüman-Türk devleti ortaya çıkmıştır. Berke Han zamanı Altın Ordu Hanlığının en ihtişamlı günleridir (Kurat 2001: 544). Özbek Han (1313-1342) zamanında ise, ülkede İslâmiyet daha güçlendi ve devletin merkezi Saray, tam anlamıyla bir kültür merkezi hâline geldi.

Altın Ordu Hanlığının son büyük hanı, kendi adına yarlık da yazan Toktamış Han’dır (1376-1391). 15. yüzyılda Timur’un peşi sıra saldırılarına maruz kalan Altın Ordu Hanlığı, bu yüzyılda iyice güçten düşmüş, 1502 yılında tarih sahnesindeki yerini kendisinden doğmuş olan Kırım, Kazan, Sibir, Astrahan ve Nogay Hanlıklarına bırakmıştır.

62 2. 2. HAREZM - ALTIN ORDU TÜRKÇESİ

Türk dilinin Harezm ve Altın Ordu sahalarında yazılmış eserleri, geçmişten günümüze kadar yapılan değerlendirmelerde, tarihsel Türk dilinin farklı dönemleri içinde değerlendirilmiş, kimi araştırmalarda daha önceki Karahanlı Türkçesi eserleri arasında, bazı araştırmalarda ise daha sonraki Çağatay Türkçesi eserleri arasında ele alınmıştır. Bununla birlikte son zamanlarda yapılan tasniflerde, bu sahalarda yazılmış eserlerin, Türk dilinin karışık dilli eserleri olduğunu ve bu sebeple de eski Türk yazı geleneğinden yeni Türk yazı geleneğine geçiş devrini teşkil ettiğini savunanlar olmuştur. F. Köprülü (1945: 275), “Çağatayca” adlı yazısında, Harezm ve Altın Ordu sahalarında yazılmış karışık dilli eserleri, alt başlıklarında Harezm ve Altın Ordu’da edebî inkişaf şeklindeki ayrımlara rağmen, Çağatay Türkçesinin erken dönem eserleri arasında ele almış; bu eserleri 15. yüzyılda Nevaî ve çağdaşlarının eserlerini verdikleri klâsik Çağatay devrine bir bakıma hazırlık aşaması olarak değerlendirmiştir. Ahmet Caferoğlu (1984, II: 74) da Harezm Türkçesi eserlerini ayrı bir dönem olarak ele almamıştır. Caferoğlu’na göre, Harezm Türkçesi eserleri, Karahanlı Türkçesi ve Çağatay Türkçesi ile birlikte Müşterek Orta Asya Türkçesi adını verdiği dönemin ikinci aşamasında değerlendirilmelidir.

Samoyloviç ise, Harezm Türkçesi olarak bilinen dönemi, “Oğuz-Kıpçak Türkçesi” adını vererek, önceki ve sonraki dönemlerden ayırmıştır. Samoyloviç’e göre, Orta Asya Türk edebî dilleri üçe ayrılır: 1, Karahanlıca, 2. Oğuz-Kıpçakça, 3.

Çağatayca (Eckmann 1988: 174). O, Oğuz-Kıpçakça adı ile, Türk dilinin Harezm ve Altın Ordu sahalarında yazılmış eserlerini kastetmiştir. Harezm Türkçesi üzerine en kapsamlı çalışmaları yapanlardan biri olan Janos Eckmann, bu dönem eserlerini iki önemli yazısında değerlendirmiştir. Eckmann, Harezm Türkçesi adlı makalesinde (1988: 173), Harezm Türkçesini “13. yüzyıldan itibaren, Harezm ve Sir Derya’nın aşağı kesiminde kısmen Oğuz (Türkmen) ve Kıpçak yerli ağızlarının tesiri altında Karahanlıca’dan teşekkül eden, Orta Asya Türkçesi (Doğu Orta Türkçesi) edebiyat dilinin inkişaf merhalesine Harezm Türkçesi adını veriyoruz” şeklinde tanımlamış, isabetli olarak Karahanlı ve Çağatay Türkçeleri arasında bir geçiş devri olarak düşünmüştür. Eckmann “Kıpçak Edebiyatı” adlı başka bir yazısında ise, Harezm Türkçesi eserlerini burada “Harezm ve Altın Ordu Edebiyatı” alt başlığı altında değerlendirerek bir anlamda Harezm Türkçesi eserlerinin Kıpçak edebiyatının bir parçası olduğunu iddia etmiştir.

63 Harezm ve Altın Ordu sahalarında yazılmış olan eserler, bazı özellikleri dolayısıyla Karahanlı dönemi metinleri, bazı özellikleriyle de sonraki Çağatay dönemi eserleri ile benzer özellikler sergilese de, ne ilk dönemin devamı ne de son dönemin başlangıcıdır. 11. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar Harezm bölgesi ile Saray ve Kırım bölgelerine, farklı Türk boylarının göçüne paralel olarak, bu bölgelerde özellikle Oğuz ve Kıpçak diyalektlerinin tesiri altında yeni bir yazı dili oluşmuş, her biri sonraki yüzyıllarda ayrışarak Batı, Kuzey ve Doğu Türkçeleri olarak farklı bölgelerde eserler verecek yeni yazı dillerinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla Harezm ve Altın Ordu sahalarında yazılmış eserler, Türk dilinin karışık dilli eserleridir. Diğer bir ifadeyle Harezm Türkçesi dönemi, yeni yazı dillerinin ayrışmaya başladığı, kendi diyalektikal özelliklerini yazı diline dâhil etmeye başladıkları dönemin adıdır.

Harezm Türkçesi adı ile, 13-15. yüzyıllar arasında Harezm ve Sir Derya’nın aşağı kesimlerinde, Karahanlı Türkçesinin devamı niteliğinde, Oğuz, Kıpçak ve Kanglı yerli diyalektlerinin karışımından ortaya çıkmış Türk dilinin karışık dilli eserleri kastedilmektedir. Harezm bölgesi, daha önce buraya yerleşen Oğuzların yanı sıra Kıpçak ve Kanglı boylarının da gelmesiyle, tamamıyla Türkleşmiş, bunun sonucunda da Oğuz, Kıpçak ve Kanglı diyalektlerinin karışımı ve tesiri altında Harezm Türkçesi doğmuştur. Yukarıda tarihsel süreçlerine kısaca değinilen ilk önce Harezmşahlar ve daha sonra Altın Ordu Hanlıkları zamanında, askerî ve siyasî alanlarda idarede bulunan Türkler, bir müddet sonra ülke nüfusunun da önemli bir kısmını teşkil ederek, bölgeyi bir Türk ülkesi hâline getirmişlerdir. 13. yüzyılın ortalarında Sir Derya’nın güneyindeki bölgede eserler vermeye başlayan Harezm Türkçesi, aynı yüzyılın sonları ile 14. yüzyılda Harezm bölgesinden birçok alimin Saray ve civarına göç etmesiyle, sınırlarını Altın Ordu’ya kadar genişletmiştir. Altın Ordu Hanlığında, özellikle Saray şehrinin XIII-XIV. Yüzyıllarda ticarî ve kültürel bakımlardan sadece Doğu Avrupa’nın değil, bütün Türk dünyasının önemli merkezlerinden biri olmuştur. Türk dilinin Harezm sahasında yazılan karışık dilli eserleri, Altın Ordu Hanlığının merkezi Saray’da bulunan ağırlıklı olarak Kıpçaklardan oluşan Türkler tarafından Saray’da yazılmaya başlandı. Dolayısıyla karışık dilli Harezm Türkçesi, Altın Ordu Hanlığı ile sahasını Sir Derya’nın aşağı kesimlerinden Saray’a taşımış, burası Türk dili ve kültürünün merkezlerinden biri haline gelmiştir. Altın Ordu sahasında yazılan eserlerde Harezm bölgesindeki edebî

64 dilin kaynaklık ettiğini, dolayısıyla bu sahada yazılan eserlerin de Türk dilinin karışık dilli eserleri olduğunu ifade etmek mümkündür.

Türk dili, Harezm ve Altın Ordu bölgelerinde XIII. yüzyıldan itibaren yazılan eserlere kadar belli bir kolda ilerlemeye devam etmiş, buna karşılık bu bölgede yazılan eserlerde, değişik Türk boylarına ait diyalekt özelliklerinin dile girmesiyle Türk dilinin dallanıp budaklanmaya başladığı yeni bir dönem başlamıştır. Bu özelliğiyle Harezm Türkçesi, Karahanlı Türkçesi ile daha sonraki Çağatay Türkçesi arasında bir geçiş devri durumundadır. Bu bakımdan Zeynep Korkmaz (1991: 55), 13. yüzyılda Türk dilinin ayrışma ve dallanmaya uğradığını ifade eder:

XI.-XIII. yüzyıllar arasında, Orta Asya Türk dünyasının batı kesiminde kalan bölgelerinin yeni gelişmelere, Türk boyları arasındaki karışıp kaynaşmalara ve batıya uzanan göçlere sahne olduğu bilinmektedir. Bu değişik şartların etkisi ile, Türk dilinin XIII. yüzyıldan itibaren yeni gelişmelerle bir ayrışma ve dallanmaya uğrayarak yeni yazı dillerini oluşturmağa başladığı ve bu dallanmaya Harezm ile ona bağlı bölgelerin beşiklik ettiği de bir gerçektir.

Eski Türkçe, bir yandan Harezm Türkçesi aracılığı ile Doğu Türkçesi diye adlandırdığımız Çağataycada, yeni gelişme şartlarına bağlı bir kol halinde şekillenirken, bir yandan da Oğuz-Türkmen lehçelerinin, Batı Türkçesinin güney kolunu, Kıpçak Türk lehçelerinin de kuzey kolunu oluşturması, bu ayrılma ve dallanmanın tabiî bir sonucudur.

Harezm Altın Ordu sahasında yazılan eserlerdeki değişik Türk diyalektlerine dayalı özelliklerin yanı sıra, bazı eserlerde belli diyalektlerin ağır bastığı görülmektedir. Buna göre bu sahalarda yazılmış eserlerin bir kısmında Karahanlı Türkçesi, bir kısmında Çağatay Türkçesi, bir kısmında Oğuz Türkçesi, bir kısmında ise Kıpçak Türkçesi unsurları ağır basmaktadır. Özellikle Altın Ordu sahasında yazılmış eserler, yoğun şekilde Kıpçak Türkçesi özellikleri taşımaktadır. Oğuz-Kıpçak ağızları Harezm Türkçesi eserlerine daha ziyade sözcük bazında tesir etmiş, eski Türk yazı geleneğinde bulunmayan kimi sözcükler, Harezm döneminde yazılmış eserlerde kullanılır olmuştur. Bununla birlikte, Karahanlı Türkçesinin özellikleri arasında yer almayan kimi Oğuz-Kıpçak Türkçesi unsurlarının Harezm Türkçesi eserlerinde ortaya çıktığını görüyoruz. Mesela, zaman zaman -lXg ekinin sonundaki /g/ ünsüzünün düşmesi, yönelme hâl ekinin +A olması, yükleme hâl ekinin bazen +I olması, gelecek

Harezm Altın Ordu sahasında yazılan eserlerdeki değişik Türk diyalektlerine dayalı özelliklerin yanı sıra, bazı eserlerde belli diyalektlerin ağır bastığı görülmektedir. Buna göre bu sahalarda yazılmış eserlerin bir kısmında Karahanlı Türkçesi, bir kısmında Çağatay Türkçesi, bir kısmında Oğuz Türkçesi, bir kısmında ise Kıpçak Türkçesi unsurları ağır basmaktadır. Özellikle Altın Ordu sahasında yazılmış eserler, yoğun şekilde Kıpçak Türkçesi özellikleri taşımaktadır. Oğuz-Kıpçak ağızları Harezm Türkçesi eserlerine daha ziyade sözcük bazında tesir etmiş, eski Türk yazı geleneğinde bulunmayan kimi sözcükler, Harezm döneminde yazılmış eserlerde kullanılır olmuştur. Bununla birlikte, Karahanlı Türkçesinin özellikleri arasında yer almayan kimi Oğuz-Kıpçak Türkçesi unsurlarının Harezm Türkçesi eserlerinde ortaya çıktığını görüyoruz. Mesela, zaman zaman -lXg ekinin sonundaki /g/ ünsüzünün düşmesi, yönelme hâl ekinin +A olması, yükleme hâl ekinin bazen +I olması, gelecek

Benzer Belgeler