• Sonuç bulunamadı

“HAREKET EDEN HİÇBİR CANLI YOKTUR Kİ ONUN

Belgede AHMED HULÛSİ. AKIL ve İMAN. (sayfa 164-169)

KADERE İMAN

“HAREKET EDEN HİÇBİR CANLI YOKTUR Kİ ONUN

‘Bİ’NASİYESİNDE (alnında-beyninde var olarak/beyninden) TUTMUŞ OLMASIN (Fâtır’ın beyni programlaması)!..” (11.Hûd:

56)

Âyeti işte bu gerçeğe işaret eder.

Yani, o varlığı bulunduğu hâliyle yaşatan; “ALNINDA” -alnının arkasındaki beyninde- açığa çıkan, Esmâ terkibinin oluşturduğu program, onun Rabbidir... Çünkü onun varlığı, kendisinin Rabbi olan Esmâ terkibinin tabii sonucudur...

Yani “birim” ismi; kendini meydana getiren isimler bileşiminin adıdır.

Kendisini meydana getiren o Esmâ terkibinin -isimler bileşiminin- dışında, birimin bir varlığı mevcut değildir.

Eğer, o ismin ardındaki, o ismin karşılığı olan Esmâ terkibini ortadan kaldırırsanız; ismin arkasındaki varlık da ortadan kalkar!

Hangi isimle isimlenen, hangi varlık, hangi birim olursa olsun; o ismin ardındaki varlık bir Esmâ terkibidir; yani Rabbin bir isimler bileşimi şeklinde kendi varlığını aşikâre çıkartmasıdır.

Bu yüzdendir ki...

Birimin, hiçbir şekilde, Allâh’ın Esmâ’sı dışında, bir zerre varlığı mevcut değildir!.. Ve bu sebepledir ki, abd, Rabbinin mutlak olarak kuludur!..

Abd, Rabbine kulluk etmededir! Her hâlükârda!

Abd’ın Rabbine kulluk etmemesi asla düşünülemez ve hayal bile edilemez... Tasavvur bile edilemez...

Çünkü Abd’ın, Rabbinin varlığı dışında hiçbir şeyi yoktur!

Sadece ismiyle, Rabbinden ayrı düşmüştür abd!..

Bunu tarif sadedinde basit bir misal vermişlerdir ama, bu misalin kelimelerinde kalınırsa yine olaydan çok uzak düşülür.

Suyun çeşitli kalıplarda donarak, değişik sayısız buzdan heykeller meydana getirmesi ve bu buzdan heykellere değişik isimler verilerek, sayısız değişik varlıklar varmış sanılması hâlini düşünün!..

Birinin adına insan demişsin, diğerinin adına cin, bir diğerinin adına melek, ya da dağ, deniz v.s. demişsin!

Ne var ki, buzdan birimlerin isimlerinin ardındaki varlık olan o buzdan heykelleri erittiğin zaman, buz, aslı olan suya döner!..

Şimdi, “abd”, “Rabbin Abdı” olduğuna göre…

“Abd” ismiyle, “Kul” ismiyle işaret edilen varlık; belli ilâhî isimlerin mânâlarının, bir bileşim hâlinde bir araya gelerek bir anlam oluşturması olduğuna göre... Ayrıca, o abdın, başka bir tanrıdan, başka bir ilâhtan, başka bir varlıktan almış olduğu bir aklı, bir şuuru, bir idrakı ve bir iradesinden acaba söz edilebilir mi?..

İşte geldik işin tâbiri câizse, püf noktasına...

Varlığın aslını, hakikatini, özünü bilmeyenler; hakikate ermemiş olanlar; yani her şeyi beş duyu sınırları içinde değerlendirme özelliği ile bezenmiş mübarek varlıklar; elbette kendilerinde belli bir bağımsız akıl, belli bir bağımsız irade, belli bir bağımsız kudret, belli bir bağımsız güç olduğunu düşünecekler ve bu düşünceleriyle o güzel ve mükemmel hayatlarını yaşayıp, bu dünyadan geçip gidecekler!!!

Şurası kesin ki, Allâh dilediğini yapmadadır ve yaptığından sual sorulması söz konusu olmaz!

Sual sorulmaz; çünkü, sual soracak ikinci bir varlık yoktur!

“VE MA TEŞÂÛNE İLLÂ EN YEŞÂALLÂH...” (76.İnsan:30)

“ALLÂH DİLEMEDİKÇE SİZ DİLEYEMEZSİNİZ!”...

Evet, dikkat buyurun...

“Siz isteyemezsiniz, ALLÂH istemedikçe” çevirisi yanlıştır!

Bu âyetin gerçek mânâsı;

“Siz isteyemezsiniz, isteyen ALLÂH’tır!”...

Ve bu mânâyı anlarsak, fark ederiz ki, iki tane isteyen varlık yok!

“Biri istiyor da, onun isteği üzerine ötekinde de istek meydana geliyor” gibi bir kavram kesinlikle söz konusu değil!

İşte, “ve ma teşâûne illâ en yeşâallâh” âyetinde de bu husus vurgulanır...

Gerçekte isteyen tek varlık, yani MÜRİYD ALLÂH’tır! İRADE sadece ALLÂH’ındır. Ve, O, murat ettiğini OL hükmüyle meydana getirir.

İşte bu gerçeğe işaret sadedinde denir ki;

“Kaldır kendini aradan, ortaya çıksın Yaradan.”

Kendini aradan çıkartırsan, kaldırırsan; yani “Allâh’tan ayrı bir varlık olarak varım” varsayımından, zannından kurtulursan;

varlıkta mutlak MÜRİYD yani İRADE EDEN ve RAB olan ALLÂH dışında bir şey mevcut olmadığını açık seçik fark edersin.

“HÂLBUKİ SİZİ DE YAPTIKLARINIZI DA ALLÂH YARATMIŞTIR!” (37.Sâffât: 96)

ALLÂH “yaratmıştır” kelimesiyle işaret edilen mânâyı biraz evvel izah etmiştik. Yani, varlıkların yaradılışı demek, “İLİM”

boyutunda Esmâ mânâlarının takdiri, hükmüdür!

Varlıkların meydana gelişiyle, bu varlıkların meydana gelişinin tabii sonuçları olarak onların fiilleri meydana gelir...

Daha açık bir ifadeyle anlatmaya çalışalım...

Fiiller, belli bir mânânın dışarıdan algılanan şeklidir!

Belli bir mânânın varoluşunun doğal sonucu ve algılanış şekli, fiildir! Yani her fiil, gerçeğiyle mânâdır!..

Dikkat ediniz, “mânâ ihtiva eder” demiyorum!.. Birimin algılama şekline göre, “mânâ ifade eder”dir, bunun anlamı, ama ben bunu demiyorum!

Fiil, mânâdır; mânânın ta kendisidir!

O “mânâ”, algılama aracına bağlı olarak “fiil” şeklinde değerlendirilir!

İşte burayı çok iyi anlamak lazım... Çünkü, çok ince bir “sır”dır bu ve konunun önemli “püf” noktalarından bir tanesi de burasıdır!

Esas var olan mânâdır!..

Mânânın, fiil şeklinde algılanışı, algılama aracı dolayısıyladır!

Eğer şu açıklamaya çalıştığım cümleyi anlamazsak, kesinlikle

“ALLÂH vardır ve O’nunla beraber hiçbir şey yoktur”

cümlesinin mânâsını da anlayamayız!.. Lafını eder, ezberler, kelimeleri tekrarlarız, ama mânâsını kavramamız asla mümkün olmaz!

Efâl boyutu denen; algılama araçları ile var görünen; var kabul edilen; var sayılan; tüm fiiller, orijinde mânâ olarak mevcuttur ve “fiiller boyutu” denen “kesret âlemi” için, bu sebeple denmiştir ki;

“HER ŞEY HAYALDEN İBARETTİR; ÂLEMLERİN ASLI HAYALDİR.”

Çünkü kesret yani çokluk kavramı içine giren her şey, Allâh isimlerinin anlamlarından başka bir şey değildir!..

Eğer, siz henüz şuur boyutunda yaşayabilme; benliksiz bir biçimde, varlığın Tekliğini seyredebilme özelliğine sahip değilseniz;

sizin için çokluk âlemi mevcuttur! Ve siz kesret âleminin kurallarına göre yaşarsınız!.. Ve bu yaşamınızın doğal sonucu olarak, bütün beşerî değerler, kavramlar geçerlidir.

Ayrıca sanmayınız ki; bu bahsedilen âlemleri yaşadığınız zaman, şu içinde bulunulan âlem ortadan kalkar; hayır!..

Her boyut kendi algılayıcısıyla varlığını sürdürür ve;

“ALLÂH, ÂDEM’İ KENDİ SÛRETİ ÜZERE MEYDANA GETİRDİ, YARATTI…”

Anlamındaki Rasûlullâh uyarısı gereğince de, İnsan ismi altında, Zât boyutu, Sıfat, Esmâ boyutu ve Efâl boyutu mevcuttur.

Bu yüzdendir ki; Zât boyutunun, erdiyseniz hakkını verirsiniz;

Sıfat ve Esmâ boyutunun, erdiyseniz hakkını verirsiniz; Efâl boyutunun da ayrıca hakkını vermek zorundasınız!.. Çünkü bu dört boyut da sizin varlığınızda mevcuttur!

Şu an’a kadar anlattığımız hususlarda, Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın açıklamaları ve Kur’ân-ı Kerîm’de işaret edilen gerçeklerden anlayabildiğimiz kadarıyla, Allâh’ın kazası ve takdiri ile; Allâh’ın varlığı meydana getirişi ve bu konudaki takdiri üzerinde durduk.

Şayet buraya kadar anlattıklarımızı yeterince açıklayabildiysek, bundan sonrasını da son derece rahatlıkla anlayıp çözebiliriz.

Ancak bu bölümü anlamadıysak, “ALLÂH” isminin mânâsını şayet kavrayamadıysak; bu mânâ bize açılmadıysa; muhakkak ki herkesin anladığı mânâda “bireysel kader” konusunda birtakım sorularımız olacak ve “Ben burayı bir türlü anlayamıyorum”

diyeceğiz.

18

Belgede AHMED HULÛSİ. AKIL ve İMAN. (sayfa 164-169)