• Sonuç bulunamadı

HALVETİYYE TARÎKATI: TARİHÎ GELİŞİM SÜRECİ VE GENEL ESASLARI

1.2.3. Rüya Ta’bir ve Te’vili

1.2.4.1. Halvetin Tanımı

Kelime olarak yalnız olmak, tenha ve boş yer536, bir kimseyle baş başa kalmak537 an-lamına gelen halvet tasavvufî bir terim olarak melek ve insan cinsinden kimsenin muttali ol-madığı bir şekilde sırrın Hak’la söyleşmesi538 günaha girmemek, ihlâslı bir şekilde ibadet et-mek maksadıyla ıssız ve kimsesiz yerlere çekilet-mek539, zikir, murâkabe, riyâzet ile meşgul olmak üzere tenha bir hücreye kapanmak gibi anlamlara gelmektedir.540 İlk tasavvuf kaynak-larında genellikle uzlet kelimesiyle birlikte zikredilen halvete541 uzlet, inziva ve vihdet gibi isimler de verilmiştir.542

Serrac (ö. 378/988), Bişr Hâfî’den (ö. 227/841) nakille halvetle ilgili olarak “İhtiyar

eden kişi halvet sırasında Allah’tan sakınsın ve evine bağlansın. Onun yoldaşı da ağzından çıkan kelâmı da Allah olsun.”543 diyerek bir anlamda usüle dair izah getirmiştir. Sülemî’nin (ö. 412/1021) nefisle başbaşa kalıp insanlardan uzak durarak dinini ve mürüvvetini korumak

536

İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, c. XIV, s. 237. 537

Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 249. 538

Seyyid Şerif Cürcanî, Tarîfât, Çev.: Abdülaziz Mecdî Tolun, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2014, s. 62. 539

Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 156. 540

Sâmi, Kâmûs-ı Türkî, s. 461. 541

Bkz.: Ebu Nasr Serrâc Tûsî, el Lüma’ (İslam Tasavvufu), Çev.: Hasan Kamil Yılmaz, Erkam Yayınları, İstanbul, 2016, s. 239; Kuşeyrî, er- Risâle, s. 197; Gazâlî, İhyâu’ Ulûmi’d-Dîn, s. 174; Abdulkerim Abdulkadi-roğlu, Halvetîlik’in Şa’bâniyye Kolu Şeyh Şa’bân-ı Velî ve Külliyesi, Türk Hava Kurumu Basım Evi, Ankara, 1991, s. 13.

542

Cürcanî, Tarîfât, s. 111; Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 364. 543

olarak tarif ettiği halveti544 Kuşeyrî, “safvet ehlinin sıfatı” olarak tanımlamıştır. Bunun yanın-da o, tek olarak halvette bulunmanın bütün teselli ve huzur vasıtalarını en iyi şekilde toplamak olduğunu ifade etmiştir.545 Halvetiyye’nin önemli isimlerinden olan Ömer Rûşenî’ye göre en iyi mücâhede yöntemi halvettir. İhtiyaçtan fazla toplumda kalmamak, boş zamanları bir köşe-ye çekilerek ibâdet ve tefekkür ile değerlendirmek hakîkate ulaşmaya çalışanlar için önemli bir vesiledir.546

Halvetin, amelî tasavvuftaki karşılığı ise şeyhin müridini karanlık, dış dünyadan soyut-lanmış bir yere, belirli bir süre için koyarak onun ruh ve zihin bütünlüğünü sağlaması için bazı özel zikirlerle riyâzetleri gerçekleştirmesini sağlama faaliyeti olarak tanımlanmaktadır. Bunun yanında, kalbi yanlış inançlardan ve kötü huylardan temizlemek, keşif ve kerâmet sa-hibi olmak, ahlakî ve tasavvufî bazı gâyeler için çabalamak halvet olarak değerlendirilmiş-tir.547

Ünlü mutasavvıf Ahmet Yesevî (ö. 562/1166) halveti detaylandırarak her bir harfine bir mânâ gelecek şekilde açıklamıştır. Ona göre halvet’in harflerinde bile anlaşılması güç pek çok mânâlar vardır. H harfi hâlî’den; L harfi leyl’den; V vuslattan; T hidayetten alınmıştır.548 Buna benzer bir izah da Sarı Abdullah Efendi (ö.1071/1660) tarafından yapılmıştır.

Seme-rat’ta yer alan tarife göre H harfi kalbi masivadan arındırma; L harfi zikrin lezzeti; V harfi

ahde vefa ve gayri rızadan korumak; T harfi temkine, Y harfi kolaylık gibi manalara gelmek-tedir.549 Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhanevî (ö.1813/1893) halveti Hakk’tan gelen sırları gizle-mek, halvete giren dervişin kendisine varid olan sırları hiç kimseye sezdirmeden saklaması, şeklinde tanımlamıştır.550

Nefis terbiyesinde ve Allah’a vasıl olmada bir vesile olarak görülen halvet, İmam Gazâlî (ö. 505/1111), Ahmed Gazalî (ö. 520/1126), Ahmed Yesevî, Muhyiddîn İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240), Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Hacı Bektâş-i Velî, Hacı Bayrâm-ı Velî (ö.

544

Ebu Abdi’r-Rahman Muhammed İbn el- Hüseyn es-Sülemî, Tasavvufta Fütüvvet, Çev.: Süleyman Ateş, Ankara Ünv. İlâhiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1977, s. 53.

545

Kuşeyrî, er- Risâle, s. 197, 198. 546

Ahmet Câhid Haksever - Nurten Altuntop, “Dede Ömer Ruşenî’nin Dîvân’ında Tasavvufî Mertebeler”, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırma Dergisi, c. 5, S. 5, Y. 2016, s. 1421- 1422.

547

Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 249. 548

Velikahyaoğlu, Sümbüliyye Tarîkatı, s. 45. 549

Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l-Fuâd, s. 143. (Mustafa Aşkar, Sarı Abdullah Efendi’nin bu yorumunu ihtiyatlı yaklaşılması gereken ve ilmî olmaktan uzak hurûfî bir yorum olarak değerlendirmiştir. Bkz.: Aşkar, “Bir Türk Tarîkatı Olarak Halvetiyye”, s. 540.)

550

Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhanevî, Cami’u’l- Usûl (Veliler ve Tarîkatlarda Usûl), Çev.: Rahmi Serin, Pamuk Yayınları, İstanbul, 1981, s. 322.

833/1429) gibi tanınmış sûfîlerce belli kurallara bağlı olarak uygulanmış551 ve buna halvet çıkarma da denmiştir. Halvet çıkarma fiîlî yirmi sekiz, on sekiz, on iki, yedi hatta üç gün bile olabilirken552 genellikle kırk gün süreyle tatbik edildiğinden dolayı erbaîn çıkarma553 veya Farsça “kırk” manasına gelen “çihl” kelimesinden türetilen çile de denmiştir.554

Halvetin genelde kırk güne hasredilmiş olmasının nedeni Hz. Musa’nın Tûr Dağında Allah ile görüşüp kırk gece burada ibadet etmesi olarak gösterilmiştir.555 Nitekim Allah, Hz. Musa kıssasında erbaini zikretmiş ve Hz. Musa’ya kendisine yakınlaşması için erbaini em-retmiştir.556 Bunun yanında Hz. Peygamber’in “Kırk gün kendini samimiyetle ibadete veren kimsenin kalp menbaından zuhura gelen hikmetler, dilinden dökülür.”557 hadisi de kırk gün-lük sürenin belirlenmesinde tesirli olmuştur kanaatindeyiz. Yazıcıoğlu kardeşlerden

Envâru‟l-âşıkîn müellifi Ahmed Bîcan’ın naklettiğine göre Hz. Dâvûd, bir kusurundan

uta-nıp, tövbe etmek üzere ıssız bir yerde kırk gün boyunca ağlamış, secdeye kapanmış ve affe-dilmek için dua etmiştir. Bîcan’a göre bu durum halvete örnektir.558 Hz. Musa ve Hz. Dâvûd ile ilgili zikredilen bu iki olay, halvette bulunmaya kaynaklık ettiği gibi tasavvufî düşüncede sûfînin kırk gün boyunca masivâ denilen dünya işlerinden sıyrılarak çile çekmesine de kay-naklık ettiği söylenebilir.

Bazılarına göre tarîkatlardaki halvet anlayışının temeli, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) va-hiy gelmeden önce Hira’da uzlete çekilme uygulamasına dayanmaktadır. Nitekim Hz. Ai-şe’nin rivayet ettiğine göre Rasulullah’a (s.a.v.) gelen vahiy uykuda gördüğü sadık rüyalarla başlamıştır. Gördüğü tüm rüyalar gündüz olunca aynıyla vaki olmuştur. Daha sonra Rasulul-lah halvetten, yalnızlıktan hoşlanmaya başlamış ve Hira mağarasına gitmiştir. Günlerce kaldı-ğı Hira’da tefekkür ve ibadetle meşgul olmuştur.559

551

Öztük, Cerrâhîlik Hz. Pîr Nureddîn Cerrâhî ve Cerrâhî Tarîkatı, s. 28; Mehmet Mansur Gökcan, “Ta-savvuyfa Halvet ve Uzlet”, III. Uluslararası Kültür ve Medeniyet Kongresi, ed.: Hasan Çiftçi- Kladygul Adılbekova, Mardin, 2018, s. 255; Aşkar, “Bir Türk Tarîkatı Olarak Halvetiyye”, s. 540.

552

Öztük, Cerrâhîlik, s. 28. 553

Türer, Osmanlılarda Tasavvufî Hayat, s. 79. 554

Selçuk Eraydın, “Çile”, DİA, c. 8, TDV Yayınları, İstanbul, 1993, s. 315. 555

Bkz.: Kur’an-ı Kerim, Araf Suresi, 142. ayet. (Bana İbadet etmesi için Musa’ya otuz gece vade verdik. Ve ona on gece daha ilave ettik. Böylece rabbinin tayin ettiği akit ırk geceyi buldu…) (Haz.: Hayreddîn Karaman vd., Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2018); Rıhtım, Seyyid Yahyâ Baküvî ve Halvetîlik, s. 110. 556

Sühreverdî, Avârifü’l-Meârif, s. 263. 557

Celâleddîn Suyûtî, Câmüu’s-Sağîr, Beyrut, 1990, c. II, s. 510. 558

Yazıcıoğlu Ahmed Bîcan, Envâru’l-âşıkîn, Derleyen: M. Faruk Gürtunca, Ülkü Kitap Yurdu, İstanbul, 1972, s. 133.

559

Ancak bu görüşe karşı çıkanlar da vardır. Mesela İbn-i Teymiyye buna itiraz eder ve farklı bir yorum getirir. Ona göre Hz. Peygamberin (s.a.v.) Hira’da bir başına kalıp ibadet etmesi peygamberlikten önce gerçekleştiği için geçerli değildir. Şayet böyle bir şey emredil-miş bir ibadet olsaydı, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hayatının son yirmi üç senesinde o mağaraya tekrar gitmesi gerekirdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) peygamberlikten sonra gitmediğine göre Müslümanların böyle bir hayatı örnek almaları tutarlı değildir. Bununla birlikte mutasavvıf-lardan Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Hira’daki uygulamasını esas alarak halveti sünnet kabul edenler de vardır.560

Esasında mutasavvıfları halvet konusunda etkileyen Hz. Peygamber’in uygulamaları ve fıkıh kitaplarında yer alan itikâf meselesidir. İtikâf, Hz. Peygamberin Medine döneminde vefatına kadar devamlı yaptığı müekked bir sünnettir. Niyet ederek bir camide ibadet niyetiy-le bir müddet bulunmak olan itikâf mutasavvıfları etkiniyetiy-lemiş ve halvete yöneltmiş olsa gerek-tir.561

Bir yalnızlığın halvet olması için kalp ve beden ile bir bütün olarak halvete girmesi ge-rekir. Aksi halde bir kimse, bir ömür boyu halvette kalsa, kafası dünyevî düşüncelerle meşgul olsa, ona halvettedir denmez.562 Nitekim Ebu Nasr Serrâc Tûsî el Lüma’ adlı eserinde naklet-tiğine göre İbrahim Havvâs (ö. 291/904) çölde hüsn-i edeb ve huzur-i kalp sahibi bir adam görmüş. Ona halinden sorunca adam: “Ben halkın içinde ve tanıdıkların yanında tevekkül,

rıza, tefvî-zi umûr ile amel ediyordum. Ne zaman ki tanıdıklardan ayrıldım bende bunların zerresi bile kalmadı. Buraya geldim ki bildik ve tanıdıklardan uzak olduğum zaman da nef-simden iddia edegeldiği şeyleri isteyebileyim.” diye cevap vermiştir.563

Ancak bunun istisna olduğu durumlar da yok değildir. Nûr Sûresi'ndeki “Ticaretin ve

alışverişin, Allah'ı hatırlamaktan alıkoymadığı kişiler.” (Nûr, 24/37) âyeti ile bu hususa işaret

olunarak özel bir yere çekilmeden, halkın içinde, (halvet der encümen)564 sürekli Allah tefek-kürünü korumaya muvaffak olan kişiler de halvette kabul edilmişlerdir.565

560

Aşkar, “Bir Türk Tarîkatı Olarak Halvetiyye”, s. 538. 561

Lütfi Şentürk- Seyfettin Yazıcı, İslam İlmihali, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2012, s. 288; Aşkar, “Bir Türk Tarîkatı Olarak Halvetiyye”, s. 538.

562

Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 249. 563

Serrâc, el Lüma’, s. 240. 564

İnsan halk içinde bulunurken de halvette olabilir. Bu anlayış, sonraki dönemlerde Nakşbendîlerce “halvet der-encümen” şeklinde ifade edilmiştir. (Serin, İslam Tasavufunda Halvetîlik ve Halvetîler, s. 69. 565

İmam Gazalî seyr illâllah yolculuğunda şeyhin vazifelerini sıralarken, bunlardan biri-nin müridi yol kesicilerden korumak olduğunu belirtir. Bu yol kesicilerin çok yemebiri-nin, çok konuşmanın, kalabalıkta çok bulunmanın ve çok uyumanın sebep olduğu şehvet, kalbin ko-nuşmaya olan aşırı meyli, dünya işleriyle çok meşgul olma ve kalbi dünyaya meylettiren hu-suslar, yani nefsi besleyen ögeler olduğunu söyler. Bahsi geçen bu suflî meyillerin halvet, sukût etmek, aç kalmak ve gece uykusundan ferâgat etmek şeklindeki dört şartla izâle edile-ceğini ve müridin bu şekilde korunabileedile-ceğini zikreder.566 Görüldüğü gibi müridi yol kesici-lerden korumanın şartlarından biri olarak halvet sayılmıştır. Bundan olsa gerek halvet, sûfîler tarafından müridin nefsini ve kalbini ıslah etmede bir şart olarak kabul edilmiştir.

Burada önemli bir noktaya temas etmekte fayda vardır. Halvetin amacına uygun bir şekilde yapılabilmesi ve istenilen sonuca varılabilmesi için dinin temel kurallarına ve sünnet-i seniyyeye tam manasıyla uygun olması gerekir.567 Bu vasıfları taşımadan yapılan halvetin amacına ulaşmayacağı, aksine halvete giren dervişi fitneye düşüreceği uyarısını yapan Sühre-verdî’nin ifadesiyle daha bir anlam kazanmaktadır. O bu konuyla ilgili şöyle demiştir:

“Şeriata ve sünnet-i seniyye’ye uygun olmayan halvet, nefsi tasfiye ederek filozofların ve

dehriyyûnu itina ettikleri, riyâzeta dayalı ilimleri elde etmeye yarar. Ve çoğu zaman Allah’tan uzaklaştırır. Bu yola yöneleni, şeytan elde ettiği riyâzet bilgileri ve gönlüne ârız olan, doğrulu-ğu görülen havâtır sayesinde saptırır durur. Neticede halvet riyâzeta tam olarak bağlanır ve kendisini maksadına ermiş sanır. Bilmez ki, bu yol, hristiyanlar ve brahmanlar için yasak olma-yan faydalı bir yoldur. Hâlbuki halvetten maksat kerâmet değildir. Nitekim sûfîlerden biri şöyle der: “Hakk teala senden istikamet istiyor. Sen kerâmet peşindesin.”568

Bazı sûfîler de keşif ve kerâmet sahibi olmak için halvete girmenin yanlış olduğu gö-rüşündedirler. Halvetin nasıl yapılacağıyla ilgili düşüncelerini de izah ederler. Onlara göre halvet dinin selameti, ihlaslı amel ve nefsin denetim altında tutulması gayesiyle olmalıdır.569

Kaynaklara bakıldığında halvetin ve erbaînin sadece Halvetiyye’ye has bir uygulama olmadığı görülür. Bazı uygulama farkları olmakla birlikte, günahlardan korunmak ve daha iyi ibadet edebilmek kastıyla tekke, hankâh, ribat, zâviye ve dergâhlarda ıssız yerlerde halvet

566

Bkz.: Gazâlî, İhyhâu’ Ulûmi’d-Dîn, c. 3, s. 173-175; Yol kesici ifadesini ve ondan korunmanın yollarını Halvetî şahsiyetlerin eserlerinde de görüyoruz. İleride değinileceği gibi Habib Karamânî nefsi, yol kesici bir hayduta benzetmiştir. (Bkz.: Habîb Karamânî, Vuslatnâme, vr. 18a.)

567

Öncel Demirdaş, “Tasavvuf Tarihinde Halvet ve Halvetin Manevî Eğitimdeki Rolü”, Ekev Akademi Dergi-si, Y. 16, S. 53 (Güz - 2012), s. 136.

568

Sühreverdî, Avârifü’l-Meârif, s. 271. 569

uygulaması tarîkatların çoğu tarafından genel kabul görmüş ve şeyhler gözetiminde uygulan-mıştır.570 Bunun yanında halvet yerine celvet, uzlet ve çile gibi kavramlar da kullanılmıştır. Bu kavramların kelime manalarındaki küçük değişikliklere rağmen genellikle yüklendikleri anlam bakımından bir ve benzer anlamlara geldikleri görülecektir. Uygulama gayesi de bu ifadeyi doğrular niteliktedir. Nitekim bahsi geçen kavramlara ve uygulama amaçlarına bakıl-dığı zaman tamamında Allah’ın rızasının gözetildiği ve ibadetlerin ihlâsla yapılmasının ve bütün bunların neticesinde de nefsi terbiye etmenin amaçlandığı görülecektir.571