• Sonuç bulunamadı

Daha önce de değinildiği gibi habere ilişkin çok sayıda tanımlama söz konusudur. Şüphesiz bu da haber konusunda belirli bir görüş birliğine varılamadığının bir göstergesidir. Ancak her ne kadar haberin ne olduğuna ilişkin bir konsensüs sağlanamamışsa da kimi tanımlamaların birbiri ile paralellik gösterdiğini görmekteyiz. Söz konusu durum, habere yaklaşım açısından birbiri ile benzer bakış

95 açılarının, aynı paradigmadan besleniyor olmalarının bir sonucudur. Medya ve haber üzerinde yoğunlaşan bu paradigmaları genel olarak iki başlık altında toplamak mümkündür. Bunların ilki ana damar olarak da nitelenen ‘Liberal-çoğulcu yaklaşım’; diğeri ise Marksizm temelli ‘Eleştirel yaklaşımlardır.’

Liberal-çoğulcu yaklaşım medyayı resmi olarak değilse de yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü güç olarak kabul eder (Özer, 2011 207). Medyaya önemli ölçüde özerklik atfeden bu bakış açısı, medyanın devletten, siyasi görüşlerden, birtakım güç odaklarından ve çıkar gruplarından bağımsız olarak hareket ettiği varsayımına dayanır. Çünkü ancak bu şekilde medyanın nesnelliğini koruyabildiği ve yalnızca gerçeği aktarabileceği düşünülmektedir. Liberal-çoğulcu yaklaşımın çıkış noktası da tam olarak budur. Bu nedenle liberal anlayış doğrultusunda yapılan haber üretimi araştırmaları genellikle gerçeğin tam ve dengeli olarak aktarılıp aktarılmadığını ve medyanın nesnelliğini koruyup koruyamadığını saptamak üzere çerçevelenmiştir.

Liberal-çoğulcu teorisyenler, araştırmalarını yürütürken medyanın olduğu kadar gazetecilerin özerkliğini de araştırmışlar ve haber üretimi aşamasında gazetecinin tutumunu belirleyen etmenleri de ortaya koymaya çalışmışlardır (Curran, 2005: 378; Şeker, 2009: 291).

Tüm bu çalışmalar neticesinde teorisyenler tarafından 3 ayrı kuram geliştirilmiştir. Bu kuramlar, Kişilik Kuramı, Örgüt Kuramı ve Rol Kuramı olarak adlandırılmaktadır. Kişilik Kuramı, gazetecilerin mesleki tutumlarını sektördeki deneyimleri ve kişisel özelliklerini göz önüne alarak değerlendirmeye çalışmaktadır. Haber oluşturma sürecinde gazetecinin dünya görüşü, değer yargıları, eğilimleri ve önyargıları gibi kişisel etmenlerin etkili olduğunu öne süren kuram, ferdi bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir. White ve McNelly gibi teorisyenler uzun yıllar ferdi bakış açısı çerçevesinde çalışarak önemli çalışmalara imza atmışlardır (Atabek ve Uztuğ, 1998: 97; Çebi, 1996: 249).

Liberal-çoğulcuların öne sürdüğü bir diğer kuram olan Örgüt Kuramı, medya yapılanmalarını bir örgüt olarak ele alır ve gazetecilerin mesleki tutumlarının örgüt içi çalışma koşulları ve örgütün amaçlarının incelenmesiyle açıklanabileceği ön

96 kabulünden yola çıkar. Söz konusu kuram, haber seçimi sürecinde gazetecinin kurumsal ilişkilerden izole edilemeyeceğini öne sürer. Bu noktada Örgüt Kuramı, kurumsal ilişki ve bağlılıkların geçerliliğini ölçerek, gazetecinin doğruları aktarma ve nesnellik çabalarının kurumsal rutinlerce nasıl baskı altında tutulmaya çalışıldığı sorununa odaklanır (Atabek ve Uztuğ, 1998: 97; Çebi, 1996: 252; Şeker, 2009: 291). Rol Kuramı ise gazetecilerin mesleki davranışlarının içselleştirdikleri role/işleve bağlı olduğu noktasından hareket eder. Bu bağlamda gazetecinin nesnelliği ancak onun haberleri tarafsız bir şekilde aktarma rolünü benimsemesine bağlı olmaktadır (Atabek ve Uztuğ, 1998: 97).

Görüldüğü gibi liberal-çoğulcu teorisyenler, medyanın yalnızca mevcut durumu aktarması diğer bir deyişle gerçekleri olduğu gibi ve yansız bir şekilde vermesi gerekliliği üzerinde durmuşlar ve araştırmalarını bu doğrultuda sürdürmüşlerdir. Onlara göre medyanın en önemli sorumluluğu haber akışını doğru bir şekilde sağlamaktır. Bunun gerçekleşebilmesi için temel şart ise medyanın ve bunun bir uzantısı olarak da gazetecinin özerkliğinin korunmasıdır.

Yukarıda değinilen haber üretimi sürecine yönelik liberal kökenli araştırmalara başka bir açıdan yaklaşan ve habere oldukça farklı bir bakış açısı kazandıran bir dizi çalışma da eleştirel paradigmayı benimseyen teorisyenler tarafından ortaya konmuştur. Çoğulcu-liberal anlayışa bir tepki olarak gelişen eleştirel yaklaşımların ana damar çalışmalardan ayrılan en belirgin yanı haberin gerçeğin kendisi olduğu görüşüdür. Çünkü eleştirelcilere göre gerçek, medyanın ekonomi-politiği doğrultusunda yeniden inşa edildikten sonra kitlelere aktarılır. Bu bağlamda medyada yer alan şey gerçeğin kendisi değil, gerçeğin yalnızca temsilidir (İnal, 1994: 158).

Dolayısıyla çoğulcuların iddia ettiğinin aksine medya gerçeği olduğu gibi yansıtmamakta; kendine özgü kullandığı dil ve kod sistemi ile gerçeği ideolojik olarak anlamlandırmakta ve aktarmaktadır. Hall’ün (2005: 84) temsil etme ile yansıtma arasında yaptığı ayrım bu noktaya dikkat çekmesi itibariyle önemlidir. Hall, temsil etmenin yalnızca var olan anlamı aktarma değil ayrıca şeylere anlam verme

97 çabası olduğunu ileri sürer. Bu nedenle bir tür anlam üretimi olan temsil etme, yansıtmadan son derece farklı bir pratiktir.

Eleştirel paradigma, maddi üretim araçlarını elinde bulunduran seçkinlerin aynı zamanda zihinsel üretim araçlarını da elinde bulunduracağı düşüncesinden yola çıkar (Marx ve Engels, 1992: 70). Bu nedenle medya içeriklerinin ekonomik ve politik ilişkiler doğrultusunda oluşturulduğu savı eleştirelciler için oldukça anlamlıdır. İncelemelerini bu sav üzerine kuran Marksizm temelli çalışmalar, toplumdaki egemen sınıfların ideolojik söylemleri tarafından üretilen medya içeriklerinin kitleler üzerindeki etkileri üzerinde yoğunlaşmışlardır. Medyanın en önemli etkisinin ideolojik etki olduğunu savunan bu yaklaşım medyanın ideolojik bir aygıt olarak işlev gördüğüne ve rıza üretimi yoluyla egemen söylemlerin meşrulaştırıldığına işaret etmektedir (Shoemaker ve Reese, 2002: 138-139). Bu nedenle eleştirelciler, liberal anlayıştan farklı olarak ideoloji ve medya içeriklerinin girift yapısını anlamaya çalışmış; ideolojiyi haber üretim sürecinin odağı olarak ele almışlardır.

Eleştirel anlayış, medyanın özerkliği konusunda da çoğulcu-liberal yaklaşımdan ayrı düşünmektedir. Çünkü eleştirelcilere göre medya, toplumdaki belli sınıfların tahakkümü altındadır. Dolayısıyla da medyanın özerkliği ütopik bir varsayımdan başka bir şey değildir. Bu nedenle eleştirel gelenek içinde yer alan teorisyenler, medyanın özerk olduğunu düşünen ya da savunan medya çalışanlarının bir yanılsama içinde olduğu görüşünde hem fikirdir. Çünkü söz konusu bireyler, baskın-hegemonik kültürel normlar ile toplumsallaşmakta ve bu normları içselleştirmektedir (Curran, 2005: 378).

2.3. Haber Değer Etmenleri

Benzer Belgeler