• Sonuç bulunamadı

Üretime yönelik bir toplumun tüketime yönelik dönüşümü, sosyal, siyasal, ekonomik dönüşümlerle birlikte, önceki bölümlerde tartışılan zaman kavramı bağlamında tekrar düşünülmelidir. Kapitalizmin gelişmesi ve “paranın her şey için evrensel bir değer standardı olması”yla birlikte zamanın basına da aynı şeyin geldiği görülmektedir. Giddens’a göre; salt süre olarak, yaşantının maddiliğinden koparılmış olan zaman, gerçek, ‘nesnel’ zaman olarak algılanır; çünkü para gibi zaman da evrensel ve kamusal olarak ifade edilir. Giddens kapitalizmin, diğer her şey gibi zamanı da metalaştırdığını ileri sürer. Giddens (1998) zamanın metalaşmasını “zamanın boşaltılması” olarak tanımlamakta ve bunu, mekanın boşaltılması için ön koşul olarak görmektedir. Zaman ve mekanın boşaltılması ile toplumsal etkinlikler “yer”e bağlı belirleyicilerinden bağımsızlaşmıştır (Giddens,1998).

Kapitalizmin zaman anlayışı, dakikliğin önemini vurgularken “hız” faktörünü de gündelik hayata dâhil etmektedir. Sanayi Devriminden sonra teknolojinin gelişmesiyle birlikte iletişim ve ulaşım araçlarının icadı zaman-mekan kavramını daraltan bir etki yapmıştır. Artık insan hareket özgürlüğüne kavuşmuş, ulaşılamaz yer kalmamış, fiziksel mekanın yanında, soyut bir zaman anlayışı da geliştirilerek zaman ve mekan kavramları birbirinden ayrıştırılmıştır. Yeni Dünya’da dünya gitgide küçülmüş sınırlar ortadan kaldırılmıştır. Fakat dünya yalnızca sınırlardan değil, anlamın kendisinden de arınmıştır. Bir pazar yeri olarak dünya, insanların anlam krizini tırmandırmakta ve bozulmuş bir dünya algısı geliştirmektedir. Mesafenin ölümü olarak tanımlanan bu gelişmeyi Harvey (1997), “mekanın zaman aracılığıyla ölümü” olarak nitelemektedir. Bu gelişmeler doğrultusunda tarih de yerel zamanla birlikte kendi somut tabanını kaybetmiştir. Bugün hızlanan şey artık tarih değil gerçeğin kendisidir (Virilio, 2003). Zamanın anın içine sığabilmesi dünyadaki mesafe algılarını da ters yüz etmiştir.

Sosyo-ekonomik faktörlerdeki ve Harvey’in “zaman mekan sıkışması” (Harvey,1999) olarak da adlandırdığı değişimler insanı yeni bir döneme hazırlayan etkenler olmuşlardır. Üretim teknolojilerinin değişimi ile ulaşım ve dolayısıyla iletişim sektöründe oluşan büyük gelişimler yeni bir insan türü yaratmıştır. Bu insan türü hareketin sınırlarını zorlamış, üzerinde yaşadığı coğrafyanın sınırları konusunda zihni berraklığını yitirmiş, zaman kavramının ne anlama geldiğini kendi gündelik hayatı üzerinden kavrayıp entelektüel alana aktarabilmiş ve bunun üzerinden ‘hız’ı keşfetmiş olan, evrimleşmiş bir insan türüdür. Endüstri Devrimi sadece üretim teknolojileri açısından değil dünyayı görme ve algılama, olayları yorumlama ve kavrama açısından da yeni bir sayfa açmıştır. Ulaşım teknolojilerinin ilerlemesi sayesinde insan yerle kurduğu ilişkiyi tekrar gözden geçirmek durumunda kalmıştır. (Özbey, 2007).

Bugün yaşadığımız çevrelerde geleneksel anlamda mekansal deneyime olanak sağlayan bir ortamdan söz etmek oldukça zordur. İçinde yaşadığımız ortam, "hız ve haz" çağı olarak tanımlanır. Zaman ve mekan yaşamı sıkıştırmakta; her ikisini de algılamak güçleşmektedir. Sonuç olarak hepimiz gelip geçici hazlarla yetinmek

durumunda kalırız. Mekan-zaman sıkışması: "Mekan zamanı deforme eder; zaman da mekanı bozar" (Harvey, 1997) tartışması aslında günümüzde yaşanan sürekli bir şimdilik kavramına vurgu yapar; anlık erişim ile artık geçmiş zaman ve gelecek zaman anlamını yitirir. Paul Virilio’ya göre, günümüzde "hız" zamansal ve mekansal değişkenleri belirleyen öncelikli bir kavramdır (Virilio, 1997). Newton fiziğinde zamana bağlı bir değişken olan "hız" (km/sa) günlük yaşantımızda, zaman kavramından bağımsızlaşarak, zaman kavramını kendine bağımlı hale getirmiştir (Aydınlı, 2008).

Bu durum, zaman ve mekan limitlerinin sıkıştırılmasıyla ve derinliksiz ve anlık bir dünyanın yaratımıyla ilgilidir. Küreselleşme coğrafi sınırları yıkarak, ulusal devlet iktidarına meydan okuyarak ve teker teker bireyler üzerinde kitlesel medya kontrolü kurup, toplumda gücünü geleneksel olandan alan ilişkileri dönüştürmüştür. Küreselleşme, hareket kabiliyetinde bir sıçrama yaşamış insanın ‘yer’le bağlarını zayıflatmış dolayısıyla birey için tehdit unsuru olmuş, mekanı zaman içinde sıkıştırmış, ülke sınırlarını silerek coğrafyasını genişletmiş, kültürel farklılıkları yok ederek tek ve kompozit bir küresel kültür oluşturma yönünde önemli bir yol kat etmiştir (Özbek, 2007). Küreselleşme, yerkürenin doğal boyutlarını parçalamakla yetinmemekte, toprağa bağlı olan eski bölgelerin, eski ülkelerin ve eski ulusların yerel zamanlarının kurduğu uzun vadeli zaman dilimlerinin önemini de ortadan kaldırmaktadır. Geçmiş, simdi, gelecek seklindeki eskiye ait üçlü süre sınıflandırmasının yerine bugün tele varoluşun anındalığı geçmektedir (Virilio, 2003).

Kapitalizm, alanını küreselleşmeye doğru genişlettikçe kurduğu sistemi yönlendirebilmek için farklılıkları yok etme ve tek tipleştirme yoluna gider. Böylece, kapitalizm kendi mekan ve zaman anlayışını her coğrafyada tekrarlar, o coğrafyayı kendi istekleri doğrultusunda, soyut bir mekan ve zaman anlayışı çerçevesinde yeniden kurar. Bireyin kendisinin ve yasam çevresindeki her şeyin tek tipleştirilmesi, hayatını mekanik bir düzeneğe dönüştürmektedir. Bir yere ait olma duygusu yok edilmiş, herkes ve her şey yer değiştirebilir olmuştur. Elektronik bilgi, iletişim ve ulaşım ağları toplumsal süreç içinde daha merkezi hale geldikçe, “gerçeklik” de

yerini “hiper-gerçeklik” e bırakmakta yani, “yer” in insan değerleriyle kuşatılma ve bunun mekan olarak yorumlanma olasılığı uçup gitmektedir (Robins, 1996).

Baudrillard (1997), gündelik hayatın hızlı akışını tüketim kültürünün bir ürünü olarak değerlendirir. Günümüzde gösterge ve imajların hızlı akışı, gerçeklik ve imaj arasındaki ayrımın ortadan kalkması, tüketimin ihtiyaçtan öte bir zevke dönüşmesi, insanların hiper-gerçek bir dünyaya ya da post-modern kültüre doğru yönelimi bize hız ve haz çağının yaşandığını hissettirmektedir. Tüketim Bocock’a (1997) göre modern kapitalizmde, sadece ihtiyaçlara değil, aynı zamanda gittikçe artan bir şekilde, arzulara dayanan bir olgudur. Baudrillard da (1997) “nesne ve hazza yönelik gibi görünen tüketim davranışlarının aslında tamamıyla arzunun metaforik ve dolaylı dışavurumu, farklılaştırıcı göstergeler üzerinden toplumsal bir değerler kodunun üretilmesi amaçlarına yanıt verdiğini” belirtmektedir (s.86). Başka bir deyişle tüketim dünyası, insanların bir şeyi istediklerini sandıkları ve onu elde ettikten sonra da, endişe içine düşerek, aslında bunu sandıkları kadar istemediklerini ya da hiç istemediklerini farkına vardıkları, başka bir şeyin gerçekten istedikleri şey olduğunu düşünmeye başladıkları bir dünyadır (Argın, 1992).

Tüketim olgusunun, modern tüketim toplumlarında sahip olduğu anlam, fiziksel ihtiyaçları tatminden daha çok, duygusal içeriklerle açıklanmaya başlanmıştır. Bu bağlamda üreticiler, tüm pazarlama faaliyetlerinde, ürünün jenerik değerinden çok sağladığı haz veya duygusal anlamlarını öne çıkarmaya başlamıştır (Özgül, 2011, s. 25). Tüketim faaliyetlerinin özellikle hazza yönelik olarak gerçekleştirilmesi günümüz tüketim davranışlarında yaygın olarak görülmektedir. Eğlence, yaşamdan tat alma ve heyecan gibi duygular davranışlarımızı yönlendiren etmenler arasında önemli bir yere sahiptir. Arnold ve Reynold (2003) haz ile yapılan satın alma eylemi ile ilgili olarak yaptıkları ölçek geliştirme çalışmasında macera için alışveriş yapılması davranışından bahsetmiştir. Özgül (2011), bu tip tüketim davranışında alışveriş deneyimi daha çok macera, heyecan, kışkırtma ve heyecan verici görünüm, koku ve sesi olan farklı bir dünya şeklinde tanımlanmaktadır (s.27). Bu tip alışveriş yapan tüketiciler, alışveriş merkezine gittiklerinde kendilerini akıntıya kapılmış gibi hissettiklerini ve zamanın nasıl geçtiğinin farkında olmadıklarını ifade etmektedirler

(Özgül, 2011). Dedeoğlu ve Savaşçı (2005), tüketim toplumunda bireylerin kimlik oluşturma faaliyetlerinde tüketimin de rol oynadığını belirtmişlerdir. Bu bağlamda tüketim davranışlarının önemli bir aracı olan haz ve tatmin duygusu, sadece tüketim faaliyetlerinde değil yaşamın her alanında etkin olan bir faktör olarak karşımıza çıkabilecektir.

Yeni dünya düzeni; sürekli tüketimi arzulatan, haz ve tatmin duygusunun ön planda olduğu hızlı bir yaşam önermektedir. Gündelik hayatın yeni mekanlarına baktığımızda “hız ve haz”ın izlerini görmek mümkündür. Küresel sermayenin örgütlediği yeni mekanlar, coğrafi sınırların yok olduğu dolayısıyla aidiyet duygusu yerine bir yere ait olmama/her yere ait olma duygusu veren, bağlamından kopuk, kendi mekanını kurgulayan, zamanın sürekliliğinden yoksun ortamlardır. Yeni dünya düzeni geçici ve anlık olanla ilişkili, aidiyetsiz ve kimliksizliği barındıran yeni bir mekan kurgusu önermektedir. Bu mekan türü; geçiş mekanları, tüketim mekanları ve eğlence mekanlarını içeren “Yok – Mekan”lardır.

Benzer Belgeler