• Sonuç bulunamadı

HÜMANİST TARİH ANLAYIŞI DÖNEMİ OSMANLI İMAJINA İLİŞKİN BULGULAR

BULGULAR VE YORUMLAR

4.2. HÜMANİST TARİH ANLAYIŞI DÖNEMİ OSMANLI İMAJINA İLİŞKİN BULGULAR

Ders kitaplarında Hümanist tarih anlayışı dönemi, İnönü ve Menderes dönemlerini kapsamaktadır. İnönü döneminde salt bir Hümanist tarih anlayışı görülürken, Menderes döneminde bu tarih anlayışı etkisini sürdürmesine rağmen İnönü dönemindeki gibi katı bir biçimde uygulanmamıştır (Yıldırım, 2014: 236). Bu dönemde de özellikle Osmanlı başarılarına ve başarısızlıklarına odaklanıldığı görülmüştür. Örneğin, Yeni ve Yakın Çağlar: Üçüncü Sınıf (Cansel, Baysun ve Karal, 1942: 22) kitabında Beyazıt II’in babası olan Fatih Sultan Mehmet hakkında “İyi tahsil görmüştü. Fatih, asrının en büyük hükümdarıydı” ifadeleri yer almaktadır. Bahsi geçen bu ifadeler doğrultusunda iyi eğitimli ve asrın en büyük hükümdarı betimlemeleri ile Fatih Sultan Mehmed hakkında olumlu bir imaj çizilmiştir. Osmanlı Devleti’nin dokuzuncu padişahı olan Yavuz Sultan Selim hakkında ise Cesur, kahraman ve sert tabiatlı olduğu, çok iyi tahsil gördüğü Arapça ve Farsça

40

bildiği ve şiir yazdığı belirtilmiştir (1942: 49). Aynı kitabın devamında Yavuz Sultan Selim’in hükümdar olarak devlet hizmetinde en ufak kusurları bile idam ile cezalandırdığı, cezaya uğrayanlar arasında pek çok sadrazam olduğu belirtilmiştir. Halk arasında bu sebepten “dilerim Allah’tan Selime vezir olasın” bedduasının yaygın olduğu ifade edilmiştir (1942: 49). Bu ifadeler doğrultusunda Yavuz Sultan Selim hakkında iyi bir hükümdar olmasının yanı sıra despot bir hükümdar imajı da çizildiği söylenebilir. Osmanlı Devleti’nin kuruluş devri padişahları ile ilgili olarak Tarih Lise II (Akşit ve Oktay, 1952: 220,223,225,232) kitabında, “büyük çaba ve fedakârlık gösteren cesur, çalışkan, adil, merhametli, adaletli ve faziletli”, ”savaştan yorulmayan”, “büyük asker”, “örgütçü”, “şair ruhlu”, “merhametli”, “dindar”, “sade bir hayat yaşayan”, “ihtişamdan hoşlanmayan” gibi betimlemelerde bulunulmuştur. Bu betimlemeler doğrultusunda, kuruluş dönemi padişahları hakkında olumlu imaj çizilmiştir.

Tarih Lise III (Oktay, 1952: 95) kitabında yükselme dönemi padişahlarından Yavuz Sultan Selim ile ilgili “Türk-İslam âlemini birleştirmeye çalışan cihangir” Kanuni Sultan Süleyman ile ilgili “Türk milletine birçok ülkeler kazandıran büyük Türk”, Fatih Sultan Mehmet ile ilgili “birçok meziyetlere sahip”, “bilgin”, “şair”, “lisan bilen”, “bilginleri”, “şair ve sanatkârları koruyan ve gözeten” gibi betimlemelerde bulunulmuştur. Bu betimlemeler doğrultusunda yükselme dönemi padişahları hakkında olumlu imaj çizildiği söylenilebilir.

Yükselme döneminde padişahlar ile ilgili olumlu bir imaj ortaya konulurken Osmanlı ile ilgili de olumlu bir devlet imajı sunulmuştur. Nitekim Yeni ve Yakın Çağlar: Üçüncü Sınıf (Cansel, Baysun ve Karal, 1942: 28) kitabında, İstanbul’un fethi sonrası Rumlara din ve mülkiyet hakkının bağışlandığı vurgulanarak, Osmanlının Hristiyan halka verdikleri haklar devri aşan büyük ve olgun bir siyasetin eseri olduğu ifade edilmiştir. Bu ifade aynı kitapta yer alan şu cümleler ile de desteklenmiştir:

“İstanbul’un alınmasından bir asır sonra bile Avrupa’da aynı dinin iki mezhebinden başka bir şey olmayan Katolik ve Hristiyan kiliselerine bağlı insanlar birbirlerini diri diri gömüyorlar ve yakıyorlardı. Fransız büyük ihtilaline kadar Avrupa köylüsü asil sınıfın toprakları üzerinde her türlü haktan uzak sefillik içinde çalışmaktaydı.”

41

Kitabın devamında, “Fatih Sultan Mehmet’in Fatih Kanunnamesi’nde yer alan kardeş katli hükmü ile ilgili olarak padişahın kardeşlerini öldürebilmesi Avrupalıların çok kere ileri sürdükleri gibi barbar bir yol değildir. Çünkü bu usülün kolladığı amaç şehzadeler arasında taht kavgalarının önüne geçmek olduğu” ifade edilir (942: 26). Bu ifadelerden kardeş katli olayının barbarlık olarak değil mecburiyet olarak yorumlandığı anlaşılmaktadır.

Yeni ve Yakın Çağlar: Üçüncü Sınıf (Cansel, Baysun ve Karal, 1942: 26) kitabında kanuni dönemi, Osmanlı imparatorluğunun her bakımdan en parlak dönemi olarak ifade edilir. Kanuni döneminin ilk on yılında sebep ve karakterleri farklı üç farklı isyan çıktığı ve bu isyanların Osmanlı devleti tarafından hızlıca bastırıldığı belirtilmiştir (1942: 26). Bu bağlamda Osmanlı’nın güçlü bir devlet imajına sahip olduğu söylenilebilir. Avrupa’nın büyük kısmında söz sahibi olan, kendisini Alman İmparatoru ilan ettiren Şarl V. Fransa kralı Fransuva’yı esir aldığı, bunun üzerine hükümdar naibi olan annesi Fransuva’yı kurtarmak için Osmanlı’dan yardım istediği ifade edilmiştir (1942: 53). Bu bağlamda Osmanlı’nın her şeye kadir ve güçlü bir devlet imajına sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Yeni ve Yakın Çağlar: Üçüncü Sınıf (Cansel, Baysun ve Karal, 1942: 11) kitabında Kuruluş döneminde Osmanlılar, Hristiyanlardan aldıkları şehirleri Türkleştirdiler. Bu Türkleştirme işlemini de şehirlere Türklüğün damgası sayılabilecek cami, medrese, imarethane ve darüşşifalar inşa edildiği belirtilmiştir. Aynı kitabın devamında Osmanlıların Rumeli’deki fetihlerle Türk diline yeni ufuklar açtılar. Türkçe resmi dil olduktan sonra ise ilim ve sanat dili olarak da kullanıldı. Arapça ve Farsçadan bir çok eserin bu dönemde çevrildiği bu sebeple sonraki yıllarda Türk dilinin İran ve Arap tesirinde kalmasına yol açtığı ifade edilmiştir (1942: 12). Bu ifadeler doğrultusunda kuruluş döneminde Osmanlıların kendi özüne sahip çıktığı önemsediği yorumunu yapabiliriz. Bu bağlamda Osmanlı Devleti’nin kültüre sahip çıkan bir imaja sahip olduğu söylenebilir. Kanuni döneminde Osmanlı’nın hızla genişlemesinin Anadolu Türkçesi’nin yayılmasını sağladığı belirtilirken, genişlemenin daha çok Avrupa’da olması ve Rumeli’de Türklerin kitleler halinde yerleşmesinin bir çok kültür merkezinin açılmasına ve Türk dilinin Balkan Dilleri üzerinde tesir ettiği ifade edilmiştir (1942: 63). Bir unsurun bir unsuru etkilemesi için ondan daha güçlü olması gerekliliği aşikârdır. Bu bağlamda Osmanlı için kültürel bir güç imajına sahip olduğu söylenilebilir. XVI. Asır sanatı Osmanlı imparatorluğunun yükseliş ve büyüklük

42

devrini gösteren bir sanat olarak ifade edilmiştir (1942: 65). Nitekim devamında bu dönemde en çok mimarlık alanında gelişme olduğu belirtilirken, bu süreçte Mimar Sinan’ın büyük etkisi olduğu vurgulanmıştır. Mimar Sinan bu dönem boyunca, 81 cami,51 mescit,26 kütüphane,16 minare,33 saray,35 hamam,7 su kemeri ve birçok türbe, kervansaray ile çeşmeler yapmıştır. Bu bilgiler ışığında Mimar Sinan önderliğinde yapılan bu eserlerin miktarı düşünüldüğünde Osmanlı İmparatorluğu görkemli ve güçlü bir imaja sahip olduğu anlaşılır.

Yeni ve Yakın Çağlar: Üçüncü Sınıf (Cansel, Baysun ve Karal, 1942: 96) kitabında Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamlı günleri geri kaldığı yıllar olan XVII. Asırda, ilim kurumlarının dayandığı temel kanunlara karşı saygısızlık olduğu, eğitim ve öğretimin gerilediği belirtilmiştir. Önemli bilginler bu dönemde ortaya çıkmıştır. Nazım ve Hacı Halife ismi ile bilinen Katip Çelebi gibi isimler Osmanlı İmparatorluğu’nun dil ve edebiyat açısından geri kalmasını önlemişlerdir. Birçok alanda güç kaybetmeye başlayan Osmanlı İmparatorluğu’nun dil ve edebiyatta hala böyle isimleri çıkarabilmesi Osmanlı’nın kültürel gücünün devam ettiğini gösterebilir.

Yeni ve Yakın Çağlar: Üçüncü Sınıf (Cansel, Baysun ve Karal, 1942: 97) kitabında XVII. Asırda Türk mimarlığının kudretinin devam ettiği belirtilmiştir. Aynı kitabın devamında Yeni Cami’nin dört mimarın emeği ile bitirildiği ifade edilmiştir. Aynı şekilde Sultanahmet Cami’sinin inşasında birçok yenilik yapılmıştır. Cami’nin mimarı olan Mimar Mehmet Ağa, Sinan’ı aşmak için caminin iç tertibatını değiştirmiş, loşluktan ziyade aydınlığa önem vermiştir. Aynı kitabın devamında Bağdad Köşkü’nün matematik ile ince duyguların zaferi olduğu vurgulanmıştır. Çinicilik, oymacılık ve yazı sanatları da bütün canlılığı ile bu dönemde devam etmiştir. Bu ifadeler doğrultusunda; Osmanlı İmparatorluğu güç kaybetse de kültürel köklerinin sağlam oluşu, yetenekleri mimarların mevcudu ile mimarlık alanında gücünü korumayı başarmıştır. Bu bağlamda Osmanlı İmparatorluğu’nun sanat alanında güçlü imaja sahip olduğu söylenilebilir.

II. Beyazıd ile başlayarak III. Mustafa, II. Selim, III. Murad, Abdülmecid, Abdülaziz ve II. Abdülhamit gibi padişahlar ile ilgili olumsuz imaj oluşturması muhtemel bir söylem içerisinde bulunulmuştur. Yeni ve Yakın Çağlar: Üçüncü Sınıf (Cansel, Baysun ve Karal, 1942: 26) kitabında yer alan “Beyazıt II, mutaassıp idi. Sanatkârlar saraydan uzaklaştırıldı. Sanat eserleri saraydan çıkarıldı ve satıldı. Şeyhler ve

43

renksiz bilginler İstanbul’a doldular. Bunlar padişaha veli unvanını verdiler. Devletin ileri gelenleri inandıklarından olsun olmasın padişah gibi dindar görünmeğe başladılar. Fatih devrinin müsamahalı düşüncesi yerine dar bir düşünce başladı.” ve aynı kitapta (Cansel, Baysun ve Karal, 1942: 26) yer alan “2. Beyazıt’ın yüksek karakterden mahrum oluşu siyasette de tesirini gösterdi. Mısır kölemenleri, Leh kralı, Buğdan Beyi ile yapılan harbler başarısızlıklar ile doludur.” ifadeleri ile ders kitaplarında II. Beyazıd; kötü komutan, başarısız ve dar düşünceli olarak betimlenmiştir. Bu betimlemeler doğrultusunda II. Beyazıd hakkında olumsuz bir imaj oluşturulmuştur.

Yeni ve Yakın Çağlar: Üçüncü Sınıf (Cansel, Baysun ve Karal, 1942: 55) kitabında yer alan “Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra Selim II ve daha sonra da Murat III padişah oldular. Her ikisi de düşük ve gevşek idiler. Ordunun başında sefere gitmek âdetini bıraktılar ve harem hayatını temayüllerini uygun buldular” ifadeleri doğrultusunda Kanuni Sultan Süleyman hakkında herhangi bir olumsuzlama söz konusu değilken; Selim II ve Murat III hakkında “düşük” ve “gevşek” gibi ifadeler görülmektedir.. Ayrıca Selim II ve Murat III hakkında çizilen hazcı imajının kaynağı olarak da sefere gitmek yerine haremi tercih etmeleri gösterilebilir.

Yeni ve Yakın Çağlar: Üçüncü Sınıf (Cansel, Baysun ve Karal, 1942: 26) kitabında III. Mustafa ile ilgili “Avrupalıların ilerlemesini yıldızların hareketlerinden gelecekleri kestiren kuvvetli müneccimlere malik olmalarında” gördüğü belirtilmiştir. Bu tür ifadeler, padişahlar ile ilgili bilgisiz ve yetersiz imajı oluşmasına ortam sağlamaktadır. Yine aynı kitabın aynı sayfasında II. Abdülhamid dönemi ile de ilgili kara bir tablo çizilmektedir.

Yeni ve Yakın Çağlar: Üçüncü Sınıf (Cansel, Baysun ve Karal, 1942: 172) kitabında yer alan “Abdülhamid, kendisine bağlı ve sözlerini harfi harfine yürüten insanlar kullandı. Memlekette söz, yazı ve toplanma hürriyeti namına bir şey kalmadı. Matbuata sansür kondu. Geniş ölçüde bir hafiye teşkilatı ile hükümdarın hoşuna gitmeyen şekilde hareket edenler zindanlara atıldı veya imparatorluğun Yemen, Fizan gibi uzak yerlerine sürüldü. Osmanlı cemiyeti, korku, haksızlık, kin ve iftira içinde buhranlı anlar yaşadı.” ifadeleri ile Abdülhamid; ders kitaplarında baskıcı, sansürcü ve şüpheci olarak betimlenmektedir. Bu betimlemeler doğrultusunda II. Abdülhamid ile ilgili olumsuz imaj oluşturulmaktadır.

44

Yeni ve Yakın Çağlar: Üçüncü Sınıf (Cansel, Baysun ve Karal, 1942: 172) kitabında yer alan Osmanlı son dönemi, özellikle lüks tüketim ve israf nedeniyle eleştirilmiştir: “Abdülhamid devrinden önce Abdülmecid ve Abdülaziz zamanlarında Avrupa’dan bol bol faiz ile borç para alınmış fakat bu paralar saray inşasına, lüks hayata ve kısmen orduya sarf edildiği için iktisat kalkınması olamamıştı; devlet borçlarını ödeyecek gelir bulamayınca Avrupalıların baskısı üzerine, ecnebilerden bir Duyumu Umumiye meclisi kurulmuş ve bu meclis bir takım gelir kaynaklarına el koyarak borçların faizlerini buradan ödemeğe başlamıştı” ifadeleriyle Abdülmecid ve Abdülaziz’in Avrupa’dan borç aldığı belirtilirken, bol bol faizle bu borçların alındığı ve lüks hayata harcama yapıldığı vurgulanmaktadır. Abdülmecid ve Abdülaziz’in iktisadi bilgilerinin yetersiz olduğu üzerinde durulmuştur. Avrupalı devletlerinin baskısına boyun eğdikleri belirtilirken, tamamen yabancı üyelerin yer aldığı bir meclis kurulduğu belirtilmiştir. Bu kurulan meclisin bir takım gelir kaynaklarına el koyacak kudreti bulunurken, Osmanlı Devleti’nin kudretsizliği vurgulanmıştır. Devletin iktisadi kalkınması için alınan borçların şahsi zevklere ve saraylara harcandığı, halktan önce padişahların kendilerini düşündüğü vurgusu yapılmıştır. Abdülaziz ve Abdülmecid’in halkının ekonomik refahını düşünmediği, kendi refahlarını düşündüğü izlenimi yaratılmıştır. Bu doğrultuda Abdülaziz ve Abdülmecid ile ilgili olarak hazcı, bencil ve yetersiz imajı oluşturulmak istenmektedir. Abdülaziz ve Abdülmecid hakkında oluşturulan olumsuz imaj, saltanat mefhumuna da bir atıf niteliği taşımaktadır. Osmanlı devletinin son dönem yönetiminin tüm unsurları ile ilgili kara bir tablo çizildiği ve bu durumun nedeninin yeni rejimin meşruiyet kazanma gerekliliği olduğu söylenebilir.

Tarih Lise III (Oktay, 1952: 100,129,133,175,176) kitabında kuruluş ve yükselme döneminin ardından gelen padişahlardan III. Murat ile ilgili “orduyu ve maliyeyi bozarak”, saray kadınlarının nüfuzunu artırarak”, “tayinlerde hatır, gönül, iltimas ve rüşvetin önünü açarak”; IV. Murat ile ilgili “pek çok kan döken”, “korkunç ve zalim”; I. Mustafa ile ilgili “deli”; IV. Mehmet ile ilgili “hiçbir devlet işine karışmayan”, “zamanını av ve eğlence ile geçiren”; II. Süleyman ve II. Ahmet ile ilgili “silik”, “işi keyf ve zevke dökerek vaktinin av peşinde geçirmeye başlayan” şeklinde ifadeler mevcuttur.

III. Mustafa ile ilgili “sarayı sihirbazlar ve müneccimler ile dolduran” gibi betimlemelerde bulunulmuştur. Bu betimlemeler doğrultusunda bu padişahların

45

hazcı, bencil ve halkı düşünmeyen kişiler olduğu vurgusu yapılmıştır. Bu bağlamda bu padişahlar hakkında olumsuz bir imaj çizildiği söylenebilir. Osmanlı devletinin devlet imajını oluşturan unsurlar hakkında ders kitaplarında birçok ifade mevcuttur. Bu unsurlar arasında eğitim, valiler, kadılar ve ordu sayılabilir. Ders kitaplarında Osmanlı’daki eğitimin nasıl yer gerilediği yine önceki ders kitapların benzer biçimde temellendirilmiştir. Bu durum ders kitaplarına yansıyan ulema sınıfı ile ilgili ifadelerden anlaşılabilmektedir. Yeni ve Yakın Çağlar: Üçüncü Sınıf (Cansel, Baysun ve Karal, 1942: 94) kitabında yer alan “Ayaklanmaların pek çoğunun ulema fetvasına dayanmakta” ifadesi ile devlete karşı isyanları ulema sınıfının desteklediği vurgulanırken, “devlet ve halk ile olan işlerini kendi işlerini gelir surette” ifadesi ile de bu sınıf hakkında olumsuz bir imaj oluşturulmaktadır. Nitekim ulema sınıfı ile ilişkili olarak medreselerde de “Firavun, Allah’a inanmış mı, inanmamış mı?”, “Din töreninde musiki olur mu olmaz mı?” gibi konuların tartışıldığı (1942: 94) ifade edilerek bilimsellikten uzak bir tablo çizilmiştir. Bu bağlamda ders kitabında ulema sınıfı bilimsellikten uzak, keyfi, başıbozuk betimlenmiştir. Bu betimleme doğrultusunda ulema sınıfı hakkında olumsuz bir imaj çizilmiştir. Osmanlı devletinin son dönemi devlet düzeni içerisinde önemli bir yer alan kadılar ve valiler hakkında ders kitaplarında yine olumsuz betimlemeler yer almaktadır.

Yeni ve Yakın Çağlar: Üçüncü Sınıf (Cansel, Baysun ve Karal, 1942: 94) kitabında yer alan “Valiler ve kadılar memurluklarını rüşvetle satın aldıklarından ve saraya sık sık hediye göndermek zorunda bulunduklarından idarelerine verilmiş olan halkı soymakta o kadar ileri vardılar ki yer yer isyanlar başladı.” ifadeleri ile Osmanlı devletindeki bozuk düzene vurgu yapılmaktadır. Bu bozuk düzen ile birlikte rüşvet ve soygun kavramı üzerinden olumsuz imaj oluşturulmaya çalışılmaktadır. Osmanlı ordusu ile ilgili olarak ise “insan kalabalığından başka bir şey değil”, “yönetim ve öğretim nedir bilmez”, “kanun ve buyruk tanımaz”, “subayların pusula ve harita kullanmayı bilmedikleri” gibi ifadeler (1942: 122) kullanılmıştır. Osmanlı ordusu ile bu ifadeler askeri sistemin bir çöküş halinde olduğu vurgulanarak, Osmanlı ordusu ile ilgili vasıfsız ve başıbozuk olarak betimlenmiştir. Bu betimlemeler doğrultusunda olumsuz bir imaj oluşturulmak istenmiştir. III.Selim döneminde bu olumsuz imajı yok etmesi muhtemel ıslahat çalışmaları ordu ve devlet adamlarının atanmalarında hatır gönül değil yeterlilik esas alındı, Kara mühendishanesi genişletildi denmiştir (1942: 124). Deniz okulu adını alacak deniz mühendishanesinin geliştirildiği

46

belirtilmiştir. Bu dönem yapılan veya planlanan ıslahatlar Osmanlı’nın çağdaş bir devlet olma arzusunu göstermektedir. Fakat aynı kitabın devamında Osmanlının ıslahat hareketlerinin Yeniçeri ocağıyla ulemanın ve bazı devlet adamlarının işine gelmediği, dinden çıkmayı bahane ederek bu çevrelerin isyan çıkardıkları ifade edilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin düzeni ile ilgili olarak ders kitaplarında bozulmuş bir düzen vurgusu yapılmakta ve bilimsellikten uzak, rüşvet ve soygun ve isyan gibi betimlemeler ile de olumsuz bir Osmanlı Devleti imajı çizilmek istenmiştir. Tarih Lise III (Oktay, 1952: 100,129,133,175,176) kitabında, gerileme ve dağılma dönemlerinde devlet düzeninde “hatır”, “rüşvet” ve “iltimas” odaklı bir yapı olduğu vurgusu yapılmaktadır. Dini makamlar ile ilgili “padişahların veyahut sadrazamların aleti” ve “keyif ve arzularına göre istenilen fetvayı vermekten çekinmedikleri” gibi ifadeler yer almaktadır. Takip eden sayfalarda “matematik ve felsefe derslerine önem verilmez”, “cehil ve taassubun fazlalaştığı” ifadeleri ile bilimsellikten uzaklaşıldığı vurgulanmıştır.

Tarih Lise III (Oktay, 1952: 170,216,260) kitabında Osmanlı ordusu ile bağlantılı olarak devletin güçlenme isteği üzerine yapılması planlanan yenilikler “gavur icadı” ve “kafir gözüyle” gibi nitelendirmeler ile birlikte “cahil ve mutaassıp zümrenin ve bilhassa Yeniçeri ocağının mukavemetiyle karşılaşmış” olduğu ifade edilmektedir. Yenilik karşıtı mutaassıp ve muhafazakâr kimselerin irticai hareketlere sebep olduğu bu durumun ise kanlı ihtilallerin yolunu açtığı vurgulanmaktadır. Bu bağlamda özellikle gerileme ve dağılma dönemlerinde Osmanlı kurumsal düzeni bağnaz, rüşvetçi, bilimsellikten uzak ve cahil olarak betimlenmiştir. Bu betimlemeler doğrultusunda Osmanlı devlet düzeni ile ilgili olumsuz bir imaj çizildiği söylenilebilir.

4.3. TÜRK- İSLAM SENTEZİ DÖNEMİ OSMANLI İMAJINA İLİŞKİN

Benzer Belgeler