• Sonuç bulunamadı

4.2 HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR’IN ROMANLARINDA YER ALAN KADINLARIN SINIFLANDIRILMAS

4.2.5. Gizemli Kadınlar

Hüseyin Rahmi, günlük yaşamı en can alıcı noktalarıyla yakalayan, gerçekçi ve etkileyici anlatımı olan bir yazardır. Anlatımı alabildiğine canlı, alabildiğine renklidir. İnsanların inançlarını, açıklanamayan etkileyici olayları, gizemli kişileri eserlerinde sıkça kullanır.

İncelenen eserlerde, iki gizemli tip karşımıza çıkıyor. Gerçi, bunlardan birinin (Aram-ı Dil Hanım) aslında sıradan bir insan olduğunu, gözlerden ustaca saklanmış ayrıntılar sayesinde ilginç oyunların yaşandığını çok sonraları anlıyoruz; ama bir tanesi (Nâsıra) eserin sonuna kadar gizemini korumaya devam ediyor.

“Konakta bir ahretlik vardı. Nâsıra... Güzelce bir Tatar kızı. Siyah çekik gözleri, ufak burnu, dolgun pembe yanakları, hüzünlü bir güzellikle Tayfur’un gönlünü çekti.” (Gürpınar, 1970: 71) Dış görünümü güzel, etkileyici bir genç kızdır. Evin evlatlığıdır; ama konakta bir paşa kızı gibi eğitim görmüştür. “Nâsıra, konakta bir paşa kızı gibi eğitim gördü. Okur, yazar, çalar, çağırır. Duygulu, zeki fakat karanlık ruhludur. İnsandan kaçar. “ (Gürpınar, 1970: 71) Ev halkı onun pek de tekin olmadığını, cinlere perilere karıştığını, onlarla iletişimde olduğunu düşünür.

Dirilen İskelet romanındaki gizemli karakter olarak karşımıza çıkan Nasıra’nın

garip bir yaşamı vardır. Kimsenin gezmediği yerlerde gezer, kimsenin bilmediğini bilir. “Nâsıra, konağın gündüz bile gezilmekten korkulan küflü, uzun, dolambaç maltalıklarına alışkın adımlarla mumsuz dönüp dolaştıktan sonra demir parmaklığı siyah sarmaşıklarla örülmüş mezarlığa bakan bir pencerenin önüne oturdu.” (Gürpınar, 1970: 72)

Tayfur’un aşk ilanına bile çekinmeyle yaklaşır. “Ben bir ahretlik parçasıyım. Siz bir beyefendisiniz. Dengi dengine uymayan gönüllerin aşklarından çoğunlukla felaket doğar.” (Gürpınar, 1970: 73) O ana dek hiçbir erkekle yakınlaşmadığından Tayfur’la da fazla yakınlaşmak istemez. Ayrıca bir genç kızın ilk ilanda bir muhabbeti kabul etmemesi gerektiğini ve Tayfur konağın beyi de olsa ve kendisi bir ahretlik de olsa bu işin zorla olmayacağını düşünür. Yine de Tayfur’un baskısına daha fazla direnemez.

“Kızcağız kendinden iki defa kuvvetli bu aşk kıskaçlarının arasında boşuna debelendi. Çırpındı. Bağıramazdı. Sesine koşacakların karşısında Beyi böyle bir tecavüzle suçlamak kendinin o aile içinde manevi ölümü demekti. Yıllardan beri gizli bir muhabbetle Tayfur'u seviyordu. Namusu, ırzı, mutluluğu, hayatı pahasına konaktan atılmak istemezdi. Bütün savunması gittikçe sönen hüzünlü bir iniltiden ibaret kaldı. İştahım yatıştırmaktan başka bir kaygusu olmayan bir yırtıcı canavarın pençesine düşmüş zavallı bir av gibi kızlığının kanlı ölümü ile merhametsiz kucakta kendinden geçti...” (Gürpınar, 1970: 76)

Tayfur, Banu ile tanışana dek gönlünde yalnız Nâsıra’ya karşı bir ilgi duymuştur. Banu ile tanıştıktan sonra Nâsıra’yı unutmuş gibidir. Ama Nâsıra, buna pek şaşırmaz. Zaten o, neredeyse bütün olacak bitecekleri biliyor gibidir. “Nâsıra, Tayfur’u, onun Banu’yu sevdiğinin on katı bir ateşle dayanılmaz bir aşkla seviyordu. Efendisini yakan bu acıyı kendi hayatı pahasına geçirtmeyi onu yakan bu büyük ateşi söndürmeyi derin bir mutluluk bir teselli biliyordu.” (Gürpınar, 1970: 146) Tayfur’un odasına girip çekmeceleri karıştırmayı bile göze alır. Onun resmi ile konuşup kendince yorumlar yapar. Kendine güzellikçe üstün bir kadınla karşı karşıya bulunduğunu düşünür. “Nâsıra nikahlanmadan Tayfur’un olmuştu. Ama bu davranışında, bu cömertliğinde ne kadar yanıldığını şimdi derin bir ümitsizlikle anlamaya başladı.” (Gürpınar, 1970: 148)

Bir mektupla düşüncelerini Tayfur’a açar; Banu’dan haberdar olduğunu bildirir. Nâsıra’nın bilinmez’den haber verme, el falı bakma, geleceği okuma gibi özellikleri vardır. Tayfur’a Banu ile evleneceğini söylerken kendi için de konakta yaşamaya izin ister. Nâsıra’nın bu doğa üstü gücü tüm çevreye yayılmıştır. Tayfur da, Nâsıra’nın

kendisi ile ilgili öngördüklerinden etkilenir. Ayrıca onun konakta kalmasına da izin verir.

Tayfur’un salonda oluşturduğu nöbetçi kulübesi ve içindeki iskelet dekoru Nâsıra için ayrı bir anlam taşımaktadır. Kız, iskelet ile görüştüğünü iddia etmekte, iskeletin kendine öte dünyadan haberler verdiğini söylemektedir. İskeletin Nâsıra’ya gerçekten bir şeyler söyleyip söylemediği hiç bilinmez; ama Banu’nun Tayfur’a oynadığı oyunları ortaya çıkaran da Nâsıra olmuştur.

Belki gerçekten iskeletin verdiği haberlerle belki de sadece Nâsıra’nın kendi kurgusuyla, konakta dönen olaylar, Banu’nun Cevri’yle süt kardeşlikten ibaret olmayan ilişkisi ortaya çıkar. Konakta yaşam yavaş yavaş normale dönerken Nâsıra da öte dünyadan aldığı haberlerle insanları şaşırtmaya devam edecektir. Eserin sonunda bile açıklığa kavuşmayan nokta iskeletin nasıl canlandığı ya da konuştuğudur. Bunun planlı bir kukla oyunu mu yoksa gerçekten karanlık ve gizemli bir durum mu olduğu bir netliğe ulaşmıyor.

Cadı adlı romanın ‘cadısı’, daha doğrusu Aram-ı Dil Hanım, eserin sonuna kadar

kendinden pek bahsedilmeyen, daha doğrusu ‘ismi var cismi yok’ bir kahramandır. Eserin bütününe sinmiş tüm doğa ötesi olayların kaynağı, bütün batıl inançların tek nedenidir. Herkes onu tanır; ama kimse onunla ilgili net bir bilgi sahibi değildir.

Aslında bütün olanların kaynağı bir gönül bağı, dostluk yeminidir. Aram-ı Dil Hanım ve Binnaz Hanım birbirinine bitişik iki yalının hanımıdır. Birbirlerinin en iyi dostu ve sırdaşıdırlar. Biri ölürse, geride kalan, diğerinin çocuklarını gözetecek ve kocasının da rahmetli eşin hatırasına saygılı davranmasını sağlayacaktır.

Binnaz Hanım’ın ölümünün hemen ardından onun elbiseleri, takıları ve hatta mücevherleri ile arkadaşının kılığına girerek (ki bu durum ancak Aram-ı Dil Hanım’ın oğlunun eserin sonundaki mektubunda yer alan itiraflarla belli olacaktır) çocuklarına ve

ev halkına görünmeye başlar. Görünen aslında komşu yalının hanımıdır; ama bunu kimse bilmez. Kimse de Binnaz’ın nasıl hortlayabildiğine, ne istediğine akıl sır erdiremez. “Kesinlikle... Cadı’yı... Ay estağfurullah rahmetliyi taşlıkta iki defa gördüm. Şimdi sizi gören bu gözlerimle. Boylu boyunca.” (Gürpınar, 1981: 51)

“Cesaretiniz varsa sizin için bunu görmek pek kolaydır. Çocuklardan birine hafifçe bir tokat vuruveriniz...” (Gürpınar, 1981: 53) Binnaz’ın çocuklarına dokunan olursa Cadı olarak görünüp korkutur. Güçlü kuvvetli olduğundan kızdı mı öldüresiye döveceği hatta boğacağı bile söylenir.

Naşit Bey’in ikinci eşi olan Şükriye Hanım, bir ölünün tekrar vücut bulacağına inanmadığından bunun bir oyun olduğuna inanmak ister. Eğitimli ve akıllı bir kadındır. İşin içinde bir iş olduğunu, yaşananların normal ve mümkün olamayacağını düşünecek kadar aklı başında biridir. “Bu aileye düşmanlığı olan bir kimse, Rahmetlinin kılığına girerekara sıra ev halkından birine gözükmekte olmasın?” (Gürpınar, 1981: 51) Ama, ondan başka kimse, kimse bunun bir yakınlarda yaşayan birinin oyunu olabileceğine inanmaz.

Binnaz’a verdiği söz nedeniyle Aram-ı Dil Hanım, yani Cadı, ev halkına ve Naşit Bey’le evlenmeye cesaret edebilen kadınlara görünmeye devam eder. Herkes onun eşini kıskanan bir hortlak olduğuna inanmıştır.

İki yalının arasında biri yeraltından biri tavanarasından olmak üzere iki geçiş vardır. Aram-ı Dil Hanım, kimsenin bilmediği bu gizli geçişleri kullanarak yıllarca bir yalıdan diğerine geçmiş, sevgili dostunun yetimlerine sepet sepet yemişler taşımıştır. Onun bazı kıyafetlerini almış, heykeltraş olan oğluna Binnaz’ın bir maskesini yaptırarak ona iyice benzemenin yolunu bulmuştur.

Naşit Nefi Efendi’nin Şükriye’den önceki eşinin ölümünün cadıyla doğrudan bir ilgisi yoktur aslında. Zavallı kadın, evin avlusunda eşinin ölen karısını dimdik karşısında

görünce korkudan kalp krizi geçirip ölmüştür. Ama herkes, Cadı’nın zavallı kadını çarptığını sanmaktadır.

Derin bir dostluk, eski bir yemin ve sadakatten yola çıkan bu oyunun en zavallı kurbanı Naşit Nefi olmuştur; çünkü Şükriye’nin de kaçıp gitmesinden sonra onunla evlenmeye cesaret edebilecek biri daha çıkmamıştır. Zavallı adam da ömrü boyunca bir eşe ve aileye kavuşmaya hasret yaşamıştır. Bu, Aram-ı Dil’in ölümünden sonra da devam etmiştir; çünkü artık Cadı’nın namı almış yürümüş, kimse Naşit Nefi’nin yakınlarından bile geçmez olmuştur.

“Efendi! Aklı ve düşünceyi alt üst eden o korkunç cadı rolünü size oynayan benim annemdir. Bu gerçek şimdi gözlerimin önünde gün gibi aydınlandı.” (Gürpınar, 1981: 176) Aram-ı Dil’in oğlu Kadir Bey’in yaptığı bu itiraf bile zavallı Naşit Nefi’nin kaderini ve kısmetini düzeltemez.

Aram-ı Dil Hanım, belki de sadece verilmiş bir söze sadık kalmak için bu oyuna başlamış belki de Binnaz’ın üzerine gelebilecek hanımları gerçekten kıskanıp kaçırmak istemiştir; bu bilinmez. Yine de görünen o ki bu romanda en az adı geçen; ama en çok etkisi olan kahraman odur.

Bu renkli karakterler ve ilginç olaylarla bile asıl vurgulanmaya çalışılan, boş inanışların ve eğitimsizliğin insan ve toplum yaşamına etkileri olmuştur. Aram-ı Dil Hanım’ın arkadaşına verdiği sözü tutmaya çalışırken istemeden de olsa yol açtığı olaylar, Nasıra’nın konuştuğunu iddia ettiği iskeletin, ev halkını koruduğuna inanılması, dönüp dolaşıp, ancak ve ancak eğitimle aşılacak zorlukları, eğitimle çözülecek problemleri işaret etmektedir.

Benzer Belgeler