• Sonuç bulunamadı

GEORGE BUSH VE BĐRĐNCĐ KÖRFEZ SAVAŞI

3.1. ABD’NĐN ORTADOĞU BÖLGESĐ ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐ

3.1.5. GEORGE BUSH VE BĐRĐNCĐ KÖRFEZ SAVAŞI

Vietnam’da alınan yenilgi, ardından da Đran’da Ortadoğu politikasının iflas etmesi ve Kartal Pençesi Operasyonunda yaşanan başarısızlık sonucu, Amerikan halkında deniz aşırı ülkelere askeri müdahale, ordunun ve ülkenin gücü, yapabileceklerinin sınırları sorgulanmaya başlanmıştır. Böylece ülkede, özellikle dış politika konusunda Vietnam sendromu denilen bir başarısızlık korkusu baş göstermiştir. Bu yüzden ABD başkanı Jimmy Carter seçimi kaybetmiş, iddialı söylemleri ile kararlı politikalar izleyeceğini ve ABD’nin prestijini düzelteceğini belirten Ronald Reagan, 1981 yılında başa geçmiştir. Reagan kararlı olduğunu 1983’te kongreye danışmadan Beyrut’a Amerikan askeri göndermesi ile göstermiştir. Oysa 7 Kasım 1973’te çıkan ve Vietnam Sendromu Kararı diye anılan Savaş Yetkileri Kararına göre başkanın kongreye danışmadan Amerika dışına asker göndermesi engellenmiştir (Armaoğlu 881). Reagan’ın sendromu yenmeye yönelik bu kararlığı, Reagan’dan sonra, benzer düşüncelerde olan Ronald Reagan’ın Başkan yardımcısı George Bush’un başkan olması ile de ortaya konmuştur. Ronald Reagan ve George Bush gibi yöneticiler hem halkın korkularının üstesinden gelmek için hem de ABD’nin prestijini ve etkisini yükseltmek için bir politika izleme yoluna gitmişlerdir.

Bu noktadan hareketle dış politikada gerçekleştirilecek eylemler, hem ülke çıkarlarını korumak hem de sendromun etkisini ortadan kaldırmak görevinin uygulanacağı, ABD’nin çok da yabancı olmadığı bir coğrafyada, Birinci Körfez savaşında gerçekleştirilmiştir. Birinci Körfez Savaşında ABD’nin düşmanı konumunda olan Irak’la bu ilk karşılaması olmamıştır. 1950’lerde, bölgedeki petrol sebebi ile Irak’a ilgisi artan ABD, buradaki Sovyet hegemonyasını azaltmayı düşünmüş, bunun için de bölgede Washington’a yakın duracak bir yönetimin taraftarı olmuştur. Politika uzmanı Manfred Halpern’in dediği üzere, ABD’nin Ortadoğu’ya olan yaklaşımı Irak’ın da dahil olduğu bu ülkelerin kendilerini yönetemeyeceği inancı üzerine olmuştur. “Çünkü Ortadoğu ülkeleri hala yardım edilmeden barış, istikrar ve refah problemlerini çözme yeti ve yeteneklerinden mahrumdur. Birleşik Devletler onlara, toplumlarını yeni ve kalıcı bir temelde kurmaları için yardım etmelidir” (Little 197).

Amerika Birleşik Devletlerine göre Ortadoğu ülkeleri her zaman bir anlaşmazlık ve karışıklık içindeydi ve Fred Halliday’in belirttiği üzere ABD’nin bu duruma müdahale etmesi gerekiyordu.

Bölge, ülkeler arası savaşlar ve silahlanma yarışı ile tansiyonlar derecesinde çağdaş dünyada egemen konumdadır. Bölgenin, ülkeler arası rekabeti dünyanın herhangi bir yerinden çok daha karmaşıktır. Çünkü Avrupa’daki Soğuk Savaş durumunda olduğu üzere sadece iki kutuplu anlaşmazlıkları barındırmaz, birbirine kenetlenen bir dizi anlaşmazlıkları – Arap – Đsrail, Đran – Irak, Irak - Suriye, Irak - Suudi Arabistan, Yemen – Suriye, Suriye – Lübnan, Suriye – Ürdün, Mısır - Libya, Fas – Cezayir, Filistin – Suriye ve daha fazlasını barındırır (Halliday 230).

Ortadoğuda bitmeyen bu anlaşmazlıklara, ABD de zaman zaman müdahil olmuştur. Irak’ta liderler güç kullanarak birbirlerini devirerek yönetime geçmişlerdir. 1960’lara gelindiğinde ABD, Ortadoğu’dan uzak durmasını istediği Sovyetlerden uzaklaşan Baas yönetimini desteklemeye başlamıştır. Fakat birbirini devirerek liderliği ele geçirmenin gelenek olduğu Irak yönetimine destek verilirken, bu süreçte bir isyan bastıran Saddam Hüseyin, Ahmed Hassan al- Bakr ile 1968 Haziranında yönetimi ele geçirmiştir.

Yönetimi ele geçiren Saddam Hüseyin, 1980 Eylülünde başlayıp 1988 Ağustosunda biten, ABD ve Rusya’nın iki ülkeye silah satarak kazanç sağladıkları Đran – Irak savaşından tam bir zaferle çıkamamıştır. Yönetimsel bir güç kaybına uğramış ve kaybettiği prestiji geri kazanmak istemiştir. Aynı zamanda uzun süren bu savaş ülke ekonomisine büyük zararlar vermiştir. Bu ekonomik kaybını telafi etmek için de Saddam Hüseyin, Kuveyt’te olan petrolü elde etmenin yollarını aramaya başlamıştır. Bunun için Kuveyt’ten aralarındaki sınır anlaşmazlıkları başta olmak üzere çeşitli taleplerde bulunmuştur. Ardından, taleplerinin yerine gelmediğini bahane ederek 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’e saldırmış ve paralelinde dünya petrol fiyatlarının artmasına neden olmuştur.

Kuveyt’in tek başına dünya petrol rezervlerinin yüzde yirmisine sahip olması ve böyle bir yerin Saddam Hüseyin tarafından işgal edilmesi ABD için bir tehdit olarak

görülmüştür (Little 255). Genel Kurmay Başkanı Colin Powell’ın dediği üzere, tehdide kısa sürede cevap vermek gerekmiştir. “Kararlı güç savaşları çabucak bitirir ve ileri aşamada hayatları kurtarır. Gelecekte ne tehdit ile karşılaşırsak karşılaşalım, ben bu kuralları askeri konseyimin beşiği yapmayı planlıyorum” (Little 253). Bu sözlerle ABD’nin uzun süren Vietnam savaşından dersler aldığı, savaşta başarı için daha etkin güç kullanımı ve tehdide hemen cevap vermek gerektiği belirtilmiştir. Halliday’in vurguladığı üzere ABD, Vietnam sendromunu atmak, savaşta etkin güç kullanmak ve çıkarlarına karşı oluşan tehdide etkin cevap vermek için sıcak savaşa girmiştir. “Üçüncü olarak, - uzun süredir bölgede bulunan Amerikan karşıtı duygu tarafından gizlenen görüş- Lübnan’daki daha küçük iki müdahale (1958, 1982 – 4) hariç, ABD güçleri ilk defa büyük rakamlarla bölgeye müdahalede bulunmuştur” (Halliday 224).

Güvenlik Konseyi aracılığı ile Irak Kuveyt’ten çekilmeye ikna edilemeyince, ABD artık bölgede kontrolü tamamen ele alması gerektiğini düşünerek, 17 Ocak 1991’de başlattığı Çöl Fırtınası Operasyonu ile Irak Kuvvetlerine saldırıya geçmiştir. Bu operasyonlar için Britanya, Fransa, Đtalya, Suudi Arabistan ve Mısır’dan oluşan bir koalisyon oluşturulmuştur ve Dış Đşleri Bakanı James Baker’ın belirttiği üzere ABD’ye göre artık yeni dünya düzeni başlamıştır. “Baker Ekim sonunda Bush’a, yeni dünya düzeninin prensip haline getirilmesi ve saldırıya karşı durulması gerektiğini hatırlattı” (Little 258). Bu operasyon ile ABD artık yeni dünya düzenini kurmaya başlamış, kendisine ve dünyaya tehdit olarak gördüklerine karşı güç kullanmaya başlamıştır.

28 Şubat 1991’de biten bu operasyonun sonucunda koalisyon güçleri savaşı kazanmış, Saddam Hüseyin planlandığı üzere Kuveyt’ten çıkarılmıştır. 2 Mart 1991’de imzalanan ateşkes antlaşması ile Irak Güvenlik Konseyi tarafından yerine getirmesi istenen kararları uygulamayı, Kuveyt’ten hiçbir talepte bulunmamayı, sebep olduğu yıkımları ödemeyi ve esirleri bırakmayı kabul etmiştir. Bu savaşın ABD açısından daha önemli sonuçları olmuştur. Güvenlik Konseyi kararları sayesinde Irak silahsızlanmaya zorlanıp, tamamen kontrol altına alınmıştır. Bölgede Amerika’ya karşı duran ülkeler için bir örnek konumuna getirilmiştir. George Bush’un belirttiği üzere, ABD bu savaş ile bölgede en etkin güç konumuna geçmiş, artık çıkarları için aktif askeri müdahalelerden kaçınmayacağını göstermiş ve Ortadoğu’ya şekil veren güç konumuna

geçtiğini ortaya koymuştur. (Armaoğlu 888) Güç bağlamında, yüz saat gibi kısa bir kara harekâtı ile elde edilen başarı ile Vietnam sendromunun atıldığını hissettirmiştir. “Pentagon, sadece yüz saatte Đran Körfezinde, Güney Doğu Asya’da 100 ayda başaramadığını başarmıştır” (Little 262). ABD böylece büyük başarılar elde ettiğini düşünmüştür. Fakat aynı zamanda Halliday’in belirttiği üzere tüm bu gelişen olaylarla kendisine karşı oluşan büyük bir antipatiye de neden olmuştur.

Meşru yerel ve yabancı güçlerin bölgesel güvenliğin hedeflerini gerçekleştirecek bir sistem inşa etme yetenekleri kısıtlıdır. Bu durum, Körfez Savaşının sonuçları –büyük Arap devletlerinde yaygın Batı karşıtı görüş, Ortadoğu koalisyon ülkelerinin zayıflatılmış meşruluğu, (sevmediği düzenlemelere karşı gücünü kullanacak olan) Đran’ın güçlendirilen pozisyonu, Filistin konusu için Đsrail’in herhangi taviz vermeyi reddetmesi ve nasıl bir çözüme ulaşılması gerektiği konusunda büyük devletler arasındaki anlaşmazlık ile daha da kötüleşecektir (Halliday 231).

Anlaşılacağı üzere, Ortadoğu’da bu savaş daha önce olanlar gibi sorunları ve anlaşmazlıkları bitirmemiş, aksine ihtilaflar devam etmiş ve hem ABD’de hem de Ortadoğu ülkelerinde karşılıklı olumsuz düşünce ve yargılar artmıştır. Ancak ABD açısından en önemli sonucu, ABD ve Batı karşıtı düşüncelerin ve örgütlerin Ortadoğu ülkelerinde yaygınlaşması ve 11 Eylül 2001’e yaklaşırken hızla artması olmuştur.

3.2. AMERĐKAN KĐTLE ĐLETĐŞĐM ARAÇLARI VE ETKĐLERĐ