• Sonuç bulunamadı

BELİRLEYİCİLERİ

İlkel insan doğaya hükmetmeye başlayınca, kendisinin de doğaüstü güçlerin egemenliğinde olduğunu düşünmüştür. Ancak zamanla bu doğaüstü güçlerin hâkimiyeti, yerini daha somut, daha kanıtlanabilir ve aktarılabilir bir olguya bırakmıştır: Bilgiye. Bilginin varlığıyla birlikte, insan hayatını değiştirmesi konusunda yeteneğini ispatlaması, onu gelişmiş toplumların merkez noktası haline getirmiştir. Bilginin artışıyla birlikte özellikle teknolojik anlamda yaşanan gelişmeler, insanların yaşam tarzları ile birlikte, iletişim biçimlerinin de değişmesine yol açmıştır. Bu durum ise bilginin aktarılmasına, toplumdan topluma ya da nesilden nesile transfer edilmesine önemli ölçüde katkı sağlamıştır.

22

İletişim ve enformasyon tabanına dayanan olgu ve süreçler toplumsal yapıyı gittikçe daha fazla belirler olmuştur. 1960’lı yıllardan sonra ortaya çıkan gelişmeler önemli ölçüde toplumsal dönüşümlere yol açmıştır (Atabek, 2001: s. 143). “Bilgi, teknolojinin gelişmesine, teknoloji de bilginin yayılmasına neden olmuştur. Birbirine içkin bu iki kavram toplumların dönüşümünde zamansal düzlemde etkili olmuştur. Bilgiye sahip ve onu yöneten toplumlar teknolojinin beşiği haline gelmiş ve bilgi teknolojilerinin gelişemediği toplumlara hükmeder olmuştur” (Varol, 2010: s. 122).

İnsanlık, gelişimi süresince belirli dönemlerden geçmiş ve farklı isimlerle adlandırılmıştır. İnsanlık tarihi ilk olarak ilkel toplumlara sahnesinde yer vermiş, bu süreci daha sonra tarım toplumları, sanayi toplumları ve son olarak da bilgi / enformasyon toplumları takip etmiştir. Alvin Toffler Üçüncü Dalga isimli kitabında, insanlık tarihinin yaşadığı bu değişimlerin dalga metaforu ile açıklanabileceğini, içinde yaşadığımız çağın ise “üçüncü dalga” olduğunu ifade etmektedir. O’na göre insanlık tarihini şekillendiren ilk dalga, Büyük Sanayi Devrimi öncesi toplumlarının yapısını oluşturmaktadır. İkinci dalga bizzat Büyük Sanayi Devrimi ile birlikte gelen toplumsal, politik, teknolojik, kültürel tüm alanlarda yaşanan bir dizi değişimi işaret eder. Birinci dalganın izleri dünya üzerinden hemen tümüyle silinmiş olmakla birlikte, ikinci dalga halen varlığını sürdürmektedir. Üçüncü dalga ise özellikle Batılı toplumların büyük oranda tamamladığı, gelişmekte olan ülkelerin ise takip ettiği bir toplumsal dönüşümü, içermektedir. Eşdeyişle bilgi / enformasyon toplumuna dönüşüm (Toffler, 2012). Toffler’ın dalga metaforunu kullanarak açıkladığı dönüşüm sürecinin sonunda gelinen nokta, toplumların önce sanayi sonrası toplum ve ardından bilgi / enformasyon toplumu, olarak anılmaya başlanmasıdır.

Sanayi sonrası ya da post – endüstriyel toplum fikri, özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında sosyologları büyük ölçüde etkilemiştir. “Sanayi ötesi terimi ilk kez David Riesman tarafından kullanılmıştır ve 1890’larda yazan William Morris’in izleyicisi Arthur Penty’ye atfedilmiştir” (Slattery, 2008: s. 462). Alain Touraine ve Krishan Kumar gibi isimler sanayi sonrası toplum üzerine yazmış ve çeşitli yorumlar geliştirmişlerse de, özellikle Daniel Bell’in bu düşünceyi formüle ediş biçimi çok etkili olmuş ve Bell bu kavramın önde gelen temsilcisi olarak kabul edilmiştir. Bell bu kavramı ilk kez, 1959 yılında Salzburg’da bir sosyoloji seminerinde dile

23

getirmiştir (Mutlu, 2004: s. 246). Daha sonra 1974 yılında sanayi sonrası toplum tipinin beş temel özeliğini şöyle sıralamıştır (Slattery, 2008: s. 463):

- Endüstriyel Açıdan – Mal üretiminden hizmet ekonomisine geçiş.

- Mesleki Açıdan – Mavi yakalı endüstriyel mesleklerden beyaz yakalı

profesyonel ve teknik konumlara, işçi sınıfı ağırlıklı bir toplumdan daha orta sınıf bir topluma geçiş.

- Politik Açıdan – Politikacılar ve işadamlarından oluşan geleneksel güç

yapısına meydan okuyabilecek yeni bir bilgi sınıfının yaratılması.

- Kültürel Açıdan – İlerlemenin ve politika oluşturmanın asıl kaynağı olarak

teorik bilginin merkezi konumu.

- İdeolojik Açıdan – Teknolojinin kontrolü ve teknolojik değerlendirmeye

dayalı bir gelecek yönelimi.

Sanayi Öncesi Toplum

Sanayi Toplumu Sanayi Sonrası Toplum

KAYNAKLAR TOPRAK MAKİNE BİLGİ

Sosyal Mevki Çiftçilik, Büyük çiftçilik (Geniş ekim alanı)

Ticarethane Üniversite, araştırma kurumları

Başat Tipleri Arazi sahipleri, ordu İşadamları Bilim insanları, araştırmacılar Gücü Kullanma

Yolları

Doğrudan kas gücüne dayalı kontrol Politika üzerinde dolaylı etki Teknik – politik gücün dengesi, imtiyazlar ve haklar

Dayandığı Sınıf Mülkiyet, askeri güç Mülkiyet, politik organizasyon, teknik beceri

Teknik beceri, politik organizasyon

Elde Etme Miras, ordular tarafından el konma

Miras, himaye, eğitim Eğitim, hareketlilik (sosyal), atama ve seçim

Tablo 1.1. Sanayi Öncesi, Sanayi ve Sanayi Sonrası Toplumlarda Tabakalaşma ve Güç (Bell, 1973: s. 359’dan akt. Baran, 1992: s. 59)

Bell böylelikle, Batılı toplumlara dair son derece iyimser bir bakış açısıyla, bilginin hâkimiyet kurduğu gelişkin bir toplumsal yapı kurgusu ortaya koymaktadır.

24

Bell’e göre, yeni bir bilgi sınıfı yükselmiş ve bu sınıfın yükselişi geleneksel güç ve ayrıcalıklar dengesinde de önemli bir etkiye sahip olmuştur. Sanayi dönemine ait sermaye ve mülkiyete dayalı gücün yerine, bilgi ve uzmanlığın yerleştiği yeni bir yapılanmayı ön plana çıkarmıştır. Bu durum yukarıda yer alan ve Bell’in The

Coming of Post-Industrial Society (1973) adlı kitabında yer alan sanayi öncesi,

sanayi ve sanayi sonrası toplumlarda tabakalaşma ve gücün nasıl değiştiğini gösterir tabloda da açıkça görülmektedir. Bu yönüyle Bell’in sanayi sonrası toplumlar için belirlemiş olduğu tipik özellikler, bilgi / enformasyon toplumu kavramı ile de önemli ölçüde ortak noktalara sahip bulunmaktadır.

Günümüz dünyasında sıklıkla kullanılan kavramlardan biri olan bilgi / enformasyon toplumu, toplumların gelişmişlik düzeyini belirtmek amaçlı en temel nitelendirmelerden birini oluşturmaktadır. Kavram, ilk olarak 1962 yılında Fritz Machlup tarafından kullanılmıştır. Machlup, Bilgi Ekonomisi kavramı çerçevesinde, ABD’de enformasyon ekonomisi oranının ya da enformasyon sektörünün diğer sektörlere göre başat konuma gelişini ekonomik ve istatistiksel verilerle ortaya koymaya çalışmıştır. Machlup ve daha sonraları Marc Uri Porat (1978), bu verilerden hareket ederek hizmet sektörü içinde eriyen enformasyon sektörünün önemini ortaya koymuşlardır. Bu şekilde enformasyon sektörünün, ekonomik yapılanma sürecinde gelecekteki gelişmeler açısından dikkate alınmasını sağlamak istemişlerdir. Bu amaçla Machlup, endüstriyel sektörleri beş ana grup altında toplayarak, gruplar arasında yaptığı karşılaştırmalar ile bir toplumun Enformasyon Toplumu’na yönelişini ortaya koymak istemiştir. Bu ana gruplar eğitim, iletişim medyası, enformasyon araçları, enformasyon hizmetleri ve diğer enformasyon etkinlikleri, olarak sıralanabilir (Timisi, 2003: s. 89). Marshall McLuhan (1964), ve Y. Masuda (1990) da kavramı ilk kullananlar arasında sayılmaktadır. McLuhan, “elektronik iletişim araçlarının egemen olduğu, küresel köy olasılığının belirdiği yaşanmakta olan dönemin” Enformasyon Toplumu olduğunu ve bu toplumsal yapının daha önceki ‘Mekanik Çağı’ dünyadan sileceğini vurgulamaktayken; Masuda “Sanayi

Toplumu’nda temel dinamik maddi üretim iken Enformasyon Toplumu’nda temel

dinamiğin enformatik üretim” olduğu görüşünü savunmaktadır. (Aktaş, 2007: s. 182).

25

Bilgi / enformasyon toplumu en genel anlamıyla, “ulusal ve uluslararası düzeydeki iletişimi kolaylaştırmak ve kütüphanelere, veri arşivlerine, özel kuruluşların ya da kamu kurumlarının kontrolündeki diğer enformasyon kaynaklarına daha kolay ulaşmayı sağlamak üzere düşük maliyetli enformasyon teknolojisinin, bilgisayarların ve telekomünikasyon araçlarının yaygın bir biçimde kullanıldığı toplum” olarak tanımlanabilmektedir (Marshall, 1999: s. 199). Bilgi / enformasyon toplumu olmak, evrimleşme sürecini içeren bir nitelendirmedir. Bilgi / enformasyon toplumu ile ilgili olarak beş temel kriterden yola çıkarak bazı özellikler sıralamak mümkündür. Bu kriterler Webster tarafından şu şekilde sıralanmaktadır (Webster, 2002: s. 9):

- Teknolojik - Teknolojik fikirler, 1970’lerin sonundan itibaren görünür olmaya

başlayan inovasyon gösterişine odaklanmaktadır. Yeni teknolojiler, yeni zamanların en görünür işaretlerinden biridir ve buna bağlı olarak da sıklıkla bilgi / enformasyon toplumunun göstergesi olarak görülmektedir.

- Ekonomik – Bu kriter, enformasyonel aktivitelerin ekonomik değerini

gösteren çizelgelerdeki gelişime odaklanmaktadır.

- Mesleki – Özellikle sosyologlar tarafından üzerinde en çok durulan

noktalardan birini oluşturan bu yaklaşım, aynı zamanda özellikle Daniel Bell’in Sanayi Sonrası Toplum kavramıyla örtüşmektedir. Bilgi / enformasyon toplumu, hizmet sektöründe çalışmakta olan beyaz yakalıların artışına odaklanmakta olan bir kriterdir.

- Uzamsal – Enformasyon toplumuna yönelik olarak bu özelliğin en önemli

vurgusu, konumları bağlaması ve uzay ile zamanın organize olmasındaki derin etkileri dolayısıyla, enformasyon ağlarınadır. Enformasyon teknolojilerindeki gelişmeler, tüm dünyayı bu teknolojiler aracılığıyla birleştirmekte ve küresel bir ağ oluşturmaktadır.

- Kültürel – Bu özellik, enformasyon toplumunun en çok kabul gören

yönlerinden birini oluşturmaktadır. Gündelik hayata bakıldığında çok net görülebileceği üzere televizyon, internet vb. teknolojiler aracılığıyla, enformasyonun toplumsal sirkülasyonunda inanılmaz bir artış yaşanmaktadır. Reklamlar, filmler, diziler vb. ile de kültürün toplumlararası aktarımı giderek kolaylaşmakta ve artmaktadır.

26

Şimdiye kadar aktarılan görüşler dâhilinde denebilir ki, bilgi ve enformasyonun öneminin artması ve toplumsal gelişme ölçütlerinin odak noktasına yerleşmesi, genel anlamda iyimser bir bakış açısıyla ele alınmaktadır. Bununla birlikte, özellikle enformasyonun kazandığı önem, kimi akademisyen ve teorisyenlerce sıklıkla eleştirilmektedir. Zira burada söz konusu olan, saf bilgi değil; işlenmiş, tasarlanmış, imal edilmiş bilgilerin (enformasyonun) toplumun geneline yayılmasıdır. Yanı sıra yayılan bu enformasyon toplumsal bağlamda radikal bazı dönüşümlere de yol açmaktadır. Bu noktada enformasyonun, gelişkin iletişim teknolojileri ile birlikte kitlelere yayılımını sağlamak, tektip bireyler yaratmak ve sermaye sahipleri ile politik iktidar tarafından toplumsal denetim mekanizmasını güçlendirmek üzere kullanılması görüşü hâkimdir. Özellikle Frankfurt Okulu temsilcilerinin bu konudaki bakış açısı önemlidir. Çalışmanın ilerleyen kısımlarında, medyanın ekonomi – politiğine değinilirken, Frankfurt Okulu’nun bu yaklaşımı detaylı bir biçimde ele alınmaktadır. Bununla birlikte özellikle Herbert Schiller’in söylemlerine burada yer vermek uygun görünmektedir.

Schiller, liberal görüşün sık sık kullandığı Sanayi Sonrası Enformasyon

Toplumu deyimine karşı çıkmaktadır. Bu görüşü sert bir şekilde eleştiren Schiller,

sorunu, daha çok ekonomik ve politik ilişkiler çerçevesinde ele almakta ve yeni iletişim teknolojilerinin toplumda mevcut olan güç ve bağımlılık ilişkilerini pekiştirdiğini ileri sürmektedir. Schiller’e göre enformasyon toplumu olarak nitelendirilen olgu, aslında serbest piyasa sisteminin tükenmek bilmeyen yeni arayışlar isteğinin yapısal dönüşümlere yol açmasından başka bir şey değildir. İleri sanayi ülkelerinde mevcut olan endüstriyel temel üzerine bir de enformasyon boyutunun eklenmiş olmasının yeni bir toplumsal aşamayı oluşturmadığına, bu durumun olsa olsa serbest piyasa sisteminin gelişmesinin bir sonucu olduğuna dikkat çekerek, liberal görüşü eleştirmiştir. Yeni iletişim teknolojilerinin toplumda belirgin olarak bir değişimi yaşatmakta olduğunu vurgulayan Schiller, iletişim alanında gözlemlenen gelişmeleri önceden bilinçli bir biçimde kararlaştırılmış çabaların ürünü olarak değerlendirilmektedir. İleri sanayi ülkeleri, üretmiş oldukları iletişim (enformasyon) teknolojileri karşısında, az gelişmiş ülkeleri kendilerine bağımlı kılmaktadır (Baran, 1992: s. 65). “Günümüzde enformasyon teknolojilerini üretme gücüne sahip olan gelişmiş ülkeler, bir yandan bu teknolojileri ihraç ederek ekonomilerinde büyük atılımlar gerçekleştirirken, diğer yandan da bu teknolojilere dayalı gözetim sistemleri aracılığıyla küresel liderliğe oynamaktadırlar. Buna paralel

27

olarak, temelinde ‘yönlendirilmiş’ bir karakteristik taşıyan enformasyon teknolojileri, hem insanlığın hem de gelişmişlik düzeyini tamamlayamamış ülkelerin denetimine yönelik bir amaç taşımaktadırlar” (Dolgun, 2004: s. 56). Eşdeyişle eski Sanayi, yeni

Bilgi / Enformasyon toplumlarının –daha doğru bir ifadeyle bilgi / enformasyon

teknolojilerinin mülkiyeti ile bu teknolojileri kullanma yetkisine sahip olanların- dünyaya, insanlığa, ekonomiye, politikaya bakışlarında değişen çok fazla şey bulunmamaktadır. Değişim sadece ve sadece kullanılan teknolojide saklı bulunmaktadır. Arzu edilen halen, hem politik hem de ekonomik anlamda, iktidarın güç sahiplerinde kalmasının sürekliliğinin sağlanmasıdır.

“Bazı kuramcılar, enformasyon çağında yaşamayı ‘tünel tasarımı’ ile benzeştirmişlerdir. Onlara göre, günümüz toplumunda yaşamak ‘tünel vizyonlu’ bir sürücü ile seyahat etmeye benzer; buradaki yeti noksanlığının çeperdeki görsel alanla teması kesmesinden dolayı, kişi yalnızca gitmek istediği yönü görür ve yan tarafta olanları fazla takip edemez. Benzer şekilde, enformasyon teknolojilerini hiçbir şekilde sorgulamadan sadece geleceğe odaklanılırsa; bu merkezi(yetçi) odaklanma, çeperdeki bulanık unsurları - bağlam, tarihsellik, toplumsal kaynaklar, arka plan, zararlı ve olumsuz getiriler, vb.- kaçınılmaz şekilde bir kenara iter. Oysa çeperdeki unsurlar, bir denge ve bakış açısı sağlarlar. Enformasyon teknolojilerinin ardında yatan bu ipuçlarını görmezden gelmek, insanlığı sadece tek yönlü ve dar bir görüş açısından kaynaklanan yanılgılar dünyasına götürmekle kalmaz; aynı zamanda, ‘tünel tasarımı’ olarak adlandırılan ve sonunda herkesin kurban haline geldiği yarı kör bir tasarıma götürür. Günümüz, enformasyonla ilgili endişelerin tüm yönleriyle ele alınıp analiz edildiği değil, daha fazla enformasyon sunularak giderilmeye -ya da saptırılmaya, boğulmaya- çalışıldığı bir durum arz etmektedir. Söz konusu durum, sonunda dönüp kişileri vuran yeni yeni teknolojiler üretmekte ve mevcut sorunları bu şekilde absorbe etmektedir.

28

Böylece, bu teknolojilerle sorunlar çözülememekte veya çözülen sorunlar kadar yenileri ortaya çıkmaktadır. Söz konusu teknolojileri bu kadar ürkütücü kılan da, hesapta olmayan veya ilk bakışta fark edilemeyen sonuçlarının, aslında enformasyon teknolojilerinin kendisinden değil, odağın dışındaki -iktidar temelli- kaynaklardan doğmasıdır. Bu aşamada asıl olan, teknolojinin sonuçlarını hesaba katarken; enformasyon teknolojisinin, toplum üzerinde etkili olan ‘güç’ ve ‘iktidar’ sahiplerini temsil ettiğini anlamaktır (Dolgun,

2004: s. 58).

Esasen enformasyon teknolojileri iki farklı amaçla kullanılabilir. Bu amaçlar, ya mutlak iktidarın sürekliliğini sağlamak üzere kayıtsız şartsız hizmet etmek ya da çoğulcu ve demokratik amaçlara ulaşmaktır. Bu noktada özellikle medyanın çoğulcu ve demokratik amaçlara yönelik varsayılan işlevleri, bilgi / enformasyon toplumu yaklaşımının olumlayıcı yönünü oluşturmaktadır. Ancak çoğulcu, çok sesli, gerçek anlamda demokrasiye dayanan sistemler politik iktidar ve sermaye sahiplerince, çoğu zaman denetim altına alınmak istenen olguları da beraberinde getirmektedir. Yukarıda da ifade edildiği üzere, arzu edilen halen, hem politik hem de ekonomik anlamda, iktidarın güç sahiplerinde kalmasının sürekliliğinin sağlanmasıdır. Bunun için de insanları medyaya neredeyse bağımlı kılarak, belirli araçlara odaklanmalarını sağlamak suretiyle daha önceden belirlenmiş ve tasarlanmış bilgilere erişimlerinin sağlanması, kitlesel düzlemde düşünce ve tutumların belirli –güç sahiplerinin istediği- bir yönde kalmasını da garanti altına almaktadır. Kitlesel iletişime olanak sağlayan araçların tarihçesine bakıldığında, bu araçların insanlık tarihiyle ilgili gelişme ve değişimlerde de nasıl bir paya sahip olduğu açıkça görülebilmektedir. McLuhan ve Fiore bu durumu şu sözlerle, çok açık bir biçimde ifade etmektedir: “Benliğimizi tümüyle medya teslim aldı. Kitle iletişim araçları kişisel hayatımızı, siyasal, ekonomik, estetik, psikolojik, ahlaki ve etik hayat alanlarımızı öylesine yaygın biçimde etkilemektedir ki ilişmedikleri, dokunmadıkları, değiştirmedikleri hiçbir yanımız kalmadı. Yaradanımız medya şimdi. Kültürel ve toplumsal değişimin hiçbir yanını, medyanın bugünkü ortamımızı nasıl, ne yollarla oluşturduğunu ele almadan anlayamayız” (McLuhan & Fiore, 1996: s. 25).

29

Medya, gücü ve etkileri doğrultusunda toplumları biçimlendirerek, yönlendirerek, kendine bağımlı hale getirmektedir. İnsanlığın gelişme sürecini sınıflandırmak ve içinde bulunduğumuz toplumsal yapıyı anlatmak için hangi niteleme kullanılırsa kullanılsın, oluşturulan yaklaşımların temelinde en değerli kaynağın sermaye olduğu düşüncesi terkedilmiş; zaman ve bilgi en değerli kaynaklar olarak yerlerini almıştır. Bilgiye en kolay ve kısa sürede ulaşılan kaynak ise medya gibi görünmektedir. Daha doğru bir ifadeyle artık insanlar bilgiye ulaşmanın en hızlı ve kolay yolunun medya olduğunu düşünmektedirler. Medyanın bu özelliği, onu duyurumu yapılacak ürün, fikir ve / veya hizmetlere sahip olanlar için de önem arz etmektedir. Kâr amacı gütsün gütmesin medya aracılığı ile ulaşması gereken kitlelere sahip tüm yapılanmalar medyanın bu özelliğini kullanmak istemektedir. Bu düşünce, gerek medyanın çekiciliğinin giderek artması, gerekse kullanımında giderek artan kolaylıkla daha da güçlenmektedir. Bu bağlamda, bir kavramsallaştırma çabası içerisine girilecek olursa, “medya toplumu” kavramının kullanılması çok daha gerçekçi bir yaklaşım izlenimi bırakmaktadır.

Medyanın, içinde faaliyet gösterdiği toplumlar ve bu toplumları oluşturan toplumsal, kültürel, ekonomik ve politik dinamikler üzerindeki etkisi ile bu unsurların medya üzerindeki etkisi, iletişim alanında çalışanlarca kabul edilmiş olmakla birlikte, medya toplumu terimi, çok fazla üzerinde durulmuş bir kavram değildir. Dolayısıyla bu çalışmada medya toplumu kavramı, Winfred Schulz ve Jürgen Habermas’ın çalışmalarından yola çıkılarak açıklanmaya çalışılmaktadır.

Winfred Schulz (2004), Reconstructing Mediatization as an Analytical

Concept adlı makalesinde, iletişim medyasının sosyal değişimin var olmasına sebep

olduğunu ifade etmektedir. Oldukça açık bir biçimde medya endüstrisi, gayri safi milli hasılanın önemli bir parçasına katkıda bulunmaktadır. Medya çok sayıda insan için iş ve gelir olanağı sağlamaktadır. Reklam kanallarında olduğu gibi, medya, iş aktivitelerinin önemli bir hızlandırıcısıdır. Açıktır ki, çeşitli ekonomik aktörler medyanın işleyişine uyum sağlamak zorundadır. Bu uygulamalar ayrıca politika, spor, eğlence ve diğer sosyal alanlardaki aktörler için de geçerlidir. Örneğin politikacılar ve politik partiler, televizyonun medya mantığını, diğer bir deyişle üretim rutinlerini ve sunum biçimlerini, politik eylem ve politik süreç değişimlerini

30

ele alma tarzlarını göz önünde bulundurmak zorundadır. Politik aktörler, tanıtımlarını arttırır ve aynı zamanda bir özerklik kaybını kabul ederken, medya sisteminin kurallarına uyum sağlamaktadır. Diğer yandan medya, haber değeri olan ve uygun biçimde şekillendirilmiş bu gibi işlemlerden kar sağlamaktadır. Bu bakış açısı da aslında medya demokrasisi ya da medya toplumu gibi kavramlarla yakından ilintilidir (Schulz, 2004: s. 89).

Medya gücünün kullanımı; enformasyonun seçimi ve biçimlendirilmesinde, programların şekli ve tarzı ile yayılımının etkilerinde, gündem belirlemede ya da konuların işlenmesi ve bir çerçeveye oturtulmasında kendini açıkça göstermektedir. Demokratik geçerliliğin bakış açısından, medya gücü, gazetecilerin işlevsel olarak özellikli ve özdenetimli bir medya sistemi içerisindeki çalışmalarına göre masum kalmaktadır. Kitle medyasının, politik ve ekonomik sistemlerden göreceli bağımsızlığı, bugün medya toplumu olarak adlandırılan olgunun yükselişi için gerekli bir önkoşuldu. Bu, Batı için bile oldukça yeni bir başarıdır ve 2. Dünya Savaşı’nın sonundan daha geriye gitmemektedir. İşlevsel bağımsızlık, kendi kuralları ve kodları gereğince medya sisteminin kendi kendini kontrol etmesidir (Habermas, 2006: s. 419).

Hem Schulz hem de Habermas, iletişim teknolojilerindeki gelişimin de etkisiyle, medya kullanıcıları ile toplumdaki ekonomik, politik ve kültürel dinamiklerin nasıl medyatize oldukları ya da medya ile karşılıklı bir uyum sürecine nasıl girdiklerini medya toplumu kavramı dahilinde açıklamaktadırlar ve bu süreci büyük oranda demokrasi kavramı ile bütünleştirmektedirler. Medya toplumunun var olabilmesi, büyük oranda medya ile ekonomik ve politik güç odaklarının karşılıklı bağımlılık ilkesi çerçevesinde faaliyet gösterebilmelerine bağlıdır. Ancak açıktır ki medya teknolojik, anlamsal ve ekonomik bazı karakteristik yönlere sahip olmakla birlikte, bu durum sorunlu bağımlılıklar, kısıtlamalar ve yine sorunlu temsillerle sonuçlanmaktadır (Schulz, 2004: s. 87). Medyanın yaygınlaşması ve ekonomi ile politik alanlardaki gücü, yanı sıra yarattığı etki alanının gücü ve büyüklüğü bağlamında bir medya toplumunda yaşadığımızı ifade etmek mümkündür. Ancak hem Schulz hem de Habermas bu toplum yapısının, belirli sorunları da beraberinde getirdiğini kabul etmektedirler. Çalışmanın bu bölümünde medya toplumunun

31

bileşenleri ele alınmaktadır. Bununla birlikte, medya toplumunun açıklanması ile ilgili olarak ikili bir sınıflandırmaya gidilmektedir. İlk olarak, 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden itibaren söz konusu olan ve günümüzde geleneksel olarak nitelendirilen medyanın ve içkin olduğu toplumun temel bileşenleri açıklanmakta; ardından 2000’li yıllarla birlikte söz konusu olan ve Web 2.0 teknolojisinin gelişimiyle önemi giderek artan dijital medya bağlamındaki dönüşüm süreci konu edilmektedir. Buna göre

Benzer Belgeler